23 Ağustos 2018 Perşembe

AŞK


I
Aşk tanımlanamaz diyebilir ya da arzulamanın bir türevidir diye bakabiliriz... Aşkı, aşık olanı küçümseme eğilimi taşır bireyler. Neden?.. Çünkü aşk, türün bireyleri için, cinsel edimi çağrıştıran, özü göz önüne getirildiğinde, tümleci karşı cinsle bağdaşan ya da oluşturulabilen, tinsel bir vurgudur.
Birey, sonuçta bir cinsel çağrışımın, ötekine yönelik, sevecenlik içeren bir halüsinasyonun, bir düş ediminin, bu denli yıkıma, acıya ya da tutkuya dönüşmesine şaşkınlıkla bakar, ta ki kendini o denli bir dolantının içinde buluncaya dek.
Aşk arayıştır. Kendini aramak gibi bir klişeden öte... Sığınma duygusu, ışın körlüğü, mitosa ve tanrıya tapınma, yüceltilmişe tutku, erişilmez olana ve ulaşılmazlığa bağlanım, yok etme ya da yok oluşa; ölüme duyulan özlem, tekçil kozmolojiyle birdeşlik, saldırganlık içgüdüsünün gizil varyasyonu, açınsız kindarlığın güler yüzlü görümü, tinselliği kuşatım, soruların ötesiyle buluşma, yanıtlara kavuşma, ilkinsil olana erim ve barbarlığa duyulan açlık biçiminde kendini gösterebilir. Aşk, kozmik yaşamın tüm niteliklerini içinde barındıran, manik bir evrene benzer. Varlıksı töz, bir tür nükleik.
II
Küçümseme her durumda varlığını sürdürebilir. Cinsel varlığı doru ve esen, eşeysiz ve rahim olan, erselik tutkunun, uyuşturan güneş, zeh'rle dolu tan atımı ve ilençle yoğrulmuş savaşımla, gülümseyen barışın denizlerinde yüzenlerde aşık olabilir. Öyleyse aşk, salt cinsellik ediminin yüceltilmesi, ululanmış birliktelik, ulaşılmazlığın sınır tanımaz senfonisi olamaz.
Bir ironi veya paradoksun hükümranlığında, aşk bütünleşmekle özetlenebilir belki, öyle belirgelerle bezenip, varlıksı olan için öyle tanıtlanıp, soyutlanabilir. Arzulama bütünleşmeyi gerektirir denilebilirse de, tüm arzuları yerine getirilen türün bireylerinde, aşkı gözlemlemek olasıdır. Kuğular ve krallarda da görülebilir bu eğilim.
III
Aşkın yurtluğu, göksel dünyalar mı, yeryüzünün duyu bozumcu engebeleri midir diye düşünebiliriz. Aşk anakaraların gerçemi, aşkınlıkla süren bir olut, insanlığa ve yaratılmışlığımıza ilişkin algısıdır ki, onun özdek yuvası kıta topraklarıdır. Öncüllükle, evrende başka canlılar var mıdır sorusunun ilk yanıtı biz olduğumuza göre!..
Onun tanrısallıkla ilişkilendirilmesi, bizi kozmosun efendisi kılar. Öyleyse aşk kozmiktir, ulaşılmazdır, sonsuzca bir arayıştır ve birini seviyorsak, evrenin başka bir noktasında, kesinkes sizi seven bir başkası daha vardır. Saltık yalnızlığımızı gideren, öteki yarımıza kavuşmakla, paylaşımı ikileme dönüşmüş, umarsız ve onulmaz biricikliğimizdir aşk...
IV
Elle tutulup, gözle görülen varlığın, cismani olanın, tinsellik çabası, yokluğun tanrısal bir töze dönüşmeye kalkışması, hiçliğe özlem, objeler ve süjelerle serimlenmiş, hınçla süslenmiş bir ölüm provasıdır aşk.
Kendini unutarak, ötekinde erime, en büyük gize ulaşım ve onu elleriyle tutabilme gerçelliğinin izinde, olasılığın sanrılarıyla avunmuş, çılgınlıkla taçlanarak yoğrulmuş ve acıya doyurulmuş, bir prelüdün yaşamıdır o!..
V
Her şey gibi aşkta olanaksızdır. Bu nedenle aşk, yaşam denli üzünç vericidir. Kozmos, aşkın ve yaşamın olanaksızlığına karşın, düşüncenin efendisine, ölümü armağan ederek, hoşnutlukla zamana hükmetmeyi ve istençsiz bir arzunun pençesinde düzenlenmiş bir edim, paradoksal bir seviyle bütünleşmeyi önerebilir.
İstemimiz dışındaki her arzu, her nen, her oluşum kavuşmanın gerçelliğinden uzaktır, o duyumu veremez. Öyleyse aşk sonsuza dek olanaksızdır. Olanaklı olan hiç bir şey aşkı barındıramaz.
Sonuçta aşk bir gerçekliği sürdürmek değil, gerçekliği gölgeleyen şeyin peşine düşmektir belki de... Belki de, gerçekliği gölgeleyenin, gölgesini aramaktır. Belki de gölgesinin, belki de...
VI
Suyun denizde saklanamayacağını bilmek, varsayımı var saymak, hiçliğe doğru koşmaktır aşk!..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder