31 Mayıs 2019 Cuma


Karanlık atalarımızın yurdudur. Harap yolda, gün batımına doğru ilerliyorduk. Terk edilmiş kiliseler, kırık dökük evler, duvarlar arasında gezinip duran oyuk gözler, unutulmuş anılarıyla un ufak olmuş şeyler, yüz yıllardır azapla kavrulan, artık kimselerin dönüp bakmadığı yerler…
Güneş tepelerden bir tanrı başı gibi süzülüyor; şarap rengi, dingin denizin içine hızla girip saklanmak ister gibi de sabırsızlanıyordu…
Güneş batarken hızlanır dedi fizik profesörü, son yaklaşırken her şey hızlanır sanısına kapılır varlık dedi yazar, hızlanan yalnızca ruhlarımızdır dedi psikiyatr.
Güneşli bir günün ortasında, ormanın gerçekte karanlık bir mahluk olduğuna ilk kez tanık oluyordum. Sarkan dalların, yaprakların, otların, ayaklarımıza dolanıp duran şeylerin arasında, gece rengi bir ürpertiyle yol alıyorduk.
Ağaçların, kesif ormanın; yorgun-çalkantılı denizin kollarında, sürgit karanlık bir dünyanın içinde yaşadığını bilmiyordum.
Ah, bu topraklar öyle söylencelerle doludur ki, herkesin kendine özgü bir meseli vardır belki de... Belki de zaman ve zemine uyarlı, kadim ya da moderniteye göre değişen sonsuz sayıda anekdotlardır...
Bir açıklığa çıktık, altın rengi mimozalar ilerde güneş gibi parlıyordu. Güneşten parlak, sarı bir çiçekti bu mimoza… Tanrım, tanrının yaratıları, sürgit neden birbiriyle yarışır, şu nisan baharında…
Az sonra yola vurduk kendimizi, dört kişi, tepedeki kilisede dua edip, dilekte bulunmak için... Yaşadığımız ve ruhlarımız sakinleşsin diye kendimizi adadığımız; şu Büyükada'da, nam-ı diğer Prinkipos'ta, bir gelenekti bu!..
Kilise tepede bizi bekliyor ama yolu yarılamadık daha, bir kır kedisi geçti gölgeler arasından, bir kaplumbağa bize baktı anlaşılmak ister gibi, bir kuş öttü gökyüzünde ve bir kürek şıpırtısı geldi uzaklardan. Balıkçı Hovsep’in kayığının, yıllardır denize olan sevdasıyla bütünleşen, yaratılışın başlangıcına özgü, o derin ses; kıyıya vurup duran azgın dalgalar…
Yolların çakıştığı yerden, ormanın içine daldık bir kez daha, harabeye dönmüş bir manastır sanısı veren, yıkık duvarların arasından geçerken, eskilliği iskemleyi andırır, alabildiğine eprimiş, delik deşik bir şey ilişti gözümüze, yarısı toprağın içinde gibiydi, demir rengindeydi ama ahşaptı sanırım, içimizden biri çekip çıkarmak isterken, çarpılmış gibi bir çığlık attı, öbürü ona sarıldı bilinçsizce, korumak ister gibi, üçüncümüz; bizlere döndü ve sakın ona dokunmayın dedi, ben dedi, bu sandalyenin söylencesini biliyorum!..
Bir zamanlar dedi, İsa peygamberin vaktinde, bir keşiş varmış, İsa’nın öğretilerini bir ermiş gibi inanarak, yaymak isteyen. Öyle hayranmış ve öyle bağlıymış ki İsa‘ya, o öldüğünde ondan bir eşya kalsın istemiş ve o eşyada onun ölümsüzlüğünü görmek istemiş, bir tür sonsuzluk duygusuyla… Eşyanın ölümsüzlüğüne inanırmış keşiş.
Bir gün bir sandalye ısmarlayasıymış ona, dülgerlik de bile herkeslerden üstün yeteneğe sahip İsa’ya, hem de düşüncesini açınlayarak… Günün birinde öyle mutlu, öyle sevinçle evine dönüyormuş ki, çünkü İsa; göz alıcı bir sandalye yapmış ve ona bağışlayasıymış kendi elleriyle.
Sonrasında İsa’nın şifa dolu elleriyle biçim verdiği bu sandalyenin ölümsüzlüğüne inanmış keşiş ve onun varlığında da; İsa’nın ölümsüzlüğüne... Çünkü sandalyede İsa’nın hüneri, alın teri, yetenekleri ve düşüncesiyle boyutlandırdığı; bakılışı güzel bu eşyada, bir anlamda İsa’nın tüm bir bedeni varmış neredeyse…
Zamanla, keşişten diğer keşişlere ve daha sonrada yakınlarına, çok sonraları da, İsa olduğu söylenegelen bu sandalye, çocuklarının çocuklarına geçmiş ve ama zamanla sandalyenin İsa olduğu inancı, primitif, pagan bir inancın süreğeni olabilirmiş gibi zayıflamış ve bir gün artık sıradan bir şeymiş gibi adalardan bir tüccar; onu buralara getirerek, geçmişteki bu söylenceden söz etmiş ve işte buradaki manastıra bağışlamış.
Zaman için de manastırda bu sandalye gibi, belki de inançların zayıflamasından ya da hiç bir şeyin zamana karşı koyamayacağı düşüncesinden ve belki de tüm evrende süregelen, bilinmeyenlerin bileşkesinden olsa gerek, yıkılmaya yüz tutmuş ve diğer tüm eşyalar gibi albenisini yitirerek, tümüyle birlikte ölüme terk edilmiş...
Mesel bitince, mahşerin dört atlısı gibi hep birlikte, özlem ve acılarımız adına; İsa diye sarıldık 'Kutsal Eşya'ya, -İsa diye yankılandı hava-, göz yaşı döktük onun çektiği ıstıraplara ve yazgısına karşı çıkmak uğruna, onu topraktan çekip çıkarmak, bitimsiz tutsaklığına son vermek isterken; elimizden kurtularak, göz açıp kapayana dek, birden göğe yükseldi!..
Onun, gerçekte bir haçı andırır, devasa bir çarmıh ve ortasında, o günden bugüne asılı duran, 'Mahzun İsa’dan başka bir şey olmadığını anlamıştık artık...
Ne denilebilir ki şu dünyaya...
Bir çarmıh ve insanlık için hâlâ gözyaşı döken, bir İsa!..

*



                                               



ULYSSES'E GÖRE İNCİL

(Seslerin varlığıdır evren ve düşlerin, ışık tozlarıyla çocukların. Wagneryen bir operetin ve her gün içine girilen o şeyin. Saat beş de çıkmadan önce, bir kant içebilir miyim diye sorabilirim ona, bir kovuktan girer gibi, gerçekte bir kitabım ben diyebilirim. Bir  tanrının öyküsüyümdür belki de, imdadıma yetişmezse biri, zındanımdan yekinecek gücüm yok benim. Havada yürüyebilir miyim, yuvama döndüğümü görebilir miyim. İşte uyanıyorum ve kapımın zilini çalıyorum, Berenice'deyim biliyorum... Evrenimiz dengelerin  eşitsizliğine odaklıdır ve güçlerin savaşımına, aktif ve provokatif kodlar bellidir, isterik olabilen, otantik yaratıklar, örülmüş saçlar ve materyallerle doludur. Kışkırtan arzu, gölgelerin akışı, figürler ve formülatif varlığın tinsel tözüyle yüklüdürler. Tanrı cüsse ve cüceliğin kaprisleri, büyü ve becerilerin adıdır, kutsanan bir varoluş biçimi, yaşanabilen her şeyden kaynaklanan tiksinç doyum, apaçık varlığını sürdürecek denli pervasızdır. İsteri ve anomali, onun ana damarlarıdır.)



Sıçrayarak yürüyordum, aç bir kelebek gibi 

Belki siber bir uşak olabilirim 

Satürn karnavalında kapuçino dağıtan
Belki tüysüz bir gergedan ya da  bir domuz.

Evrende hiç kimse düşünmüyordur belki de
Belki de salt kendini düşünüyordur evren
Pütürlü katkılar ve kabarcıklarla.

Sürgit alıntı yığınına dönüşüyorum ben
Düşündüğüm hiç bir şey yok, hiç bir zaman
Kim olduğumu bilecekte değilim, bir insan.

Şeytan değilim, tanrı değilim; Hiç Kimse'yim ben.
Kendi uçurumuna doğru koşan;
Siber bir uşak olabilirim ben.

İman eden biri değilim
Beppo'yum kütüphanede, kedi ya da Japon Müziği
Umut kanatlı bir şeydir belki de
Ama benim ayaklarım, sürekli yerde.

Çürük kıllı dişleriyle, alev göğüslü biriyim ben
Kitapçı bir marangozun kitabı
Bir resif manzarası ya da düş karıştırıcı bir fiyort.

Kızlarla besleniyorum yine de
Güneş çiçeği gibi açıyor, ısırıyorum onları
Özgürlük diye adlar veriyorum topraklarına
Ve emel denizlerine haykırıyorum
Belki de ben bir babanın oğluyum.

Zulüm için çok yetenekliyimdir belki de
Saf öç ve yazgının orduları içinde 
Yaratılmış biri gibi hep gonzalo içiyorum
Sayrılar sayrısı ve minik  kırlardan ödünç kalan
Fare kapanı tuzaklarla, cin ülkelerine savrulan.

Yavaşlayan okyanusta yürüyebilirim
Çünkü bir kitap olabilirim ben
Gittikçe yücelen ve olmayan sayfalarıyla
Belki bir gün ya da bir sonraki gün okunabilirim. 



***







MİNOTAUR

'Savaştığınız şeyin kendisini üretmesine olanak tanıyan 
araçları yok etmedikçe savaştığınız şeyin kölesi olursunuz.'


'Köşede astrolojik  kılları, vandal çatısıyla bir adam 
belirdi, konuşması uyku ilacı gibiydi.'

Gözlerim olmadan düşünemiyorum.
Bedenim olmadan göremiyorum.
Şiirsiz yaşayamıyorum.

Ölümün dünyasında yapayalnızım ben.
Büyülerle kol kola
Karanlığın kardeşliği
Tanrının komşularıyla
Kızlarıyla
Şeytanın kılavuzluğu
Meleklerle çekişirken...
Kedrai'de yaşadım ben
İki üstü iki ve bilinmez kere.
Yüzlerce kez ölebilirim
Ruhum alaşımlar ve tozlar için çalışıyordur.
Biliyorum rüzgârlar
Sonsuza dek varlar.
Sonsuza dek
Oradalar.
Ölümsüz yaşamak ne tuhaf
Evrenler ve cüce tanrının düşlerinde
Yaşıyorum ben inanılmaz bir yerde.
İnanılmazlık içinde.
Benliğim ve unutulmaz anılarım
Yokluğumla dinmeyen acılarım
Şarkılarım karanlıkları inleten
Uçurumlar boyunca koşuyorum
Hiç bitmeyen boşluklarda
Karanlık koridorlarda
Dönüp dolaşıyorum.
Başladığım yere dönüyorum sonunda.
Kendime sarılmış buluyorum kendimi.
Acıyla gülüyorum.
Kahkahayla.
Ben Minotaurum!..
*
ASTERİON



'Her kim ki öğrenmek istemiyordur; Tanrı indinde en büyük kâfir odur.'



Bildir ki, siyah bir yıldızın  yüreğinde dönüp duran nevralji, mavi bir gün batımı ve hiperaktif druidler. Su çöllerinde salınan uçsuz bucaksız topraklarımız ve evreni kırmızı bir çizgi gibi algılayan sensörler ve sülfirik asite doyurulmuş yamaçlar, lilyum siloları ve bulutlarda büyüyen şeyler. Siklamen bahçeleri, ölü sayıcılar ve gregoryen pratikleri pigmelerin ve ufuklarda aslanağzı deltoidler ve yavaşça kanat çırparak uzaklaşmakta çipler.

Bildir ki, atalarımız ışıyan gettolarda, cin atl
arı lazer plantasyonlarında ve ekonomikasyon örgütler, hipodromlarda sürüp giden genosid ve palyatif çözümlemeler. Biyonik dünyalarımızın predatorları prangalı armadiller, uzaklarda uçsuz bucaksız konvoyları Vega'nın, apronları ve jet akıntılarıyla Bellatriks ve parıldayarak sönüp giden gökadalar ve ötüşen bülbülleri, ipek kanatlı örümcekleriyle Virgo ışılağı.

Bildir ki, glikoz okyanusları, nöronik evren, köpüren hidrojen yuvaları, uçurumlarda melek ve şeytanlarıyla Quetzalcoatl ve karanlıklarda gürültüyle kükreyen tanrıları Guadalquivir'in. Tilkicik yıldızları ve eARTh, dinmeyen gözyaşlarıyla 'Homohome'lar ve Havva Anamız. Evrilerek geçip giden zamanlar ve salyaları, dönüp duran çarklarıyla, boşluklarda yitip giden sarı duman.


Bildir ki, peygamberler peygamberimiz İksion, atını süren Farisi ve tepelerde gülüşerek oynaşan sayısız mastodon ve kocamaya yüz tutmuş, yedi kapılı Tebai ve ölüyor işte Abşalom ve yıkılmakta olan ve bir zümrüdanka gibi, hep küllerinden doğan, ışıltılar içindeki Asterion!..






30 Mayıs 2019 Perşembe


NOAH
Platinyum tabanlı bir levhada gizlenmiş safir diskin, sakladığı bilgiler gibi ulaştığımız, mitolojik çağlarda, kanla sulanmış, iğrenç, mermer bir sunağa, boylu boyunca uzanmış bir kurbanın düşünü görüyormuş gibi, yarı karanlıkta, uyku tutmadığı için, bilmediğim bir dilde sayıklıyor, yatağımda dönüp duruyordum. Tan atımına yakın dalıp gittim sanırım, düş içinde düş görüyor gibiydim, evrendeki yıldız tozlarının içinde, uçsuz bucaksız bir foton denizine uzanmıştım sanki, geçmiş çağların içinden gelmiş gibi biri, mazurkalı, dev gibi bir adam, başımda dikilmiş, ha bire yaşamını anlatıyordu. Bir ölü gibi kalpağı yana yatmış, ama kendisi dimdikti, ağzı açılıyor ama sesi çıkmıyor, oda da dolaşır gibi kıpırdanıyorsa da, yer değiştirmiyor, hiç hareket etmiyordu, gerçekte ölü olan yoksa ben miydim diyordum, bütün bu sanrılara kapıldığım, cehennemin kapısında olduğumu sandığım için, yaşıyor olamam diye düşünüyordum, başımda dikilen adam, yaşamındaki yengi ve yenilgilerini, kavga ve mutluluklarını, başardıklarını, geride kalan idealler ve düş kırıklıklarını anlattı durdu.
Söyledikleri şuydu…
Bilimin Tarkovski’si Nikolay Tesla arkadaşımdı, bir gün, birinin tanrı dediğine, diğeri fiziğin adları der diyerek hıçkırdı, üzülüyordu yaşamına, enerji, frekans, katalizör, rezonans meselleriyle doludur yaşamım diyordu. Hak bilir olalım ama, Tarkovski’de güzel sanatların Tesla’sıydı... Biliyor musun, tanrı bir ışıksa, atomda bir yaratıktır, nefretimizin elektriği evreni aydınlatabilirdi. Yaşam her yerdedir, tüm evrende, değilse eğer tanrı bir Moliereciliğin ya da büyük bir müsrifliğin adı olurdu; sonsuzlukta bütün kuvvetler uyum içindedir, tanrı, şeytan, dalga, parçacıklar, Vulgata. Bundandır tek bir düşünce bile evrenin gizini verebilir bize, onun adı metafiziktir. Kusur ve erdem aynı şeydir kozmogonik dünyada, kediye aşkla sarılmak sevapsa, onu kalbimizde hapsetmek günahtır, ama bunun ayrımında değiliz, çünkü evrenin gizi özden beyine doğru geliyordur ve var oluş bir elektrikse; madde var da olabilir, yokta olabilir. İnsangiller enerjiyi enerjiden elde eden canlılardı, bu başlangıçtan beri bir vahşi olduğumuzun göstergesidir. Matematik dedikleriyse dünyevi bir şey, manyetik birer alanız hepimiz ve içgüdülerimiz de bilginin üzerindedir, onlar ilk günden beri yuvalandılar ruhumuza, bilgilerse dün devşirdiklerimiz, bu yüzden, yazmayı bırakmalıyız biz, okumaya çalışmalıyız bütün bir dünyayı ve başkalarını değil, saltıklıkla kendimizi aramalıyız.
Enerji boşluğa verdiğimiz ad, tanrıda elektriğin. Varlığın varlığı, boşluk dışındakilerin iznine bağlı, insanlık henüz puzzle aşamasında, bir yapboz ve yıkım ritüelidir. Bebek evrenlerdeki bir deneyin materyali olabiliriz biz. Örneğin ahlak (moral), ide (düşünce), kavranılır ölçekte birer elektriktir ve diğer her şey. Dış dünya ve iç dünya birbirinin aynasıdır, bir kopya, bir döngüyüz ve evrenin kendisiyiz biz. Ama doğruyu sahiplenenler, Kuzey-Güney savaşının albayları gibi artıyordur.
Elektrik belki bir bilinmezlik, tanrının yeli o, ilahi rüzgâr. Duyularımız sınırlıdır bizim, ötesiyse uçsuz bucaksız kozmoloji ve aşkın varlıksılık. Tarık bin Ziyad’ın bir kulede bulduğu aynayız belki de ve kaderimiz dekretlerde yazılıdır. Bir soru, kırlangıç, saçlarında yuvalandığı Heloise’in, son soluğunda da barınabilir mi... Bilgisizlik heterojen, tanrısallıksa homojen, birer Havva ve havayız biz. İnorganik canlı türleriyle kuşatılmışız. Ölümsüzlüğe dirençliyiz ama, o hep yanımızda, düşünce dediğimizde derinlikte değil, delilikte yer bulabilir. Einstein bir matematikti, dünyevi bir varlık o ve yanlışlarla dolu, mora bürünmüş bir dilencinin kral sanılması gibi, ne yazık ki teorisi ölü.
II
Doğrular, mantıklı gelen yanlışlarımızdır, sürüyle doluşurlar düş evimize ve matematik var olanın belirlenmesi adına hep pozitiftir, hep yanımızdadır, ama sonsuzlukta hiç bir şeydir o. Düşüncenin hızı yaşamın hızını sürgit geride bırakıyor. değişmeyen vahşet ve ilkelliğimiz bundan bizim, her düşüncede bir gerçeklik payı vardır ve evinden çıktığında ölebileceğini düşünen insan haklıdır, çünkü kişisel durağanlıktan, kitlesel devinime, bir bilinmezliğe sürükleniyor ve savunmasızdır. Nicelik ve nitelik de bir gerçeklik. Sanatın dişil, biliminse eril olması gibi, tanrı biz olduğumuz için, insangiller kozmik bir canlı türüdür, bulutu ve ormanları, ateşi ve yanardağı, galaksi ve yıldızları var. Var oluşumuz bir görüngüdür, yazgı dediğimiz bu işte ve tüm sorularımız yanıtsızdır. Giz dediğimiz burada yatıyor.
Posta bir ağsa, bulut güneşin önüne geçen balistiktir ve mikrop aleladeliktir. Varlık salt düşüncedir, düşünceyse varlık, bir döngü, anlaşılır bir yanılgıdan yoksunuz biz. Bireycilik yaralarımızdır, nisan karları gibi eriyebilir o, erimeyen biricik şey umutlarımız ve tanrı umudun adıdır, bir kurgu ve bir niteleme. Uydurmadır her şeyimiz, bir adlandırma ve bir eylem türüdür. Biz bedenimizi ödünç alırız ve düşüncelerimiz uçsuz bucaksızdır, bedenden açılan birer yelkenlidir onlar.
Evren bir müziktir, ışık parçacıkları birer nota. Gök gürültüsü, yıldırımlar, belki bir beste ve de konserdir.
Düşünmekse altıncı duyumuz olabilir. Hepimiz birer dişliyiz, kalabalık Asya ve hiper donanımlı Avrupa orduları gibi. Yıldızlı gökyüzünün gezginleriyle, takım yıldızların yazgısı birbirine eştir. Bilin ki Hertz dalgaları ve polifaz sistemi Himalayalar’dan büyük. İnsan beynindeki alfa dalgalar ve vücut boşluğunun frekansları da. Öyleyse başarabiliriz demeliyiz. Uzun yaşam ve öze inanmak için Ikigai felsefesinin gerekliliği gibi. Utku, pagan çağların yıkılmakta olan son kalesi. Sürdürülebilir ölüm çağları bitti, bitiyor. Gücünü topraktan alan Antheus gibi, güçlenebiliriz. Bir enerjiyiz biz.
III
Düşünceyi değil, düşüncenin ne olduğunu öğrenmeliyiz. Asmodeus gibi, bazen bir fısıltı duyarım, Hydra’nın kafaları gibi çoğalan. Bir gün laboratuvarın dağları, kutuplar ve çöller üzerindeki bulutlar öyle yoğunlaştı ki, bir dirsek ötesindeki, elimi göremedim. Gezegenimiz karmaşık bir birlik ve manyetik bir olgu. Bu yüzden sanatçı dünyevi olanın ötesine bakabilmeli, kendine tansıklar yaratabilmelidir. Soğuk bir kış günü, kedim Macak’ı okşar okşamaz, birden sırtı parladı. O elektrikti ve annem bırak, yoksa alev alacak dedi. Bir soyutlama belki ama; doğa da bir kedi. Onun sırtını kim sıvazlıyor, tanrı mı. Elektriği bulmak hepsinden zordu, ama türevlerini öncesinden bulmuştuk. Çok şaşırtıcı.
Kadınların yetenekleri yüzyıllarca uykuda kaldı, bir gün patlamaları evreni değiştirecektir. İçgüdünün tutsağı olan hayvanın ve kaba dalaşmaların yerini, homo sapiens ve savaş aldı ne yazık ki. Düş gören varlık ve çatışan doğa diye düşünebiliriz. Yer çekimi hepimizi ilkelliğe zorluyor, kuş en gelişmiş varlık belki de, uzayda omurgamız uzuyor ve yer çekimine bağlılık, gericil, kovuğundan çıkmazlık eden primatlar yaratıyor, evrenin sefilliği bu diyorum, dikey denge sorunuyla yüzyıllarını geçiren. Yer çekimsiz bir varlık, aşkın bir yaratık. Taykonot, astronot, kozmonot, spacenot. Boynumuzu yukarda tutmaya çalışmak, bir direniş değil, bir boyun eğiştir. Yeryüzünün tutsağıyız biz. Bir bilgisayarız sonuçta ve soru şu artık, bilgisayar da insan olabilir mi...
IV
Şu Turing elbirliğiyle öldürüldü dünyada ve komplonun içindeydi kendisi. İnsan denen varlık işte bu.
Kriptogam, eğrelti otu ya da yosun benzeri bitkilere verilen, tohumsuz bitkilere karşılık gelen, bir biyoloji terimi. Kriptogram ise şifreli metin demek, yani -bariz bir anarşinin eşiğinde olan dostane bir gayri resmilik-. Bizim bir tümceyi doğrulayacak, hiçbir duyu verimiz yoksa, o tümce salt yanlış değil aynı zamanda anlamsızdır. ‘Geçen gece evrendeki her şey katlanarak çoğaldı’ dediğimizde bu tanıtlamanın hiçbir anlamı olamaz ve hiçbir biçimde doğrulama olanağı da yoktur, bu yüzden pozitivistler, dini ve ahlaki değerleri çöp kutusuna fırlatıyorlar.
Bu yaklaşımların ışığında, tanrı yoktur diyebilir miyiz, karşılığı; görmesek de Jüpiter vardır olan. Belirsizlik her olanağa gerçeklik veren bir varsayımlar bütününe dönüşebilir. Öyleyse tanrı vardır, ama tanrı yokturdan farkı var mı bu tanıtlamanın… Her şey Schrödinger’in kedisidir. Sofistike havarilik nedir. Şemsiyem yağmur yarasası. Şamanizm’de vardır bu dünyada, bilisizliğin çapraz bağları da, Parviz Dar’da. Sanat geçmişe, teknoloji geleceğe dönükse, tanrı insanın yedeği olmaklığın yazgısını taşır, insan da tanrının, evren bir varsayımlar bütünü çünkü...
Roma’da lonca demokrasisi, ruhlarda dünya nöbetçisi ve davranış ve kararları yönetme bilişimidir uygarlığımızın adı. Değişkesi, olmuşları engellemenin donanımsal yollarını aramaktı; Jezero krateri. Kızıl denizin adı gerçekte şap denizidir. Akdenizli hacıları götüren gemiler, orada kızıl kayalara oturunca, denilesi şapa oturunca, gemileri yolda kalır, hac hayalleri de suya düşerdi. Şapa oturdu deyimi de oradan gelir.
Dünyadaki Sevde'sine seslenir gibi, konuşmasına ara verdi burada adam, sure-i celilen olaydım Nuran dedi!..
Mırıldanır gibi gene başladı, ayrışık ve bileşik, Mişna ve Talmud, güneşin içinde donuyor, buzulların içinde yanıyordur, Samiriyeliydim ben, terör ki boğanın kulağına girerek vızıldayan bir sinekti, boş kavanozda, çınlayıp duran, akustik sesler yayan bir para gibi, gücünden büyük bir etkilenim yayardı o, gizil karmaşa, süpürgeci bir süper güç. Doğduğum yerde, Mers-el-Kebir Muharebesi’nde kaç kişi öldü, sığ Azov Denizi geçişe kapalıydı, insanlık savaş ve soykırımlarla kitleleri büyüleyen mitler ve şarkılara bel bağlayan bir kıyam ordusuydu, insanın genlerinde yazılıdır bu, kıyametin bekçileri ve bir son iç çekiş uygarlığıyız biz, nükleer kışların çocuğuyuz, cro magnon değil, nuclear winter çağlarının. Ameleklerin çocukları, Asoka fermanlarının da kurtaramadığı ve laisizm dedikleri, dini bir kavram bütünseliydi, kutsal kitaplar, inançlara saygı duymalıyız der, çünkü tanrı birdir ve hepimizindir, öyleyse inancımız içimizde yaşamalıdır, yaşam akmalıdır diye düşünebiliriz, Hakka dili ve Hitaylardan çekinmemeliyiz, Zircon gezegeni yeni yuvamız olabilirdi, Meşhed’de tadılmış bir atom çorbasıyızdır biz belki de, silisyumsuz Silikon vadisi gibi, şu düşünsel obezite kurbanları Mormon kitabının, çok hücreli varlıklarda görülen cinsiyetimiz, uyumsuz ve tersinir evrim geçirecekti sonuçta ve birer zoosapiens olacağız biz, bir sapma, her şeye yeniden başlamadıkça...
Bambaşka bir uygarlığa…
Bitti dedi adam eğilerek ve bir butona basılırcasına, silinip gitti.
Noah diyebildim ona, Noah, çünkü ilerde bir fülk bekliyordu onu gördüm.
Bir yel hışırtısı gibi, biri fısıltıyla, hepiniz düşsel birer varlıksınız, kimsecikler yok orada dedi...
Ve beyinleriniz hacklendi!..

GABRİELA'NIN TASALARI
'Günaydın, bazıları bana soruyorlar canlı gibi sanat boyanmıştır. Yollarını yaşamak icadı. Şarkıcı Gibi Cordoba'da zor. Şarkı söyleyen bir grup ile 2000 yılında elektronik ve iki yıl mükemmel arkadaşlarım. Dakik. Yerlerindeler. Iyi insanlar. Hiç sorun yaşamadık. Hala başka resimle inanmıyorudum benim hayatımdı. Beni yere it bu iş eksikliği seni seviyorum. Insanlar bir kot ödüyor. Bir ceket veya ama evlerinde tüketerek. Asla dedi ki çoğu kişi sanat harcarlar yaşamak için. Tıp fakültesinde matwrial seni her zaman harcıyorsun. Aile içi şiddet. Ve sonra seni yok etmeye çalışıyorlar. Arkadaşların senin hakkında kötü konuşur oyun gümüş onları artık daha naftalin kokusu. Müziğe. Problemad ilişkilerinin müzisyenler. Profesyonelce. Seni taciz onları normal diyelim. Kötüye çalışıyorlar, bu müzik ne nusca. Insanlar kadar üçüncü yaş seni mahvediyor. Palavracılarla bedava olduğu için bir grupta olmak. Ben daha önce hiç gitmedim. Ve bir albüm yapmak vardır müzisyenler fracadados toplantı. Yolsuzlar çok. Sana iyi bakıyorlar seni yalnız bırakıyorlar. Ve eğer yanlış kayıt kaydediliyor. Hata yapan değil. Onlara başka arıyorlar, kötüye ödüyorsun. Belki başka bir il daha burada bulunan çöp bunlar. Sanatçı olmak iman ederseniz bir diploma. Sanatçı, bankacılık bu fauna. Ve herkes lis bugün labura hiçbir şey için. Gümüş bile. Birini kaldırmak bile. Sanat için ciddi insanlar. Olanlardandır. Yeni başlayanlar için öğretmenlik yaparken. Formları doğru yapmak için bir sınav, çünkü onun ilgi ve müziği, bir çocuk için söylüyor kızlar evime gelin. Ilgisi var kiminle tokas. Yoksa seni diyor ya gün çalalım. Ba mümkün değil çünkü tokar, evi var. Bunu önemli bir müzisyen bile bilmiyorlar. Bir ara sıra. Ve orada seni bekliyor, kıskanç ya da sinirli bir şey yapabilir ve daha eğer gülümse. Ve o yüreklinin örnek olacak için karnına. Perişan. Kolay değil. Ben her zaman düzgün ve öğrencileri vardır. Bu ucube derdim onu sevmekten başka bir en azından yapıyor. Ya da bırak... Ahoracanta ya da görünüyor. Dans et. Saltaactua. Değiyor. Ben kullanıyordum çeşitli yüzeyler ve bu kadar yoktu insoporyable cırcır böceği. Bu kichner artık! Bakalım bugün vaen! Yapacak çok iş var. Hasts güzel bir kelime. Ve başkan olmak isteyen bu kadar karışıklığa çünkü arman. Eminim sen yozlaşmış ve atılacağı deri. Ve helikopterle gideceksin. Tabut. Ya da kaçıyor. Arjantin'de yoktu dünyada bile görmüyor... Herkes iyi kadar yozlaşmış papa... Uç altında aşağıda ki bu gerçeği asla bunu olabilir gibi bitti. Insan çok hasta ve bozuk para değil, seni bile berssage ile bakan göz bu madde ile. Değişir! Vivi! Ydejen defol hayat kısa kızdırmak için ve diğer mesecitan barış içinde yaşamak! Bir filmde bile samuel jakson avelino kağıdımı tarzı ve teknik abtraccion sapması veya cromatismo. Iyi sesi yükseldi. Manga sucida adı ismi. Rağmen delilik var sanatçı, önemli olan birlik, saygı, işbirliği. Başarmak için. Bi için değil ya da fikirleri ve iş boykot dışarıdaki insanlar, hiçbir şey yapmak zorunda. Bugün bir şey olabilir bu dağınık ve cofundido ama aslında bu onu özlüyorum. Sanatta deli var, çünkü o yerde durup ve çocuklar var büyük bir çılgınlık seviyesi, maske yapamaz çünkü çok saçma her şeyin parçasıdır ve normal adam kendini tut çünkü deli bir delilik değil. Daha geniş ötesine görmek. Ve bu anlamak değil bu deli olduğunu daha kolay anlamak olacak.. Şimdilik ara... Belki de değişiklik var ama sonuna kadar ısrarla öneririm... Videoları görmek zor buluyorum. Bandırma grubu veya tube var. Bakıyoruz, katılmak ve çok iş arkadaşlarım gibi, ıtchy rossi, r. Garrido.r.romero. Cacho mendoza. Raul Garcia. Daniel Rodriguez.m.eugenia çiçekler. Alan.e.cueto. Ben ve ses... Umarım beğenirsiniz. Dörtyıllık iş, kavgalar, atlatmadık. Ama büyük bir grup insan... Saçmalıklarına elbette tatan tatan tara tara tara tara tatan tarara tatan... Haftaya başlıyor beni kutlayıp heyecanı ruhu. O kadar oyun. Fotoğraflar. Kaliteli. Farklı tarzlar. Bu yüzden seviyorum. Bir sürü bilete göç jamaika. Uruguay. Hollanda, paraguay dolandırılan artık esrar kullanan, o olmadan da adalet hızlı hırsızlık ve desapareciones. MM Garip ve naftalin kokusu. Farklı Olmayı Seviyorum Stilleri ve bakış açısı sanatı. Sıkıldım. Sonsuz Stilleri Seyahate beni enxtusiasma daha. Hiçbir şey için korunaklı afanar.m.pagina telif hakkı. Havlar Sancho Benim Stilleri Bir terlik bile bu cromatismo görüyorum her yerde belgelenmiş dosyalarımı için Facebook'ta. Etkilemek severim... İnsanlar sağ kanatları ve uçmak istiyorum. Üzgünüm benim frances söylüyorum isteyen için arkadaşlık atan böncül insanlar kötü dalga sanata her neysen seni öleceksin yani artık açıktı sen en azından bir sanatçı bir şeyler bırak sen ingilizce çok words şef evrim daha bu tur ben vermiyorum. Tur be you one fucking sheat ve eğer sence sanatçılar ezikler ve afanas. Çünkü bu boşluk ve ölü. By by. İllüzyonistler düşmanı. Çünkü bu mantıklı, çünkü cromatismo en sert gidiyor renkli cromaticamente birincil ve ikincil beyaz krem mor turuncu sarı kırmızı daha bir mavi mor siyah koyu gri ve açık gri beyaz böyle götür en ince hareket caffa için bir ton ve altı semitonosden Filitrelerinde'lere kadar tonlu çember ilkeller. Sesleri ve siyah ve beyaz veya desaturan korkularla dolu. Bu bir kitap çıkar okudum adam papağan bile bu stüdyo ışık. Onun çürüme. Güliverim kullanmak. Bu cromatismo. İsteyeceğim. Lütfen bunun işe yaraması için obcenas kelam olan önlemek, kuşatılmış bile aşağılamak değil cinsiyet, şiddet değil, intikam emvidiar ezmek bile değil. Böyle saygı saygın. Aka hepsi aynıdır. Dünya sana faturayı gönderiyor. Ve sonra onu kaybettik ağladık x. De ağlıyor. Önce yere çöp atmak. Önce düşün. M. Ben onu seviyorum. Her şeye rağmen. Siz? Bir fotoğraf başka bir kedi veya bir sincap ' a bile bebek inanç yeğenim doğdu. Hayır mesclo ile özel hayatımı olmadan bu işi kimse maaş sadece benim işim. Ben produsco ve oyunumu paylaşıyorum. Fikirlerim. Çok. Başka bir şey yapmaz. Eğer para yok. Refused other thinck değil. Artık saygı içerir bu sayfa ve fırsatlar doğurur. Eğer seni gibi söyleme. Entrecasa: Qizas çok sever el dorado... Kim dedi ki katları ile yasadışı çiçekler... Herkesin bir tasarımcı. Önemli ressamı vasat? Eğer sana iyi koydun mürekkep. Seviyorum gibi gerçek yaratıcı çalmaz. Gerçek olduğunu. Bu gerçek bir sanatçı olduğunu bir parmak izi değil başka bir kopyasını bırak. Söyledim zaten çalan bir sanatçı yoksul bir adam ya da kadın. Yazılarım hassaslar, dürüst, bazen güçlü ama ben uslu. Gördüm, evleri, binaları, insanları ve dışarıdaki her şeyi. Bugün ötesine görmek arıyorum. Daha Microvisual. Ruh enerjisi gibi. Gerçi ve sayfanızı modernizminde yaşıyorum. Ne zaman kendimi kaptırdım. Ben ve vihace görüyorum ve on beş yıl daha az kötü. Cazibe. Avans bile düşünce. Düz uçuş. Hoşuma giden şu hayattaki bazı çılgınca yedice derinliğini sabuklamasının aslında insan... Bir ara onu eğlendirmesine... Bir şeyler hissetmek... Sıradan şeyler konuşmak... Beni çileden çıkarıyor... Vampir vampir beni arama... Günaydın tabi. Mutlu. Yasal için esrar kullanımı. Şu an yağ. Düşündüm ki başkan ve diyeceklerinizi escucjara hara bunu yapması gereken şey, bu güzel konuşuyor. Huzur onun hiçbir şey söylemeden herkes bilerek nefret ve onu suçlamak için bir şey arıyorlar. Var olmak için. Ben onları çoktan düşünsene gönderirdim. Umarım bir yol bulup bu sonsuz ağlayan insanlar. Bu esrar yasal yasalaşırsa sadece onu savunacak todoscomiendo elini artık çoğu kullanır. Po vsrias hastalıkları önlemek ve hastalıklar artık estudiandola özellikleri olduğunu. Bunlar binlerce. Baş ağrısı ve huzur geldi. Ve ruhsal sorunlar. Gergin. Depresyon. İştahsızlık. Bu bitki derdim bu bitkinin tanrı onlara hediye ve bu kadar iyi incelenirse insanlarımızın zarar değil sean bile kayıtlarına. Herkes. Kendini bilmek zorunda olduğunu anlamak için sizin iyiliğinizi. Bir zaman vardır. Gülmek için değil şaşkaloz gibi değil görmek ve hissetmek için adil olmak ve işe yaramaz bir küstahlık pasifik olmak için en iyisi bu. Espri sağlık için en iyi şey ülkem ve doğal evrim umuyoruz ve herkes büyük olmak. Başkan bir hamle yaptı ve sayı attı ve bir umuttur. Onu deneyin ve görün sizin iyiliğinizi. Özgür bırakmak için ülkemi. Vera zamanla fişleri koyduğu yere koymak gerekiyordu. Aksın ve geleceği ile Arjantin için. Hepimiz kendimizi ve bu başkan dünyanın en iyisidir. Bu bir büyük kardeşlerini dacarles için gümüş x sizin gibi pahalı. Zengin ve çatal bıçak gibi korkunç şeyler elimi cebime ve halkının bu faturalar ecogas gönder implecable bir şirket. Bugün hepimiz görüyoruz hırsızlar gibi çalışanlar bile var relejos gidiyorlar bölgenin sorunlarını kolay opak faturalar. Tavrınız görüyorum hırsızlar gibi bende bir sanat atölyesi neredeyse hiçbir şey öğretiyor ve hükümet savunmanı bir kızım. Ve yalnız bir çöp çöp... Bir şirket. Ama sizinki ile çıkabilir... Bir şirket olduğunu da kusursuz ve adil faturalarını bugün başka bir hırsız gibi ve daha birçok politikacılar değil çöp işadamları umurunda olmadığını ve insanları ezmek uzun süredir sanırken gösterdiler. Yanlış! Portre yapıyorum böyle bıçaklama için kimseyi öldürmüyorsun fiiiiiiuuu ve sana oluyor. Suç uygarlığı yanlış yol engelleyelim. Hapse engelleyelim... Hata engelleyelim... Özgürlüğünü değer... Uzun zaman önce insan haklarına saygı oligarkas bunlar. Çıkmış. Sizce dünyanın sahipleri seni görmek istemiyorum oligarka sonuna geldiğinde senden özür dilerim çünkü sana iyilik nafa geldiğinde senin gümüş ve önyükleme her şeyi bir saniyede. Yüzünü görmek istiyorum korkak ölmek korkusu ile. Ve merhamet istiyor.... Çaldığın zaman rüyalar... Yerler. Hayat... Elinizden geleni ardınıza koymayın... Hadi autocultivo çünkü hayat ciddi gelişme bir tilo mad güçlü ve dan deli zaten bu bir ilaç değil de çünkü kendini iyi hissetmek için. Zarar çok halkımızı ruhun yaraları tedavi. Mad inanç olmalı. Daha yaşamak istemiyorum bu kadar serserilik üretir iktidarsızlık. Depresyon. Ben hep yok dedim. Senin için çalışıyor. Erken temizle. Kısa senin ağaçlar. Exfortate tucada görünüyor. Bize daha önce. Inancım boşlukları ki sonunda kim olduklarını göreceksiniz. Ve degnidad ara. Ve Huzur... Eğer eşcinseller başardılar ada yok. Ve süper bir şey pelotad af kadar yasak değil, İncil'de İncil'de okudum ki konuşmaya ot cehenneme gideceğiz. Biliyorum bu mansaria gürz kırıldım. Negatifler. Karşı onları. Onları deseperenzados. Hala ısrar okuyun kitabı bir dünya "mutlu" Aldous Huxley... Ve bilim kurgu filmleri olan bu bugün modyraban ve hara daha ve bu quesobrevive us örücü değil (belki) değil, bu bir uyum... Insanlar acinar su olmadan tutarak. Gaz fırsatlar. Bu acinar aykırı ve insan hakları. Bıçaklanabileceklerini onlara onları acinadores. Köleciler. İnsan'a ucuz işçilik ve hayvan kullanmak için. Katmayı Belgrano pullara bir bayan 55 0 60 ile küçük bir psikoz önemli bir saçında cirulo göstererek onların mostra superfialismo çok gri ve kırışıklık gerçekten çok güçlü. Şiddet bir cinsiyet kötü. Görsel bir maltrador. Ben bir kadın düşmanı birkaç daha var 30 s ha! Ve sonra da böyle bir felaket villa belgrano. M. Göz var ve var şakası yok. Var olmak inanmak için yaşayanlar ve sonra sonuçları geliyor. Tanrılar inanıyorum. Sana da bir tokat kötü cehalet. Şiddet iyi bir şey çekiyor inanıyorum çekim yasası ve diğerleri. M. Il. Vali onu topu ecogas ". iyi görünüyor şeffaf ecogas tanınmış, uzaklara yollamak ve pahalı fatura ödeme bile. Sana gaz koyuyorlar. O800 ödenmezse ve aynı sana ücret ve pahalı bırakıyorlar ve seni bekleyen kimse yok sana karşılık. Bu onun oyunculuk insanları acinar aykırı ve insan hakları. Ekipsiz gaz ve gaz koymayın artık ödedik. Siz büyük bir yemek olabilir mahkemeye vermek için konfor kasabaya hayat zaten korkunç faturaları ödeme uydurulmuş, ona elini cebine ve önden soyulur deniz... Kendilerini dokunulmaz, kaç büyük hapiste bitti . Yozlaşmış olduğun için para? Yeni bir stüdyodasınız ecogas? Pagatelo sen kardeşim, kasabaya afanas! Ve saklanıyorsun. Göreviniz katkıda bulunmak için kasaba kasaba zengin... Ve kötülüğün hesabını soracağız. Daha iyi gaz koyun insanları. Ya da van. Remal. Bak herkes arasında gazı ödüyor ve sana tekrar kuruldu xq harcayalım o gümüşün in diğer insanları gaz ve yani kahraman kalsın. Hayır sevgili git ön sipariş borçlar ile deniz arasında herkes insanlar daha ne kadar kötü olduklarını ve bu para, gerekli düzenlemeleri için bu gazı ödemediler insanlar para geldik bize bir gün bir gün su. Siz olmadan bir hafta smokey gaz! Artık bana yüzsüz gibi yüzündeki bu parça o olmuş. Herkes arasında enlodados hırsızlık bu yağmur. Çünkü sen koyuyorsun gümüş yaşıyorum elini cebine izin vermeyin! Bizim gümüş iyi görünmek için! 1 macri kalıyorum ve schearetti veya mestre. Birinci sınıf bir olduğunu öğrendim ve bir dünya hayal dokunmak uzun yoldan korkma. Şarkı söylemek. Benim ilk şan dersi sarılmanı dilini bir yigitlik ve eeeee sonra la la la klavye ile pahalı. Yavaş. Biriyle derslerimi bir deneyim temel bir yerde ve notalar nelerdir. Çaldık zaten. Korkma çıkardık yazacak getirmek. Yeni başlayanlar ve yazacak getirmek ve onun keman getirmek. Aka değil bir çok teknoloji atölye ama bilemezsin. Hayır açlık ve dokunmak veya boyamak için de. Zevk için mi, yoksa. Yoğun istiyor, inancı var. Aka seni destekliyor ve inanç veriyor. Güç. Şimdi bilgi yığının sen koyarsın. Ciddiyet. Saati elli dolar... Resim ya da müzik sen saat izliyorum bir ya da iki ya da üç havacıyı... Güvenlik kameraları. Özel için. Rezervasyonlar. Öğretmenler var... Konuş... Ya da bağışlar için ders kobra olan bu yer tutmak için. Hiçbir şey neredeyse... Yoğun çalışmak için var ve senin evinde ve sana hala sanal dersleri için... Bir yaş geliyor sana hiçbir şey şaşırtmıyor. Hep aynı. Bir disk atlıkarıncaya dönüyor. Ne kadar güç onu insan böyle dalga can sıkıntısı. Arkadaşlar bu arkadaş ile gelmek yoğunum bu davayı arkadaşımla tanıştırayım. Bu face arkadaşı davet, seyahat için küçük bir oda ve çift eeeee iste. Taciz. Dikkat. Her parlayan altın değildir. Pazartesi demek için resim sen öldürüyorsun. Iyi şarkı çalıyor ve 3 like. Bir resim koymak kadar 30 beğeni 100. Lis adamlar sadece görünümünü bakıyor insanlar onun işi değil. Onlar için çalışmak ve bu çukur čabar veya bulaşık yıkamak ve müzik dinliyorsun? Daha az? Tablo truchi. Çünkü kayagi harcayabileceğiniz bir boyacı cuadrode canlı hayırrr. Bilet için supercaras kaçının görmek için dışarıda olduğunu bile bilmiyor derler harcandığını ve hatta tüm " kendilerini öldürtürler nasıl gideceğiz. Daha iyi? Bir ülkede brutus. Ve Antipatria. Ve sonra diyecekler ya dışarıda sevdim. Bu ülkem sanatçısı kuartet çıkarıyor beni sorumlu hatia ama bu goriladseguro eğer. Bir mangal yapalım fernet içelim! Vay be letron! Iğrenç! Facebook: Tenemos sorun imformacion almak için. Ha! Rüşvet olacak. Herkese iyi günler. Hatırlatmak istiyorum ki bu bir sanat sayfası. Yukarı desubicadas hiçbir fotoğraf ve fotoğraf kediler köpekler, bu boşluk sadece yorum yapmak için sanat sanat göster. Sanat etkinlikleri yayınlamak ve bir eş. Yardım için sanat eğitimi değil bu ticaret için özel. Tanıtımı bile yararlanmak için grubun olmak yok. Para kazanmak için iş pahasına diğer... Kodlar? Evet! Diyorum ki istemiyoruz bu sayfa broşür aka oyunda gösterilir. Numune vermeyeceğiz aka müşteri almak için bir şeyler gösterir ve onun yaptığı gibi.. Bazı adımları bile olsa. Paylaşmak. Ve artık göster kendini kabul edeceksiniz sizin sayfada gösterir ve bizim vilayet ve ülke. Diğer ülkeler ve yayınlamak. Eserleri göster sorun yok çünkü onlar uzakta. Umarım bu tabii. Mutlu yıllar Silvia'ya cornuti. Umarım kocan seni bir parti onun yüzünden kötü kocam. Çok yumuşak ve günah her türlü cezbedici değerlendirdiğimizde bu yüzden pasta çikolatalı boynuzları götürüyor. Hahaha tebrikler. 60 yıllık mutluluk! Sıçarım teknoloji ve politikacılar. Yacomodados ne olursa... Yengeç! Eğer herkes çalışıyor. Şanslı. Iş sahibi ve sanat çalışıyoruz yiyecek veriyoruz bolivyalıların aguane trump! Yukarı bırakmıyorlar bedava sanat. Biz ona pagamis sueldo. a. insanlar, başka bir paia almak için rezil bir hizmet ve hatta işin kapandığını quesan byrm ile 100 2 fotoğraf koydum bir mesaj daha yoktu ve kredi ve bu siyah söylüyor bu sefer için kredi veriyoruz. O zaman bana eobo ve devam eder. Macri? Dışarı çıkar bu kan emiciler ve eşyalarımızı koy. Gümüş aka kalıyor! Novistar hırsız. Perulu yasadışı. Yasadışı Bolivya pislik. Bizim iş çalarlar inanarak Amerika yapmak istediğimizde arjantinliler hayatta bedava okuyor. Iş çalıyor bizim arjantin oraya gidersen seni ezip, sokaklarımızı pis bir kir dolu alberdi bolivya sokaklarda bu senin ülken değil. Aka kullanılır çöpü temizlemek sepet içinde olacaklarını çöpçüler. M ve saygı değer bizim ülke sarımsak satmayı bırak. Dalga geçmeyin. Sanal bir şekilde çalıyor. Onları kim yönetiyor? Ve Peru. Chilenoschau. Ziyaret görüşürüz harcamak kazandığım parayı kendi ülke ve biz her biri aynı. Çünkü bu insanlar ülkemizin yaşıyor. Bunlar argentinia pislikler sizi. Hayır gel bizim genç motochorro bu arada çalarlar yerler saygıları yok enmugran ve ülkemiz çalarlar. Domuz kafesinden nefret olmadan. Mantık. Ben Arsız'ın elimi komşunun ne! As problem var almak için ınformation. Veririz ona tatlı tatlı çıkardık. Pat yok çünkü aka çali var. Değil. Bırak gelsin başka bir şirket daha verimli. Ve sanal persecuta dikkat. Avukatlar sanal intikam var! Motor bisiklet alın. Küçük bir izin verme hiçbir şey ile onları takılmak gurur vardır. Neyse ısmarlayacaksınız diz çök seni eve bırakayım. Trafics. Topluluk içinde trucho düşünerek gezebilirsin diyor özgür ülke. M düşünerek okuyun "Herkes" seni ezip kötü insan hakları hukuk okuyun. Okuyun... Göz garka olmak için ihtiyacın yok takım elbise. Herkes her şeyi garka olabilir. Dikkat et. Günaydın güzel eserler. Sağ olasın. Kendi. Diğer görünüyor başka bir kopyasını biçiminin artists tanıdıklar. Diğer kaçmalısın mevcut. Ama bu tarz başka artistsa uyduruyorum. Lütfen artık güven var ne düşünüyorsunuz yazın değil tarzı serisi devam edin. Daha ekselansları zaman veriyor binlerce gözleri kimin ezberleyen tarzı ve de çok yakışmış. Binlerce var. Oluşturmak. Icat düşünmek. Kopyalama. Bela misin bu sayfa bu telif hakları var. Binlerce stil oluşturmak için bu bir öğretici bir katalog için bile organize bir stil ve çalışılmaya yapar bunu. Sanırım. Bu etkili değil. Hayır yazar ama okuyun.'

SATÜRN
'Meryem Rabia'ya
O sultan evinin perisi
Şu gölgelik ve pınarların delisi
Mısır püsküllerinin altın sarısı
Orman üzümlerine eliyle varan
O maral gözleriyle izler kırları
Çiğ damlası süzülür kirpiklerinden
Onun için savaşır tanrılar
Onun yüreği Mars rahiplerinin evi
Şeytan'ın azgın terörü kızıl şiddeti
Su tanrıçalarıdır o
Güvenlik ve pekinlik
Türe ve bilgeliktir
Pan dizelerini onun için yazar
Tarla kuşu öter onun için
Onun için gezinir korunun hayvancıkları
Geçen gün Romulus göğe uçtu
Keçi bataklığı kurudu
Colline kapısının bakireleri onu arıyor
Örümceğin ağı sarıyor demir kalkanları
İki ağızlı kılıçları pas kemiriyor şimdi
Lirimizi akort edelim
Marathon boğası özlüyor onu
Olimpiyatların altın bacaklısı
Theseus'un hayaleti
8 gibi o ilk karenin ilk çifti
Ey meşe ağacının narin çiçeği
Ilık hamsisi Euksenie'nin
Yabanıl kırların halkalı güvercini
Karanlık İskit korularında amazon
Yanıma gel kaderimizi deneyelim
Pallas'ın yayı göklerde işte
Güllerde ölüp gidecekse
Attika ovasında nazlı bir lale
Gözleri Miltiades'in kupası
İllirya kıstağının yaban çiçeği
Su şırıltılarının perisi
Niobe...
Orası Peleponez yüreğim değil
Burası yüreğim Peleponez değil

26 Mayıs 2019 Pazar

SANATÇI KİME DENİR?
Bütün dünya ressamlarla dolu, peki ressam kim ve eğer unutulacaksa bir ressam neden bu işi yapar, çünkü sanat zamana karşı koyma içgüdüsüyle girişilen bir uğraş, diğer uğraşlar görecelikle sıradan kabul ediliyor, sanat zamana, yaşama, dünyaya, tanrıya, ölüme karşı açılan bir tür savaş ve düşünceyle yoğrulmadıkça ve düşüncenin bir yansıması olmadıkça beyhude bir şey...
Pek çok insan tanıyorum hala uğraş içindeler ve kendimizi -söylemekten çekinmemek gerekir- içgüdüsel anlamda olsa da beğenmedikçe sanat insanı yıpratıp, bir yok oluşa sürükleyebilir. Deyim yerindeyse sanatçı kendisiyle barışık olabilmelidir. Öyleyse sanatçı kim peki, bu resimde, bir ülkede tıpkı bizler gibi kendi ütopyasında yaşayan bir ressam var, bizim ondan haberimiz bile yok, ama tıpkı bildiğimiz ressamlarımız gibi bir atölyenin içinde, olasılıkla mutlu ve bir güven içinde bakın nasılda poz vermiş.
Bu benim ilgimi çekti, yerel bir ressam olarak unutulup gidecek mi bir gün, yoksa kataloglarda adı anılmadan geçilmeyecek biri mi olacak sonunda, tek sorun bu mu diye düşünebiliriz, ama o değil, sanatçı düşüncesinin karşılık görmesini ister, sonuçta bir düşüncenin ortaya koyduğu bir figür olduğu için, örneğin okunmak, bakılmak, değerlendirilmek, söz edilmek ister uğraşını verdiği konuda, bu saçma bir şey değildir.
Sokrates düşüncesinin değeri olduğunu varsayarak kuramlar ortaya atıyordu, Platon devleti eleştirirken, bu konuda kendisinin görüşlerine başvurulmasını düşlüyordu doğallıkla, yoksa sanat sıradan bir şey olsaydı, öyle algılansaydı, ne Marks Kapital'i yazmaya soyunurdu, ne Picasso ömrünce resim yapardı, ne Evliya Çelebi gördüklerini yazıya dökmeye kalkardı. Sanat zamana bir karşı koyma isteğidir, bir varoluş biçimi olarak, bir anlamda ölüme karşı bir meydan okuma, ama araç olarak düşüncenin seçildiği bir alan olmak kaydıyla, bir marangoz eğer yapıtlarında bir düşünce ortaya koyabilse ya da farklı bir bakış açısı geliştirebilseydi ona da sanatçı diyebilecektik; onu sanatçıdan ayıran, tekdüze ve bir tür yinelemenin için de yaşayıp gitmesidir. Sanat bir yadsıma, yadsımanın yadsınması veya bir aşkınlığın içsel ya da dışsal bir görüngüde kendine yer bulabilmesidir. Düşünsel bir zorbalıkla, doğallıkla, seçkinlikle, aşkınlıkla olabilir bu...
Öyleyse sanat, verili dünyamıza bir tür karşı koyuş, farklı bir düşüncenin ileri sürülerek, yeni bir ufuk açmanın hülyası ve bildiğimizin bir yanılsama ya da yetersizliğin girdabı olduğunu ileri sürerek bir tür yadsıma ve yansımadır. Sanatçı, bakın bu Van Gogh, işte bu Platon'un görüşü, bu dizeler Nazım'ın, bu açını Marks ileri sürmüş diyebildiğimizde sanatçıdır.
Bunun ayrımına varmak için ne yazık ki zamana gereksinim var, çünkü tıpkı bu resimde, çabalarının önünde derin bir bakışla poz veren sanatçının durumunda olduğu gibi, onun gelecekte mahşerin dört atlısından biri olabileceğini anlayabilmemiz ya da ileri sürebilmemiz veya kabullenebilmemiz için beklememiz gerekir. Çünkü bizimde tıpkı burada olduğu gibi düşlerinin içinde boğulmuş, selinin içinde sürüklenmiş nice ressamımız ve sayısız sanatçımız var.
Ama düşüncesi; bugünü, geleceği ya da zamanın her hangi bir kesitini değiştirebilen veya sonsuzluğun kovuğunda kendine yer edinebilen, rüzgarın sağrısında bir tutam yer açabilen, şu mahzun dünyalı belki sanatçı olmayı başarabilecektir.
Zaman, tanrının da, insanlığında, sanatında, yaşamında ve ne yazık ki saltıklıkla -kendisininde- kayıtsız, koşulsuz efendisidir.
Her şeyi bilen ve gören yalnızca odur!..

DADAİZM
Edebiyat ve güzel sanatlarda bir akımdır. 1. Dünya Savaşı sırasında, 1916'da, savaşın verdiği bunalım sonucu başlamıştır. Dadaistler önce Almanya ve Birleşik Amerika'da ortaya çıktılar. Her iki memleketin temsilcileri 1918'de Lausannede toplandı. Bu toplantıdan sonra, akım Avrupa'da oldukça yayıldı. Dadaizm, eski toplum hayatını, sanat ve kültürü topyekün yıkmayı hedef tutan bir akımdı. Bütün sanat şekillerini kökünden yıkmak İsteyen akım fazla yaşamadı. Dadaistler 1920'den sonra daha çok sürrealizm'e yöneldiler.
Dadaizmin öncülerinden genç Macar şairi Tristan Tzara (1896-1963) 1917'de Dada dergisini çıkarmaya başladı. Bu dergide dadaizmin öncüleri Ball, Hans Arp, Richard Hulsenbek ve Tzara, ses şiiri, anlamdışılık şiir ve şans şiiri adını verdikleri yeni şiir biçimlerini denemeye başladılar. Kısa zaman sonra Fransa'nın önde gelen şairleri de bu dergide çalışmaya başladılar: Aragon, Eluard, Breton ve diğerleri. ’İnsanın anlamsızlık (Unsinn) üzerine kurduğu mantıksal zincir yerine, mantıksal bağı bulunmayan anlamdışılık (Ohne-Sinn) konmalıdır.’ Dada, sanata karşı doğanın yanındadır.
Dada'ya göre doğada anlam yoktu, öyleyse sanatta da anlam olmamalıydı. Ancak Dadaistler her ne kadar sanata karşı olduklarını, geleneği reddettiklerini ve sadece yozlaşmış bir toplumla alay edip aşağıladıklarını ifade etmiş olsalar da ortaya koydukları çalışmalarla, fütürizmin görsel alfabesini zenginleştirmişlerdir. Kural ve dogmalardan kurtulmak sanatçıyı kendi gerçeğine daha çok yaklaştırmıştır. Şans eseri olarak bilinçsizce yapılanın etkinliği anlaşılınca, Dadaistler kendiliğinden (spontane) olanı planlı davranışlarla birleştirmenin yollarını aramışlar; bu sentez sayesinde tipografi geleneksel kısıtlamalardan kurtulmuştur. Dada aynı zamanda, harf biçimlerini Kübizm kavramına uyan fonetik semboller olarak değil, görsel biçimler olarak kullanmıştır.
dadaizm
Dada hareketine ilişkin en önemli tartışmalardan biri Dada'nın gerçekten de sanat karşıtı (anti-art) olup olmadığıdır. Bu tartışmanın sebebi, Dadaist sanatçıların genel olarak Sanat konusunda fazlasıyla eleştirel olmalarıdır. ‘Yüksek ve güzel’ olduğu düşünülen Sanat'ı üreten ve ona tapan toplumla, I. Dünya Savaşı'na sebep olan toplum ne de olsa aynı toplumdur. 1916'da sanat aşığı olmak, Dadaistler için, katışıksız ikiyüzlülük demekti. Dadaistlere göre “Sanat” dolaylı yoldan da olsa suçluydu. Daha da kötüsü, eğer Alman erkekleri, Fransızları ve Rusları süngüleriyle şişlemeye, sırt çantalarında Goethe'nin kitabıyla gidiyorlarsa, bunu, Sanat insanlığı aptal yerine koyduğu, insanların dünyayı olduğundan daha güzel bir yer olarak görmelerine sebep olduğu için yapıyorlardı.
İşte, Dadaistleri en çok kızdıran ve radikal ifade yollarına iten de buydu. Dada, yerleşik sosyal estetiğe acımasızca bu yüzden saldırmıştır. Güzelliğin, simetrinin ve anlamın bozguna uğratılması ve geleneksel malzemelerin reddedilmesi Dada'nın başlıca özellikleriydi. Bütün bunlar Dada için, insanlığı toplu cinayete sürükleme kapasitesi olan bir sosyal ritmin bozulmasıydı. Dada'nın hemen hemen her şeyi inkar etmesi, yeni ve güçlü iletişim yöntemleri yaratmış; bunlar şiirde yeni biçimlerin kullanılması, görsel iletişimde ise kolaj ve fotomontaj gibi teknikler olmuştur. Bu tekniklerde, resimli dergilerden, eski mektuplardan, basın ilanı ve etiketlerden kesilen fotoğraflar yeni bir düzenlemeyle yapıştırılmış ve birbiriyle ilgisi olmayan bu resim ve işaret parçalarından, yeni anlamlar yaratan bağlantıların kurulduğu, genellikle kışkırtıcı nitelikte düzenlemeler oluşturulmuştur.
Alaycı ve aşağılayıcı tavrıyla toplumsal değerleri kökünden sarsan Dadaizm 1912-1922 yılları arasında resim, edebiyat, tiyatro ve müziği içine alan sanat dallarına olduğu kadar grafik tasarımın da görsel diline devrimci nitelikler getirmiştir. 1922'de üyeler arasındaki sürtüşmelerin artması, yıkıcı etkinliklerin bir sınıra dayanması ve çok sayıda Dadaist'in Sürrealizm'e yönelmesi sonucu, varlığını sürdürecek bir zemin kalmadığı için son bulmuştur. Ancak Dada, yeniliğe ve başkaldırıya esin kaynağı olan, bir özgürleştirme hareketi olarak geçerliliği kalmamış alışkanlıklara karşı savaşması, uzlaşmaz tutumu ve tutkusu ile bugün bile entelektüel ve sanatsal buluşlara örnek olmaktadır.
Dadaizmin öncülerinden biri olan Hans Arp ‘Sosyal Estetik'ten zamanla daha fazla uzaklaştım’ isimli yazısında Dada hareketini çok iyi bir şekilde özetliyor: "Dada, insanın akla uygun aldanışlarını ortadan kaldırmayı ve de doğal ve mantıksız düzene yeniden kavuşmayı amaçlamıştır. Dada, insanın mantıklı anlamsızlıklarını, mantıksız saçmalıklarla değiştirmeyi istemektedir. İşte bu yüzden biz, Dada'nın büyük davulunu bütün nefesimizle üflüyoruz. Dada için felsefeler bırakılmış eski bir diş fırçasından daha az değerlidir. Dada onları büyük dünya liderlerine bırakır. Dada, erdemin resmi sözlüğünün iğrenç entrikalarını kınamaktadır. Dada, saçma olan için vardır, ki bu saçmalık anlamsızlık anlamına gelmez. Dada doğa gibi saçma ve akla aykırıdır. Dada doğadan yana ve Sanat'ın karşısındadır". Dada hareketi kesinlikle doğduğu zamanın özel koşuları göz önüne alınarak incelenmelidir. Sözü geçen zamanlar, büyük bir karışıklığın olduğu zamanlardır.
1920'li yıllarda çeşitli sanat akımları içerisinde kendini iyiden iyiye hissettirmeye başladı. Birinci dünya savaşı ile birlikte başlayan bunalım, umutsuzluk ve çaresizlik ortamı, özellikle Avrupa’da, toplumun hemen her kesiminde kültürel ve geleneksel değerleri altüst etti. Bu yılgınlık ortamı, modern sanat akımlarının getirdiği yeniliklerle birlikte, sanatta yeni bir karşı duruşun ortaya çıkmasını sağladı. Tüm gelişimiyle örtüşmemekle birlikte, on dokuzuncu yüzyılın ‘modernizm’ düşüncesinin bir parçası veya uzantısı olarak kabul etmemiz gereken Dadaizm, fütürizm, gerçeküstücülük gibi sanat akımları, bu dönemde altın çağını yaşadı. Tzara'nın 1921'de sahnelediği ‘Gazdan Yürek’ adlı yapıtı, her şeyi alaya alan, kontrolsüz mantık akışı ile yazılmış, tamamen görselliğe dayanan bir oyundu.
Kartondan giysilerle yapılmış boyun, göz, ağız, kulak ve kas, sırayla sahneye gelip, üç perde boyunca hiçbir anlamı olmayan şarkılar söylüyorlardı. Örneğin göz, tekdüze bir sesle ‘heykeller, mücevherler, kızartmalar’ sözlerini üst üste yineliyor, ardından ‘sigara, sivilce, burun’ nakaratına giriyordu. Tam anlamıyla bilinçaltı akımı tekniğiyle yazılmış ve sahnelenmiş bu oyunların drama tekniğiyle (üç birlik kuralı) veya mantıksal bir oyun kurgusu ile uzaktan yakından ilgisi yoktu. Her şey, görüntüde dile geliyordu. Böylece ‘Modernizm’ in en önemli nimetleri arasında görülen akılcılık, aydınlanma, düşünsellik gibi kavramlar, öncü akımlar tarafından sorgulanıyor ve reddediliyordu.
Gelenekleşmiş sanat yasalarından ve pozitivist önermelerden bağımsız olarak, mantık dışı ve saçma olanı öne çıkaran, natüralist ve gerçekçi sanat kuramlarının öz, biçim ve dil anlayışlarını hiçe sayan ‘Dada’ akımı, bu yönleriyle bir yandan fütürizm akımı ile yakınlık gösterirken, öte yandan ‘Gerçeküstücülük’ e zemin hazırlamış oluyordu. Sürrealizmin ortaya çıkması için sosyal bir background koşulu yoktur. Oysa dadaizm, sosyal koşullar olmadan varolamaz. Sürrealizm, sanatın her dalına (müzik ve az da olsa mimari dışında) yayılmıştır. Oysa dadaizm, sadece ‘topluma’ yayılmıştır. Çünkü bazen de eylem şeklindedir. Sergiden sonra, sergilenmiş bütün eserlerin topluca imha edilmesi gibi. Amaç; mantıksal düzene alternatif yaratmak ve mantık dışı bir düzen oluşturmak yoluyla yeni bir gerçekliğe ulaşmak.
Dada hareketi (Dadaizm)
Dada hareketi sahte itibariliğe, çoktan içi boşalmış, ömrünü doldurmuş kanılara karşı, entellektüel bir isyan ve savaş idi. Ancak Dada akımı, bir kalite kavramından yoksun olduğundan, savaşını paradokslar, blöfler ve latifeler ile kuvvetlendirmek istiyordu. Dadaizm'in anlamı, sanat eseri, yücelik, ebedilik değeri değil; şüphe, protesto ve benliğin kurtuluşu idi. Dada hareketi, 1915 ile 1922 arasında süren ve Gerçeküstücülük'ten daha yaşlı bir akımdır. Kübikçilik'ten "kağıt yapıştırma" tekniğini alan Dadaizm, Zürih, Paris ve New York'ta hemen hemen aynı anda başlamıştı. 9 Şubat 1916'da Hons Arp, Hugo Ball, (her ikisi de Alman), Romanyalı Tristan Jzara ve Marcel Janco, eski Zürih'in göbeğinde "Cabaret Voltaire"i kurdular. Açtıkları savaşa "Dada" dediler.
Bu ismi, Hugo Ball ve Richard Huelsenbeck Fransızca bir sözlükten aldılar. Dada "tahta at" anlamına gelir. Huelsenbeck, 1920 de yazdığı "En avant Dada" adlı bir yazıda "Bu sözcük, kısalığı ve telkin edici yönü ile kendini saydırıyor" diye yazıyordu. Dada, oğulları babalara köpürten en şiddetli bir başkaldırma idi. Bu akım içinde, İkinci Savaş'ta alevlenen Avrupa'nın şüpheci bilinci kendini gösteriyordu. Bütün Dadacılar savasın karsısında idiler ve Jugendstil üslubunun sanatçıları gibi, estetik fenomenlerden, moral fenomenler yapmak istiyorlardı. Hugo Ball "Die Flucht aus der Zeit" adlı eserinde (1927): "Dadacı, zamanın ölüm sarhoşluğuna karşı savaşır... Bizim tartışmalarımız, zamanımızın saklı yüzünü her gün etkisi artan bir heyecanla aramak üzerinedir..." Sanat, bu aramaya yalnız bir neden olur.
Gerçekte Dadacılar için, söz konusu olan sanat değildi. Nazari olarak Dada, sanatın tüm olarak karşısında idi. Fakat buna rağmen, Zürih'teki galerilerinde resim sergileri açıyorlardı. Bu sergilerde, en önemli kişi olarak Hans Arp görünüyordu. 1887'de Strassbourg'da doğan Arp, Weimar Akademisi'nde ve Paris'te Academie Julian'da öğrenimini yapmıştı. 1912'de Münih'te Kandinsky'yi arayıp buldu. 1914'de Paris'e gitti, Şair-ressam Max Jocop'u, "Uzun boyunlu Üstad" Amadeo Modigliani'yi, şair ve sanat eleştiricisi Apollinaire'i ve Orfist-kübist Delaunay'i tanıdı. Savaş patlayınca İsviçre'ye gitti. Hans Arp, objeleri tesadüf kanunlarına göre düzenleyerek ve muhtelif renkli kağıtları birbirlerine yapıştırarak resimler yapıyordu. Romanyalı şair Tristan Tzara da şapkasının içine attığı, içinde sözcükler yazılı kağıtları çekerek şiirler derliyordu.
Bu iki tarz çalışma, yani "popiers Colles" ve objeleri tesadüflere göre düzenleme, Dünya Savaşı'nda insanlığı kitle cinayetlerine sürükleyen, dünyanın akılcı ve ülkücü şarlatanlıklarına karşı bir protestodan ileri geliyordu. Renklendirilmiş, birbirleri üzerine tutturulan tahtalardan yapılan biçimlerle meydana getirilmiş röliyeflelerinde, Arp 1917'de heykel sanatına yaklaşıyordu. İlk Dada'cı deneyleri yapan ve estetiği kökünden reddeden Marcel Duchamp, yaptığı "Readymades"ler (kullanılan eşyaları amaçlarından uzaklaştırıp yeni bir ilişki için bir araya getirerek sanat eserine ulaştırmak) ile heyecan yaratıyordu. Picabia da, Dunchamp gibi 1915'den beri New York'ta ikamet ediyor ve "Dada" adlı dergiyi çıkarıyordu. Paris'teki Dada Grubu'nda Breton, Aragon, Soupault, Eluard gibi sairler, aktif rol oynuyorlardı. Dada, en güçlü kabiliyetini Max Ernst'in kişiliğinde bulmuştur. Bu sanatçı, sonraları önemli eserlerini vereceğinden üzerinde tekrar durulacaktır.
Dadaizm’de kuşkuculuk
Kuşkuculuk, olumlu ya da olumsuz hiçbir kesin yargıya varamayan, kuşku içinde kalmayı uygun bulan bir düşünce yoludur. Dadaizm, çevrede dönüp dolaşan hiç bir şeyin doğruluğuna ve varlığına inanmadı. Romantizmin de ötesine geçerek, aklın hiç bir değeri olmadığını savundu. Birinci Dünya Savaşı’nın arkası sıra doğan yaşamın anlamsızlığını ve özellikle edebiyat sanatçılarının parıltılı çabalarını gülmece ( = mizah) yolu ile hiçe saydı. Bütün edebi akımlara güldü. Edebi sanat anlayışındaki farklı tutumları ve gayretleri anlamsız buldu.
Zamanın bir parçası içinde meydana gelmiş psikolojik dengesizliği ve her şeye karşı koymayı bir çaba haline getiren ve Amerika’da bile etkileri görülen Dadaizm uzun ömürdü olmamış, doğuşundan altı sene sonra etkisini kaybetmiştir. Bu böyle olmakla birlikte dadaizm, İsviçre, Fransa ve öteki ülkelerde düzenlediği toplantılarla kopardığı yaygara sayesinde, alaylı da olsa bütün sanat dünyasının ilgisini çekebilmişti. Fakat oturduğu temeller dayanıksız olduğundan çabuk çökmüştür. Dadaizm, tiyatro alanına da uygulanmış, fakat gerçeği inkar ettiğinden büyük bir başarı sağlayamamıştır.
Dadaizm'in etkileri
Dadaizm, 20. yüzyıl sanatında önemli etkiler yarattı. Nihilist yaklaşımları, topluma getirdikleri eleştiriler ve alışılagelmiş sanat geleneklerine karşı geliştirdikleri saldırgan tavır doğrudan hiçbir akımı etkilememiş olsa da, garip, usdışı ve hayali nesnelere olan ilgileri gerçeküstçülük (sürrealizm) akımında kendine yer buldu. Dadaistler her ne kadar sanata karşı olduklarını, geleneği reddettiklerini ve sadece yozlaşmış bir toplumla alay edip aşağıladıklarını ifade etmiş olsalar da ortaya koydukları çalışmalarla fütürizmin görsel alfabesini zenginleştirmişlerdir. Kural ve kalıplardan kurtulmak sanatçıyı kendi gerçeğine daha çok yaklaştırmıştır.
Şans eseri olarak bilinçsizce yapılanın etkinliği anlaşılınca, Dadaistler kendiliğinden olanı planlı davranışlarla birleştirmenin yollarını aramışlar; bu sentez sayesinde tipografi geleneksel kısıtlamalardan kurtulmuştur. Dada aynı zamanda, harf biçimlerini Kübizm kavramına uyan-fonetik semboller olarak değil-görsel biçimler olarak kullanmıştır. Dada'nın hemen hemen herşeyi hiçe sayması ve inkar etmesi, yeni ve güçlü iletişim yöntemleri yaratmış; bunlar şiirde yeni biçimlerin kullanılması, görsel iletişimde ise kolaj ve fotomontaj gibi teknikler olmuştur.
Bu tekniklerde, resimli dergilerden, eski mektuplardan, basın ilanı ve etiketlerden kesilen fotoğraflar yeni bir düzenlemeyle yapıştırılmış ve birbiriyle ilgisi olmayan bu resim ve işaret parçalarından, yeni anlamlar yaratan bağlantıların kurulduğu, genellikle kışkırtıcı nitelikte düzenlemeler oluşturulmuştur. Alaycı ve aşağılayıcı tavrıyla toplumsal değerleri derinden sarsan Dadaizm, 1912-1922 yılları arasında resim, edebiyat, tiyatro ve müziği içine alan sanat dallarına olduğu kadar grafik tasarımın da görsel diline devrimci nitelikler getirmiştir.

23 Mayıs 2019 Perşembe

https://www.facebook.com/swissrelojes/videos/484284532057686/?t=2


https://www.facebook.com/photo.php?fbid=2059521710971860&set=a.1391318021125569&type=3&eid=ARC7akaGyXJxNyAj2HKoQOEmDo09DIHwqkE5XqSsvyzfBGAp-VUYkGcxlBfZEmbMKtBPyKxApscI-W3C




https://www.facebook.com/CNEWSofficiel/videos/381956262393830/?t=30
https://www.facebook.com/swissrelojes/videos/484284532057686/?t=6

18 Mayıs 2019 Cumartesi

Sanat bin yılların dışavurumu, alışkanlığı, paralel dünyaları, protest tavrı, işbirliği ve bir tanrı sözcüğüdür...  Bir yinelemedir sanat ve bilimle, teknolojiyle, sosyal yaşam ve ekonomik, siyasi  argüman ve peyzajlarla simbiyoz bir yaşam sürdürür. Öyle olmasaydı mağara duvarlarına ilk insan avladığı canlının resmini çizmek yerine düşleyebildiği ya da aklına esen bir şeyi, saçmalığı, deliliğin versiyonları diyebileceğimiz, bize anlamsız gelen geoit, antimetrik formları, savrukluğu çizmeye kalkışırdı. Ama biz ona resim veya sanat diyemezdik, çünkü düşlerimiz aklımızın sınırları içinde cirit atan meleksi veya şeytani dünyacıl/yersel durumlardır gerçekte... 

Hieronymus ortaçağın gerçekçi bir ressamıdır diyebiliriz bugün, kara vebayı ve  cadıların bayramı adı altında alt sınıftan insanların, özellikle kadınların yakılmasını başka türlü resmedemezdi, çünkü onu ölüm bekliyordur; sorunu düz anlatım biçimiyle yansıtmak isteseydi!..  Jurnal ve herkesin anlayacağı dil, bireyin sosyal  özgüvenini  tehlikeye atabilir. Onun resmi bir kıyamet/songün belirtisinin, insani vandallığın doruklarında gezen, barbarsı ve kanibalist bir vahşetin tuvale birebir yansımasıdır. Hieronymus gerçeküstü, hatta fantastik bir ressam olarak nitelenebilir ama engizisyon çağlarında, açık bir dil ve kaba yüreklilikle çıplak gerçeği dile getirmek her babayiğidin harcı değildir, bugünde böyledir inanın, zaten sanat hayatı dolanmaktan geçer, sağ eliyle sol kulağını tutmaktır sanat, birde işbirlikçi ve günoğulcu yaygaralara kapılmanın ehven ve getirisi bolca bir rahmetidir o!.. 

Hangi toplumsalın duyargası, hangi açık dile karşı değildir onu siyasi erk belirler, batının ve doğunun yumuşak karnı farklıdır, doğu insan hakları karşıtı olmakla suçlanırken, batının argümanlarına paralellik taslayan şeyler için suçlanır ama batının açık toplum görüngüsü altında neleri hazmedemeyeceği de ortadadır ama doğunun bunları dile getirebilecek gücü pek yoktur bugün, uygarlık el değiştirdikçe suçlanan taraflarda değişir doğallıkla, oysa suç evrenseldir ve batı masum olmak şöyle dursun tam aksine günahkardır ama bugün onun babası -tanrı-, ondan yana olduğu için suçlanabilen taraf olmaktan ne yazık ki uzaktır, yoksa kapitalizmin tutuşturduğu dünyamız ya da göçmen sorunlarının ana kaynağı batının izlediği politikaların kaçınılmaz sonucudur ve yüzüklerin kardeşliğinin bu nedenle gerçekleşmesi olanağı yoktur. 

Bugün batıya 'Noli me tangere' diyebilmek için öncelikle bir nükleer silaha sahip olmak gerekir, buyrun en güçlü silaha sahip olanların çeki düzen verdiği, demokrasi bekçiliğine soyunup, karaların su başısı kesildiği bir dünya, batı demokrasinin altın vuruşuna sahip topraklar değildir, silahların gölgesinde sizlere uygun gördüğü 'demokrasi paketlerinin' dünyasıdır bu, ekonomik, sosyal, kültürel paketler, gün gelecek paketler el değiştirecek, nasıl, o silahlar el değiştirdiğinde tabi, görüyorsunuz her şey bir peri masalı gibi, kül kedisi nerede, Sindirella nerede, kırmızı başlıklı kız nerede, bulun bakalım 'puzzle'nızın labirentlerinde!..

Sanatta böyledir, cezalar ve kutsamaların -armağanların- paralelliği ve sözde kardeşliğidir sanat, bakmayın siz, kulelerden, karanlık ve gizemli dehlizlerden sızan parıltılardan başka bir şey olmadığını ileri sürenlere, karşı koymak bile bir çeşit işbirliği sayılabilir, sanatın atalar sözüdür gerçeklikte!.. Geldiğimiz nokta, geçtiğimiz yerler ve geleceğin düşler ülkesi (1984), yinelemelerin tuzağında birer kanıt işlevi görebilir söylemlerimize!..


Sanat, esin -tanrısal vahiy- değildir, esin kaynağı hiç bir zaman bilinmeyen dünyalardan kaynaklanmaz, kaynaklanamaz, o bilinmeyen dünyaları bile; bildik dünyalarımızın  izin verdiği ölçütler ve düşlerimizin kapasitesiyle dolup boşalmış hoş görülerle yüklenmiş de/şarjların hızında kurabilir imgelemini!.. Özünde sanat, çağımızın rüzgârlarının süpürdüğünden, talan ve yıkıcı gücümüzden kalan panoramadır (Guernika, Hiroşima, Ernst'in yaklaşımları, Kandinsky, Pollock çizimleri, tümü çağın biçimsel anlamda bir dışraklık ve yansımalarıdır.) ve  öyledir de... Zaman çarkının kustuklarından, atık ve dışkılarından ve çağın endikasyonlarının bireşiminden doğar o... 

Einstein'ın kuantum teorisi -rölativite- olmasaydı, Picasso kübizmin göreceli -üç boyutlu- portrelerine yıllarını veremezdi, çünkü çağ neyse bilinçte ancak onu üretebilir, görünmez bağlarla biz zaman ve zeminimize kesenkes bağlıyızdır, bilinçaltı dediğimiz şey, görünen yaşamın afazilerinin kaçınılmaz püskürtüleri ve dışa vurumu olabilecektir doğallıkla...  Yirminci yüzyıl başlarında, tifo, tifüs, dizanteri gibi savaşlardan büyük kayıplara yol açan anomaliler yerle bir edilmeseydi, Kandinsky doğmaz, amipyen, zigot ve öglenayı kutsayan, mikrobik/bakteriyel dünyaları keşfederek, resim sanatına ayrıksı ve o güne dek denenmemiş bir bakış açısını armağan edemez, yeryüzüne adını bırakamazdı. Techne, bilim ve sanatın birbirinin uzantısı olduğudur, her şey birbirinin uzantısıdır yeryüzünde...

İstanbul Contemporary'ye gitmedim, çünkü sanat aynı zamanda, azılı bir yinelemedir... Çağımızda ya da dünyamızda anlam kirliliğinden kendini kurtarmayı başarabilen hiç bir kavram yoktur, göksel saflık ve masumiyet bile... Çağımız 'Digito ergo sum' çağı, hepimiz sanal bir varlığız ve hem varız hem de yokuz, yaşıyoruz ya da yaşamıyoruz, hatta kimin yaşayıp, kimin yaşamadığı bile belli değil artık, tüm insanlık çoktan bir matriks yığınına dönüştü... Sosyal varlığımız-matriks, ciddiye alınmamız, hatırımızın sayılması kesin biçimde başkalarının, görünmeyen dünyaların ve tuşların, bizim çıkarlarımız veya var oluşumuza, varlığımızın kabulü doğrultusunda, basılmasına ve bir işlev üretmesi, üstlenmesine bağlı. 

Yaşadığımız öngörüler ve kesinlemeler dünyasının; apocalypse, kıyamet çağında olduğu bile ileri sürülebilir artık. Çünkü bağlarımız ve iletişimimiz aritmetik bir hızla arttıkça, ilişkilerimiz ve iletişimimiz geometrik bir hızla birbirinden uzaklaşmaktadır karşılığında!.. Bir uygarlık anomalisi ve bir paradokstur bu ne yazık ki...

Günümüzde herkesin tıbben human sayılabildiği bir dünyanın sonunda, fenerle sokaklarda insan aramaya çıkacağızdır doğallıkla ve kaçınılmazlıkla, tıpkı Diyojen gibi...

Sanat gerçekte nedir diye düşünmemiz bile, bir alışkanlıktan öteye gidemiyor günümüzde, çünkü sanat tüm bir dünya nüfusunun imgelemine düşebilen bir görsel, bir grafiti ya da her tür görüngüyü kullanmayı becerebilen bir dünyevi enstalasyon artık. Sanat ayağa düştü değil, damarlarımıza nüfus etti, kanımıza girdi ve düşlerimizi, düşüncelerimizi tüm sıradanlığına karşın, acımasızca yönlendirebilen bir materyale dönüştü artık;  bunun sonu nereye vardı, her insan sanatçı olabiliyor çağımızda ve ama bunun yanında, sanatçı olmakta alabildiğine zorlaştı, hiçleşti ve kriterler değişti. Para yani sermaye ile iç içe olamayan şey sanat değil günümüzde, guguk kuşu dahi olabilmesi olanaksız. 

Van Gogh gibi yazgısını ölüp giderek; sanatına güneşin vurup, aydınlanmasını, göze çarpmasını bekleyen insanları, gerçekten ölüm selamlıyor günümüzde artık, sanat nüfusa oranla çoğalabilir çağımızda ama sanatçı azaldı garip biçimde, algoritmik, ters orantı işliyor bu noktada tuhaflıkla, doğanın aritmetiği değil bu,  matriks dünyaların, çılgınlığın doruklarında sürünen tüketim toplumunun ve apokaliptik, sermayedar sınıfların dayatması bu bir biçimde, mekanistik doğal düzenin acımasız çarkları böyle işliyor ve bu çok doğal. Doğal çünkü ortaya -sahneye- çıkmak kesinlikle olanaksız ama  bir o kadarda  kolay. 

Anlaşılır gibi değil, dünyanın düzeni tanrıyı bile yerinden hoplatıp, şaşırtacak kadar zorluklar ve matematik büyülerle dolu ama saat gibi işliyor. Aklın sınırları bunu kavrayabilmiş değil henüz ama herkes alanının efendisi ve çıkarlarının yılmaz ve dayanılmaz bekçisi olunca, makine de aşkla çalışıyor, her şey karşılıklı!.. Vesayet mekanizmaları daha sert ve acımasız artık, kapital ve kapitol çok daha sıkı işbirliği içinde, alacağınız Nobel'e Birleşik Devletler'den işaret gelebiliyor ama siz onu bir dilem ve hoşgörü dolu sözel yığınlar arasında görerek illüzyona sürüklenebiliyorsunuz ve şeytanın mızrağı başak destelerinin arasında hiç bir zaman görünmüyor, göze çarpmıyor. 

Görkem dolu paradokslarla süren bu yaşam, sanatın yozlaşmasına yol açtı belki de, ama sorun o da değil ne yazık ki, gerçek sorun; sanatın çağımızda hiç olmadığı kadar dünyevileşmesi, yani yücelen ve ruhani, tinimizi ele geçiren, o güneşin gözlerini bile kamaştıran büyüsünden uzaklaşıp, ayaklarının suya ererek işlevini yitirmesi ve walkmanlara, varoşlara, sokaklara, yatak odalarımıza kadar, dijital dünya aracılığıyla girip, nüfuz edebilmesi, sanatın hiçleşmesi, endüstriyel bir workshop'a ve bir ninni gibi yalnızca uykuya yarar bir melodiye dönüşmesine yol açtı çağımızda, her eve lazım alet edevat yığınları gibi sıradanlaştı o ve ucuzlayarak kullan ve at ritüeline dönüştü. 

Sanat bugün yalnızca düzenin hizmetkarlığına soyunan, kâr amaçlı bir kuruluştur,  kavalye ve partnerleride alabildiğine mutludur bu gelişmeden, zahmetsiz ve sanalitik bir emeğin, çabanın karşılığında bir kazanç gibi görünmektedir bireylere sanat cambazlığı günümüzde ve kaçınılmazlıkla çekicidir ve surlarından herkesin giremediği bir sektördür artık o, yanılsamalarla dolu ve hiç bir çağda olmadığı kadar kabul gören. Deyim yerindeyse; tanrı ölmediyse de, sanat öldü çağımızda... O 14 numarada artık!..

20. yüzyılın, 'hainler kralı' gibi nitelediğimiz Andy Warhol'u, meğer bugünleri sezmiş ve görüyormuş, anladığımızda onur ve prestijini iade ettik ona, yanılmışız kokacı satılmışı tanımakta!.. Sanatın, klişe deyimle kapitalizmin anlaklara yansıyan, düşlerimize giren bir reklam panosu veya bir tanıtım broşürü ya da çocuklarımıza hitap eden, kızlarımızın gönlünü çelen, oğlanlarımızı perişan eden; vicdani bir ayeti kerime gibi muskalaşıp, büyülerle, tazılarla, uçan oklarla yorumlanmasının kaçınılmaz olacağını imleyen, görselleriyle duyuran ve onu umarsız bir çığlığa dönüştüren ilk Mesih'imizmiş meğer bu yolda o!..

Zaman kavramları nasıl da değiştiriyor, oysa çoğumuz onun Dali gibi dolar çılgını ve kapitalizmin finofil ejderliğine soyunan satın alınmış bir  kemiyet olduğunu sanmıştık. Yanıldık, çünkü dünün işbirlikçisi, bugünün isyankârı konumuna sürüklendi, çağın çetrefil, içler acısı, anlam kaymalarıyla dolu, bu yolda ışık hızını bile geçebilen kavramlar, oluntular, sürklase edilen veriler, verimler, zincirleme ikonlar ve protestonun bile gülünç ve düzenin tanrısal bir seviyeye yükselip, neredeyse sonsuz bir güce dönüşen, erkin, görünmeyen mekanizmaların tüm bir insanlığı köleleştirebilecek güce ulaştığı bir yıkım ve ilahiler tanrısının, Satan'ı bile sağ kolu olarak sunduğu bu illüzyonlar ve  her şeyin; güneşin, tanrının ve evrenin ayetlerine dönüşebildiği, çağrılmayan Yakuplar ve manipülasyonlar dünyasının, kuyruklu yıldızlarla kaynaşan ve hiç bir ederi, düşünsel yeniliği, çekiciliği ve hümanistik yadsıma ve fütürist bir görselliği ya da içeriği barındırmayan, her şeyin yıvışıp sıvıştığı, gerçekte tanrıya bile yer olmayan, anlakta onun manyetik bir dalgaya dahi değil, mizahi bir kara duyuna dönüştüğü, bize sonsuz gelebilen sanal bir özgürlükle süslenmiş, tüm evreni tutsak alabilecek bir algılam'a doğru sürükleyen bu canlılar ve okyanuslarla dolu sanat dünyamızda...

Bugün insanlık sanalitedir, sanalitik bir yığın, bir görüngüdür, ölüm sıradan bir olgu olup, tüm kavramlar tarihte görülmediği kadar hiçlenmiş, içeriğinden boşalmış ve insan beyni tüm yeteneklerini, tüm kişisel, tepkisel, bilinçsel özelliklerini yitirmiş ve beyin; köleleşmiş bir evrenin kumanda merkezine dönüşmüştür. Beynimiz bizim değil artık, bizim dışımızdaki, her şey ve herkesin bir düşünsel aracı o, bir kobay -denek- ve bir veri merkezidir artık. Kısacası sanat, klasik sanat kavramı; ölmüştür, tüm insanlıkla birlikte, sonsuza dek. Çağımız 21. yüzyılla geleneksel dünyaya son vermiş ve deyim yerindeyse insanlık tarihinin en büyük devrimini gerçekleştirmiştir. Dijital devrim. Atom çağının sonrası, dijital bir çağdır bu. Atomdan daha keskin belirsizlik ve görünmezliklerle dolu. İnsanın ve sözün  nitelikten niceliğe, bir ölü cinayet, bin ölü istatistik kavramının tanrısal bir töze, bir ayete dönüştüğü kutsal cehennem!..


Bir düşünce sorunu çözmek için değil, sorunları çoğaltmak, imlemek ve onu dışa vurmak için vardır. Ama yine de o, çözümden söz etmeyi sorunu göstermenin yollarından biri olarak ileri sürmeyi bir alışkanlık edinmiş ve tarih boyunca, hiç bir çözüm üretemediği halde, çözüm adına yaygaralar üretmeyi bir borç bilmiştir. Öyleyse çözüm nedir; toplu yok oluş ya da toplu kurtuluş gibi gözüküyor ufukta, hamaset dolu bir yaklaşımla, nasıl olabilir bu, günahkâr olmaktan kurtulmamız, tövbe etmemiz, arınmamız için, önce günaha girmiş olmamız gerekir diye bir söz var, insanlığın kurtuluşu, onun sürüklenebileceği felaketlerin en büyüğüyle doğru orantılı bir varsayım ne yazık ki, yaratılışımızın naturası, cehennemi görmeden, yaşamadan, cenneti vaat etmeyen bir tanrının çocukları olmakla yoğrulmuş alışkanlıkla, bizim kurtuluşumuz, o büyük felaketimizle -apokalips- olasıdır, buran yeli esmedikçe, tuz gibi ak olmadıkça ve Sodom ve Gomore yinelenip arşı alaya yükselen bir yansıma, tersinir yadsıma, bir günah cinneti ve bir şirkin ulvi, alelade şahikası olmadıkça, tanrısal bir gazabın, gaddarlığın ve bir kıyamın kapısına varıp, ulaşmadıkça bir kurtuluştan söz edemeyiz biz. 

Ama umut var, o yolda ilerliyoruz, ne var ki sanıldığı kadar hızlı değiliz, bizim tanrılarımız nükleer güçlerle donatılmış, alev şeytanlarıyla kucak kucağa, kıtalara nam salmış ve ozon tabakasını delerek Mars'a ulaşmış olsa da; ne yazık ki henüz emekleme dönemindeyiz. Bir kıyamla, umuyla kurtuluşa erişebilmemize daha çok var, kendimizi yok etmek bile yetmiyor buna açıkçası, dahası yetmez. Tüm evreni ortadan kaldırabilecek bir güce sahip olmalıyız biz, olasıdır bu ama bir gelişme sayılamaz ne yazık ki, işte bütün sorunda bu...

Biz tanrının gerçekte bir mahalle bekçisi, bir apartmanın süpürgecisi bile olamadığını anlamalıyız, melek ve şeytanların onun has evlatları olduğunu kavrayıp bilebilmeliyiz ki, yeni bir evren ya da kan ve et uygarlığından amade bir yaşam ve kutuplardan arınmış, reng'ahenk bir kuş cenneti kurabilelim, yine de umutlu olmalıyız biliyorum; Adem'in çocukları bugünlere nasıl geldiyse, cehennemide çıplak ayaklarıyla yürüyerek geçecek, bir anksıyeteye  sahip olabilecektir o, çok basit bir beceridir onun için bu ve insan gerçekte bir tanrıdır ama bunu bilmezlikten gelmekte ve çağları geçip gitmek gibi bir uğraş içinde o...

Onu küllerinden doğuracak sihir  daima elindedir ve onun şeytanları ve Nemrutları bu dehşet veren vodvilin kozmikomik, komitrajik ve satirik oyuncaklarıdır yalnızca, bu yüzden bugüne dek, tek bir insan yaşadı diyebiliyoruz. Çünkü biz bir kategori olarak yaşadık çağlar boyunca, canlılar sınıfından bir Eden Kristali, bir sürgün, kendimizi yineleyip durduk acımasızca ve acemilik dönemlerini tüketiyoruz yalnızca ve bir deneyimin ustaları olmaktan alabildiğine uzağız henüz. 

İstanbul Contemporary'de gözde bir sanatçımızın işinin çalıntı mı olduğu, yoksa bir esin ya da bağımsız bir yapıt mı olduğu tartışılıyor sanal dünyada... Bu açınlar bu yüzden açıkçası, somut ve dürüst, yani gizlentisiz, tüm çıplaklığıyla düşünecek olursak, çalıntı olmayan sanat yapıtı daha doğmadı yeryüzünde, ama kesinlemeler karmaşaya yol açar, bu ne demektir, sanat geçmişin birikimini, yeni bir yorumla sunma çabasından başka bir şey değildir, salt yeni de olanaksızdır bu anlamda, taşın, suyun, eşyanın, yağmurun ve şimşeğin  tanrısıyla süslenmiş dünyasında, gerçekten yeni bir şey yoktur ve olmayacaktır da, gerçek sorunda budur zaten, kibar bir deyimle esin diyoruz zaman zaman çalıntıya, oysa  tümüyle yineleme, virgülü virgülüne aynı olan bir Don Kişot veya kutsal bir kitabın sunumu, gerçekte çok daha ders verici ve sanatkarane olabilir ya da ışık tutabilirdi bize... Anlamak için Deloslu dalgıç gerek ama paradokslar dünyasında sanat anlayan içindir ne yazık ki...

Çünkü biz sonsuz bir eskilliğin, yeni bir güne gözünü açmış, onun teknolojik türevleriyle boyanıp çalkanmış primatlarıyız ve görünür, kavranabilir evrenimizin versiyonlarıyız; sanatta bunun içindedir, biz de ve ev/renimizin ta kendisi de bunun içindedir, hepimiz ve görüngülerimizin esiri ve esini olan soyut vargı ve varsağılarımızda!..  Başka bir şey üretemeyiz biz, ötekine çok benzeyen, tıpkısını andıran bir sanat objesi veya Mona Lisa'nın birebir kopyasının sergilendiği bir sanat yapıtı, bizim için daha gerçekçi ve ders verici olabilirdi, çünkü yinelemek cezasından kurtulmuş bir sapiens olmaktansa, protest bir bakış açısıyla tıpkısının aynısını ortaya koymak kozmik bir derinlikte dürüstçe bir anlayış ve daha gerçekçi bir yaklaşımdır artık bizim için, çünkü sanat baştan sona bir yinelemedir gerçekte...

Bizim temel sorunumuz, bu yinelemeyi her defasında kozmik bir adap ve derin bir insanilikle anımsatmak, yansıtmak ve duyumsatmaktır belki de, sanat terkedilmelidir diyemeyiz ama sanat bizim sıradan bir parçamız olmaktan kurtulamıyor ne yazık ki, kendimizi anlatmak bir tür yineleme değil midir, böyle bir bildik tanı, köktenci değil, yüzeysel bir tanıya yol açacaktır sonuçta, var olanı kusurlarıyla biçimlendirmek, restorasyonla sözde yenilemek, niçin sanat sayılabilsin ki, ama uygarlık biçimimizi değiştirebilseydik biz, insan hiç olmazsa kendini tanıyabilecek, belki de anlayabilecekti kozmik ölçekte, yinelemek bir tanı olamaz ki, o salt bir tekerlemedir,  ama ufkun ardında ne var bilemeyişimiz, bugünkü anlaksal yapımız ve onun sınırları içinde, başka bir gerçekliğe ulaşıp, göremeyişimizdendir. İnsan vahşidir, ölümcüldür, yazgısının tutsağı olup, umarsız bir yaratıktır ne yazık ki, bu topoğrafyası değişmedikçe, o tropikal bir kuşun renkleriyle avunduğu sanata, bir illüzyona ve kendisine boyun eğmeyi sürdürecektir. 

Bundan ötürü bir dolayımla Sanatçı günümüzde sanatçı olmadığını ileri sürebilen kişidir, olmalıdır. Çünkü o kaçınılmazlıkla işbirlikçidir, bir yineleyici, günoğulcu ve skolastiktir gerçekte o... Yeni sanat diye bir şey yoktur, versiyonlarımızın piyasaya sürüldüğü, sayısal deneklerin karşıtlamında, kitlelerin beğenisine sunulduğu veya sosyal yaşamda türetken yollardan karşılık gördüğü, bildik bakış açılarının, bilinç üstüne çıkarılmış kozmik, kaotik ve bildik görselleridir onlar yalnızca. 

Öyle olmasaydı Şeyh Bedrettin bir kere doğar, Marks bir kez konuşur, Spartaküs bir kerecik kalkışırdı o sürekli şükrettiğimiz,  kutsal ve tanrısal bildiğimiz -dünya sahnesi- kurulu düzene karşı, oysa dünyamız saltıklıkla, bu tür düşselliklerin ve açmazlıkla yinelenen motto ve manifestoların ve her seferinde şu ya da bu biçimde 'Yüce Sezar, ölüme gidenler seni selamlıyor' diyenlerin  mezarlarıyla dolup boşalan bir ambardır geçmişteki gibi, versiyonlar cennetiyiz biz ne yazık ki. Savaş savaş değil, içimizde kök salmış, bizi kuşatıp temellenmiş bir kavram o, diğer anomaliler gibi tanrıyı günahkar yapan ve utanılması gereken bu... Belirsizlik ilkesiyle yaşayan bir dünyanın ve tüm belirsizliklere hükmeden bir tanrının çocuklarıyız biz. Bir tür ahlaksızlık içindeyiz ve bir sapmayız gerçeklikte ve bu yolla günahtan yoksun olmakla, gerçek bir masumiyetin içindeyiz aynı zamanda, ne yazık ki. Acınası bir devran!..

İnsanlık ilerlemiyor, aşkınlığın versiyonlarıyla gönül eğlendirmiyor, yalnızca keşfediyor o, atomu keşfediyor, nötronu ve gökadaları keşfediyor, peynir çeşitlerini ve karamelayı keşfediyor, yeni bir şey bulmuş değil o, olmayan bir şeyi yaratabilmiş değil -yarattığı tanrı öyle değil ama(!)-, bir yinelemeyi yeniliyor o ve yazgısına doğru hızla koşmaktan da büyük bir haz alıyor... Göğün altında yeni bir şey olmadığı sürece,  genlerimizdeki alıcı kuşun, düşlerindeki rengarenk tüyleriyle oyalanan bir çılgınlığın bebeği olmayı sürdürecektir o... 

Her zaman bir Quetzalcoatl özlemiyle avunan ve onu savunan baltalar tapınağının bir yabanılı o!..

Sanat, o denli kısır bir çıkışlar yumağıdır ki gerçekte, temaları tarih boyunca, üç beş başlık altında cirit atan neandarteller olmaktan kendini kurtaramamıştır. Nedir onlar, aşk, ölüm, yaşam, zaman, evren, sonsuzluk ve varlık, yokluk ikilemleriyle, onun versiyonlarıyla dolup taşan yaşam gaileleri, savaş, barış, kin, para ve ekonomik, sosyal, kültürel, endüstriyel ne varsa ve onun kozmik açımlarıyla dolup taşan her tür, tümü... 

Bizim anlağımızın cennet bağları, Eden Bahçesi o denli küçüktür ki, biz okyanuslar ve sonu gelmez cennet ve cehennemlerin sınırsızlığında taklalar, perendeler atarak  yaşamlarımızı düşlerin sonsuzluğunda geçirmekte olduğumuzu sanıyoruz, oysa insan minicil bir yaratıktır ve düşünce kozmolojisi henüz alabildiğine sınırlıdır, bir kaçış içindeyiz biz gerçekte, evrensi her şeyi, her neni algılamakta zorlanıyoruz, her konuda çelimsiz bir varlığız ve bildik sınırlarının dışına çıkmakla tehdit edilen umarsız bedeni, anında intihara kalkışabilir örneğin,  dışlanan bir homosapiens -düşünebilen varlık- o kadar naif ve kırılgandır ki, yaşam denilen kozmolojiyi anında yadsıyabilir, içine kapanır ve kendi kendini yok edebilecek basit bir aygıta, bildiğimiz bir alet ya da gülünç bile sayılamayacak son derece sıradan mekaniğiyle, öylesi bir makineye, et ve kanın danteliyle örülmüş bir kurmacaya dönüşebilir. Kurmaca, ne denli tehlikeli ve insansı etikten yoksun bir deyim. Ölümsüzlük bile kurtaramaz bu varlığı, ezasını artırır, o duyguyu terk etmedikçe ve düşüncesi sınırsızlığın kapısına ulaşacak bir biçimde gelişmedikçe, tıpkı kendisi gibi, amorf -anlamdan yoksun- bir biçimde oluşmuş bir yapıntının, bir göktaşının kozmik geometrisinde, cücemsi bir oluntu olmaktan öteye gidemeyecektir ne yazık ki...

Sanatın kategorileri de bir kaç kalemde toplanabilir bu yüzden, uygarlığımız son derece geri ve gülünç bir uygarlıktır inanın, başka dünyalar ve evrenlerin, kuantumla, parçacık ve dalga kuramlarıyla berkitilmiş veriler dünyasının düşlerini kuran insanlık, kozmik çölünde hiç bir şeyle karşılaşmadan, tüm evrenin sonsuza dek uzanan sınırlarını yerle bir ederek, hiç durmaksızın yol alabilir inanın. Bu yüzden kendimizi abartıyoruz biz, başka dünyalar ve canlıların özlemi içindeyiz, yalnızız ve bir ebeveyne gereksinim  duyuyoruz her zaman, bir süt anne (süt yolu) ya da bir teselli ocağı arıyoruz sürekli, büyük lokma yutalım elbette ama biz bulamayacağız onu... 

Bizi karşılamaya değer bulacak bir kavramlar bütünü, bir töz ve kolloid yığınlarının olabileceği bir evrende yaşamıyoruz büyük olasılıkla, biz sıradansak eğer ki öyle görünüyor, evrende; bir hiçliği barındırıyor olabilir, bu yüzden aksi bile sıradan olabilecektir artık bu madalyonun öteki yüzünün. Sıradan olanın türevleri de sıradan olacaktır doğallıkla...

İnsan bir bölüm bilim adamlarının ileri sürdüğü gibi antropolojik bir sapma; arınmış bir ruhun, sağlıklı diyebileceğimiz bir dna'nın ürünleri ve gerçekten tanrısal sayılabilecek bir gen yığınlarının yumağı olabilseydik biz, bugünün sanat, düşün ve ideolojik dünyasından en ufak bir kırıntı taşımadan varlığını sürdüren, düşüncesini onun en küçük bir endikasyonuyla karşılaşmadan ve kontranın yıkımına uğramadan, sürüp giden bir yapıntılar ve uğraşılar evreninin içinde olabilirdik biz ama evrilişimiz insanın ürkütücü derecede naif ve komik unsurların egemen olduğu bir yapıntıya dönüşmesine yol açmış ve üstelik tanrıları, yığınla, başıboş göktaşı gibi yüzen tabularıyla, inanılmaz bir  kutsaliteler cenneti ve cehennemini icat etmişiz biz. Umarsızlığımızdan ve kozmikomik bir karikatür olmaktan kurtulamayışımızdan, iyi düşünmeliyiz, biz kimiz ve neyiz, milyarlarca sözcük arasında, bir'icik sayıda bir 'Umut', eşi bile olmayan bir sözcük var ha!..

Gerçek bir varlık, bugünün sorunlarının hiçbiriyle uğraşmadan, sürüp giden bir töz ya da nen olabilir ve kendini anlayabilme bahtına erişebilirdi belki de ama bu olanak tanınmamış homosapiensimize...


Nereden biliyorsun deselerdi?
Bizden, kendimizden biliyorum derdim o varlığa!..








.......................................................................................................................................................................

 SİSTİNE ŞAPELİ
 
Yüzyılların şafağına döllenerek uyandı insanlar.

Dağların yeşil elinden
Kuzeyin çiftliklerinden
Merkator topraklarına


Yeni bir modül saldılar.


Gökmenler boşlukta yürüyorlar
Ak deliklerde sondaların yarışı sürüyor.

Vega'nın gezegenlerinde
Vahşice yok ediyorlar primatları,
Sanal dünyanın yarışları uğruna
Puan topluyorlar.

Paralel evrenlerde hiç dinmiyor tinsel savaşlar.
Bedenimiz tutsak ama düş gücümüz tanrısal.

Gölgelerin kolezyumu ve zaman paketleri moda.
Kitlesel düellolar hiçlik sınırında.

Varlık yokluk kavramsalı
Ölümün tiratları.

Erimsiz bir aşkınlıkla
Somut yüklemeler bitti.

'Nicel anlamlandırma'
Ve türün öbür bireyleri yitti. 

Tanrı tahtından indi.
'Neondertallar'a transferi söz konusu
Dün kenar semtlerdeydi.

Soğurmalar ve uydular 
Öyle süratli ki
Güneşin doğması için
Işık hızını geçmesi gerekli.

Gelecek geçmişi örüntülüyor burada.

Aydınlık yaralarını sarıyor.

Düşüncenin döngüleri, 
Kozmik ötesi ürünlerle dolu.
Kara çağ anı. Minos ölü...

Kuzeyin kalçaları gemileri batırıyor
Buzul kelebekleri denizlere ağıyor.

Negrotik kalkan ve karbon salınımları
Görkünç ağlar örüyor.

Kançılaryalar izliyor.

Homohome (*), homohome, homohome çığlıkları!

Nöropinefri, Lothar kristali, Çin Tang
Ve mezar figürleri;
Borobudun-Taino tören oturağında

Karancıl aşkın Kudüs Krallığı; 
Pers saraylarında...

Sayısız yürekleriyle varlıklar
El kol işaretleriyle masal anlatmama
Bayılıyorlar.

(*) Kafes insanları
 
......................................................................................................................
 
 


PROKYON

Fichte, istenç özgürlüğü verdi dün
Neptün koyuna...
 
Sit alanı zorunlu diyor Gadamer
Göksel primatlara.

Fiyortları kamulaştıracaklar.
 
Dilthey'e öykünüyor uçurumlarda...

Bakın Sancho ne denli sakin
Eşeğiyle, kozmik dolambaçlarda.
 
Eseme, eseme, eseme
Ölümün kollarında Sindirella uykusu.
İç evren tinselliğinin adıyız biz.
 
Levni'de bulutları göremedi
Tutsaklığın bitişini göklerde
Sonsuzluğun aşkı gölgelediğini.
 
Doğa ötesi varlıklar tümel düşman.
Adem'in öyküleri gülünç kılıyor bizi
İçlerine almıyorlar.
 
Belleğin varlığı tümüyle yararsız çıktı,
Gördüğünüz gibi.

Tanrımız, Denver'in şerifi
Bir 'Parator' o ant veririm ki
 
Juliet bağırdı ona
Tristan'ın egolarına göz yumdu diye
 
İsolde ince sayrılıktan gitmedi mi?
 
Üç tarih anlayışımız da uyumsuz.
Kozmikistan mı bizim yuvamız.

Değerler alanında hiç yerimiz olmadı ki...
 
Bilinç; ürün çıktı.
Düşünsel yasalar tümüyle yapay.
Yaşamı kavrayamadılar.
 
Tanrılar düşsel prangamız işte
Odysseus gelir gelmez haykırdı
 
Tüm gizleri Erebos'tan;
Kuvöz yaratıklarıyız biz.

Melekle, üç Meryem tropeye
Geri dönmeliymişiz.

Tanrıları gördüm ben,
Kayıklarını da.
 
Denize girip saklandılar
Arkon rıhtımında.
 
Patikalardan geçtiler ve
Sessizce; yanlarımızdan.

Yelkenlerini açtılar ufukta
Bizlerde hiç kıpırtı yok ki
 
Onların işleri yolunda!..