23 Temmuz 2019 Salı

OKUMA AYNASI
Okunması en zor on kitap şunlarmış, ( Djuna Barnes / Geceyi Anlat Bana, Jonathan Swift / Fıçının Masalı, Hegel / Tinin Görüngübilimi, Virginia Woolf / Deniz Feneri, Samuel Richardson / Clarissa ya da Genç Bir Hanımın Öyküsü, James Joyce / Finnegans Wake, Martin Heidegger / Varlık Ve Zaman, 16. yüzyılın ünlü İngiliz şairi Edmund Spenser'ın / İngiltere'yi ve Kraliçe Elizabeth'i yücelttiği uzun alegorik şiiri "The Faerie Queene" (Periler Kraliçesi), Gertrude Stein / The Making of Americans, Joseph McElroy'un / 1190 sayfalık "Kadınlar ve Erkekler" adlı romanı)
Bir anlayış ve zevk bahçesine göre elbette...
Kesinlemelerden uzak durulması gerekirse de, okunması en zor kitap türü diye bir şey yoktur, yazınsal lafoloji bunlar!.. Seremonilerin efendisinin uydurmaları. Size bir şey söyleyeyim mi, ormanda patika çoktur, haydi alkışlayın ama önce ikiye ayrılın, bir taraf bu görüşe şiddetle karşı çıksın, diğeri ise canla başla sarılsın, bazen bu taraf ağır bassın, bazen diğer tarafın görüşü, zamanla bu tarafın önde gelenleri, görüşlerini halka benimsetenler, hatta medyayla, manipülasyonla, iç ve dış mihraklarca dayatanlar, güçlensin, semirsin, erkin cennetine hoş gelsin, ilerleyen zamanda aynı şey diğerinin başına gelsin ve ama zaman öyle ilerlesin ki bu ikisinin neyi savundukları ve neyi ileri sürdükleri unutulsun, Habil ve Kabil gibi ikiye ayrılsınlar, tüm hır gür ve kavgalar neyi savundukları bile artık unutulmuş bu iki aslan parçaları yüzünden olsunlar, onların fonksiyonları, fraksiyonları, tilmizleri, çömezleri, örgütleri, partileri, sekterleri, sekreterleri, süveterleri, goşistleri, sosyalistleri, sosyal faşistleri, Hıristiyan demokratları, fundamentalleri, sekülerler, laikler, şeriler, mujikler, palikarya, proletarya, narodnikler, bolşevikler, menşevikler, jakobenler, jirondenler, lordi, kürdi, Türki, gagavuz, yavuz, Cilavuz, sünnetliler, Siyonistler, Yehovacı, hacı, haçlı, Şinto, Budist, trol, fan, Pan, general, amiral, bipolar, spektaküler, kartel, tröst ve Henkel ve heykelleri olsun!..
Kökü nereye dayanıyor bunun, Kabil, Habil'i iki sığırı bir avuç otlakta 'Otlasın' diye boğazını sıkıp, son iç çekiş köyüne destursuz gönderesiymiş de, Adem önce Habil vurdu diyesiymiş, Havva'da sığırlardan biri buzağı, anasının sütünü içerdi, kaldı bir sığır, bunun neresi iki diyesiymiş ve bir türlü matematiksel oran ve orta yolu tutturamadıkları için çocukları birbirine giresiymiş filan!.. Olayı anlayanlar feşmekan diye daim bir ekte bulunmayı geciktirmezler hiç bir zaman!..
''REMÜS ve ROMİLÜS... / İkizleri Silvia'nın... / Venüs'ünün torunları... / Bakılmadan gözlerinin yaşına, / karanlık bir gece, bir dağ başına / fırlatıp / attılar onları.. / Ne alınlarında defne, / ne bacaklarında donları... / Ve daha o zaman / Habeşistan'a yeşil boya / vurulmadığı için / ve BANKA di ROMA / daha kurulmadığı için, / ROMİLÜS'le REMÜS / bir sabah erken / dağda düşünürlerken: / — «Şimdi biz ne halt ederiz, diye, burada?» / Rastladılar yavrulu bir dişi kurda. / Yavruları vurdular. / Ana kurdun sütüyle / karınlarını bir temiz doyurdular. / Sonra gidip / Roma'yı kurdular. / Kurdular ama / iki adama / dar geldi Roma. / Ve bir akşam / bilmeden geçti diye / şehrin sınır taşını, / çekince kopardı ROMİLÜS / kardeşi REMÜS'ün başını... / İşte böyle TARANTA - BABU.. / Gümüş yaldızlı kitaplarda yazılı bu: / temelinde Roma'nın / dişi kurt sütüyle dolu kovalar / ve bir avuç kardeş kanı var... ''
Bu meselin versiyonları ve tarih ezeli bir tekerrürdür masalıyla doludur kıtalar!..
Ama tüm dünya insanları gibi benimde sayrılıklarım var, ahir ömrümde dişe dokunur addedilen tüm kitapları okumak isterim, ya Romilüs ya da Kabil olmak için, ama o kadarda değil, ne çıkarsa bahtına ne yazık ki, bir keresinde Habil olacaksın sen dediler, ant olsun ki gereken her şeyi yaptığımın ayrımında değilim, ama büyük tabip dedi ki, tanrının sevgili kuluymuşsun (oysa inançsızım ama bu bahis çok gariptir, tanrı, tüm yaratıkları gibi kendisinden olmayana daha adil davranır, aslan ceylan yavrusuna analık eder, ayı bal yerken arılara yalnızca aşk olsun der!), bir değil iki kere vurulmuşsun, ama geçmişteki ataların ne kardeşim senin (!) gönüne işlememiş!.. Yani ne Habil olabildim şu Kabil'emin içinde, ne Kabil olmaya layık görüldüm, Habit'atın ileri gelenlerince!.. Üç aşağı beş yukarı yuvarlanıp gidiyorum, tasalanıyorum da bir cennet süpürgesi ya da bir ot pürçeği olmak gerekir şu dünyada, zaman azalıyor, canıma kıymaya korkuyorum, ne de olsa tasarlanmış bir kahramanlık sayılır (kendisinin katiliydi diye alay edebilirler), belli etmemeliyim viraj hanımla hanende meleği dönerken, arabayı yuvarlasam refüje ya da viyadüğe dalsam, varyantlarda kaybolsam diyorum ama, insanlık çok zalim, kararı onlar veriyor, ağzımla kuş tutsam bile yetim büyüdü diyebilirler!..
Ulysses'i her gün on sayfa okuyarak bitirdim. Hiçbir şey anlamadım, hiç bir şey anlamamanın, bir şey anlamaktan hayırlı olabileceğine dair kuşkular edindim. Demek ki anlamışım!.. Binbir gece masallarını okudum, çok beğendim, Homer'in haltlarını, Solaris'i, Lucretius'u okudum, Düşünce tarihi, Alman felsefecileri, Doğunun bestecileri çoğunu okudum, sayarsam büyü bozulur, çünkü okudukça okumam gerekenlerin azalacağına çoğaldığını gördüm, Huxley okuyorum şu sıralar, bir kitabı ilk sayfasından anlarım (!), onu da çok beğendim, Poe, Borges (hep okurum bir türlü bitiremedim), Deleuze, Maupassant, Lukacs, Mitoloji, Hint Tarihi sırada, birde Aristo'nun baş yapıtı var kaybettim kütüphanenin içinde!.. Biri çaldıysa kendisine çok teşekkür ederim, beni dünyevi acılarımdan bir nebze olsun kurtardığı için!..
Açık sözlü olmak gibi taşra krallığının izleri var bende, bir takım görüşlerime çok bağlıyımdır, örneğin şöyle düşünürüm, Tarkovski'nin filmlerinde aktörlerin hiç birini tanımayız, salt filmi izler, olanlara hayranlıkla bağlanır, diyalogları kaçırmamaya çalışırız.. İşte sinema sanatı budur, az gelişmişlikte (bazı çok gelişmişlerde az gelişmişlik içinde yüzebilir) aktörlere bağlıdır film, aktörleri anımsar biliriz özellikle, oysa biz Tarkovski'yi bile anımsamakta güçlük çekeriz onun filmlerinde o kadar 'Sinema'dır yani olan biten... İşte ben, olaylara, kişilere ve rejisörlere bağlı filmlerden -kitaplardan nefret ederim- onlar dünyevidir, Dostoyevski'yi hiç sevmem, Gazap Üzümleri'yle ilgilenmem, ama Usher'lerin Köşkü'nü çok severim, Borges'in kıssalarına hayranımdır, bu bağlamda doğu metafiziği ve paradoksları da eşsizdir elbette, kimseler söylemek istemese de!.. Sonuçta insanı ve olayları anlatmayı anlak içi ve anlaşılır buluyorum ben, sezgilerimiz bunları anlıyor ve hatta aşabilir de, onun için bu tür yazın okunmaz demiyorum, çok şey kazandırmıyor diyebilirim, bu borsada kazanmanın yollarını öğretmek gibi kitabi şeyler, hukuk okudum ben, inanın, okulda okuduklarımın yaşamda ki karşılığı sıfırdı diyeceğim ama o kadar ileri gitmeye utanıyorum, hepimiz gibi bende insanım, günahkarım, yalancıyım, iyilik ve kötülüğün çıkmaz sokaklarındayım, sevginin yüceltici, nefretin alçaltıcı dolambaçlarındayım, onur düşkünüyüm, umarsızım, kibirliyim ve alçağım.
Bu hepimizin özellikleri inanın, tek farkla ben düşlerde yaşarım, daha bir zavallıyım yani!..
Şu yani, hayatı anlatan şeylerden hoşlanmam, yahu hepimizin hayatı roman bu kesin, nesini okuyacaksın gelin size anlatayım, erkekler genellikle bazı konularda övünürler ama onların unuttuğu bir şey var, biçem!.. Anlatım gücü, yani belagat her zaman olmasa da onların övüncelerini bazen alt ederim, nasıl, öyle bir anlatırım ki adamın gözleri fal taşı gibi açılır, sen neymişsin de bilmiyormuşuz der, oysa olan biten tıpkı kendisinin ki gibi sıradan şeyler, ama Shakespeare'in dediği gibi, 'Kelimeler, kelimeler, kelimeler...' kahramanımız onların gücünü gözden kaçırabilir!..
Kısa kesmek zorundayım çünkü artık roman yazacağım!.. İnançsızım ama o izin verirse tabi, insanoğlu böyledir, tapınakların kıyısından geçmez ama gün aşırı baksıyla uğraşır, dinden nefret ediyorum der ama, tekkelere bağış yapar, bilinmeyenin gücüne insanların tümü iç dünyasında boyun eğer, bunu geçse, kalabalıkların baskısı ve onmaz 'tekdüzelik' onu yola getirir, geleneklerin sultası... Her şey süt liman olsa, ne var ki bunda inansam ne olur inanmasam ne olur mottosu kapıda bekler!.. Sonuç, her yol Roma'ya çıkar, yolun Roma'yı geçmesi için hepimizin hemfikir olması ve uygarlık türümüzün değişkenlikle, sonsuza dek geri kalıyor olması gerekir. Yüzyıllar var!.. Ama tek sorun bu mu dediğinizi duyar gibi oluyorum. O kerimdir, gündüzü geceye bile çevirir, gaybın (bilinmeyenin) anahtarları onun elindedir...
İsteyen istediğini düşünsün, Örneğin Nobelist yazarımız, Reşat Nuri, Kemal Tahir, John Steinbeck ve Victor Hugo okunması zor kitaplar yazmışlardır benim için. Bir sır vereyim, yazar diye bir şey yoktur gerçekte, yerim dar, yenim kısa anlatamam, ölüm döşeğinde nasıl olsa bana hak vereceksiniz, ama ben göremeyeceğim, gerekçeleriniz farklı olacak olsa da!.. Yazar bu işin zahmetine katlanan ve hayatını onunla var sayan-sayabilen insandır. Nesini abartıyorsunuz, yazık değil mi, hepimiz öyleyizdir biz. Bir şeylere yelteniriz, yeneriz yeniliriz, sonra Beckett araya girer, 'Her şey daha iyi yenilmek içindir!..'
Saydığım yazarlar o kadar çoktur ki gerçekte, yazar sayamayacaklarımız, saydıklarımızı sonsuzca katlar, bu bir endüstridir (metayazın) diye gevelemek çok 'metazori'dir ama gerçek şudur, hayat her şeyin üstündedir. Neyse...
İşte bu yazarlar, türevleri ne şaşkınlık vermişlerdir, ne hayret, ne hayranlık, ne bilgi, ne derinlik, ne de zevk. Zahmet vermişlerdir!.. Victor Hugo'yu bir solukta okudum. Ama siz hızla okuduğunuz bir kitabı kolay okunan şey mi sanıyorsunuz. Kolay okunan kitap, hayran olduğunuz ve Borges'in Alef'i gibi tam yüz kere okuduğunuz halde, hala büyük zorluklarla ve zevkin verebileceği ıstıraplarla bitiremediğiniz kitaptır. Birde yalnız 'okurum ben' diyenler vardır. Yeryüzünde hiç bir iş yapmış olmak için yapılmaz, yemek yeriz başkaca tüm işleri yapacak gücümüz olsun diyedir, gezeriz, bilgiyi görgüyle, görüngüyle desteklemek için, yazar yoktur, zahmetine katlananlar vardır yalnızca, her şeyde böyledir bu,
örgü örmenin daha kolay olduğunu kim söyledi, hele yeni bir örgü biçiminin peşinde koşuyorsanız, ikisi de aynı değerdedir diyemem ama lafoloji nedir bir bakın, bir kitap dünyayı değiştirebilir, ama bir kazakta dünyayı ısıtabilir, buzul çağlarından kurtarabilir, aynı şey!..
Siz yazıyorsunuz ama düşüncelerinize değer veren yok, her konuda böyledir insan, başarılı olamam, iyide hayat bu değildir, bana bir önyargı verin dünyayı yerinden oynatayım!.. Yeter mi, dünyamızı karanlığa boğmaya yetti mi!.. Ayrıca düşüncelerinize değer veren yoksa doğru yoldasınız demektir, ne 'magnificent' insanlar gördüm ben, ne düşünceler, ne us durduran paradokslar ama insanlar Borges'in evrenin gizine (sırda Türkçedir merak etmeyin) ulaşan insanı gibi, bu gizi dünyanın hay huyuna çeşni olsun diye mi öğrendim ben biçemli düşünebiliyor. Ve kendini unutuşa terk ediyor, korkakça ya da kutsevi veya yücelmişliğin sınırlarını zorlayan bir şeydir belki de...
Unutuşun kolları ana rahminin sıcaklığıdır. Annemizin yuvağından çıkıp, tanrının yuvağına giriyoruzdur, gerçeklikte tanrı kuşkudan doğmuştur, öyleyse bir kuşkudan, bir kuşkuya gidiyoruzdur, hangi düşüncenin doğru, hangi eylemin erdem dolu olduğunu kim bilebilir?..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder