5 Haziran 2018 Salı

BİR DOKUN BİN AH İŞİT!

BİR DOKUN BİN AH İŞİT!
Bir konuda yanlış yapıyoruz, dil yaratımla ilgili, bilimsel, teknolojik ve sanatsal... Direksiyon Türkçe değil, aks, şanzıman, karoser, akü, buji vb. Neden, yerli araba yapımına -rantabl(!)- değil diyen sermayedarınız oldukça bu böyle sürüp gider ve dilinizin bikri bozularak, başka dillerin sultası altında yüzyılları geçirirsiniz. Onu bırakın, Hakkari'de üniversite açılmaz diyen profesörünüz oldukça da bu ıstırabınız katlanarak sürer, çünkü aydınınız uzaktan kumandalı bir dron! yani tasmalı maymun maalesef. İnanmadığınız sürece, dilinizle, dininizle, geleceğinizle, çağdaş bir ülke olmak zorunda çektiğiniz ıstıraplar sürer. Şunu kabul edin, Birleşmiş Milletler'e kayıtlı 193 ülke arasında 149. sıradasınız, bunu ben söylemiyorum, her gün sadece bayrak asarak yurtseverlik taslamayı özendiren medyanızın manşetlerinden biri bu.
Sözün özü, bilim ve teknolojide geri kalırsanız, ağzınızla kuş tutsanız bile, astronota -gökmen- diyeniniz çıkmaz, çıkamaz, kozmonot veya astronot demek zorundasınız, diyelim ki dediniz, Hawkinggillerin binlerce yeni deyimi bizi bekliyor, kuark, proton, nötron, impuls, periferi, müon, ekinoks vb.
Hangisini biliyoruz bu sözcüklerin, çünkü siz dünya uygarlığının seyircilerisiniz!..
Bir şey daha söyleyeyim, yalnızca dil öğrenerek, diyelim İngilizce olsun bu, çocuklarınızı çağdaş dünyanın ferdi yapacağınızı sanıyorsanız aldanıyorsunuz, bir dili bilmek o kültürün sıradan bir öğesi olmayı kazandırabilir size, ama bir helikopterin yazılımı İngilizceyse gene çuvallıyorsunuz, çünkü çocuğunuzun o teknolojinin kültürüne sahip olması gerekir, bu şu demek artık, Türkçe konuşuyorsa bir doktor, bende doktor olabilirim, çünkü Türkçe biliyorum. Anladınız değil mi, ne korkunç bir tuzak bu!..
Biz bilim, bilim de ilim aslında, bilim yanlış yani, bu bile tuzak bence, kim demişse, ilime bilim diye... Biz ilim ve teknolojide son sıralardayız, hayır derseniz yarı sömürge olmaya devam edersiniz ve Türkçeniz, cambazhanenin komikçi dükkanında satılan bir gevezelik olmaya devam eder.
Dil, bilim, sanat ve teknolojinin terkibidir. Bileşenidir yani!..
Biz sanatta ileriyiz, çünkü o düş gücüne dayanıyor ve edebi geleneğiniz güçlüyse, ön saflarda olabilirsiniz, Yaşar Kemal rakipsiz, Nazım rakipsiz, değerini bilmediğiniz Yunus rakipsiz, Yunus üstelik diğer ikisinden üstündür, sırrını size söyleyemem, ıstıraplarımı çoğaltmak neye yarar!..
İşte bir yurtsever olarak dile katkıda bulunmak istiyor aciz kulunuz, çabalıyor ve aşağıda sunacağı, dil oyunlarından başka elinden bir şey gelmiyor, keşke bir gökmen olsaydı o, keşke yenilik peşinde koşan bir yazılım mühendisi olsaydı, ama ona yalnızca dil oyunları bırakılmış!.. Suç hepimizin!...
DOĞUŞ
Garip bir selintinin, devintisi içinde sürüklenen, kimi tansıklı açıngılar, düşlemleri olanı doyurmaz. Ürkül uzamda, bir kasınç içinde gelen ve düşünsel olanın izleği üzerinde durakoyan insanoğlu; aynaşık ve bakışımsıl ortamla, sayrımsı ve belgit olanı, karasıl ve durağan olanın kayağanlığıyla özdeşler.
İnsan cılızdır, bunun gibi üzücül durumlarda, bir ürküşüm ve gerim içinde, kendi adını ünleyen ve gehennavi bir bekleyim sanısıyla, tek tip düzlem içinde bulunmayı sevecek olan organizma, zamanın dışında, iyicil, umulası hiç bir sonuç elde edemez. Tan esiminin kızıl çakıntısında, şiddet çizgilerinin büküntüsü kayşar ve büyük bir istençle gök dürülür ve bulutlar çözümsüzlük içinde bürgülenir.
Kırçıllaşmış pöstekide, soluğun ve tozun cirit attığı anaç yüzyıllar, gelecekte ki anılarımıza dönüşecek terminlerle kol kola, yumuşak iniş yaparlar. Derişik ve kayağan bir irintide, gezegenin leylâk büklümlerini bir burgu gibi delen yürek, kendi kanının kapsantısı içinde köpürüp, sürüklenerek gelir ve bizcileyin çığlık atan ayırtkan sığır sürülerinin kasçıl boynuzları üzerinde tiksinçle durur.
İnsan doğmuştur!..

TARİH
Metafizik bir sorguyla, tozun içinde, kafalar yuvarlanıyordu!.. Betimde; Osmanlı hidivleri, Kıpti patrikler ve sufî kadınlar vardı. Geometrinin bitimsiz estetinde, tinin tinselliğinde; Miken parası gibi buruşuk, sarı ve solgundular. Sıfırın altındaki bir zamanda; 'dokuz' diye bağırmak istiyorlar, ama gırtlaklarından ancak 'tokuz!' sesi çıkarabiliyorlardı. Yine de senkronizeydiler. Bulutsuz bir Flaman göğünde, baktığı şeyden kaçmaya çalışan melek, onlara yardımda bulunmak istiyor; Demir Atlar Ülkesi'ne vardıklarındaysa, bir yalvaç önlerini keserek; 'Burada hiç bir şey yokken aşk vardı ve her şey yok olduğunda gene aşk olacaktır' diyordu. Ürkütücü ıssızlıkta, evcil hayvanlara dönüşen yarasalar, kör kelebeklerle, iki ayaklıların sevişmelerine tanık oluyorlardı.
Bakır arılar, çinko yılanlar ve iblisin iğrenç kuşları; sütleğene övgü diye bağırıyor, atlı tatarların sırtına binmişler, Zinderud ırmağının kartalı gibi suya inmişler, erklerin tek karşıtı, gündüzün terörüdür diye çığırıyorlardı!..
Akreplerin kokular süründüğü, zigguratları gölgelerin bürüdüğü bir zamandı!..
Epiktetos dehşetle önerince, usuna düşen herkese parola soran azatlı köle; Roma avlularında ki (boynu vurulacak!) ölüm cezasından kurtulacaktı.
Demir pabuçlu hayaletler dolaşıyordu... Elen ruhlu stoacı, bir galeri dibinde bana yaklaştı ve Einstein eşittir, Marx çarpı; Camus üzeri Camus diye bağırdı! Puhu kuşundan bir mesih gözlerimi gagalıyordu.
Kenter biçemle, ey kaplanlar; biz ak bulutlara kandık, ak toynaklara inandık dediğimde, suları bol Tarnak ırmağını geçen Bukefalos, canhıraş bir sesle Kandehar'a vardık diye haykırdı ve keçi şarkılarıyla birlikte, körpe kapılardan geçip, ün, şan ve fener alaylarının içinde; sessizliğin sesinde:
Yüzyıllar ve yüzyıllar süren uykumuzdan uyandık!..
ARAF
(...Darius karılarını ve çocuklarını bırakıp Baktria'ya kaçtı. Karanlık gökte Mars parıldadı!.. Kanatlı bir atın gölgesi düştü, defne dolu avluya!..)
Düş içindeydik! Bir Moğol şehzadesiyle, irem bağlarında geziniyorduk. Ilık bir hava vardı, dumanlı güllerden göz gözü görmüyor, sandal ayaklarımızla sümbüllere basmamak için, yavaşça yürüyorduk.
Tatarların hakanıyla, Cezayir dayısının gönderdiği birkaç kişi daha katıldı aramıza... Güllerin başucunda; kırmızı ahşap uduyla kör bir adam, suzinaklar, semailer çalıyordu. Dillerin dili denilen Meghalayam dilinde, 'Emel Denizine Sürükleniyorum' adlı bir şarkı söylüyordu, mavi gözlü cariye...
Mora püreni yiyenlerimiz, kevser şarabı içenlerimiz vardı. Andra Pradeş kalesini, Delhi surlarını gösterip, tavşanların savaşını canlandıran bir sihirbaz, alkışlar alıyordu.
Sularına balığını geri verdiğimiz Teselya ırmağında, onmaz gözyaşlarına boğuluyorduk. Suyun gövdesini ikiye ayıran Yezidîler yine cenkleşiyordu. Yıldız biçeminde bir üçgenin içinden, cenbiyesi sayısız gırtlağın tadına bakmış, bir adam fırladı birden.
Kim o dedik, anda Merv reislerinden Haris Abdurrahman'dır dediler. Sustuk. Atlas'ın yüküyle berkli, Devâmend Emiri, Ebu Bekir El Şıblî yanımıza geldi. Hüseyin Şirokko şehit oldu mu dedik... Yâ dedi!.. O an Malik'in gözbebekleri toprağa düştü.
Gökler denizinde sallanıyorduk. 'Sahalin Toprakları' uzaklardan gözüktü. Kürekçilerimiz, Araplar ve Basra'da yetişmiş Pers leventleriydi. Deniz durulduğunda, güverte şenlenir, sezarımız Karakalla ufka bakar, zambak gözlü hünsalarla, ilâhi gövdesinin gereksinimlerini dindirir ve çılgınca avunurdu.
İrem bağlarına yolu düşenin, rüyası buydu!..
***
Son sözüm şu, bu metinler bana da saçma geliyor, nedeni şu, bu ülke parçalı gerçekliğin esareti altında inliyor, biri uçak yapmaya çalışıyor, gülüyoruz olmaz diye, biri şiir yazıyor, ayranın yok içmeye bu ne yahu diyoruz, biri kansere çare bulmaya kalkışsa, batıya doğru git orada değerini bilirler diyoruz, hiç bir insan kendisiyle barışık olamaz bu ülke de, Polyannacılığı çözüm sanan medeni meczublarımızdan başka, çünkü her şey var bu ülke de ama hiç bir şey tam değil. Üç bacaklı at bu ülke, biri var hem de kusursuz ama diğeri yerlerde sürünüyor, biri göklere tırmanmaya çalışırken diğeri dileniyor, sınıfsal, sosyal ve teknolojik uçurumlar var insanlar arasında, toplum paramparça, biri kelebek koleksiyonu yaparken umursuzca ve kibirle, diğeri kelebek yenir mi diye soracak kadar şaşkınlık ve yoksulluk içinde, yoksulluk yalnızca ekonomik değildir, sosyal, bedensel ve ruhsal yosulluk gibi sınırsız parçalara ayrılabilir o kavram, bu yüzden birbirimizi aşağılamaktan başka becerimiz yok bizim, bu yüzden birbirimizie düşmanız, bu yüzden başkalarına hayranız ve dudaklarımız uçukluyor onların karşısında ve birbirimizle uğraşmaktan ve birbirimizi zemin seviyesine çekmekten, çekiştirmekten başka hünerimiz yok. Bir özelliğimiz daha var, bunlar söylendi mi yüzünüze, yukardaki tüm sorunların üzerinde durmak şöyle dursun, o kişiyi eleştiriyor, hatta saldırıyorsunuz!..
Havanda su dövmeye alışmış toplumların işi zor. Bir şey yapmak isteyenler, canından oluyor uğraşlarının içinde ama onun belki tek armağanı mezarı bile çok görüyor toplum birbirine, çünkü kurdan haberin yok mu, yuroyla dolar ezdi geçti piyasayı diyorlar, fasonist yapılanma havadaki kuşa bile bakarken ücretini isteyecek yakında, azılı geri kalmışlığın bir nolu göstergesi saadetin parayla olacağı gerçeğidir ne yazık ki... Çözüm mü, en iyisi vurun abalıya, geviş getirmeye devam etmek için iyi bir yöntem!..
Ve arabesk dinleyin, hakkıyla ama, belki yetti artık demeyi akıl eden biri çıkar aramızdan!..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder