14 Haziran 2019 Cuma

NANKÖRLÜK ÜZERİNE



Adamın biri yolda bir kutu bulmuş, merakla içini açmış ve içinden bir yılan çıkmış.

Demiş ki adama, beni sonsuz esaretten kurtardın ama tıynetim gereği seni sokmam gerek, yani öleceksin!..

Adam bir dakika demiş, önümüze çıkan üç varlığa bu davranışın doğru mu soralım evet derlerse, istediğini yap!..

İlk olarak dişi bir kaz çıkmış önlerine, kaz demiş ki yılana, evet sokmalısın, bu insan denen yaratık acımasızdır, havada uçsam, denizde yüzsem, karada koşsam gene de acımazlar, avlarlar beni!

Derken bir akarsu çıkmış önlerine, adam demiş ki, ey belleksiz yaratık, yılanın bana layık gördüğü hak mıdır söyle bakalım, su yılana bakarak demiş ki, ey yılan hiç durma sok, bu insan denen varlık öyle lanettir ki, gelip yüzlerini yıkarlar, olmadı abdest alıp, göğe doğru el açarlar ama, tam ayrılacakken gene de, hak deyip tuuu diye tükürürler, yapacağın çok doğrudur!..

Adam çaresiz son varlığı beklerken bir tilki çıkmış önlerine, diğerlerine sorulanı ona da sormuşlar, tilki hiç oralı olmamış ve dönüp yılana demiş ki, beni şaşırtan bu denli küçük kutuya nasıl sığdığın. Yılan birden gurura kapılmış, o da bir şey mi demiş, çok daha küçük kutulara da sığabilirim ben!..

Öyleyse demiş tilki, allasen şu kutuya bir gir de, görelim marifetini!.. Yılan başlamış kutunun içinde kıvrılmaya, tam çöreklenip, alayla dönerek tilkiye gülümsemiş ki, tilki birden kapatmış kutuyu!..

Ve adama demiş ki; Nankörlerden kurtulmak için, onlar gibi davranmak gerekir!..



***






Nasır-ı Husrev'in Saadet-Name'sini okuyordum, Karluklar önüme çıktı, Escher dediler Amarni kasabasının merdivenlerinden esinlenerek yaptı o labirentlerini, güldüm, bu kadar basit yani dedim. Valla dedi biri Yukio Mişima bile Sabastian Azizi'nin putperestlik sağaltan hazlarından akademik tezler üretilmesine vesile olmuş mudimizdir, valla mı dedim. Türkçeyi bozdun dedi biri, bozuk diye diye Bozüyük'e vardık kız diye çığlık attın teyzem, seppuku yaparak ölsem gayrı dedi, boğumlu kurdun ağzında kuru yaprak olursun ha dedim, altta kalmadı, orasını burasını kaşıdı.
Mevlana'da hû diyen Yunus'um ben dedim Gülayşe'ye, şiir yazacağım kız, şiir, şiir, şiir aksın diye, su gibi teyze su gibi, baktım evrenin ucuna, vardım öteye, yokluk nedir teyze diye bağırdım, Solaris diye biri geldi, adı güzel vallahi, uzun yeşil bitkinin olduğu yerde, Bahri Siyah bir şey göreceksin, Kara Deniz kız, Valonlar İsabey Şarabı içiyor orda ve diyorlar ki yokluk mokluk dedirtme şimdi bana, iç şunu zıbar, yaşamana bak şamakon herifçik!..
Haklılar, Heratlı Bahşi Uygur, Kalmuklar soyundanmış ve dermiş ki, evrenin sonu başıdır, size garip gelebilir bu, çünkü hep uydurdunuz kör olasıcalar, gittiğin yer başladığın yerdir daim, çünkü siz oncağızın kudurmuş bir kulusunuz, bir adım gitseniz geriye döner bir bakarsınız, arkamdan geliyor mu diye, o değil kız, babanız. Ah, of kızım gene de zaman, salt evrendir yada belki de her şey zamandır, öyle demediydi ama bu kadarını anımsayabildim yahu. Gravite zaman parçacığı filan de ki inansınlar atıp tuttuğuna, sürüleri otlatan çoban gelince yalan söyledim zaten dersin.
Sokratik laflar etmek istiyorum ben, ölüm tanrıların eğlencesidir gibi, umursamazlar bizi, varlık içinse o bir trajedidir, ölüm insana sürekli insan olduğunu anımsatır, bu laf nasıl oldu mu, insan bunu için ölümden kaçmak, kurtulmak ister canım benim, insan için ölüm gerçekte bir aşağılamadır, yaşamın boyunca tüy dik, beş dakika içinde son iç çekiş köyüne var ve tüylerin hepsi uçsun, ben böyle yaşamın tuğuna tüy dikeyim inan ki, tanrıya ve şeytana baş kaldırmamız bundandır ne yazık ki, içlendi işte...
Şiir sonsuz barış özlemidir gerçeklikte, güzelleme kalp çiçeğidir ve şiir evrenle bütünleştiğinde her şey toz olur birden, bir amaç kalmaz artık, sonsuzluk ve ölüm eş anlamlıdır bu yüzden şiirde, bak bu olmadı işte. Yok doğrudur, Galile ölümden korktuğu için değil, varlığı, var olanı, yaşamı kavradığı için vazgeçti düşüncesinden, o kendisi için değil, ötekiler adına caydı, çünkü düşünce nasıl olsa gelir ve gider, değişir, ama ölüm ve var olanın barbarlığı, o kadar utanç vericidir ki, düşünce adına bile olsa onun önüne geçmek gerekir, ölüm ve düşünce yan yana olamaz, birinin olduğu yerde diğeri olamaz ki, düşündüğünde tabi ve zaten bilim bazen edebi magazin gibidir, dünyamız bir çeşit sapma ve öldürüm, soykırım üzerine sürüp giden bir düzen, son kuş uçtuğunda paranın bir işe yaramadığını anlayacak biri kalmayacak ki, nükller güç, uzaysıl çabalar, göksel mülkiyet, bir uygarlık sayılamaz ki, Galile düşüncesinden vazgeçmesinde çok haklıydı.
Raviyanı ahbar ve nâkılânı âsar ve muhaddisânı rüzigâr vü işte alın size kızıl adalarda kaleme alınmış masallar, analatan ölümü yenmek için kaleme almış diyorlar ama Nietzsche tanrı öldü buyurduğunda sabaha kalmadan uyuyuvermiş doğruysa, yahu evrende kimilerine göre yıllarca yıllar bir dakika, en iyisi ölümle arkadaş olmayı denemek diyor kimi, elektronik etle, organik etin bir bağı var diyor kimi de, öldüğünüzde yanınıza bir telefon almayı unutmayın, toprak şarj edermiş onu, Tyuratam köylüleri, kırlar ve Yuri Gagarin teyzeciğim. Bak su sanki yalvaç gibi, resulü andırır pırıltılar yayıyor, ölünün göğsü Romalı bir askerin kalkanı gibi inip kalkıyor, kötülük, doğamızdan kaynaklanan kararsızlığımızın, ölümsüz bir parçasının ruhlarımıza sanki kendi öz kaos stokundan yayılmış bir sümbül şeyidir. Aşık olduğum kızın göğsünün karanlıkta deniz anası gibi parıldamasıdır. Vallahi geçengün tarihi bir çeşmenin yalağına indim ve dedim ki Raziye'ye üvey kızımız olur, elini ver ve benim elim şu an 1683 yılında senin elinse 2018, birden elektrik çarpmış gibi sarsıldı ve defol dedi, niçin bana bu kadar uzaksın, işe bak sen, o ara Venedik Balyosu geldi, o yaptırmış çeşmeyi, çıkın ordan dedi, çevreyi kirletmeyin, beyoğluymuş kendisi ve Beyoğlu adı oradan geliyormuş Tatyos beyciğim benim.

Düşümde iki yılan sevişiyordu. Ama ben gözlerimi arıyordum. Oda da ölüler geziniyordu. Ama ben ellerimi sayıyordum. Birden gökte Günay Haçı belirmişti, ay şak olmuştu aniden. Komet gibi uzun biri geldi derinlerden, tanrısın sen dedim ona, sen kimsin dedi bana, bak dedim şiir okuyayım sana, öyküler anlatayım, birisi delilerin ediminden, öbürü gözlerine bulutlar indirecek, yağmur yağsın diye, diğeri alışkanlıklarını dile getirecek, kalnalar ya sana ya bana gönül indirecek... Samuel buraya gel, İsmail topuk indir, bak oluklardan can akıyor, firavun şarından insin, hey Samuel ırmağa gel, deliler delirsin, Sodom'un güneşi alevlere gömülsün, buran yeli essin, ay sönsün, tuz gibi ak olsun oğulların, Behemehal yolunda develer belirsin, işte Sam Şam'da, Ham Halep'de, Yafet de Hayfa'da... Düşümde tanrı, şeytan ve ben konuşuyorduk, bir sofrada oturmuştuk, şeytan kaz ciğeri yiyordu, tanrı adam otu yiyordu, bense semizlik. Şeytan Judas'dı, tanrı tanrıydı işte, bende ben, antijudas. Herkes bir mesel anlatsın dedim kendine göre, tanrı hemen atıldı, ben söyleyecektim yahu, benden çok yaşayacaksın, tövbe dedim, sensiz olamam, güldü şeytan, ben varım dedi, bir tür yaratan, muavinsiz araba olur mu, bu kez ben güldüm ve tanrı ikimize bakarak, sorun yok dedi, bütün bunları düşlemiştim ben. Buyrun dedim tanrıya, söz sizin, basit bir dedikodu benim ki dedi, senin ağzından yazılmış gibi, zaten bütün edimlerim insan yapısı gibidir dedi, yazdırana bak demişim.








Hiç yorum yok:

Yorum Gönder