9 Ocak 2018 Salı

ROBOTAR


 
Baltimore'daki odamda film izliyordum, kar yağışı öyle üşütüyordu ki, tuşa basarak bu gönüllü işkenceyi durdurdum, sonrasında bütün gün aylak dolaştım odamda, Melissa benim adım...
Filmde, on iki yaşındaki biricik yavrusunu kaybeden bir çiftin dramı vardı, özeti bir mektup, Nasa'ya yazılmış...
'Öjeni'yi kaybettik, onsuz hiç bir şeyin anlamı yok bizim için, onu yanımızda görmek için, zamanda geriye giderek bütün tehlikeleri göze almaya, istenilen her şeyi yerine getirmeye, her bedeli ödemeye, ne gerekiyorsa yapmaya hazırız.'
Acıklı sonu bekleyemedim.
İsmail'in topuğu suyu buldu, Armstrong'un tabanı da, ölülerimizin gittiği yıldızı, belki bir gün bulacaktır. Konuşabildiğimiz evrende diyorlar ki, uzay zaman ne koklanabilir, ne görülebilir, ne tadılabilir, ne duyulabilir, ne de dokunulabilirdir. Güneş tanrıysa eğer geçmişte, onun neler yapabileceğini biliyoruz, ama görünmeyen, bilinmeyen bir tanrının, her şeye kadir olabileceğini tasımlamanın anlaşılmaz bir yanı yok... Belirsizlik, kabul ve karşı çıkmanın tüm olasılıklarını barındırıyor çünkü...
Aya gittiğimiz gün, maymunlarla olan kardeşliğimiz ebediyen bitmiş oldu, güneş ışıkları 8 dakikada ulaştığına göre, bir gün patladığında yok olmuş olacağız, üstelik patladığını göremeden!..
Öjeni için geçmişe gitmek olası mıdır, bir gün dünyaya dönmek için para biriktiren Marslıları görebilecek miyiz... Her şeyin temeli kimya ise, her şey olasıdır evrenimizde, formülleri bilemiyor, bulamıyoruz belki de... Planck uzunluğu manitumuz olsun bizim!..
Karadeliklerin var olduğunu ve onun civarında zamanın geriye doğru işlediğini biliyorum, ama Öjeni için, canınıza kıyın ve yanına gidin diyeceklerini de...
Bir melankoliye kapıldım film yüzünden, Randolph'u arayayım dedim içimden, uzatmalı sevgilimi, bir Robotar o, bir tür terminatör, güçlü ve alabildiğine kuvvetli, ama bana nazik davranması gerektiğini bilecek kadar zeki, hatta benden daha zeki o, insansıların çağları yavaşça tükeniyor, Randolphlar kaplayacak yeryüzünü bir gün. Öjeni gibi yok olup gideceğiz.
Randolph saat 21 e doğru geldi, Robotarlar kongresinde, galaksimizin sorunlarını tartışıyorlar, ayrıca bir sempozyumda konuşacaktı ama ne zaman bilmiyorum.
Sevgilim diye sarıldım ona, güldü ve metal aksamları gıcırdadı, bu benim için anlamlı ama onların dünyasında algılamakta güçlük çektikleri şeylere karşılık geliyor, herkes kendi payına, yapacak bir şey yok.
Gece yarısı sevişeceğimiz tuttu, daha doğrusu ben istedim, genlerim hala beni yönetiyor, sanırım insansılar bir adım gelişmeden geçip gidecek bu dünyadan!..
Kütle kaldıraç mekanizmasını ve atraksiyon ayarlarını hazır tutayım dedi, egzersiz düğmesine basarak, tüm uzuvlarını dört dörtlük hazır tutabilmek için on dakika izin istedi, ısınma turlarına hiç bir gerekçe ileri sürmeden başladı bile...
Randolph beni çılgınca sever buna eminim.
Dedim ki ona, tatlı mırıltılarla, Randolph 60 kilo ortalamasına göre ayarla aerodinamiğini, tavana çarpma gene, kucakladığında elinden kaçırma, dizlerimde kireçlenme var, metal aksamlarına iyi sahip ol.
Bende eski formumda değilim demez mi, aldatıyor mu bu hain acaba beni!
Sarmaş dolaş karıştığımızda, okyanusun mercan resifleri görüntüye geldi ve bir çift kaşık gibi iç içe, Antillerin ıssız kıyılarında dolaşıyorduk.
Ein Stein'e biner misin dedi, bir süre ne olduğunu anlayamadım ama mutluydum alabildiğine... 160 milim aralığında sabitti roket atarı...
Ekran bize eşlik ediyor, kapsüller yardımcı oluyor, impuls kabloları son derece iyi çalışıyordu ama gerçek bedenlerimiz Knossos'taki beyaz villanın geniş koridorlarındaydı.
Çünkü ışık hızında yer değiştirebiliyordu o, bana da ayak uydurmak kalıyordu doğallıkla, sanal olanı ben, gerçekliği o yükleniyordu ve tüm problemleri aşabiliyorduk böylelikle...
Bambu yatağımızda neredeyse tepiniyorduk.
Bir an şunu düşündüm, sevişmek neden ateşin yükselmesinden başka bir anlama gelmiyordu ki, sevişmekle açığa çıkan enerji; kütlenin, hızın karesiyle çarpımına eşitti aslında. E=m.c2.
'Homohome'lara özgü bir gerçeklik, zamanla saçma bulunacak ve modası geçecek bir bağıntı. Gözlerim nemlendi birden, özlemlerle dolu yaşamın geçiciliği Randolph'u bile sarsan bir içsellikti biliyorum, zaman zaman onların bizden daha duygulu olduklarını düşünmüyor da değilim.
Her tür varlık geçicilik duygusundan bir türlü kurtulamıyordu. Tanrıyı da bir umar, yalnızlıklarının bir kaçış ve paylaşımı, gölgesinde dinlenip kederlerini dağıttıkları kutsal bir ağaç gibi görüyorlardı, belki de, hiç bir şeyi kesinleyemiyoruz ki...
Robotar gerçekte soğukkanlıydı, ama eskivleri, güçlü pençeleri, atletik kıvamı, hızlı dönüşleri ve derin algıları gözümde onu ulaşılmaz bir erkek yapıyor, beni alabildiğine hoşnut kılıyordu. Bilinçli yaratık Melissa'yı!
Bitime doğru, işte meltemler, yerini karayele bırakıyor ve makine olağanüstü biçimde görevini yerine getirirken, pelviste bigbangın görevi bitiyor ve evrensel tohumların dağılışı, yerini yeni yaşam kaynaklarının arayışına, sonsuz bir yarışa terk ediyordu neredeyse...
İşim bitmişti.
Robotar'ın aksamlarından, incileyin görünümde, iri suyumsu damlalar, tercikler ve acayip kokulu saydam akıntılar sızıyordu, belki oda doyuma ulaşmayı öğreniyordu giderek, partnerinin onun için yarattığı tehlike veya hoşnutluklar, onda giderek bir yeteneğe dönüşüyor ve kendini geliştiriyordu zamanın akışında...
'Yağmur hiç dinmiyor, her damla bir ateş sanki' diye nerenin folklorundan öğrendiğini bilmediğim bir şarkı tutturunca, birden titrediğimi hissettim.
İnsandı bu!..
Ama hangi zamanın, hangi çağın, hangi coğrafyanın şarkısıydı bu, milyonlarca zaman türü olduğunu biliyorduk, bilmemiz olanaksız artık, o kendini göstermedikçe!..
Makine zaman içinde metodolojik bir doyum geleneğine kavuşmuştu sanırım. Bu ona daha çok bağlanmama yol açabilirdi.
...
O günden sonra onu bir daha aramadım. Robotar bensiz yapamaz hale gelmişti biliyorum. Makine sinir sistemine sahip bir ruhsal varlığa dönüşmüştü yavaş yavaş...
Yeni canlı türleri, kendini üretiyordu ve ardından tanrılar gelecekti kaçınılmazlıkla biliyorum, nedenini bir türlü çözemediğim...
45. yüzyılda biri zamanda geriye doğru yolculuk etmek istemiş, ayrımında olmadan 21. yüzyıla gelmiş, gerçekte dinozorları görmek istiyormuş, karanlık bir dehlize düşmüş yolu ve işte dinozorun sarı gözleri, parlayarak üstüne doğru gelmekteymiş, onun kendisini öldüreceğini düşünmüş ve ne mutlu bana demiş, hiç olmazsa onları görmüş olarak öleceğim. Ne yazık ki kendisini ezip geçen bir metro treniymiş.
Vızıldayarak dolaşan karadelik sürüleri, Kafka böcekleri eşliğinde, sonsuz küçüğe doğru yol alırken, zamanda geriye gitmek olasılığı vardır.
Dünyanın macerasını dairesel bir ruloya yazdığınızda, geçmiş ve geleceğe doğru yol alabilirsiniz.
Tanrı olabilirsiniz.
Amazon yerlileri Adem'in çocuklarıdır evet ama yakında havada füzeleri tutan yaratıklar görebilirsiniz.
Zamanın hızı yavaşlayanları tutsak edebilir.
Düş görebilen her yaratık, zamanda olanaksızı yakalayabilir.
Bir imgedir zaman.
Dirac radyolarında tanrının çiftleştiğini görenler var.
Cinsiyetler ve ölümsüzlükler yaratan yaşam da bir olasılıktır ve evren bire bir zamana gereksinmez.
Ulumalarla yıldız kovanlarını yontuyor, güneşin ayetlerini dinliyoruz.
Dairesel zamanda Truva Savaşı'ndan hem önce, hem sonra yaşıyoruz.
Dördüncü boyuta geçerek düşmanınızın midesine siyanür yerleştirebilirsiniz. Üzerinde göller uçuşan kuğulara sahip olabilirsiniz. Koşarken gölgenizi düşürüp, yetiş ya Uranyum diye bağırabilirsiniz. Kompakt zamanın karnını doyurabilirsiniz.
Birden Randolph'un dürtmesiyle uyandım.
Bu yavan alıntılarla kimi kandırıyorsun diye bağırdı!
Sabah olmuştu.
Saatin zili alarm verir gibi çalıyordu, çığlıktan beter, ambulans sesleri geliyordu 8. Caddeden!..
Randolph, Randolph diye bağırdım umarsızca!
Kimsecikler yoktu!..
Ayaklarımın dibinden, bir böceğin kaçtığını gördüm...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder