11 Şubat 2016 Perşembe

DR. MORO'NUN ADASI

Gece yarısı yıldızlara bakıyordum, titrek sokak lambası puslu, ölümcül bir koku yayıyordu sanki, birden üç başlı bir kadın geçti sokaktan, hiç görmediğim kadar kara saçlarıyla, gölgelere gizlenerek ilerliyordu, uzakta bir çöp konteynırının yanında, kurt başlı bir boğanın onu beklediğini nerden bileyim, orada çiftleştiler ve sanki birden yok oldular... Buna benzer söylentiler için ahali bana şunu anlatmıştı, yukarda en tepede bir 'Çiftlik' var, gündüzleri içerdeki görkemli taş binada bir ruhban okulu hizmet veriyor, geceleri ise duvarlarından, kılıç sularının sızdığı dehlizlerde tuhaf çalışmalar ve gövdesi bulutlara, kökleri yeraltına doğru uzanan kulelerin, penceresiz laboratuvarlarında dinmeyen iniltiler ve çığlıklar... Başka bir gün gene balkondaydım, başsız ve kuyruksuz bir fil belirdi, geriden doğru ilerliyordu, kör bir gigant nasıl hareket edebilir ki, bu kez aşırı korkmuştum, korkmaz olaymışım, yerin altından sanki bir solucan, su akrebi geçti, sokak bir baloncuğun içindeymiş gibi yükseldi ve sonra yine eski halini aldı, zelzele olmuş gibiydi ama çevrede kimsecikler yoktu. Bir gece yine uyku tutmadı, neler göreceğim derken, ay kuzeyden doğru kızıl bir orak gibi yükseldi, hançer ağzı gibi parıldadı, delirdiğimi sandım, ama az sonra sokaktan dev bir atlı geçti, at ve adam birdi, ne inen vardı ne binen, peşlerinde yolu pençeleriyle kavrayıp, kar kristalleri gibi süzülen bir cüceler ordusu eksikti, başka kimse yok mu gören diye bir deli cesaretiyle sokağa fırladım, ne varsa yok olup gitmişti, uzaklarda balkondan bir kadın el salladı, karanlıkta bir gölge oyunu sandım ama gerçek mi diye el sallamayı düşünüyordum ki, oda yitti, buhar olup gitmişti... Yalnızlığın oyunları bu diyordum artık, kahvehanelere gitmeye karar verdim, yalnızlık ancak ucuz kahvehanelere yenilir, daha kapıdan bile girmeden, merhaba bile demeden, hoş geldin demezler mi, geç saatlere kadar söyleştik, bu kez bir şey görmeyeceğim dedim, kurtlarımı dökmüştüm, geceleyin tatlı bir uykuya dalmıştım ki, 'Çiftlik'ten geldiler ve biz Gezegeni Kurtarma Cemiyeti'yiz dediler, kapı bile çalmadığı halde nasıl girdiler hala anlamış değilim. Bir masanın çevresinde toplandık, sana dediler mutluluk verelim, hemen anlamıştım ne demek istediklerini, altta kalmaktan hoşlanmam, bütün sorun bu mu peki dedim, evet ama sorunları algılama biçimin değişecek, madem ki öyle verin dedim, bir çip yerleştirdiler sırtıma, o günden sonra gülümseyen adam olmuştum, bir ay sonra çıkaracaklarını söylediler, doyma noktasına gelince volfram molekülü, kan dolaşımında yeterli seviyeye ulaşınca bir matriks gibi çipi çıkaracaklarmış. Gülümseyen adam olmuştum, dertliler kahvehanesine yine gittim, ne göreyim, kasada oturan, kahvenin sahibi olduğunu zannettiğim madam gözlerini dikmez mi bana, öyle olsa iyi, onun gözlerinde tuhaf bir geçitler alayıydı gördüğüm, parçacıklar ve dalgalar halinde yüzen evrenimiz ya da tilki suratlı insanlar, Siyabend taşını andırır Mutantlar, hatta konuşan, düşünen, her bir şeye karışan nebatatlar, adamotları, ağaçlar, yanlış yapanlara kamçı gibi de karışıp, her şeye bir düstur, düzen veriyorlar, mutluluğum uçup gitmişti işte... Yazık ki günlerim aynı minval geçiyordu, bazılarına gördüklerimi aktarıyordum, onlarda 'Çiftlik'ten söz ediyor, belki sana görünüyorlardır, bir söylenti var ama henüz kesinlikle gördüm diyen yok diyorlardı, kendimden kuşkulanmam için bir neden kalmamıştı, herkes bir yerde düşüncelerimi paylaşıyor ama görme birliği veya kesinleme ya da bir eylem noktasında ayrılık gösteriyorlardı, gece sokağa atladım diyen biri yoktu örneğin, bir şey gördüğünü ileri sürende, çiftlikle ilgili bir araştırma ya da kovuşturmaya da yeltenmiyorlardı... Yine bir gün, koyu karanlıkta uzaktan denizi gözlüyordum, göz alıcı, kocaman bir şey bana doğru yüzüyor ama bir türlü ulaşıp, yaklaşamıyordu, sudan çıktı sonunda, dev adımlarla bana doğru geldi, bir Mutant gibiydi, evlerin arasından adım atıyor ama hiç ses çıkarmıyordu, saçaklara çarpıyor ama hiç gürültü olmuyordu, holograma benzer bir şeydi sanki, bir an kendim sandım ama bir dalga boyutuymuş gibi, üzerimden doğru süzülerek geçip gitti... Bu canlının konglomerası denizler mi, dahası konuşmuyor mu, yoksa yalnız apokrif bir dille mi yazıyor, ne ki aniden, gökyüzünü baştanbaşa kaplayan bir yazı belirdi... Gezegeni Kurtarma Cemiyeti!.. Bu dizginsiz, devinip duran gölgeler, denize saklanır gibi amansız, us kırıcı düşlemler, o bildik, görkü veren siluetler aylar boyu sürüp gitti. İllüzyonlarla, onların paralelindeki, şu ya da bu türden ikizcil sanrılar, gerçelliğin yön değiştirebileceği savları ya da sanıları veya sakınımsızca ürettiğimiz düşüncelerle açıklayamayız bunu, o vargıları; tümüyle yüzeye indirgemek, aşırı yalın bir görümle değerlendirerek, yazık ki yaşamı küçümsemek olurdu, türün öteki bireyleri ilgiyle karşılıyor, yorumlar yapılıyor, açımlar, çıkarımlar sürüyordu. Sonunda ne oldu diye soruyorsunuz değil mi, olmuşları, olacakları inanın o kadar merak ediyordum ki... Geçenlerde telefonuma bir mesaj geldi!.. Tanrı dilinde yazılmış karmakarışık bir şey gibiydi, kurcalarken birden şarjı bitti aletin, sonra mesaj kutusunu büyük bir merakla yine açtım... ''Depresyonun geçti mi?..''

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder