20 Ağustos 2018 Pazartesi

DENİZ










'Utku, şu paganizmin dökülmekte olan son gülü'
                                                               J.L. Borges



 
Güneş Halki'den batar...
Yapraklar dökülünce deniz ortaya çıkar dedi. Evin balkonundan ta uzaklara, dünyanın öbür ucuna bakar gibi. Ağaçların arasından deniz zorlukla seçiliyordu. Ağaç denizi de iyidir dedim, ben dağlarda, kırlarda büyüdüm, denizi bilmem.
Deniz sonsuzluk duygusu verir, dalgaların hırçınlığı, yaşamın zorluklarına işaret eder, yenilgilerin geçiciliğine, çünkü deniz varsa, dalga her zaman olacaktır.
Yenilgi sözcüğü itici ama dedim, neden böyle algılıyoruz yaşamı... Uygarlığımız böyle dedi, henüz o zamanlara varmış değiliz, sözlüklerimiz de ne yazıyorsa biz oyuz. Güldüm biraz, o da güldü...
Gaspar David'in resimlerinde sis dağılınca ay ortaya çıkar dedim. Dağ ortaya çıkar, deniz belki de diyerek bu kez kahkahayla güldü. Ay için Delvaux gibi düşünmeliyiz, o sonsuza dek vardır ve ay kozmik dünyamızın kanıtlarından biridir, o varsa evrenimiz de vardır kuşkusuz!.. Delvaux'da ay, yaşadığımızın kanıtıdır ilginçlikle, ona yaslanır böyle şeyler için o...
Adım dedi Deniz benim, sevgi der gibi, yumuşak ve kadife gibi bir tınıyla söyledi bunu. 1999 depreminde tüm yakınlarımı yitirdim ve bu adaya geldim. Panik atağın pençesinde, yarı şizofrenik bir ömür benim ki...
Birden sarıldım ona, insanlar gerçekte tüm bir yaşam boyunca ağlıyorlar, üzülme dedim. Nasıl der gibi gözleri, gözlerime baktı... İçin için ağlıyorlar dedim, gerçek bir ruh şu yaşamda mutlulukla oyalanacak kadar pervasız olabilir mi, gazeteler, televizyonlar, yaşam kavgası, sanatsal, bilimsel tüm gelişmeler, zamanın, dünyamızın damarlarından fışkıran tüm fonksiyon ve atraksiyonlar ruhlarımızı tahrip etmek için ateşlenen birer rokete benzemiyor mu...
Ağlamaya başladı. Bir kez daha sarıldım, seni üzmek değil amacım, dingin bir ruhla dünyayı dinleyebilmemiz, izleyebilmemiz içindi dedim... Ayrıca dedim, yaşadıklarımız kadar, hiç bir neden yokken bile, sonsuz bir melankolinin içine düşebilir insan benim gibi dedim!..
Neden dedi değişen yüzü, hafifçe gülümseyerek...
Freudyen şeylerdir belki dedim, çocukluğumdan kalan bir aşk kırgınlığının bir türlü geçmeyişi, görünmez travmalar, yaşamın gerçekte bizi yaşıyor olması gibi; tüm benliğimizi ele geçiren, harap eden düşünceler...
Bir kaç saka kuşu, sabah serinliğinde, küçük bahçede ötüşüyor, çiçekleri gagalayıp, tepetaklak dönerek, uçuşuyorlardı.
Ada dedi bir dinlenme değil, tüm bir yaşamı sorgulama, bir hesaplaşma yeri sanıyorum ben, katlanmak çok zor, insan bir an önce uzaklaşmalı buradan dedi...
Burada dedim, yaşadığımı duyumsuyorum ben, sorgulamak fırsatını bulduğum için tüm bir geçmişi, cehennem azabı içindeyim belki de, ama gidecek yer de yok, kendi içimizden başka...
Ada, yeryüzü gibi, kalabalıklar, fütursuzca konuşmaların yinelendiği kahveler, pahalı yerlerde, yaşamını satın alınabilirliğin keyfiyle, bir gücün hegemonyasına teslim etmiş, görünmeyen acımasız bir kavgaya rehin bırakmış, ruhunu bir türlü geçip gitmek bilmeyen zamana ipotekle, geçip giden, gitmekte olan kimseler.
Son derece sakinler, son derece özgüven içindeler, ta ki Demokles'in kılıcını kullanmak gereği duyana dek!.. İşte o zaman gerçek yüzleri ortaya çıkıyor, kitleleri bir sürü gibi algılıyor ve güçlerini sergilemeye kalkıyorlar, rezidanslarda, amfilerde, konferans salonlarında, VIP salonlarındaki selamlaşmalarda bu vahşi içgüdünün izlerini görebiliyorsunuz.
İyi ama, herkes kendisi dışındaki dünyayı suçluyor. Suç kimin, suç kimin diye yineliyor şairler sürekli diye araya girdi.
Suç tanrının demek bile bir klişeye dönüşüyor artık dünyada... Suç yaşıyor olmak demekte yetmiyor diye sürdürdüm.
Adadan uzaklaşırsak yaşama karışırız ve suç suç olmaktan çıkar!..
Solaris'te dedim yaşadığımız gezegen, düşünen bir okyanus biçiminde, beynimiz gibi. Düşünce evimiz evrilmedikçe biz yok edici ve cehennemi varlıklar olmayı sürdüreceğiz sanırım.
Bir çözüm olmalı ama dedi.
Şu durumda zor inan ki, depremler, savaşı kışkırtan ruh, acımasız bellek ve uygarlığın anomalileri, vb. vb. vb. dedim.
Buldum diye bağırdım, biz kendimizden kurtulmalıyız!..
Bir kahkaha attı, tüm konuşmalarımızı anımsatır gibi...
Çaylarımızı yeniledik ve ağaçların arasından gözlerimiz bir kez daha denizi aradı.
Deniz sakinleştirir insanı dedi. Fırtınalar, dalgalar ve karanlıklar olsa bile...
Öyle tatlı gülümsedi ki, öptüm onu...
Gözleri doldu birden...
Belki de dedi yaşam dediğimiz şey, yalnızca bir öpücüğün verebileceği dinginlik ve doğallıkla yayılabilecek bir mutlulukta duyumsanan sonsuzluk arayışıdır.
Belki de yaşam sonsuzluk kadar uzun, sonsuzlukta yaşam kadar kısadır dedim!..
Gülümsedi...
Kuşkuyla bakar gibi, sen dedi bütün bunlardan bir öykü çıkarmaya kalkışırsın artık!..
Küçümsedi mi veya bir alışkanlığı mı ima etti;
Yoksa insanlığa, yaşama ilişkin, ürkütücü, korkunç bir gizi mi paylaşmak istedi; evrenin ağırlığının yaşama yansımasının bu denli hafif ve bir yineleme, bir kopya olduğu sürece, hiç bir şeyi değiştiremeyiz mi demek istedi anlayamadım!..



 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder