25 Temmuz 2019 Perşembe

SANATÇI KİME DENİR?
Bütün dünya ressamlarla dolu, peki ressam kim ve eğer unutulacaksa bir ressam neden bu işi yapar, çünkü sanat zamana karşı koyma içgüdüsüyle girişilen bir uğraş, diğer uğraşlar görecelikle sıradan kabul ediliyor, sanat zamana, yaşama, dünyaya, tanrıya, ölüme karşı açılan bir tür savaş ve düşünceyle yoğrulmadıkça ve düşüncenin bir yansıması olmadıkça beyhude bir şey...
Pek çok insan tanıyorum hala uğraş içindeler ve kendimizi -söylemekten çekinmemek gerekir- içgüdüsel anlamda olsa da beğenmedikçe sanat insanı yıpratıp, bir yok oluşa sürükleyebilir. Deyim yerindeyse sanatçı kendisiyle barışık olabilmelidir. Öyleyse sanatçı kim peki, bu resimde, bir ülkede tıpkı bizler gibi kendi ütopyasında yaşayan bir ressam var, bizim ondan haberimiz bile yok, ama tıpkı bildiğimiz ressamlarımız gibi bir atölyenin içinde, olasılıkla mutlu ve bir güven içinde bakın nasılda poz vermiş.
Bu benim ilgimi çekti, yerel bir ressam olarak unutulup gidecek mi bir gün, yoksa kataloglarda adı anılmadan geçilmeyecek biri mi olacak sonunda, tek sorun bu mu diye düşünebiliriz, ama o değil, sanatçı düşüncesinin karşılık görmesini ister, sonuçta bir düşüncenin ortaya koyduğu bir figür olduğu için, örneğin okunmak, bakılmak, değerlendirilmek, söz edilmek ister uğraşını verdiği konuda, bu saçma bir şey değildir.
Sokrates düşüncesinin değeri olduğunu varsayarak kuramlar ortaya atıyordu, Platon devleti eleştirirken, bu konuda kendisinin görüşlerine başvurulmasını düşlüyordu doğallıkla, yoksa sanat sıradan bir şey olsaydı, öyle algılansaydı, ne Marks Kapital'i yazmaya soyunurdu, ne Picasso ömrünce resim yapardı, ne Evliya Çelebi gördüklerini yazıya dökmeye kalkardı. Sanat zamana bir karşı koyma isteğidir, bir varoluş biçimi olarak, bir anlamda ölüme karşı bir meydan okuma, ama araç olarak düşüncenin seçildiği bir alan olmak kaydıyla, bir marangoz eğer yapıtlarında bir düşünce ortaya koyabilse ya da farklı bir bakış açısı geliştirebilseydi ona da sanatçı diyebilecektik; onu sanatçıdan ayıran, tekdüze ve bir tür yinelemenin için de yaşayıp gitmesidir. Sanat bir yadsıma, yadsımanın yadsınması veya bir aşkınlığın içsel ya da dışsal bir görüngüde kendine yer bulabilmesidir. Düşünsel bir zorbalıkla, doğallıkla, seçkinlikle, aşkınlıkla olabilir bu...
Öyleyse sanat, verili dünyamıza bir tür karşı koyuş, farklı bir düşüncenin ileri sürülerek, yeni bir ufuk açmanın hülyası ve bildiğimizin bir yanılsama ya da yetersizliğin girdabı olduğunu ileri sürerek bir tür yadsıma ve yansımadır. Sanatçı, bakın bu Van Gogh, işte bu Platon'un görüşü, bu dizeler Nazım'ın, bu açını Marks ileri sürmüş diyebildiğimizde sanatçıdır.
Bunun ayrımına varmak için ne yazık ki zamana gereksinim var, çünkü tıpkı bu resimde, çabalarının önünde derin bir bakışla poz veren sanatçının durumunda olduğu gibi, onun gelecekte mahşerin dört atlısından biri olabileceğini anlayabilmemiz ya da ileri sürebilmemiz veya kabullenebilmemiz için beklememiz gerekir. Çünkü bizimde tıpkı burada olduğu gibi düşlerinin içinde boğulmuş, selinin içinde sürüklenmiş nice ressamımız ve sayısız sanatçımız var.
Ama düşüncesi; bugünü, geleceği ya da zamanın her hangi bir kesitini değiştirebilen veya sonsuzluğun kovuğunda kendine yer edinebilen, rüzgarın sağrısında bir tutam yer açabilen, şu mahzun dünyalı belki sanatçı olmayı başarabilecektir.
Zaman, tanrının da, insanlığında, sanatında, yaşamında ve ne yazık ki saltıklıkla -kendisininde- kayıtsız, koşulsuz efendisidir.
Her şeyi bilen ve gören yalnızca odur!..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder