20 Nisan 2019 Cumartesi

MARTI
Ada öyküleri yazmak arzusuyla tutuşur adalı kimi insan, ama öyküler gerçeklikten alır gücünü yine de ve o ayağınıza gelir, güzeldir, hoştur, sıradandır önemi yoktur, bunu yazmak gerekir dersiniz, yazmak…
İşte bütün sorun bu!..
Burada altın bacaklı bir adamdan söz etmeyeceğiz, iksir, büyü, tılsım gibi şeylerden de… Annesinin vefatını anlatırken birinin, elem denizlerinde boğulmak üzereyken, hangi mezarda yatıyor yerine, hangi mezarda yaşıyor denildiğinde, birden sakinleşen ve mutlulukla gülümseyen bir insanı da anlatmayacağız, ayniyle vaki bir olayı, çok kısa bir olayın dile getirileceği, bir anıştırma bu....
Ülke çapında seçimin olduğu bir Şubat ayının içindeydik, kapı kapı dolaşıyorduk, oy gizli bir güç, görünmez bir gözdağıdır biliyorsunuz, bir olgulayım veya bir yapıntıya yönlendirildiği an, o gün geldiğinde, sandık başında başka bir varlığa doğru ivme kazanıp, yön değiştirebileceğini ve çok başlıklı olanaklar sunan, varyasyon zengini, güdümlü veya direkt bir tehlike saçar olduğunu, yerleşik sistemin o bildik kurgularını silerek, bir güvencin dilem ve titremleri içinde, temeli sarsabileceğini kimseler öngöremez!..
Bizde hiç gözümün tutmadığı bir partinin erleri olarak, ev ziyaretlerinde bulunuyorduk ikide bir. Gençliğimin adına macera arıyordum kısacası, insanların köhnemiş bir erki ya da Platonsu organizasyonu temsil edecek insanlar karşısında ne gibi tavırlar sergilediğini, ne söylüyor, engin bir hoşgörüyle mi karşılıyor gelenleri, yoksa kapıyı yüzlerine kapatacak kadar kesinleyici hareket edebiliyor mu gözlemlemek istiyordum…
Özlemin tadı değil, gözlemin tadı başkadır!
O günlerden birinde sahilden içeri doğru kıvrılmış, bizimle dolaşan arkadaş ve temsilci grubundan oldukça kilolu, sakallı bir gönüllü birden önüme düşmüştü… Birbirimize selam verirdik öylesine ama direkt bir bağlantı ve laflama alışkanlığı oluşmamıştı aramızda…
Bu değindiğim, yaşça benden biraz büyükçe delikanlı önümde belirince, saçları ve kulağı kendisinin arkasında kaldı doğallıkla!.. Yürüyorduk, uzun saçlarının salınışında, kocaman kulakları, birbirine karşı kıyılarda yüzen iki yelkenli gibi, simetriyle inip kalkıyordu sanki.
Gülümsedim kendi kendime, yürürken bu gencin gövdesi, önümde adına zaman ve mekân dediğimiz bir önermeyi, iştihayla kat ediyor, karşıya baktığımda da her seferinde onun başı, kulakları ve nedense dar bir pantolona sığamayıp, kurtulmak istemekte kararını bir türlü verememiş ayakları, çalımla kavisler çiziyor, zaman ve zeminin birlikteliğini görüntüleyebilen, dirimcilliğini henüz yitirmemiş gözlerim, yarı balıksı bir objektifle, bu tuhaf manzarayı, belleğimin karanlık, kozmik odasına dur duraksız iletiyordu.
Bir hiçliğe doğru mu bilinmez, gözümün önünden bir an bile yitmeyen bu genç adam, bir makine gibi ve sanki sürekli verevine doğru, bir boşluğu yutup duruyor ve ne yapmak istediği, gerçekte neyin peşinde olduğu belirsiz bir otomat gibi de, sürgit yarım daireler çizerek, bir çark gibi dönüp duruyor, belki de sürekli bir labirentin içinde dönüp duran Minotaur’u andırırcasına, adada sık sık ortaya çıkan küçük yokuşlardan birini tırmanıyorduk.
Birden garip bir şey oldu!.. Gencin sağ kulak küpeliğinin, kıkırdaksız memenin yerinde olmadığını gördüm. Diyesim, bir kulağı diğerinden oldukça farklıydı dikkatle bakarsanız, belki önden bu denli görünmüyor, arkadan, yok olan bölümün ağırlığını taşıyan kulak ekseninin şimdiki bu arka bölümüne dikkatle bakarsanız, seçilebiliyordu belki de…
İçimde bilemediğim, tuhaf bir merak oluştu. İnsan en olmayacak zamanda, en olmayacak şeyi merak eden bir hayvandır nede olsa… Hızla yanına yaklaştım genç adamın, bu yayvan gövdeli, kuru yaprak sakallı, rüzgarda uzun saçları, kulaklarını açıkta bırakan, bu alelade varlığın bir kulağının başına neler gelmişti de, böyle hiçbir zaman küpe takamayacak ya da dikkatle incelendiğinde bir kulağı dilmeli, dantel süsü gibi sırıtacak, bu elim güzellikte gözleri üzünce boğan manzaranın, nedenini sorgulayacaktım.
İnsan ayrıca; başı boş bir hayvandır belki de derinde ve nelerle uğraşır kim bilir demeyin, insani ve ürpertici bir kaygıdır bu nedensellik de...
Kemal dedim, adını biliyordum, bazen dostlarımız dışındaki insanlarında adlarını biliriz doğallıkla, bu adı çok severim öteden beri, Yeşilçam filmlerinde, iyi yürekli, aşk kırgını, gençliğine doyamamış aktörlerin rol aldığı filmlerde, hep bu adın kullanılışından mı bilmem, Kemal bir idoldür kısacası bu topraklarda, her zaman ve her dönemde…
'Belki bu halimin, psikolojik, fizyolojik bir izahı vardır!..'
Kemal dedim, sağ kulağına ne oldu senin?..
Hiç duymamış gibi davrandı ve yoluna aynı kategoryen hızını koruyarak devam ederken, böyle bir soru onun hiç umurunda değilmiş gibi mırıldandı…
Koptu o!..
Çok hoş görülü olduğunu, kendiliğinden o izlenimi verdiğini düşündüğümüz insanlar vardır, kurbanım onlardan biriydi. Hiç aldırmadan sürdürdüm…
Neden?..
Kalabalıktan kopmak istemezmiş gibi, direncini koruyarak yürüyüşünü sürdürdü, yanında seyrettiğimi seziyordu elbette…
Dedi ki, ada sahilinde dolaşıyordum bir gün, adamın biri belki yanındaki kız arkadaşını, dahası hep değişmez bir klişe olarak adlandırdığımız sevgilisini sanırım açıkça darp ediyordu. Fiziki bir saldırı karşısında, toplumun bir ferdi olduğumdan mı, böyle yetiştirildiğimizden mi, doğrusu ya da eğrisi nedir, yerine başka bir düstur koyamayışımızdan mı bilmem, adamı toplum içinde ve gerçekte asla yapmaması gereken bu ilkellikten alıkoymak için, güçlü bir yumruk savurarak durdurmaya çalıştım.
Böyle anlarda, kibarlığın işe yaramadığı konusunda uyarılarla yetiştirildik biz ve görüntü de zaten bu tezi doğruluyordu!..
Adam tınmadı bile ama benim daha güçlü bir fiziğe sahip olduğumu ve belki de bu yüzden, rezilliğin kapısına doğru ilerlediğini birden anlamıştı sanırım. Sanki kavgayı bırakmış gibiydi, saliseler içinde gelir geçer böylesi düşünceler. Adam şaşırmış, ezik bir görüntü içinde ve bir sarhoş dengesizliğinde bana doğru yaklaştı ve birden bin yıl düşünsem usuma düşmeyecek o şeyi yaptı. Elleri kolları sarkmıştı ama bir anda gövdeme yaslanarak, büyük bir hınç ve sanki büyük bir iştihayla kulağımı ısırdı.
Ne olduğunu anlayamadım. Kargaşada bizi ayıranlardan öğrendim kulak memesini kopardığını…
Dayanamayıp burada araya girdim.
Kemal dedim, ısırılan parça yerine konur, ne bileyim dikiş atılır, ilaçlar kaynaştırır, çok küçük şeyler, ayakta bile işlem yapılan türden operasyonlar bunlar günümüzde…
Deyip, demediğime pişman oldum diyemem de, nedense yaşamımda duyabileceğim en ilginç şeye tanık olmak şaşırttı beni…
İyide dedi Kemal;
Kulağımın düşen parçasını, martı yutmuş oracıkta!..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder