30 Haziran 2019 Pazar

EDGAR ALLAN POE ADASI


Gözümün önünde martı güvercini yakaladı, bir an kurtuldu güvercin ama kedi kaptı bu defa, evden koştum, ruhumun sen ne hain adamsın, mazlumun can verişini seyrettin bre hain demesinden korkarak, kedi ara yola girdi ve sonra tekrar bir evin bahçesine dalarak gözden kayboldu, peşini bırakmadım, demir parmaklıklardan geçti ve metruk bir yerde, otlar arasında yitirdim onu... Çaresiz döndüm soluk soluğa ama bu kez biri arkamdan seyirtti, bela arıyor gibiydi adam ve ne oluyor dedi, masum bir edayla anlattım olan biteni ve son darbeyi indirdim adama, işte dedim, Adalıların canı gönülden sevdiği ve eleştirenlere hayvan düşmanı, canavar gözüyle baktıkları kedi bu!.. Senin dedi adam, her sözüne katılıyorum. İnanmadım adama, soluk soluğa kalışım ve içten oluşum sanırım etkilemişti onu. Eve geldim, başarısız bir cankurtaran olma girişimim, mutsuz hayatımın yeni bir halkası olmaktan öteye, bir işe yaramamıştı. Şu dünyada, bir kediyle bile baş edemeyen, zavallı biriyim ben, duyuruyorum!..

20 Haziran 2019 Perşembe


CİTİZEN
Yaşamak güzelse de, yenilmek ve kendi ölüsünü ayaklarından sürüyerek getirmekte var şu yaşamda, geçen yıl on sekiz ton ayçiçeği sevk ettim ben, silolarda yer kalmadı, kayısı aldım üreticiden, Bornova'ya gönderdim ama fosile karşı toksinli çıktı, Narlıdere'den denize döktüler, bazen batma ve dibi görme tehlikesiyle yüz yüze gelebiliyorsunuz, Ferhunde Çal Lisesi'nde müdür, benim sözünde durmayan bir insan olma olasılığım yok artık, bono verebilirim size, ama seni inan ki dolandırmışlar o fiyata vermemen gerekirdi, insanlar aç ruhlarını doyursun önce, ilençli yaratıklar, hepsi cingöz ve tamahkar, noter görevlisi şikayetimin karşılığını görecek, bugünüm boşa gitti, zamanım yok ki benim, sandıklarından çok dindarımdır ben, aya gitsem ilk iş kıble nerede diye sorarım, köye dönmem gerek, çeltikçiler beni bekliyor, marabalara güven olmaz, her gün başlarında durmak gerek, o evraka gerek yok dedi o değil mi, ben bu görevlinin hadi neyse, onu şikayet edeceğim yeri biliyorum, belediye başkanını arayacağım, tapu müdürünü de tanıyorum, büyük çocuk ziraat mühendisi olacak, işime çok yarayacak, Baklan ovası onun, işi hazır, Çökilyas'ın eteklerinden denize bakabilir, yapılacak çok şey var şu dünyada, kız dört bin kişinin arasında burs kazanan tek kişi, ha tarla o fiyat ediyorsa, onu verene vereceksin, ama dairede dolandırılmışsın, bak o fiyata kesinlikle olmaz, o fiyata vermeyecektin, yahu ben dün ayakta duramadım, titreme geldi, ama onlara bir şey olmuyor, vallahi kanala giriyorlar, buz gibi suya girip çıkıyorlar, kadınları ıslak elbiseyle gün boyu dolanıyor, bana mısın demiyor bu Kürtler, yahu bunlar gönden mi, ufacık bir şey beni yatağa düşürüyor, bak Huriye duymasın o dediğimi, bende çok sırlar var, dünyanın sırrını saklıyorum ben, ağzım çok sıkıdır inan, evet kuru her gün takip edeceksin ama, yükseldi mi satacaksın, indimi alacaksın, çok vurgun yapan, voli vuran, dalyan bulan var, boyuna bağlı makineyi çalıştıracaksın, arabayı getirmedim bugün, otobüsle dönerim, arabamla gelsem elli liraya mal olur, böyle on liraya gidip geliyorum, al sana kâr, kazanmanın bin bir yolu var, geçen gün çocuğa dedim ki, bak sen işverensin, bunu yapamazsan ezilirsin, kaybedersin, buyruk vermeyi, adam gibi çalıştırmayı, terli olsalar da zorlanmayı öğrettim, şimdi kırbaç gibi kıvılcım çıkarıyor, adam olacak gibi, Sindel'den, Batal'a, Serenlikuyu'dan, Gölköy'e ufuk gezdirebilmeli... Ali, nereye gitti bu adam, İsabey'e mi, bu montaj tabi asansörleri getirtiyoruz Almanya'dan, burada birleştirme ve döşeme işlemlerini yapıyoruz, yok fabrika sayılmaz canım, ben ona ne kadar verdim, benimki makine mühendisi olacak, iş hazır burada, gelsin çalışsın ama, Gelsenkirchen'e götürdüm, dünyayı gördü, işinin başına oturabilir hemen, iki kardeşi daha var, canım onları da adam etmek lazım, neden uğraşıyoruz, onlar için varız, bugünde otelde kalacaksanız telefon edeyim, konuklarımı orada ağırlarım, siz bize emanetsiniz canım, o kadar olsun gayri, şuradaki lokantaya girelim, ben buraya çok gelirim, benim yerim burası, çekinmeyin yiyin, elle yenir et burada, pidenin üstüne koyun, atıştırıverin canım, ortaya koydular diye yemeyecek misiniz, demek Anadolu adaleti bu diyorsunuz ha, patron bir çatal servis et bakayım, ayranda içer misin, çay ikram ne demek, bugün yetişmezse avukat yarında geliverir, boşuna mı para alıyor, bugün işe yaramayacakta ne zaman yarayacak, ben onun önüne bir binlik atıverdim mi, ortalık güllük gülistan olur burada, koşturur durur merak etme, yahu adama arama şu sıra diyorum arıyor, tam tapu dairesinde, işimiz başımızdan aşkın, kim arıyor, gene o, vallahi bu adam okunmuş, yüzü suyu hürmetine, başıma bela bu havalide, zorla güzellik olmaz, sen olsan yapar mısın, laftan anlamıyor, anladığı dilden mi konuşmak lazım, bende bilemiyorum açıkçası, sen onu nerden tanıyorsun, arıcı mı, yok çok iyi adamdır, bizim işleri o yapıyor, on parmağında on marifet vardır, kanaatkardır, kimseyi de kırmaz, iki ekime kadar kimse duysun istemiyorum, kirasında değilim ben, her ikimizin de gönlü şen, önemli olan, yüreğinin bir köşesinde, en ufak bir pürüz kalmayacak, yüreğin aklını yenecek bu işte, biz memnunuz doğal olarak, sende öylesin tabi, akşama buyur gel diyeceğim ama, otelde rahat etmeye alışmışsınız siz, allah hayırlısını versin ne diyelim, ben on dört ekime kadar, ödemeyi yaparım, sizde aktarırsınız, olur biter, suya yazılan yazılar, söylenecek çok şey var tabi, hayırlısı olsun, bugünlere geldiğimize de şükür edelim, ahirette de gün görelim, haydi hayırlı yolculuk, oraya vardığınızda bizi anarsınız gayri, vallahi işte harala gürele, kızım o ekmeği öyle yeme, haydi hayırlı yolculuk ikinize de...
(Adamın konuşmaları saçma sapan geldi bana ama bir ara şunları da dedi; 'Ada'nın şövalyesi, gün gelir at bakıcısı olur. Felsefenin yaşama hiç bir yararı yoktur, o yaşamdan sonrasıdır. K harfi, kelebeğin kendisidir.' Şok geçirdim.)

14 Haziran 2019 Cuma

NANKÖRLÜK ÜZERİNE



Adamın biri yolda bir kutu bulmuş, merakla içini açmış ve içinden bir yılan çıkmış.

Demiş ki adama, beni sonsuz esaretten kurtardın ama tıynetim gereği seni sokmam gerek, yani öleceksin!..

Adam bir dakika demiş, önümüze çıkan üç varlığa bu davranışın doğru mu soralım evet derlerse, istediğini yap!..

İlk olarak dişi bir kaz çıkmış önlerine, kaz demiş ki yılana, evet sokmalısın, bu insan denen yaratık acımasızdır, havada uçsam, denizde yüzsem, karada koşsam gene de acımazlar, avlarlar beni!

Derken bir akarsu çıkmış önlerine, adam demiş ki, ey belleksiz yaratık, yılanın bana layık gördüğü hak mıdır söyle bakalım, su yılana bakarak demiş ki, ey yılan hiç durma sok, bu insan denen varlık öyle lanettir ki, gelip yüzlerini yıkarlar, olmadı abdest alıp, göğe doğru el açarlar ama, tam ayrılacakken gene de, hak deyip tuuu diye tükürürler, yapacağın çok doğrudur!..

Adam çaresiz son varlığı beklerken bir tilki çıkmış önlerine, diğerlerine sorulanı ona da sormuşlar, tilki hiç oralı olmamış ve dönüp yılana demiş ki, beni şaşırtan bu denli küçük kutuya nasıl sığdığın. Yılan birden gurura kapılmış, o da bir şey mi demiş, çok daha küçük kutulara da sığabilirim ben!..

Öyleyse demiş tilki, allasen şu kutuya bir gir de, görelim marifetini!.. Yılan başlamış kutunun içinde kıvrılmaya, tam çöreklenip, alayla dönerek tilkiye gülümsemiş ki, tilki birden kapatmış kutuyu!..

Ve adama demiş ki; Nankörlerden kurtulmak için, onlar gibi davranmak gerekir!..



***






Nasır-ı Husrev'in Saadet-Name'sini okuyordum, Karluklar önüme çıktı, Escher dediler Amarni kasabasının merdivenlerinden esinlenerek yaptı o labirentlerini, güldüm, bu kadar basit yani dedim. Valla dedi biri Yukio Mişima bile Sabastian Azizi'nin putperestlik sağaltan hazlarından akademik tezler üretilmesine vesile olmuş mudimizdir, valla mı dedim. Türkçeyi bozdun dedi biri, bozuk diye diye Bozüyük'e vardık kız diye çığlık attın teyzem, seppuku yaparak ölsem gayrı dedi, boğumlu kurdun ağzında kuru yaprak olursun ha dedim, altta kalmadı, orasını burasını kaşıdı.
Mevlana'da hû diyen Yunus'um ben dedim Gülayşe'ye, şiir yazacağım kız, şiir, şiir, şiir aksın diye, su gibi teyze su gibi, baktım evrenin ucuna, vardım öteye, yokluk nedir teyze diye bağırdım, Solaris diye biri geldi, adı güzel vallahi, uzun yeşil bitkinin olduğu yerde, Bahri Siyah bir şey göreceksin, Kara Deniz kız, Valonlar İsabey Şarabı içiyor orda ve diyorlar ki yokluk mokluk dedirtme şimdi bana, iç şunu zıbar, yaşamana bak şamakon herifçik!..
Haklılar, Heratlı Bahşi Uygur, Kalmuklar soyundanmış ve dermiş ki, evrenin sonu başıdır, size garip gelebilir bu, çünkü hep uydurdunuz kör olasıcalar, gittiğin yer başladığın yerdir daim, çünkü siz oncağızın kudurmuş bir kulusunuz, bir adım gitseniz geriye döner bir bakarsınız, arkamdan geliyor mu diye, o değil kız, babanız. Ah, of kızım gene de zaman, salt evrendir yada belki de her şey zamandır, öyle demediydi ama bu kadarını anımsayabildim yahu. Gravite zaman parçacığı filan de ki inansınlar atıp tuttuğuna, sürüleri otlatan çoban gelince yalan söyledim zaten dersin.
Sokratik laflar etmek istiyorum ben, ölüm tanrıların eğlencesidir gibi, umursamazlar bizi, varlık içinse o bir trajedidir, ölüm insana sürekli insan olduğunu anımsatır, bu laf nasıl oldu mu, insan bunu için ölümden kaçmak, kurtulmak ister canım benim, insan için ölüm gerçekte bir aşağılamadır, yaşamın boyunca tüy dik, beş dakika içinde son iç çekiş köyüne var ve tüylerin hepsi uçsun, ben böyle yaşamın tuğuna tüy dikeyim inan ki, tanrıya ve şeytana baş kaldırmamız bundandır ne yazık ki, içlendi işte...
Şiir sonsuz barış özlemidir gerçeklikte, güzelleme kalp çiçeğidir ve şiir evrenle bütünleştiğinde her şey toz olur birden, bir amaç kalmaz artık, sonsuzluk ve ölüm eş anlamlıdır bu yüzden şiirde, bak bu olmadı işte. Yok doğrudur, Galile ölümden korktuğu için değil, varlığı, var olanı, yaşamı kavradığı için vazgeçti düşüncesinden, o kendisi için değil, ötekiler adına caydı, çünkü düşünce nasıl olsa gelir ve gider, değişir, ama ölüm ve var olanın barbarlığı, o kadar utanç vericidir ki, düşünce adına bile olsa onun önüne geçmek gerekir, ölüm ve düşünce yan yana olamaz, birinin olduğu yerde diğeri olamaz ki, düşündüğünde tabi ve zaten bilim bazen edebi magazin gibidir, dünyamız bir çeşit sapma ve öldürüm, soykırım üzerine sürüp giden bir düzen, son kuş uçtuğunda paranın bir işe yaramadığını anlayacak biri kalmayacak ki, nükller güç, uzaysıl çabalar, göksel mülkiyet, bir uygarlık sayılamaz ki, Galile düşüncesinden vazgeçmesinde çok haklıydı.
Raviyanı ahbar ve nâkılânı âsar ve muhaddisânı rüzigâr vü işte alın size kızıl adalarda kaleme alınmış masallar, analatan ölümü yenmek için kaleme almış diyorlar ama Nietzsche tanrı öldü buyurduğunda sabaha kalmadan uyuyuvermiş doğruysa, yahu evrende kimilerine göre yıllarca yıllar bir dakika, en iyisi ölümle arkadaş olmayı denemek diyor kimi, elektronik etle, organik etin bir bağı var diyor kimi de, öldüğünüzde yanınıza bir telefon almayı unutmayın, toprak şarj edermiş onu, Tyuratam köylüleri, kırlar ve Yuri Gagarin teyzeciğim. Bak su sanki yalvaç gibi, resulü andırır pırıltılar yayıyor, ölünün göğsü Romalı bir askerin kalkanı gibi inip kalkıyor, kötülük, doğamızdan kaynaklanan kararsızlığımızın, ölümsüz bir parçasının ruhlarımıza sanki kendi öz kaos stokundan yayılmış bir sümbül şeyidir. Aşık olduğum kızın göğsünün karanlıkta deniz anası gibi parıldamasıdır. Vallahi geçengün tarihi bir çeşmenin yalağına indim ve dedim ki Raziye'ye üvey kızımız olur, elini ver ve benim elim şu an 1683 yılında senin elinse 2018, birden elektrik çarpmış gibi sarsıldı ve defol dedi, niçin bana bu kadar uzaksın, işe bak sen, o ara Venedik Balyosu geldi, o yaptırmış çeşmeyi, çıkın ordan dedi, çevreyi kirletmeyin, beyoğluymuş kendisi ve Beyoğlu adı oradan geliyormuş Tatyos beyciğim benim.

Düşümde iki yılan sevişiyordu. Ama ben gözlerimi arıyordum. Oda da ölüler geziniyordu. Ama ben ellerimi sayıyordum. Birden gökte Günay Haçı belirmişti, ay şak olmuştu aniden. Komet gibi uzun biri geldi derinlerden, tanrısın sen dedim ona, sen kimsin dedi bana, bak dedim şiir okuyayım sana, öyküler anlatayım, birisi delilerin ediminden, öbürü gözlerine bulutlar indirecek, yağmur yağsın diye, diğeri alışkanlıklarını dile getirecek, kalnalar ya sana ya bana gönül indirecek... Samuel buraya gel, İsmail topuk indir, bak oluklardan can akıyor, firavun şarından insin, hey Samuel ırmağa gel, deliler delirsin, Sodom'un güneşi alevlere gömülsün, buran yeli essin, ay sönsün, tuz gibi ak olsun oğulların, Behemehal yolunda develer belirsin, işte Sam Şam'da, Ham Halep'de, Yafet de Hayfa'da... Düşümde tanrı, şeytan ve ben konuşuyorduk, bir sofrada oturmuştuk, şeytan kaz ciğeri yiyordu, tanrı adam otu yiyordu, bense semizlik. Şeytan Judas'dı, tanrı tanrıydı işte, bende ben, antijudas. Herkes bir mesel anlatsın dedim kendine göre, tanrı hemen atıldı, ben söyleyecektim yahu, benden çok yaşayacaksın, tövbe dedim, sensiz olamam, güldü şeytan, ben varım dedi, bir tür yaratan, muavinsiz araba olur mu, bu kez ben güldüm ve tanrı ikimize bakarak, sorun yok dedi, bütün bunları düşlemiştim ben. Buyrun dedim tanrıya, söz sizin, basit bir dedikodu benim ki dedi, senin ağzından yazılmış gibi, zaten bütün edimlerim insan yapısı gibidir dedi, yazdırana bak demişim.








10 Haziran 2019 Pazartesi

VULVA GEZEGENİ

(İşte göz yaşı döktüğümüz mezon yığınları / İşte gluon plazmaları / Ve elektron bulutlarında geçen günlerimiz / Ve işte düşlerimiz, ütopyalar, o soycul beklenti / Ve işte özlemle beklediğimiz Carina Ülkesi. / İşte sorgulanan maddeler / Lope de Vega / Ve işte cismin gizemi. / Slaytlar, kartuşlar, iphone ve enstalasyon / Kurlar, banklar, bodyguard ve kovboylar / İşte parabolik simetrilerde çoğalan evrenimiz / İşte uniseksimiz. / Kompozisyon, kompozite, solarite / İşte göz alıcı ekshibisyon rehberlerimiz. / İşte parçacıklar ve büyük Hadron / İşte tanrılar, işte el koyucu, işte hükümran. / Anne, biz hadronik bir madde miyiz / Çağlar ve çarklar bittiğinde / Ölecek miyiz... / Düşünsel yapılar cehennemimiz / Günahkârız, barbarız biz / Ve sonsuza dek masum yığınlarımız. / Düşsel algılayıcıların buyruğu / Viskozitesi düşük sıvılar / Hemoglobin distribütörü odalar / Ve Random dolabıyız biz. / Clostridium tetani / Yukarıda bekleyen Vesta gezegeni. / İşte gökadalar Magellan'ı / Ve yüzyıllardır inciten Perelman problemi. / Riemann sanılarıyla geçen günler / Atom ülkeler, moleküler devletler  / Ve mikro cennetlerimiz. / Aquariumlar, kahırlı spin ve atonal döngülerimiz. / Ve işte görkemle parıldayan cücelerimiz / Giantlar, harpyler, mentorlar ve dervişler. / İşte Solaris’imiz, sonul kutup yıldızı / Ve kutsal güneşimiz Proksima Centauri. / Kara maddenin dağılışı oralarda / Kara yazgıları yaratılışın, umarsızlığı, melankoli / Ve işte görünmeden yayılıyorlar boşlukta / Sonsuzlukta yitip giden ışıkların elemi. / Uçsuz bucaksızlığı dalgaların / Bitimsizce koşuşu parçacıkların / Yaratılmış ve yaratılana doğru / Ve bir yok oluşa doğru uçuşu onların. / Anne, anneciğim / İşte göklerin işleyişi. / İşte yaratan ve yaratmış olan tanrımız / Vulva Gezegeni…)

Milattan önce ya da sonra, 22. yüzyılın yıllarından bir yılda, tan ağarıyordu. Paroda bir düş görüyor ya da düş gördüğünü sanıyordu, düşünde tanrısı onu aracılık, bir tür peygamberlik taslama, şirk koşma ve işine karışmakla suçluyordu. Öyledir belki de, ilahi yazgıların ne olduğunu kim bilebilir. Onun başlangıçta tek bir düsturu vardı, yasa kargaşadan yeğdir anakroniğiydi bu ve her konuda evrenin bacaklarını iki yana açmış bir adam biçiminde olduğu öğretisini yayan Mahavira keşişleri gibi düşünüyordu, eril bir dünya ve Vaiz Süleyman ve tilmizi Pavlus dikotomisinden başka bir şey içermeyen ve yalnızca günah çoğaltmaya yarayan, göğün altında yeni bir şey yoktur aforizmasının amansız varyantları...

Gücünü kininden alan kara bir keyif içinde günleri geçerken, imansız köpek hükmü dinledi diye, çığlıklar atmaya başladı kalabalıklar ve o sehpadan kurtulmak için tüm gücüyle çabalıyordu artık ama cellat iki eliyle ona sarılmış bir türlü kurtulamıyordu. İnsanın düşlerinde hiç bir işkenceden kurtulması olasılığı yoktur ve dünyaya döndüğünde herkes buraların bir  cennet sayılması gerektiğini de bilir, işte bıçağımız gırtlağının tadına bakacaktır diye haykırıyor bir başkası ve hemen yakınında hayasızca sırıtan biri, ışıltılı bakışları içimize işledi diye çürük rengin, bitkin gözlerine bakarak, gurur dolu bir alaysama içinde tepiniyordu.

Tiran, monark ya da despot olduğunu düşünüyordu o ve en aşağılık insanda bile, bir parça erdemden söz edilebilir diyordu. Belirsizliğe hükmetmeye alışmış Elealılar gibi, geçmişte ben Gılgamış'ım, ben Giyom Tel'im, Robin Hood'um, Kinova'yım, Alkapon'um ya da ben Osmanoğlu Gevher'im diyen cinsiyeti belirsiz bir kalabalığın azgınlıkla süslü kararsızlığında, şanla ölüme gidiyordu artık ve Jenanne Darc, Hypatia, Haşepsut ve Nefertiti'de özenle tümlüyordu bu pervasız kalabalığı ve bir Peşaver kıyametiydi sanki bu ya da Ganj'ın gemi azıya alan sularını andırıyordu ortalık...

Kara çölde bir adam atını kırbaçladı ve karanlıkta izini yitirmişken, başka biri kılıcını sıvazlıyor imansıza darbeyi indiren çelik bu diyerek yanındakiyle fısıldaşıyordu, bir diğeri parçalanmış gövdeyi  ahırların orada buldular diye kulağına horladı, yüce işareti beklemeksizin, ahşap bir ut ortalığı inletmeye başladı ve kar yağışı gibi Acem beyitleri yaşlı kadınların ağzından dökülürken, parayla tutulmuş ağıtçılar havayı çınlatıp, velveleye verdiler, sözleri de sıkıntı ve iç çekmeleriyle ünlü bir ozanın dizeleriydi gerçekte ama ölüm törenlerinde, bir yanılsama ve  bir yakarıya dönüşebilme hüneri vardı bu sözlerin, algı kapıları yeni hiç bir şey üretemiyordu öteden beri.
(Uzayda kör noktalar var mıdır, söz oyun, eylem zorundur, bilisizliğin kurbanları tanrı indinde ne yazık ki kâfirdir, öldürmeyen elektrik nerede, ölümsüzlük görünmezliğin bir döngüsü müdür, çölde balık avlayan köpekler hangi çağın varyantıdır, eşeysiz üreme tanrıyı yadsımaksa, soğuk duman  soluyan canlı türü de var mıdır, kitle sığırtmaçlığının anlamdaşı hangisi, köpekler zikir edebilirse de yazgılar ve bulutlar neden değişmez türünde vaazlardı bunlar. 
Yağmurun boğuk fısıltısında bile, bir çıkar yol arayan insan doğasında, arayışın yaratılışın naturası olduğunu söyleyen moronikler, gizlenmek için açıkta dolaşmak gerektiğini ileri süren ve dünyanın zaten bir labirent olduğunu savlayan sinikler,  suları sürenlerin türküsüyle zamanı neşeyle doldurmaktan  başka hiç bir kaygı taşımayan manikler ve direyi düşleyen meleklerin baladını gözyaşlarıyla dolduran vecd insanlarıyla dolup taşıyordu dünya... 
Çağdaş kölelerin yurt değiştirenler olduğunu, öbür dünyada bile kurulumun değişmeyeceğini, huri ve gılmanların cariye sayılacağını ileri sürenler, çilecilik sayrısı ve yetersiz meleklerin gerçeğe ulaşmak için can attıklarını, savsaklamanın tanrıbilimin ana maddesi olduğu ve epigrafların yalanla dolduğunu haykıran zındıklar, Şiî ya da İranî yaklaşımlarda ölümün ve cennetin çapraz bağlarının gizlendiği öğretileri, tanrının meleklerine seslendiği dili insanlardan esirgediği, akan zamanın düşünceyi varsıllaştırırken, yaşamı kısırlaştırdığı çatışkısı ve düşlerin sonsuzlaşırken, olgu ve eylemlerin yıkıma sürüklendiği, inanmaktan caydığın anda her şeyin uçup gidebileceği, Mehdi'nin akıl zındanı ve Mesih'in fermantif çanlarının ancak hükmetmeye yaradığı, gülün gölgesine yalnızca tanrının uzanabileceği ve tanrı dizelerinin sonunda dehşet yayacağı gibi apokriflerin uzantısıydı bunlar...
Ölmek aykırılığında bulunanların neden cezalandırılacağı, ölümün zaten bir ceza ve bahtsızlık sayılması gerektiği, tahıllar, otlar ve kuşların, kavimler, göçler ve ırmaklarla kardeşliği, kibrin ölümü kusursuzlaştırdığı, yıldız kümelerinde tanrıyı aramanın imansızlık sayılacağı, çiçeklerin katı olduğu için bir koku yaymasının olanaksızlığı, gecelerin eşyayı ve parayı soyutlaştırdığı, benlikten arınmış bir sofuluğun abdallığa varacağı, kuşkunun sonsuzluk duygusuna payanda olup, bıkkınlığın inançtan geri dönüşe yol açacağı, bir dil icat ederek, belleksiz ve zamansız bir dünyayla baş etmeye çalışacağımız, yapay yetinin ve kompüterlerin yakında dili ve şiiri ele geçireceği, çölü sular bastığında ve gölgelere sarıldığımızda insanlığın kurtulacağı, zamanın dağı eritirse de düşünceyi azgınlaştıracağı, sarhoşluğun tanrıya yaklaşma arzusundan kaynaklanacağı, Zağros'la Mosnier Sokağı arasında sıratın kurulacağı, erinç ve düşüncenin gelecek zaman kipi, üzünç ve inancınsa şimdiki zaman olabileceği gibi mottolar...
Horasanlı bir veli tüm bunların üzerine, tanrının ne adı olabileceği, ne de varlığının bilinemeyeceğini ileri sürüyordu, insafsızca zorlandığında onun insan olabileceğini söylüyordu, ancak yadsımanın onun varlığını kesinleştirmeye yaradığını, önermenin karşıtının önermenin gerçekliğine diyalektik zorumla kanıt sayılması gerektiğini savlıyordu, evren içi yaşamın öznel sonsuzluğunun, sınırlılıkla butlan olabileceğini, gerçel sonsuzluğun her şeyin dışında ve düşünce  mekaniğinin terk edilerek, her şeye yeniden başladığımızda kavuşabileceğimiz bir nen sayılması gerektiğini, kozmik sonsuzluğa ancak böylelikle evrilebileceğimizi ileri sürüyor ve tinsel olanın sonsuzluğundan, gereksinirlikle ne beklenebileceğini sorguluyor, sonsuzluk bizim sınırlılığımızın dışa vurumudur diyordu.)

Bir versiyonlar cennetiydi bu dünya ve herkesler bilip tanıyordu bu tuzak dolu anagramları, kadınlar haykırıyor, hıçkırıyor ve yürekleri paralayan bir çığlıkla sesleri sanki arşı alaya çıkıyor, bulutları yırtarak tanrının baş ucuna varıyordu, anlaşılan acı çekerek mutlu olmanın yollarını aramaktı evrenin tözü, Fuceyra Limanı'nın sakinleri bile, inlemelere katıldığına göre...

Düşler içindeydi o ve kapıları üzüntüyle çöle açılan Merv kentinde kuşluk vaktiydi, Delaware'de akşam oluyordur şu sıra dedi biri, dünya döngüsel bir labirenttir gerçekte ve  nereye gidersek gidelim başladığımız yere döneriz bizler, sıfıra değil mi dedi paçavralar içinde ve elindeki asanın deliklerini kaknus ıslığı gibi sayan biri, diğeri gökten gelircesine ortalığı karanlığa verdi ve uzay kapsülünden inerek, düşlerinden çekip almayı ve peygamberi kurtarmayı denedi ama sayıların kalabalık oluşu onu linç etti, kanlı  beyaz entarisiyle bir tabut gibi yatıyordu uzay gökmeni şimdi, Ada imparatorları, bronzdan bir ayna,  Şiraz yatağanı ve Hicret'te deve hırsızlığıyla ün salan birinin sarisine sarıp, bir yerli gibi defnettiler onu, leopar çevikliğinde, alnı beyaz akıtmalı bir kısrak dur duraksız kişneyerek ölüm törenini şenlendirmeyi başarmıştı.

O devirlerde Prinkipos'ta oturur Kadıyoran lakabını almış Hakem adında biri, en çok akçe çalma vakıası gene tören sırasında cereyan etti diye kalabalığı takdis etti ve hepimiz azılı birer günahkârız diye beklenen muştuyu verdi, bastığınız toprak canlılarla doludur, kadının biri üç günlük bebeğini vaftiz etsin diye, Hakem'e yalvarmıştı, Banu Abbaslar'dan bir sultan, haremindeki kör kadınlardan biriyle, ilahi gövdesinin gereksinimini yerine getiriyor, Aşil, kalkanını güneşe tutmuş ışık geçirip geçirmediğini anlamak istiyordu ve Hektor'a gülerek, geçirmiyor diyebildi, seni gölgeler bekleyecek üzerini örttüğüm de...

Peygamber kendisinin cenneti çeyizleyecek bir tanrı kulu olduğunu savlıyordu ermişlere, tüm bir kapitol, pagoda ve sinagoglar bunu böyle bilsin diyordu, tek gerçek cennettir diye haykırdı kara kalabalığa ve yükselen uğultu tüm gücüyle onamıştı onun vahyini, güneşin ayetiydi bunlar ve tartışmasız hoş görülüyordu gezegende, yeryüzü, cennetin acemice bir yansısı, vulger bir tuluatı ve kötürüm, irinli cüzamlarla haşır neşir cellat takımının işgal ettiği bir yerdi, tamahkâr olmalıyız biz, tanrının cennetkâr kullarıyız diye bir kez daha haykırdı, ışıktan melekler alayı geçiyordu ve tam o sıra trafolar patlayınca, her şey bir an sisler alemine dönüştü, sonra tekrar yandı ve her şey yeniden başladı, sanırım düşlerde olup bitiyordu her şey. 

Abukir belirdi ritüelin içinde, düş görenin, bir gövdemiz cennetteyken diğerinin dünyada olduğuna dair dualar bahşeden biri olduğunu söyledi, Jorj Washington diye geçmişinde oymakçı biri kalabalıktan sıyrıldı ve manitu diye bağırdı, kalabalık ikiye ayrıldı, bir taraf hoşgörüyle karşılarken, diğer taraf protesto edip, yazıklanıyordu, Derviş Yunus bir ilahi okudu kalabalığa ve her iki taraf sakinleşmeyi başardı, dünya bir cehennemdir görüşü ağır basıyordu, az sonra havarinin adanmış çehresi gibi güneş parıldayınca, peygamber günün başladığına kanaat getirdi ve yakındaki gölete girerek arındı, ardından bütün ahali gölete girdi ve suyu kirletti, peçesini sıyırarak bir kadın, beleren gözlerinin balçık yosunu renginde olduğunu ileri sürdü ve oradakilerden sadaka istedi, bakışları bir kez daha içimize işledi. 

Piramitlerin yüreğindeki kuşlar ötüşmeye başladı, sabahın serinde cıvıltılar ortalığı şenlendiriyor, yaşlı kadınların, küskün gençlerin, yetimlerin ve partal görünümüyle dilenci kılıklı adamların neşelenmesine yol açıyordu, bir dua Çinkar'da bir bataklığı kurutur, Quadalquivir'de akan suyu durdurur dedi biri, ermişlerin kılavuzunda da yazar bu diye ondan yana çıktı kaytan görünümlü Beşir Fuat, az sonra da canına kıydı, Upton Sinclair güneyden gelerek, başıyla onay verdi olan bitene ve zenci bir zenne, çılgın gibi dans etmeye başladı ateşin çevresinde, gelinlik kızlar bir bir ortaya çıktılar ve davul zurna eşliğin de her şeyi unuttular, ta ki ertesi sabah kanlı çarşafı güveyi doğuran analıklarına sunana kadar. 

Benares lağımlarından, Bikaner'in meşhur deltoid kapısından, ay renkli köpeklerin Sri Lanka'sından, Ravalpindi ve Şanghay deltasıyla, Sibir Türkleri ve Şikago mezbahasından çıkıp gelen katılımcılar oldu düş görene, yaşam tüm gizlemiyle ortalığa dökülüyordu ve onun ruhu gövdesini değiştiriyordu artık, yeni bedeniyle bir çuval bezine sarınarak Semerkant surlarından içeri girdi, Hayyam ve Sabbah karşılamışlardı onu, Martin Luther'de eşlik ediyor ve Doğu Seyahati adındaki el yazmasını sırtında taşıyordu Nerval, beden değiştirmenin bir Ibbûr olduğunu söylüyordu Vatikanlı kardinal, Kudüs'ten geliyorum diyordu, bir mülhid ve dehri olan Revendi sözlerine kabul verdi, Senevilik ve Vedeizm'e onca gönül vermiş bir gezegen parçası olduğunu biliyordu dünyamızın. 

Kadransız saatiyle Hannusen girdi düş kapısından, Boşnak ve Nazi yanlısı bir inanmıştır o dedi biri, asparagasmış, İsa dedi, bir suçlu gibi boyun eğerek, tanrının  oğlu olmakla, babasının bir ölümlü olduğunu, alçak gönüllülükle kanıtlamasına izin vermiş oldu, kol kanat gerdi, hepimizin yadsıdığı bu gerçekliğe ve sıradan birer ölümlü olmamız gerektiğini gösterdi düşler aleminde, Ruh'ül- Kudüs üknumunu bilmemek ya da görmezden gelmekle suçladı ekabir takımını ve diyordu ki, göklerin melekutu zinanın aşk, cinayetin yiğitlik, erdeminse dinsizlik ve kutsal sözlerinde şeytaniliğin parıltısı olduğunu ileri sürüyor ve daha ne bekliyorsunuz çanların çalması için diye ortalığı birbirine katıyordu.

Hepimiz karşı çıktık sözlerine, zaman içinde bir kere var olanın hep var olacağını ve her şeyin yinelenmekten kurtulamayacağını ve sonsuzlukta hiç bir şeyin kötü olamayacağını savunduk, peygamberde cennetkâr olmalıyız ve yalnızca cennet taamına gönül indirmeliyiz buyurmuştu artık kitaplarında.

Tanrının tanı ağarıyordu, az sonra gün bir kez daha başlayınca her şey unutulmuş ve her şey yeniden başlamış olacaktı. Peygamber, güneş ışığı odaları doldurunca aynaya baktı. İkizi, birden aynadan çıkmıştı ve hışımla boğazına sarılarak, ne yapmak istediğini sordu. Az sonra Spinoza'nın o ünlü öngörüsü gerçekleşti ve toz oldular. Bulutların üzerinde gene bir araya gelmişlerdi ki tanrı eliyle onları çağırdı. Böylece ikisi de, dünyanın bir düş, kendilerininde, düş içinde bir düş olduklarını anlamış oldular...