12 Haziran 2020 Cuma

SOPHİE


SOPHİE

Aşkın ölümümdür. Çok kışkırtıcısın, kendi ölümüme doğru sürükleniyorum günden güne, etimiz ekmek, kanımız şarap olsun diye, karanlık duygular içindeyim Sophie...

Her gece sana dualarımla sahip olmak istiyorum, tan sökümünde, politize bedeninizde istavrozlar çıkarmak, Tudor hanedanından kurtulup, Elizabeth'lere kavuşmak, giyotine uzanmış bir başın, gönüller içindeki Yahyası olmak, umutsuz ruhlar için nasılda doyurucu...

Yüce Sophie... Sen anemonlar azizesi, vulvanın bütün kıyılarında dolaşmak, benliğimin karanlıklarına savrulmak, uçsuz bucaksız dehlizlerini arşınlayıp, azgın denizlerinde var olmak ve bir kuş ölüsü gibi sahillere vurmak, buz tutmuş ırmaklarını yerle bir edip, karlar altında ki kanallarını paramparça ederek, ateş cehennemleriyle tanışmak, volkanlarından göklere tırmanarak, şol cennetinin kapılarına ulaşmak istiyorum.

Sophie, biliyorum ki, senin düşsel varlığında ben bir hiçim.

Bütün yurtluklarına varmak. ülkelerini adımlamak, sularında yunup, toprağında uyuyarak, gece yarılarında parıldayan zümrüt gözlerinin ışığında yitip gitmek istiyorum ben. Düşlerin korularından, imgenin ormanlarından sakın uzaklaşma, ne olur dumanlara, buğulara karışma, puslu sabahımın göz gözü görmeyen sisleri arasında, sakın kaybolma Sophie...

Sonsuza dek sürmelidir bu nar çiçeği, bu kan kızılı tören!.. Kap kacağın ve bronz aynan yanında mı, gecede ilahi gövdenin kutsanmış sızıları adına, tanrının bağışladığı, şu kılıç suyunun tadına bakmalısın, kuşatılmış yamaçlarında, uykulu sabahlara uyanmalısın, kutsal birlikteliğimiz adına, çarmıhtakinin acıları adına, canhıraş iniltilerle göklere tırmanarak, sonsuza dek var olmalısın.

Ey başlangıçtan bu yana, ehramın kasırgaları adına, yeryüzünü tavaf eden Sophie, bilip bildiririm ki ve tanrına buyurmalısın ki; bu dayanılmaz tansımalar, kutsal doyumsuzluklar ve salt çıldırtıcı şu seyrimeler için mi yarattın bizi!..

Ey, el Gühel ecesi, umarsız ruhlara, dünya komşuluğunu bağışlayan, meleklerin azizesi, varlığıyla ayı küstüren gözlerin, yedi kıratlık elmasın ve mercan süslerinden döl yatağın yanında mı... Senin için deli oluyorum ben. Gümrah göğüslerinin sütü ölümsüzlük nektarıdır. Yalvarıyorum, ey ruhumun yatıştırıcısı, Bel'am'ın belalısı, kale kapılarından savrul da gel,

Gecede zincirlerimden boşanmak üzereyim Sophie... Binbir gece masallarının güllerini koynuna doldur da gel, gecede altın anahtarım kilidinde şıkırdıyor, deli olmak için delin olmam gerekirdi, işte böyle Sophie!..

Sen uzaklaştıkça içime gömülen bir hayaletsin, rabbini bilen Samiri'nin tutsağı, yittikçe tinimde çoğalır bir meleksin Sophie...

Sen kalplerde yeşeren o eşsiz yonca, düşlerde serpilen bir gül-ü goncasın...

O Süveyş ötesinden yanıma geldi ve mavi denizinde, azgın dalgalarla boğuştuğumu ve nasıl çırpındığımı ve bir horozun dünya renkleriyle dolu, dilberim tüylerinin nasıl savrulduğunu da gördü..

Ah, Sophiem'in vulvasında uyuyacak bir kiklop varsa o benim, kızıl bir fener gibi yanıp sönen gözlerinde, günahlardan arınmak için bir rahip aranıyorsa o benim.

Ve o gün geldiğinde, demeliyim ki ona, günah çıkarmamız için önce günaha girmemiz gerekir. Yatıştırıcı ay ve yıldızların şapelinde, hınçla, coşumla, bir yanardağın volkanıyla, meleğimin bekareti kutsal suyla ovulacak, tanrının kamçısı ılık tenini okşayacak ve ant veririm ki, büyülü gövdesi, meltem rüzgarlarının esintisinde, o doyumsuz cennetine kavuşacaktır.

Sophie inliyor, seyriyor ve gümüş kanatlı sözlerle, dualar sayıklıyordur şimdi düşlerinde ve mut dolu gecede, gözyaşlarıyla el ele, uzak, güneş yağmurlarıyla dolu bir ülkeye doğru gitmektedir, ölümsüzlüğün ve sonsuzluğun, yalnızca düşlerde yaşattığı o tatlı anılarla...

Sophie uyumakta...

Altın anahtarımın musikisiyle, şimdi baygın ve kemanımın yayı onun içlerinde gidip geldikçe, bedeni kımıldıyor ve yıldızların karanlığında dehlizini arıyor ve duvarlarını tuz buz edip, yakıp yıkıyor... Sen cennetinde uyu Sophie, ben senin iç çekişlerine çalışıyorum.

Bugün tanrının bağışlarında ne var Sophie, senin gözlerin zümrüt yeşili, kirpiklerin ela ve tümülüsündeki çayırlar mavidir. Göğsünün minik tepecikleri safran... Ve biliyor musun ki, hiç bir mutant, senin adını bilmiyor, hiç bir siborg senin gördüğünü görmüyor!.. Çünkü o deniz ülkesinde, yalnızca ikimiz yaşamış ve yalnızca ikimiz tek bir bedendik Sophie...

Sen düşlerin, yüksemlerin ve sanımların yeryüzündeki ceylanıydın...

...

Üzerinden bin yıllar geçti bu öykülerin... Odysseus bir adanın ormanına daldı ve bir zaman yargıcının ortağı, dev kikloplarla karşılaştı ve tüm zamanlarda tavşanlar, hep kırmızıydı orada, koruluğun suları yeşil taamındaydı. Göklerde kaknuslar dolaşıyor, apak kar kristalleri, kar bulutlarıyla dur duraksız yamaçlara yağıyordu. Varlıklar uçuşuyordu doğudan batıya, kuzeyden güneye...

Bakir Lilith'in otları, Penolepe'nin kıvır kıvır saçları gibiydi, içinde bıldırcınlar yuva yapmış ve oğlaklar geziniyordu, koyaktan koyağa, kovuktan kovuğa, oyuktan oyuğa, kuşlar uçuşuyor, ortalığa sümbül kokusu yayılıyor, su perileri korularda çığlıklar atarak, ılık güneşin çavlanlarında su dökünüyordu...

Bu gece, düşümde seni gördüm Sophie...

Yelkenlimin direği, senin azgın dalgalarında bir iniyor, bir çıkıyor, bir iniyor, bir çıkıyordu. O kadar uzun süre boğuştum ki dalgalarla, bir an öleceğimi sandım. An geldi, senin denizin birden duruldu, yelkenlinin direği indi, dalgalar delirmiş gibi, bir o yana, bir bu yana savruldu, sonra devinimsiz gök kubbe, sessizce tahtına kuruldu.

Tüm yeryüzü, ıssız, sakin bir İrem Bağı oldu.

Sen, göz alıcı, mücevher gibi kabarcıklar, bembeyaz köpükler arasında uyuyordun. Soluk alıp veriyordun ama ılık yelde, savrulmuş bir yaprak gibi titriyordun. Sanırım kendinden geçmiş, bir divaneye dönmüş, orgazm olmuştun.

Bugün seni Yakup gibi çağırmadım Sophie, düşlerin merdivenine tırmandım ve göklerin yurtluğunda, dört bir yana koşarak, yıldızlarda seni aradım.

Sophie, gün ışığı bedenimizi görmeye yarar, karanlığın ışıltısıysa ruhumuzu...

Şimdi ıslak dilim görkemli yarığını öpücüklere boğuyor ve İncil üstüne ant veririm ki bütün kuyuların günnük gibi kokuyor. Çıldırtıcı ve bir gün beni boğacak olan ve ölümümü bağışlayıp, sunacak olan sevdana meftunum ben Sophie... Geleceğimi görüyorum.

Sen her şeye kadirsin, sen tanrının elçisisin, elini uzat, gölgenle avunamam Sophie, hiç bir şeyin teselliye yetmiyor kara sevdamı...

Biliyorum sen, Zürih'inde hiç bir düşe kapılmadan gideceksin. gerçeklikler çok güçlüdür orada ve yağmurlar da alabildiğine dirimcil. Burada esrikliğin tadına varacak, dehlizlerin ruhunu görecek ve yüreğin kanayacak, sürgit, kanlı sargılarla uyuyacaksın.

Ve tanrının mihnetiyle doyuma varacaksın ve bir kar kelebeğinin düşlerinde olacaksın sürgit...

Geceler boyunca şiir okuyacaklar sana, musikiler duyacaksın, tanrının havarisi sen...

Altın anahtarımın şıkırtısı, Harun'un çalar saati, zamanın bağışı ve Taç'ın sayrılıklarına gönül indiren...

Ey kısır Meryem!..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder