17 Ocak 2019 Perşembe

KİTAP


Okumanın bir çok yolları ve sonuçları vardır. Zor okunan kitaplar, kolay okunan kitaplar, etkisi kalmayanlar, hiç unutulmayanlar vb. Zor okunan kitaplar iz bırakır. Bu bir kuraldır ve değişmez. Etki ile anıyı karıştırmamak gerekir, çocukluk çağlarından, Quasimodo'yu anımsıyorum, Kaptan Nemo'yu da (Denizler Altında Yirmi bin Fersah kolay okunan bir kitap değildir ama, öyle sanılsa da, çünkü ilk kez karşılaştığınız bir konu, başka bir dünya kolay sayılmasa gerek), Beyaz Lale'yi de, Japon Baskını ve Ak Zambaklar Ülkesi'ni de, uzayabilir çetele, Zaloğlu Rüstem, Kurt Kanı, Harp ve Sulh, Sefiller ve Gazap Üzümleri gibi... Hiç biri iz bırakmadı bende, hiç bir şey anımsamıyorum, yalnızca Jules Verne'i aksı değiştirmek ve ayrıksı yola girmek veya yönlendirmek istediği için saymak istiyorum, saygı duyamam ama saygı tehdit kökenli bence, korkudan kaynaklanıyor, hiyerarşizm yani!..

Jules Verne bilim kurgunun babası veya öncüsü ama sözünü ettiğim kitap bende 'hidrofobi'ye yol açtı onun için beğeniyorum, kötücüllüğün saltanatı, iyicilliğin sonsuza dek önünde gider, bizi yanlışlarımız ve korkularımız sürükler geleceğe, iyilik durağanlıktır belki de...
Kitap her şeyden değerlidir bu yüzden, etkiden yoksun bir kitap bile değerinden hiç bir şey kaybetmez. Kitap bir belgedir, yaşamımızdan hiç bir iz kalmıyor, fotoğraf anıdır, anıt mezar bir niceliğe doğru yol alır, eşyalar kendisinin aynasıdır ama kitabın en kötüsü bile bir düşüncedir, niteliğin adıdır ve malikinin sonsuzca mülkiyetini imleyen bir nesneye dönüşür zamanla, yinelediğimiz gibi Krezüs'ün altınları el değiştirir ama Ovidius'un aşk şarkıları, çobanıl türküleri, kokusundan tanıdığımız kır sümbülleri sonsuza dek ozanının mülkiyetinde kalır. Düşünce mülkiyetin tek güvencesidir evrenimizde...
Kitabın yerini, entelektüel değer anlamında hiç bir şey tutmaz. Dr Jivago görkemli bir film, hayır ötesi diyen biri de çıkabilir hayranlığın sınırı yoktur, o filmden bellediğim tek bir şey var; Çar halkın düşmanıydı diyor adam, ötekisi ama Çar bunu bilmiyordu diyor. Habersizdi demek istiyordu sanırım. Doğru veya değil ama bir şey öğretiyor sahne, vargılarımızın ya da yargılarımızın mutlak doğrulara yaslanamayacağını öğreniyor insan. Haklılık ya da haksızlığın bakış açısı olduğunu öğreniyoruz, iyi niyet bir biçimde kötücüllüğe evrilebildiği ya da bir açıdan öyle sonuçlanabileceği gibi, açık kötünün kimilerince bir iyiletim ve sağaltım sayılabileceğini de anlıyoruz, kendi anlağımızın görece dar alanlarında, öznesiyle kısıtlı uzamlarında...
Kitapta bu tür yüzlerce anekdot veya motto vardır sanırım, imler, felsefi şeyler diyelim, filmde yalnızca birini görebildim. Öyleyse sinema bile kitabın yerini tutamaz. O estet yüklüdür, göz alıcıdır ama bir kitap değildir sonuçta, kitap bizi her şeyden fazla değiştirir. Bir betim de sinemanın görevini yerine getirebilir ama harflerden başka bizi düşünce denizlerine sürükleyen, aşkımızı ve son iç çekişlerimizi betimleyen ikinci bir diyagram yok henüz yeryüzünde...
Kitap yol gösterici, kılavuz ve gizler bütünüdür bu yüzden. Çünkü doğrudan bir düşüncenin temsili, öznel bir ürünüdür, neyi anlatırsa anlatsın. Diğer bütün sanatsal imler bir araçtır, müzik, resim, tiyatro... Kitap aracı değildir, direk kendisidir düşüncenin, diğerleriyse sonsuza iletir ya da bizzat size gönderir, kitap aracısız ve doğrudandır ama... Bay Klein ve ben, Juliet ve tarla kuşu!..
Açınların gezintisinde, ülkemiz aydınlarına gelince, kitap kurtlarına ya da fenerle insan ya da karanlıkta fener arayanlara; genelde tümü kopyacı, fasonizmin ürünü, aktarmacı, iletmen ve bir bilisiz yığını ne yazık ki... Kitapların yüzünü kızartan emel yolcuları!.. Neden... Eğer sürekli Nietzsche'den, Bloch'dan, Feurbach'dan veya Deleuze'dan -ancak yeni bir dille yazılan şey roman olabilir demiş- veya Bir Afyon Tiryakisinin -Anıları'nın yazarından bir şeyler aktarıyor ama kendinizden hiç bir şey ekleyemiyor, üretemiyorsan ya da o gücü kendinde bulamıyorsan, o kimesne bir yazar değildir.
O bir postacıdır ne yazık ki, dünyada sayısızca var ve işini bilen biri olarak yazın heveslisi bu antrenelerden daha barışıklar yaşamla!.. Saydığımız entelektüelleri -çağımızda filozof yoktur- sizde okuyabilirsiniz, bu fasonizm kurbanları herkesin kolaylıkla yapabileceği bir şeyi yapıyorlar, neden imrenilesi olsunlar ya da nasıl alkış tutsunlar, çünkü bu zaniler -zanlı- gerçekte bir şey üretmiyor, üretemiyor, yazar değiller dahası, o yüzden Kapıkule'den çıkınca nicelleşiyorlar ne yazık ki... Ve hepimizin prestiji düşük bu yüzden düşüncenin arenasında...
Çağımızda filozof yoktur dedik, bilgiye o kadar kolay ulaşılabiliyor ki günümüzde, bu derinlik ve kargaşanın içinde pagan çağların -tüm geçmiş- filozof tanımı erimiştir, içeriğini yitirmiştir, dahası herkes filozoftur artık çağımızda...
Çağımız illüzyonlar ve tanrılar çağıdır!..
Nasıl tanrılar yani, her şeyi kendinde barındırabilen üst insanlar çağı, Mentor mu demeli, yok Nemrut, Nemrutlar çağı daha doğrusu... İyi düşünüldüğünde ne olduğunu anlarsınız, teknoloji ve d/evrimler bu dünyayı ne zaman kurtarmıştır ki, ütopyalarımız bumerangdan başka ne olmuşlardır ki!..
Bir kez daha ortaya sürülen -kadim- Kudüs sorunsalı bunun işaretidir, şarkısı bile var; 'Seni unutursam Yerusalem sağ elim hünerini unutsun' , sağ el Kenan ilinde, tetikten başka ne işe yaradı size sorarım, şarapnelin de melodisi var şu yeryüzünde, -natık- Hiroşima bunun işaretidir, irili ufaklı savaşlar çıkarmakta hünerli saralı ülkülerimiz, dikte'tör ve despotlarımız bunun işaretidir. Dünya artık ikiye ayrılıyor çıracılar ve onların tilmizleri, ama gerçekte hep böyleydi, savaş çığırtkanları ve barışın Baltazarları!.. Ying yang...
Şöyle düşünebiliriz, bilgimiz çoğaldıkça bilisizliğimiz katlanıyor, bir paradoks bu, insanlık hiç bir çağda görülmediği kadar bir şiddet ve umursuzluk sarmalının içindedir. Çok mu kötümseriz, hayır, bir kanı olarak hayır yine de, 'Belirsizlik belirleyecek bizi'.
Çünkü şiddet korkunç ve algılanması olanaksız bir biçimde dönüştü artık, o artık size sevgiyle de yaklaşabiliyor, bedensel şiddetin yerini; sezilmez, görülmez ve çok daha korkuncu, öngörülemez bir ruhsal şiddet sarmalı aldı günümüzde ve böyle bir savın kanıtı da yok yeryüzünde, yani kıyamet geliyor diyenin karşısında, hayır cennete gidiyoruz diyenler kazanabiliyor artık ruleti!..
Açık şiddetin yerini, tinsel despotizm ve terörize edilmiş beyinler aldı artık. Depresyon ve şiddetin dolayımsız varlıkları yalnızca biziz , o dışarıdan gelmiyor ve hepimiz şiddetin ürünleriyiz günümüzde, ateşin fitiliyle yoğrulmuş, dokununca patlayan nesneleriz ve kutsal amaç gerçekleşti ve tanrımız amacına ulaştı belki de ya da tanrım bu bir hataydı demesi için bütün materyaller eline geçti, öyleyse kıyamet boynunun borcudur artık belki de!..
Bir anomaliyiz biz. Hiç olmadığı kadar, uçan metrolarımızın son durağı bu...
Başlangıçtaki sorunsalımıza dönecek olursak, hiç felsefe üretemeyecek mi bizim aydınlarımız, taşeron çıracılarımız, kuyruk ve uyrukçuluğun kopyacı esnafları!..
Çözüm yok şu dünyada, insanoğlu, yıldızların yollarını yinelediği, ormanlarında bülbüllerin öttüğü çağların içinden, tek bir ideolojiye geldi dayandı sonuçta...
Violentizm!..
Vahşet çağları, sonsuzca bir tinsel parçalanma, bilginin ürettiği kaos, kimliksiz, kişiliksiz bir dünyanın, bölük pörçük, darmadağın ve bipolar bir Hominidizm'ine doğru gidiyoruz ve beyinlerimiz birer Vezüv günümüzde!.. Venüs'e ne kadar da yakın...
Heyhat, dehşet ve depresyonun, şiddet ve vahşetin bu denli içselleştirildiği ve görünmezlik peleriniyle cirit attığı başkaca bir çağ daha yoktur yeryüzünde, çünkü her birimiz bebek yüzlü birer Frankşeytanız, hepimiz birer Azrailiz artık.
Biri melek biri Lokman Hekimdi oysa!..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder