27 Ocak 2016 Çarşamba

ŞİİR

Şiir gayri resmidir, yaşamın verileri ona göre değildir. Şiir iksirdir, sağaltır, dinlendirir, mut verir... Şiir nedir; her karşılıksız soru gibi sonsuza dek bilinmezlik ve anlam kaymalarının çoğul sacayaklarında gezinir bu tanımlamalar, o uygulamalı güzellik enstitüsü müdür, acıların ve anıların dışa vurumu, meram bağları mıdır, Scapin'in Dolapları, Soyuz soyutlamaları mıdır şiir, yoksa dinmez bir sızıyla zamanlar boyunca yinelediğimiz devrim şarkıları mı... Umarsızlığın baladı!.. Belki de o... Doğu şiiri genelde mistiktir, şiir tarz, tip, üslup, stil, konsept, janr, biçim, yönsem, simülasyon ve de biçemi diğer estet alanlarında görüleceği gibi birbirini etkiler, kültürel akışkanlıkların etkisinden kurtulamaz, doğu mekanik ve soğuk şiiri batıdan almıştır, Hint mitolojileri, İran, Türki gelenek, tüm Mezopotamya mistik, totemik ve trajiktir. Ah evet trajediyi ise batı, doğudan almıştır, batı fars, fabl ve öteden beri castratoyu görkemle sunan saray gösterileri-efsanelerini anlatır, (Kaligula, Hamlet, Demirbaş Şarl, Kısa Pepen, Elizabeth oyun ve gerçek, hep aynı bakışı yansıtır.) yüceltir genellikle, onun mistisizmi maskeli balonun fantazmasından başka bir şey değildir, görkemli gerçekçiliğe yatkınlık taşır, batının gerçeküstücülüğü, kilise vitray ve ikonlarının ana teması insan ve kanatlı melekler, devasa sakalıyla tanrılardır, batı insandan, gerçekten, pragmatist olandan uzaklaşmaz, doğu tanrıyı bir üçgen olarak sunabilir, batı bunu absürt ve us dışı bulur bu yüzden aya o çıkar, çünkü düşler, gerçeklerden ayrılmaz, ayrıldığında düş gerçeğin önüne geçer ve her şey doğuda olduğu gibi karakoncolosa ve karmakarışık bir yumağa, ucu bellisiz bir sicim teorisine döner!.. Bu konularda, mal sahibi, mülk sahibi, hani bunun ilk sahibi anıştırmalarında, yeryüzü her zaman olduğu gibi galatı meşhur tanımlarla, yanlış yerleştirmeler, haksız sahiplenmelerle doludur, -tarih belgeyle yazılmayabilir- çalıntı ve benimseme gırla gider, şu bir gerçektir, her tür mal-meta, üreti sahiplenenindir ne yazık ki, yaratanın değil. Örnekçesi İlyada batı değil doğu şiiridir, doğuda her güldeste bir İlyada barındırır, Nazım ve Yaşar Kemal hala onun izini sürer, batıda İlyada'dan sonra başka bir tek İlyada olmadığı gibi, -Finlerin 19. yüzyıldaki derlemesi Kalevala bir anıştırmadır- batının naturasında yazgının oyuncağı olan hiç bir olay hayat bulamaz. Batı en elim olayları bile usun çemberinden süzmeden tek bir adım atmaz, batı ağlamak, göz yaşı dökmek için yazmaz, ondan ders alınması, hadi bu tepedenci yaklaşımı geçelim, onu eleştirel, mantığın süzgecinden geçirerek kitlelere sunmak, bir yaşanmışlığı tüm cepheleriyle gözden geçirmek, yenilerken yinelenmemesi ya da deneyimin berkitilmesi için yazar. Papaz gece açan çiçeklerin genomunu arayanlara başarılar diler, astronom kiliseye boynunu eğerek girer, laboratuvar desteğini Anglikan Elizabeth'ten alır, prangalıyız; dünyanın efendisi değil, eşrefi mahlukat değil, eşyaya ve evrene boyun eğmiş, ölesiye çalışan-çalıştırılan köleleriz biz diyen filozofu Vatikan kutsayabilir. Herkesin bir yeri, her tepenin bir şatosu, her şatonun bir tepesi vardır. Doğuda her şeye dalkavukluk karışabilir, kötü bir şey diye değil, doğu umudunu yitirmiştir, hükümdar ölür, derviş dilenir, gökmenin başına gök taşı düşer, gözlemevi depreme yenilir, sultanımız bir çıbandan ölür, denizler çekilir, çöller gözyaşı bile dökemez, tanrısına gücü yetmeyip boyun eğer, acımasız olduğunu bilir, melek görünmez, şeytan içindedir, doğu ve batı, her iki anlayış sürekli çarpışır, doğu haklıdır, batı güçlüdür ama göklerin terazisinde neler dönüyor, neler oluyor bir türlü belli değildir. Kolektif bilinç adına neyin yaratıldığı, insan yavrularının anlağında henüz belirsizdir, anlamı bir kargaşaya yol açmaktan daha kurtulabilmiş değildir. Batı sakindir, sınırlarını bilir, bildiği için güçlüdür. Doğu ise kavramlarla pozitif biçimde oynayamaz, kendini yoksayarak karşı çıkma alışkanlığı vardır, varlığı hiçler sürekli, yaşamı yadsır, buda bir güçtür belki de, belki de sonsuzlukta iyi olan budur, bilemeyiz... Katip Bartleby çeviride göz yakıcı oyunlara baş vurulmuş mudur bilemem, o bile kahırlanmak, acı duymak, sızlanmak için kaleme alınmamıştır, korkunç derecede derin bir yapıttır o, doğuda ise göz yaşı döktüğünüz anda yapıt görevini tamamlamıştır, temel olan göz yaşıdır, sorun hiç birimizin ulaşamayacağı, çözümsüz bir noktaya bağlanır ve evlerimize döneriz ya da kitapları kapatırız. Bu nokta nelerdir, tanrıdır, kaçınılmaz bir felakettir, deprem ya da volkan gibi bir şeydir, biri delirmiştir ve herkesi kılıçtan geçirmiştir, hiç biri gönülleri doyurmuyorsa hepsi, yani belirsizliğin görkemli turtası alınyazısıdır vb. Doğu çözüm için, ders almak için, eleştiri için, sorgulamak için yapmaz eylemi, kalemini yalnızca olguları dile getirmek, can alıcı yazgısının oyununa umarsızca boyun eğmek için yapar her şeyi... Gel gör ki, ne değişir -aynı yaklaşımla boğuluyor doğulu!..- günah terazisinde hiç bir ayrım yaratmıyor bu tutumlar, insanız, savaşıyoruz, barışıyoruz, ölüm ve yaşam borcumuz, kar ve zarar bilançomuz!.. İslam peygamberinin zamanında yapılan Hendek Savaşı, yüzyıllar sonra yineleniyor, Sezar, Napolyon, Naziler sırayla Avrupa'yı ele geçiriyor!.. İlyada baştan sona trajedidir ve doğaya, tanrılara yakarıdır, batı ise yakarmaz, tanrıyla anlaşma yolunu seçer, skalası doğuda olamayacağı kadar geniştir, yakarı mistik bir gelenektir, derin, içsel bir ezginliğin, varlığın gizemine duyulan hoyratlığın, acınası umarsızlığın göstergesi, dışavurumudur. Toplumsal ayrımlar o denli göz alıcıdır ki, doğunun mantalitesinde bir domuz insanla evlenebilir, paganizm ve fetişizm alabildiğine denebilecek kadar yaygındır ve saygı görür, batıda ise bir insan bir domuzla evlenemez, batının düşünsel yapısı buna izin vermez, ama batıda bir insan dilerse tüm mirasını köpeğine bırakır, bırakabilir, doğuda ise buna yeltenen bir insanın mezarı yağmalanır. Batıda yaratılışın yani tanrının da sınırları vardır, bu oyun ve bu kanı her yerde sergilenebilir ve örneğin tanrı şöyle diyebilir, sizi yarattım, görevimi yaptım, öncesi ve sonrası benim işim değil artık, tanrıyı konuşturma noktasında batı engin bir anlayış gösterir, ama düşünceleri konservatif, kalıplar halinde dağılan doğuda tanrı ile şakalaşma dahi olamaz, bu öyle marjinal bir şeydir ki, ağzınızdan yel alsın derler, çarpılırsın, tahtaya vur, pagan çağların alışkanlığı, yeniliği öylesine dayanılmaz ve katlanılmaz bulan doğuda, bu fetişizm ışık hızında yayılabilen tek şeydir. Batı kimlik, kişilik, adap, edep tanımaz, Kanuni'nin romanını o yazar, Pierre Loti, Eyüp Sultan'ı anlatan dünyadaki tek entelektüeldir, Rudyard Kipling Hindistan'ın atasıdır, niceleri daha vardır, ama Osmanlı'nın yüzyıllarca at oynattığı Avrupa toprağıyla ilgili tek bir yapıtı yoktur, Kraliçe Elizabeth'in Gizli Çamaşırları adlı, bir bölümü gerçeğe dayalı bir hikayatı, öykü kitabı yoktur, Atahualpa'nın öz yaşamını bizden öğrenecek bir Latin Amerika ülkesi yok, İzlanda gayzerleri üzerine bilimsel dergilerde yayınlanmış bir tezimiz yok, saymakla bitmez trajediler, ekonomik, sosyal, kültürel, üstelik batıyı palyaço gibi, biçimsel olarak taklit eden binlerce binler kadar binler var, doğu gerçeği sevmez taklitçidir, bize kim acıyacak!.. Batının dünyayı malı gibi görmesi, serin kanlılığı öyle dillere destandır ki, Honk Kong onun sömürgesiydi, Cebelitarık'ta Deli Dumrul adası var, Malvinas onun, Afrika'da Tamarind ağacından inen Prenses tahta geçeceğini o anda öğrenir!.. Bu yararlanma, sahiplenme, mal etme, bazen o kadar belirgindir ki Gaudi tüm mimari üslubunu Avanos'taki peri bacalarından almıştır, yüksünecek bir şey yok, ama bizim yüzyıllardır mimari bir üslubumuz yok, Hemingway edebi bir metninde Klimanjaro dağının doruklarında donmuş bir pars ölüsüyle karşılaşır, sonsuza dek sürecek bir yalnızlık ve elem veren sonsuzluğun dramı, ama bu anlatı ne olursa olsun, Afrika kültüründen aşırma bir duygudur. Hemingway bu pars buraya nasıl çıkmış, neden gelmiş, niçin ölmüş diyor, ama gerçekte, kendisinin pars olduğunu söylemiyor. İster inanın ister inanmayın bin bir gece masalları tüm çağdaş edebiyatın atasıdır, batı bunu bilir ama söylemeyebilir, bu teze ilk karşı çıkan ise doğu olacaktır, doğu mütevazıdır, 'Alçak Gönüllü!..' Engin doğu hala kadından şair olmaz söylemiyle zamanını geçiriyor, desem ki yalnızca kadınlar şairdir, çünkü sayılmasız adam şiir yazar biri ancak şair olur, üç kadın şiir yazar biri kesin şairdir, istatistiğin dili böyledir, toptan, tüfekten, barış için savaştan söz eden biri nasıl şair olabilir, böyle biri şairse kanarya Prokofiev'dir!.. Şarkikaraağaçlılar, Pisa yerine pizza arayan, izmaritten müze açan dünyadaki tek entelektüeldir. Sonuç olarak, doğu içselleştirmeden kutsallaştırmaya eğilimlidir, batı ise kutsallaştırmadan içselleştirmeye, batı deneycidir, görmek, yaşamak ister, doğu bağlanımcıdır, fantazilerle, farazilerle (varsayımı var say), söylentilerle hareket eder, elektriğin çarptığını anlamak için elini uzatır, batı elektriği ehlileştirmeye çalışır, onun bir insana zarar vermesini başarısızlıktan sayar, onun için batı mantığa önem verir denir, düşünce önden gider, eylem ardından, doğu ise duygularına ağırlık verir, devinim ve eylemle kendini sınayabilir, bilanço ağır olsa da düşünce konusunda acelecidir ve düşünce kendine yetişemez, tıpkı kızılderilinin yanında koşan adama, yavaş ol ruhum geride kaldı demesi gibi, doğuda düşünce arkadan gelir. Bu hep böyle midir, 'Yeniden Doğuş'tan bu yana bu ağırlıkla böyledir (yeniden doğuş bir kıvılcım değil, bir periyottur, Zweig'ın yıldızın parladığı anlar dediği şey tam anlamıyla bir doğu masalıdır!..), doğunun düş gücünü, mistisizmini, batı gerçekliğin hırkasını ruhani olana giydirmesiyle geride bırakmıştır, gerçeklik ve ruh bütünleşerek en sağlıklı biçimine kavuşmuş, hızla yol almıştır, bu bir sentezdir, doğu eski alışkanlıklarıyla bu aydınlığı geçemez, onunda bir zamanlar doğuya bakıp bir sentez yakalayan batı gibi bir yeniliğin peşine düşmesi, belki de yeni bir sentezi yaratabilmesi gerekir, peki aya giden, sınırları zorlayan batıya nasıl yetişecek, tüm uygarlıklar hantallaşır ve metal yorgunluğunun ağırlığıyla çöker, yılkıya çekilir, dinlenir, bu arada flama el değiştirir, tanrının, tanrısal olanın güzelliği burada yatar, doğu ışık hızına ulaşamaz belki ama ölümsüzlüğü keşfedebilir, kurt deliğinden geçerek, ışık hızını çöplüğüne bırakabilir, manyetik giysilerle mevsimleri seyirlik kılabilir, çarpmayan elektrik dalgalarıyla tablolar yaratabilir, tanrıyla herkesin içinde yüz yüze konuşup selamlaşabilir, düşüncelerimizin nöronlar çarpışması olduğu gerekçesiyle, olağanüstülükten uzak ya da ne denli komik olduğunu kanıtlayabilir!.. Şiire dönelim... Çünkü Kanosso kapısına vardık, şiir sonuçta evrenin insana, insanın evrene tapınırcasına, sevdayla bağlandığı, yazınsal, görsel, ruhsal bir melodidir belki de... Söz suçlamak için değil, düşünce, mahkum etmek için değil, görüşler düşmanlık yaysın-yayılsın diye değildir. Yaşam bizi ayırıyor, ölümse birleştiriyor... Tersi olsun dileğidir olan biten, dualar göksel değil yereldir!.. Bizi şiir birleştirecektir. ''Ben eskilerden bir kralı düşlüyorum. Onun tacı / Demirdir ve bakışları ölüdür. Var olan / Bütün yüzlerse artık yok. Ve hiç bir zaman / Uzakta değil onun görkemli kılıcı, tazı gibi sadık koruyucuları. / Bilemiyorum eğer o Norveç'den midir / Ya da İskandinavlarülkesi'nden. Ama bir kuzeylidir o, Biliyorum. / Onun kızıl sakalları göğsüne çarpar. Ve olamaz, / Onun kötürüm bakışları gözünü dikemez yaşamımla kesişemez. / Neden parçalanmış bir aynanın içinde, denizler üzerindeki bir gemi / Kıstakların güzelliği kayalıkların ele geçirilmesiyle kumar oynayan / Adam bu olabilir ki, ölünün rengi ve mezar, manda başlarla yola düşme / Ondan bana geçmişçesine ve acılar? / Ben biliyorum o düşleri ve düşlerim beni de yargılar, ne ki henüz yargılamış / Değil. Gündüzün hayaleti onur veren geceleri aralanmadı henüz. O gitmiş değil.''

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder