5 Haziran 2018 Salı

DİL (Türkçe)

DİL
(Türkçe)
Felsefe susarak, pantomimle, gökseli ululayış veya görsellik, sanalite ya da herhangi bir edimle olasıdır, yapılabilir. Felsefe bir ideye dönüşmek için dili kullanır, hangi biçimde olursa olsun, Babil Kulesi bizim yekvücut olabildiğimiz tek bileşendir, öyleyse felsefe temelinde ancak dille bir omurgaya sahip olabilen bir ufuk gemisidir.
Felsefenin Türkçeyle yapılamayacağını ileri sürmek dili yadsımaktır, dil insanlığın en büyük bulgusu, olmazsa olmazıdır, bunun için resulleri der ki, hem de Tanrısına râm olarak; 'Başlangıçta söz vardı'. Felsefenin hangi dille olursa olsun yapılamayabileceğini ileri sürmek, insanın kendini hiçlemesi, Tanrı katında aşağılamasıdır ki, Tanrının sureti olan bir yaratık için günahların en büyüğü, cehennemi bir söylemdir.
Bunun ileri sürülebilmesi insanı / toplumu sürekli aşağı çeken, onu soy bilgiye, tutuma, yüceler yücesi bir çağrıya yönlendirmeyip, avam, vulgerize, en aşağı anaforların, tepkimelerin içinde boğmaya çalışan bir düstur, diskur, etik dışı, insanı her şeyin yadsınmasına götürebilecek bir tavır, bir farstır!..
Türkçeyle felsefe yapılabilir mi diye soru üretemeyiz, bu Truva Atı bir söylemin ürünü aciz bir tutum sayılabilir ancak, emperyal kültür cehennemi, gizil geriletme organizasyonu içindeki dünyalar, yerinden, yurdundan nefretle söz eden ve bir yanılsamayla, 'Cesur Yeni Dünya'lara göçen birer eleman, kobaylar üretmek için bir motto olabilir bu, ama insanlığın ulu gerçeği kutsal dilin yerilmesi ve onun küçümsenen, insanlık öksüzü bir şeyi olabilirmiş gibi algılanmasının yollarını açamaz, ne yazık ki bu olanaksızdır, çünkü 'Dil' insanın üstünde bir edimdir. O somut bir yaratılışın, elle tutulan göstergelerine sahip, bir kurt deliği olmayıp, tam tersine soyut, elle tutulup, gözle görülemeyen bir nendir ki, gerçekte Tanrı katından dizlerimiz dibine konuk olmuş bir töz, sonsuzlayıcı aşkınlıkta bir tansıktır.
Çağların içinden süzülüp gelen kültür hegemonyaları, silahların gölgesinde yeryüzünü, ulusların çocuklarını zapturapt altına almış yüzyıllarca, görünmeyen güçlerin, sezilmez, pekişmiş önderliğinde, içimizdeki gönüllü, gönülsüz, bilinçli, bilinçsiz şövalyelerinizle bir ekin / kültür tutsaklığının pençesinde, mimesizme, plagiarisme, tilmizliğe özenen birer hominid olabilir toplumlar, ama bu sonsuza dek sürüp giden bir şey değildir, doğanın diyalektiği, köhnemiş saltanatı, rüzgârda savrulan kuleleri, yelkenleri, günümüzde başı arşı alaya değen gökdelenleri günü gelince yıkar ve gerçeklikte, kendisi olamayan hiç bir toplum felsefe üretemez diyebilsek de, Tanrının adaleti sözün gücünü hep eşit biçimde paylaştırarak, kültür saraylarına, katedral ve tapınaklarına tüm insanlığın katkısını aralıksız bir hak tanırlıkla gözetir ve dağıtır. Kültürel egemenlik, sonsuzluğun terazisinde insanlık için olanaksız bir edimdir, her insan, her toplum kozmosa varlığıyla, sözüyle, düşleriyle sürgit bir katkı verir ve Tanrının sevgili kulları sözü bu hilkatten gelir.
Fason, verili, pastörize, parçalı bütünlükle yetinen ve tüm temel gereksinimleri dışarlıklı / dışa bağımlı, skalada en altlarda yer edinen bir toplum, yalansı / yanılsamacı bir uygarlık, sahte profil ve yaşayan ölülerin gezindiği bir cennet olabilir ama gerçek hiç bir zaman bununla sınırlı kalamaz. Kölecil bir toplum bile diyalektiğin, acımasız / görkünç adaletinden kendini kurtaramaz ve sancağı devralarak günün birinde, kesenkes bir düşün peşinde koşarken bulur kendini, öncülük sırası ona gelmiştir, erinç veren gerçellik, tarih boyunca yeğ tutulmuş, içrek, ezinç içindeki tutsaklığa eğimli / kölecil toplumlar bile anıtsal bir kültürün almanağında yaratılarını sergilemiş, adlarını yazdırmışlar ve günü geldiğinde tanrı katında kutsanmışlardır.
Bu tür düşünce, diyesim herhangi bir dille olsa bile, felsefe yapılamayacağını ileri sürenler, çağın korkunç derecede gerisinde kalmışlardır, uygarlık göreceli bir kavramdır, (Vankulu Lügatı'nda patlıcandan kıl, kıldan solucan olur mizahıyla alay ediyor olsanız, şeytani bir misyonun kılık / kılıf değiştirmiş ceditleri de olsanız bu gerçek değişemez) kültürel patronajın sahipliğini üstlenenler, bu tür zırhı, türün öbür bireylerine, bir savunma kalkanı gibi kullanıp, önde koşarak, öncüllükle, etik ve estetik yüksünmenin, çürümenin ve toplumu geriye götürüyor olmanın gizil önderliğinde, kahraman sanılmanın illüzyonuyla taht sahibi olabilseler bile, bu düşkü, anlayan için, insani olanın, derin bir ikiyüzlülüğüdür. Çünkü ileri sürülen olanaksız bir şeydir, bilinçle doğrultulmuş hiç bir silah geri tepmeyebilir belki ama zamanın içinde dogmalar ve yanılsamalar, yanlışlar ve bağdaşıksız yinelemeler, rüzgârını yitirmiş bir mızrak gibi kaçınılmazlıkla yere düşerler!.. Zamanın efendiliği, satanizmi, sulta'nizmi, peronizmi yerle bir ederek, vortisizmin, fütürizmin kollarında yelkenlerini açar ve yeni dünyalar yaratarak, onlara konukluk ederek, dilimiz tutulurcasına haykırmayı sürgit başarırlar. İnsanlığın biricik yazgısı budur.
Bir toplum ki ayrıntıya önem vermez, onun için roman yazamaz / yazılmaz diyebiliyorsak bu doğrudur belki, belki felsefede böyledir; yapar gibi görünebilirsiniz, yazar gibi görünebilirsiniz, nicelikten niteliğe geçmek, üstençle yüzyıllar alabilir belki de ama her insan, her toplum Tanrının bir sureti, bir oymağı olarak, felsefeden nasibini / payına düşeni alacaktır. İnsanlık düşünebilsin, felsefeyle her ölümünde kendini yeniden yaratabilsin diye doğurulmuştur ve Tanrı bir doğuran, bir yaratan olarak bir monark, pederşahi babamız değil, tüm evreni kucaklayan anamızdır bizim, biz kendimizi her seferinde yeniden yaratıp; üretebilelim, yenileyebilelim, yineleyebilelim ve değişkelerin sonsuz açımlarla süslü cennetinde yıkanabilelim diye doğurmuştur o bizi!.. Bir paradoks gibi gözükse de, dekadana teslim olacak kadar kul işi bir eğretilik, yeknesak bir yapı gösteremez insanlık!..
Felsefe yapmak için kısacası, dilin değil Tanrının yarattığı kimesne olmak yeterlidir, bu bakımdan erişilemez de değildir felsefe, uzanabiliriz ona, sağlıklı, coşkulu, inanç ve güvenç içindeki birey / toplum bir esemeyle ve kolaylıkla yaratabilir onu, çünkü; gerçekte bir umacı ve tansıklar toplumu değil, ardışık, açık / aşkıncı bir doğunum, göz alıcı bir yapıntının, anlaşılır bir 'Üretke'nin bir süreğeni olabilir ancak insanlık!..
Durcanın yürümesini, işitmezin duymasını, görmezin algılamasını Tanrıya hasredecek kadar pagan değildir o, kimi zaman felsefenin, felsefi olanın tütsüsü masallarda gizlenmiş olsa bile, biline bilirlik ve erişilebilirliğin ceylanıdır o, bir Tanrı parçacığıdır. Sonsuzca arayacağımız Higgs bozonudur o, bilginin kaynağı, içrek ve dışrak olanın haznesi ve öğütücü değirmeni salt kendisidir. İnsanın, -yaratmış ve yaratılmışın- kendisi dışında bilgi yoktur!..
İnsan felsefenin ta kendisidir. Her birey dilini ayırmış olsaydı bile, gökleri yere indiren, sonsuz erinç, dinginlik duygusu veren felsefenin, estet ve engin denizlerinde yüzmüş olmaktan kendini kurtaramazdı. Kimi zaman düşünülenin aksine, o olmasaydı eğer, uçsuz bucaksız yoklukların, sonsuzlara dek uzanan boşlukların ve zamanın döngüsünde bizi acımasızca kemiren, özümüzün yitip gittiği hiçliklerin uçurumuna çoktan savrulmuş olurduk.
Peki salt'ık insan bu durumda felsefeyi nasıl gerçekleştirecektir...
?
Felsefe yapmak gerçekte bu kadar basittir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder