Dürrenmatt'a göre en büyük Romülüs'müş, bana göre Romüs, nedeni gizli
değil!.. 'Ve bir akşam geçti diye şehrin sınır taşını, çekince kopardı Romülüs,
kardeşi Romüs'ün başını'...
Platonik Düş diye bir şiir okudum; 'Her gün pişmanlık duymadan tattığım bir
ağudur nedeni, / Yüreğim bir umardır kutsal sayrılığıma, / Tuhaf bir haz
bedenimi tüm engellerden koruyor, / gözyaşı döküyorum saatlerce, o ise,
labirentte kayboluyor.'
Birden Zenta Muharebesi düştü usuma, Balfour Deklarasyonu, Edmund Allenby,
solipsizm, su sümbülü ve 'Ave Caesar Imperator Motituri te salutant' diyenler,
Yüce Sezar ölüme gidenler seni selamlıyor. Şöyle düşünüyorum bazen, tanrı
zamanı doldurmak istediği için mi bizi bu belaların içine soktu, kanalizasyon
döşemeciliği, rüzgar gülü imalatı, ailecek gelin ziyareti, ruletin çekiciliği,
yedek parça ticareti, su pazarlamacılığı, örgü teknikleri, küçük baş hayvan
üretimi ve ne düşünürseniz ve düşlemlerinize ne düşerse artık...
O ne kadar şair mi, ortalama düşünsel mekanizmalara ve iyimserlik
cennetinin bakışına göre fena bir şair değil ama bakmayın selam vermeden geçip
de methiye düzenlere, buralarda o, ötekinin rüzgârını dindirmek için ortaya
sürülmüştü, şiirleri genel geçer tablet olup, bir draje alınabilir denir,
yaşama da uygundur, hemen bir örnek verelim, çünkü o denli kalabalıklara uygun
bir şairdir ki, herkes benzerini yazabilir, bakın şimdi söyleniyor...
'Ebegümeci / seni severim bilirsin / akşam haminnem seni közde pişirsin /
odaları, sofaları doldursun dumanın, / sana, kokuna özlemim dinsin. /
Ebegümeci, sevgilim değilsin / Hatçe'dir o / komşu kızı. / Ama sakın üzülme /
en çok sevdiğim sensin.'
İşte böyle şiirlerle ömür tüketti genel geçerler. Tepeden inmeci ruhların,
tutsak cinleri. Neme gerçekçiliğin şiiri çok bu topraklarda, onlar uykucu
reayaya müsekkin bir melektir, sarılın derler birbirinize ve kağıtlarda tabi,
nal çakılmıştır çünkü yürürün ayağına, beygir gibi koşarlar bekası için
kimilerinin. Onlar değildir onlar, bu tipleri çok över bazıları, fason
laisizmin Manikyan şubesiymiş gibi.
Bugün yerli şair yok gibi, ötekiler, Bristol lehçesiyle Türkçe söyler
hinoğlu hin mi ki şair sanır kendini...
'Manisi boyalı basından menkul Hızır'ı, / statükocu fasonizmin kollarında izale
olur, beyin bızırı!'
Böyle beyitte olur, denmiyor mu ki size, karşı koymak bile bir çeşit
işbirliğidir, ölümlüler ahkam kesecek, sabah akşam, antoloji düzecek gılırı
tasmasından uzayan uşaklı kuşaklara...
Kimi Bukovski'den bozma, kimisi e. e. cummings özentisi şarlo'tan bile
değil!
Ey Bayıralan köylüsü, o sıradan da değil, çok geçmeden herkes unutabilir,
bugün alkışlayanlar da, çünkü gerçek, sübjektif yaklaşımlar, varlığın
gölgesinden uzaklaştığında ortaya çıkabilir.
O biliniz şu yakınlarda değer bulmuştur. Ötekinin kızılcık dediği adam...
'İlk yemişini bu sene verdi, / Kızılcık, / Üç tane; / Bir daha seneye beş
tane verir; / Ömür çok, / Bekleriz; / Ne çıkar? / İlâhi kızılcık!.'
Onun için yazmıştı bu şiir-i azamı o, ama genel geçerler, o gülperi ve
ekberi aynı anda ve aynı derecede seviyor değil mi... Günahı karinin, aynı
kefeye koyuyor, birbirine dolaşan ilmekleri.
Ama, ne söylersen söyle, karşındakinin anladığı kadarsın diyorlar!..
Genel geçerler kaderinin kurbanıymış gibi!
Birbirine düşmanları yan yanalar sanırsan, neden böyle bu demeyeceksin
Orhan.
Çünkü...
En büyük Romülüs!..
Bu toplumun, birey olma özelliği hiç bir zaman olmamış. Çünkü her derde
deva bürokrasi, sosyal düzenlik olacaksa ona da biz karar veririz demiş. Bu hengamede
toplumun da, bireyin de hiç bir zaman görüşü sorulmamış. Örneğin, bir şeyi, bir
statükocu açmış, ötekisi kapatmış.
Batıda Vulgata konularında kilise karar veriyor, Trump tik tak, dünden
bugüne kiliselere galoşla girilecek diyemez!
Sözün kısası, bu topraklarda ne demokrasi ne bireysel girişim olanaksız,
her şey Big Brother'ın denetimi altında. Ayrıca şu günkü erk yok artık,
statükocular, sermaye ve selatincilerle kavil var. Tanrı indinde hepsi bir
kişi.
Böyle olduğu halde, sıradan insanların tütsüsü karman çorman hâlâ ve
kanatsız kuş oyununu hakkıyla yerine getiriyorlar, toplum paranoya içinde ve
anlağı paralize olmuş ha!.. Savunduğu kendi part time'ı değilse okullar açan,
açılmasın diye bin bir düşünce üretir değil mi!..
Sonuç şu, bireyin varlığını kabul etmeyip, toplum bazında atenalık edenler,
yeryüzü bazında azılı derecede geriler.
Toplum dinamikleşir kimi kararlarla, çünkü dileyen mahalle de oylama yapsınlar
diyebilse kamutay, kırk yıl daha erkin olur.
Binalar ve zanilerle çağdaş sayılsaydık dünyada, Dubai, Katar ve Malezya,
Mars'ın da hakimi olurdu.
Diyesim o donanmanın orada ne işi vardı diyecek yetisiz için, Hirohito
günah keçisidir, ayrıca karşılığı nükleit saldırı olduğuna göre dünyanın iblisi
şudur diyemeyenden kurtulmalıyız. Japonya o günden beri tövbelidir ama o
herkese saldırdı ve dünya hala nüfus kalabalığı ve bir primat yığını, bu
sayfada onun kutlama levhasıdır, tebrikler idiot, Köpek olmaktan daha kolaydır
köpek olmak ve dünyanın ateş çemberi olmasınınsa gizi budur. Hoşt diyerek bu
eğlenceye katılsam beni insan kılabilir mi tanrı ve ne anlattığımı bir
bilebilseydim.
Yazmak orgazmdır ama, yalın yazmaksa zor olanıdır. İnsanlar onu açık ya da
anlaşılır olmakla karıştırıyor, ama yalın olmak, tanrının diliyle yazmaktır ve
olanaksızdır belki de...
Karmakarışık yazanda var, kripto gibi, insanın perdesini aralayamadık ki!..
Oysa sırf şu şiir, yeterdi bize...
'Göklerde, ışığın yurtluğunda / zamandan bir şey beklemeksizin /
gökadalardan, pulsarlardan / yayılan o sonsuz yalnızlıkta; / orada, bütün
gözleri senin düşlerin olan / ve ölümün yaşam olduğunu ve tininin / yansıdığı o
her şeyi kapsayan bulutsu da / yukarıda, belki ışık yolundan kısa / tanrı gene
gelecek, belki de gelmeyecek / ve bir daha dönmeyecek senin maskeni ışıtan /
onun sonsuz varoluşu olduğu halde / kızıl yıldızların akıntısında / ve
karanlığın buyrultusunda / ötekinin zorbalıkla, barbarlıkla yontulmuş / senin
yücelttiğin, unutuşla anılmış / yadsımayla yortularla kutsandığı / işte
sonsuzlukta dağılan bir ışık gibi / ya da çıplak bir tin gibi teninden
sıyrılarak / bir an için kurtulacak özündeki tin / tanrının ve yaşamın amansız
isterlerinden.'
Bir şiirin ritmini Türkçeleştirmek için, bu denli sözü dolandırmak gerekir
miydi!..
Çünkü, popüler kültür, hem cinsellik, ölüm, başarısızlık, trajedi gibi
derin gerçeklikleri, hem de basit, anlık mutlulukları hükümsüz kılan; değersiz,
önemsiz bir kültür olarak tanımlanmaktadır. Kuşaklar boyunca böyle bir
sefahatle ayartılmış olan kitleler, sonuçta ıvır zıvır ve kolaylarına gelen
kültürel ürünleri talep edeceklerdir. Yaşamdaki en derin ve engin deneyimler
bile, medya aracılığıyla hep aynı düzeyde sunularak, bir klişeye indirgenir.
Medya insanların, hayatın kendisini yaşama yeteneklerini azaltır. Özellikle dar
gelirli kesimlerin, uyuşturulması ve depresyona girmesini, kaçış ya da
yabanıllık gibi patolojilere düşüp, gerçeklerle baş etmek yerine bağımlılık ve
ciddi ruh hastalıklarına sığındığını görmek ister ki, çareyi yine kendisi
sunabilme olanağını kullansın. Gariptir, ortalama yaşarlar ya da olağan
kitleler böylelikle medyaya olan güvenlerini pekiştirir.
Şiddet filmlerinin ardından, genç deneklerde saldırgan dürtülerin ve eylemlerin
uyarıldığı görülmektedir, ama aynı medya hemen ardından şiddet karşıtı ya da
önleyici programlara soyunarak bu kumpanyayı sürdürür. Medya, bulaşıcı olmasını
istediği şeyi yaratır ve tedaviye soyunur, gene kışkırtır, gene soyunur ve bu
oyun yinelenerek, sürer gider.
Medya gerçekliğin illüzyonistidir ve illüzyonizmin gerçekliği ve kitleler için
tek egemen, tek söz sahibi yine odur. Elastiki, jel gibi bir omurgadır o, her
şeyin, her varlığın içine süzülür ve onu bir vantuz gibi ele geçirerek yönetir
ve simbiyotik bir yaşam sürdürür. Sözün özü, medyanın görkünç etkisi, zaten var
olan tavır ve davranışları güçlendirmektir, yenilerini yaratmak değil. O
bilineni karmaşaya bular ve bir bilinmezlikmiş gibi sunarak, böceklerin içini
boşaltır ve sonsuza dek yaşar...
Ah unutmayayım, her şey bir metafordur dedi, gözleri elmas, buruncuğu Helen o diva, konuşmanın maddesel bir hali olsaydı o katı değil, gaz değil ancak bir sıvı olabilirdi, sözlerimiz soyut giysilerimizdir, soyutun somutu gibidir onlar, bizi tanıtırlar. Bizantik çağda ölülerimizi bodrumlara gömerdik, çünkü Varoluş çulluktur. Romains'in akımı gibi. Aslı zarafettir, ümit, sözlerle anlatılamaz, düşsel bir güzellik...
Ama iyi de, bu talihsizliğini, lady Diana yaşadı, Marie Antoinette'in giyotin sepetine düştü başı, Camil Claudel 27 yıl lapede yattı, Rosa Luksemburg'u nehirde boğdular, Virginia Wolf canına kıydı. İşte böyle Taranta Babu, sus, bak zincirlerini kırıyor Roma'nın varoşlarında Spartakus!..
İyi ama artık Orionizm var, kozmik şiir akımı, bilim kurgu dünyasından...
Ah unutmayayım, her şey bir metafordur dedi, gözleri elmas, buruncuğu Helen o diva, konuşmanın maddesel bir hali olsaydı o katı değil, gaz değil ancak bir sıvı olabilirdi, sözlerimiz soyut giysilerimizdir, soyutun somutu gibidir onlar, bizi tanıtırlar. Bizantik çağda ölülerimizi bodrumlara gömerdik, çünkü Varoluş çulluktur. Romains'in akımı gibi. Aslı zarafettir, ümit, sözlerle anlatılamaz, düşsel bir güzellik...
Ama iyi de, bu talihsizliğini, lady Diana yaşadı, Marie Antoinette'in giyotin sepetine düştü başı, Camil Claudel 27 yıl lapede yattı, Rosa Luksemburg'u nehirde boğdular, Virginia Wolf canına kıydı. İşte böyle Taranta Babu, sus, bak zincirlerini kırıyor Roma'nın varoşlarında Spartakus!..
İyi ama artık Orionizm var, kozmik şiir akımı, bilim kurgu dünyasından...
'Callisto'
''Babel'i irrite eden planetlerde bowling oynuyoruz. Parabolik bir eğri çiziyor siliyer ve iris. Üveit tabakası ayın içlerine doğru gidiyor. Eşikte kapitülasyonlardan söz ediyoruz. Güneş sisteminin sınırında, stres altında yaşayanların, Lugero etkisini düşünüyor Helios...
Helyopoz gülümsüyor.
Yıldızlararası uzay diyoruz, ne gülünç, ne gülünçmüş. Ne büyük bir yanılsama değil mi Techne! Paleologlar gerçeği çözdü, Kiropedia'da yazılıyor olanlar. Beş sigma düzeyi besin ağları, Go canlıları, Hidrotermal uçurumlar, teleport ve ağlar...
Bulutlardan beyaz, tan atımından diri; Ve gün batımı denli üzünçler veren Gallipoli... Günah çıkartma katedralleri, siy'ak delikler, Maddeyi içine çeken, püskürten, görünmeyen gerçekler. Parodi evrenler, yurtluklar, yansımalar, gökadalar...
''Yeryüzü bir sınav yeridir, gerçeklik başka yerde / Ama gerçeğin olmadığı yerde, nasıl var edebiliriz gerçekliği...''
Makyavel geldi!.. İşte format çağları, eşyanın duru tadı, Hamam böcekleri, Kafkalar. Örücü, bükücü Argonotlar, Tuğrul kuşu, amipler,
Ufuklardaki us yorucu!..
Zaman yaşamdan değerli, Delice isterler, duyu bahçesi. Satrap Ardeşir, Sonsuzca ayakta duran ölümsüz Bukait.
Boşluğun yansısını yankılıyor Ardıç kuşu!
Evren; dönen, sonsuzluğu içine çeken, kıvrılmış,
Kıvrımları savrulan, iç bükey ve dış bükey bir aynanın yansısı.
Yokluğun varlığı...''
Şiirimizin Tac Mahal'ı, eşsiz prensesi ve son kodeksi gönüllerimizi titreten primadonnamız kim...
Çağımızda düşünce artık, bir beyin fonksiyonu olmaktan çıktı, düşünce
insanlardan uzak, toplumları yönlendirip, güdüleme amaçlı; devasa cam
piramitlerde, ıssız gökdelenlerde ve uzaysıl yeraltı dehlizlerinin, saydam
görünmez kubbelerinde, Frankşeytansı biçimde yapılandırılıyor ve google,
facebook veya yandex gibi ya da uzak doğunun, Çin-i Maçin'in düşünce üretim
havzalarından algoritmik dünya piyasasına sürülüp, yönlendiriliyor, hiç bir
çağda olmadığı kadar bilinç evimiz, düşün kafesimiz işgal altında ve düşünsel
üretimlerimiz bize özgü olmanın dışında ya da bir bileşkeden yoksun biçimde
gezegenin yaşanır noktalarında boy gösterebiliyor. Öncesinde de benzeri bir
yapı vardı ama bugünün farkı, artık düşüncenin insan eliyle değil bilgi işlem
merkezlerince üretilmesi, insan eli değmiyor günümüzde düşünceye, veriler
yükleniyor ve insan algıladığı format ve manipülasyon güdümü doğrultusunda
beyni ve düşünsel yapısı bir biçim alıyor, ilerde belki işsizlerle, kölecil
kitleler çarpışarak özgürlüğünü kazanma uğraşı verecek, yani belirli bir egemen
sınıf ya da mutant birliğinin çalışanı olmak ya da olmamak için buna karşı
çıkan gruplar ve evet çalışalım orada gibi yaklaşımlarla -postmodern kölelik
değil, metalik ve organik bütünleşmeden doğan insanın, metorgan / ik (yeni
insan) cisimleşmesinden türeyen esaret biçimi- nasıl cereyan edeceğinin
öngörülmesi bile tiksinç -metorgan çalma ve diğerinin yerine geçme çapulu-
ortaya çıkan lokal savaşlar sürecek belki de -bu tip savaşların önlenmesi
değil, bizzat teşviki görülecek, garip değil bu zaten süren bir şey-, söylemesi
güç belki, dile getirilmesi ağızları yakıyor ama, azılı bir köle çağı
yaklaşıyor ve bunun bilincinde bile olamayacak insanlık, karınca gibi dolanacak
labirentlerde -beyni olmayan, bir düşünceden yoksun ama süresiz çalışabilen bu
dinamik varlıklar, istenildiği gibi yönlendirilebilen, bir tür inorganik
yapıntı, bir karışım olacak belki de, kendine verilen komutları yerine
getirecek, salt karnı doyacak veya kendisinin zevkle izlemeyi düşündüğü dizinin
başına oturacak -kitaplıktaki bir kedinin durumu gibi-, oysa bütün bunlar
beynine gönderilen impuls veya bir formatın ürünü olacak, insan insan olmaktan
çıkacak... Geçmiş bunun ilkel ve et ve kan uygarlığının daha insansı bir
versiyonuydu ama o yine de hep geçmişini özleyecek!..En kötüsü de belki
tüketilebilecek de bu yaratık!.. Dünyamız artık versiyonlar cenneti, bildiğimiz
cennette hayal gücünün güdük, kısır ve onlar için bile saçma sayılabilecek,
neandertal çağlardan beri süregelen ilkel bir versiyon olarak gezegenin geçmiş
kabilelerinin, düşler kabinesinde yerini alacak. Horror museum!..Şiirimizin Tac Mahal'ı, eşsiz prensesi ve son kodeksi gönüllerimizi titreten primadonnamız kim...
Gelecek çağlarda mezar taşı bile olmayacak, kategori olacak insanlık, bugüne
göre bir tür hiçlik. Yeni çağlar öylesine ayrıksı olacak ki, yinede o günün
insanoğlu bugünleri -şimdi- insanlığın primitif çağları tanısıyla anacak!..
İnsanlığın mamut dönemi. Ne yazık ki!.. Her şey belki de ayağımıza gelecek ama
ona biz karar vermeyeceğiz, her istediğimizi yiyeceğiz belki de ama onu biz
istemeyeceğiz, bu da kafeste bir kuş ya da kendi kucağında ki bir kedi ya da
maymun görüntüsüne kavuşması demek artık insanın, insan evcil bir hayvan
olacak, sahib-esi-inin ormanların ilkel yaşantısından çekip kurtardığı bir
vahşi ve tekdüze kafesinde ya da çelik putrellerin içinde koşturan bir otomat. İş
görebilen makine. Kuş ya da kedinin durumu gibi, yine de ondan becerikli. Kim
bilir onlarda bir 'Çip' sayesinde, çalışan, iş gören varlıklara
dönüştürülebilir. 'Cesur Yeni Dünya' kardeşliği!.. Zahmetsiz bir yaşam belki
evet, bir butona bağlı bir canlının, bir tür eski insan görüntüsünden
uzaklaşması, onun gelişmesi anlamına gelmiyor, tam aksine primatlaşması demek
oluyor. Bizi doğudan gelen tanrılar bir kez daha kurtarabilir mi acaba,
sunaklarda kurban ederek, kutsal kitapla, Eldorado'yu değiştirerek!..
Gerçekte biz hep böyleydik, artımı günümüzde teknoloji eşlik ediyor bize ve
başkalaşırken, tanrı yapısı olmaktan da giderek ve hızla uzaklaşabiliyoruz,
tanrılaşıyoruzdur belki de, ama onun reva gördüğü düzenin çok daha orijinal,
ürkütücü ve düşünceye durgunluk veren görüntüsünde olacak belki de bu. Elbette
buna da tanrımız karar veriyor diyen gönüllülerimiz her zaman olacaktır,
düşünce yapımızda kategoryendir bizim, baştan beri...
'İnsan bu meçhul', gene de bir kitabın ve bir düşüncenin adı!..
Düşünce...
O yalnızca korku üretebildi ve beklenen her zaman oldu 'İnsansılar'ın
geçmişinde ve geleceğinde!..
?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder