13 Ağustos 2018 Pazartesi

DEİZM




 
 
Deizm tanrıya inanmayı öngören ama dine ya da onun temsilcilerine, elçilerine inanmayı kabule karşı çıkan bir anlayış. Bugünün dini anlayışına karşı çıkan, alternatif bir gelişim olduğu ileri sürülüyor.

Çağ tabularını yaratıyor ve çağdaşlaşıyor, modernist yapılarla, ileriye gidiyoruz derken, ruh ve içerik olarak geriye gittiğimizi düşünemiyoruz. Hiç olmadığı kadar barbarlaşıyor insanlık örneğin, çağımızda ölümün sürati, her hızın, her gelişimin üzerinde... Işık hızıyla insanın öleceği -öldürüleceği mi demeli-, günler her şeyden yakın, bunu denedik de, Hiroşima ve Nagazaki'de, ama insanın unutmak gibi bir mutluluk aracı var, kim ki Hiroşima diyor, diğerinin ağzında bir gülümseme, o kadar karamsar olma, insanlıktan umut kesilmez.

Kim bilebilir ki, bir gün bu düşünceden eser kalmayacak, üzerinde ot bitecek, çöl sessizliğinde bir yel esecek. Kıyamet geliyorum demez; demeyelim yine de!.. Evrenin insana bağımlı olabileceğini düşünemeyiz, insan evrenin açılımlarından biri, bir parantez o, ama onun açılımları o kadar sonsuz ki, sonsuz olabilir ki, geriye;

'Onu aradım, neredesin baba dedim, uçsuz bucaksız boşluklar ve uçurumlara yağan yağmurlardan başka bir şey göremedim' ağlatısı kalabilir.

Evren insana yuvalık yapıyor, yuva geriye kalandır belki, kuş her zaman uçup gider biliyorsunuz. Nereye, eni sonu ölüme, şimdilik de olsa böyle bu, ölümsüzde olsak bir kurtuluşun bizi beklediği kesin değil ne yazık ki...

Çünkü karıncanın, mastodonun veya bir çekirgenin varlığı bizi mutlu etmiyor bu konuda, insan; kendini bile aşmak istiyor, bütün sorunda bu zaten, evrende kalıcı, ona layık bir varlığın eşdeğerlikle sürüp gitmesi, amacımız bu, gizlentide dile getirilemese de...

Ama hedeflerimizde öyle şaşırıyor ve öyle güçlükler çekiyoruz ki, Habil ve Kabil meselini yinelemekten başka bir becerimiz bile yok bizim, yok henüz, göreceli ataklarımız, bir yinelemeyi öngörüyor yalnızca, gerçek değişke, insanın birbirinden aldığı elektriğin, pozitif uçların yanmasından, yansımasından başka bir şey olmayan çağların özlemi içindeyiz...

Peki deizmle ne ilgisi var bu açınların...

Var, diyelim ki inançlarımız, içrek yapımızdan süzülüp gelen yeni vargılarımız deizme bağlanmamız ve onu ululamak olsun. Bu teizmden daha geriye gitmek inanın ki...

Çünkü tanrı kavramı, insanın varlığından bağımsız düşünülemeyen bir olgu... Biz olmadığımızda -görecelilikle düşünebilen yaratık- varlığını sürdürebilen bir olgu, o kadar sonsuz açılımlara el veren bir düşünsemeye dönüşür ki; tanrı var demek komik kalır artık bu varsayımda, biz yoksak örneğin, her şey vardır artık, her şey yoktur da diyebiliriz bu çılgınlıkta, çünkü varsayımlar illiyet bağını yitirdiğinde sonsuzlaşabilir de, yoksanabilir de!..

Deizm işte illiyet bağının yitirilmesidir, insanın özgün varoluşunda yanardağ alevleri gibi yükselen düşüncelerimiz, illiyet bağını yitirdiği an, anlamsızlaşır ve varoluşuna kaynaklık eden zemini yitirerek, öznel değerini yitirir, yok hükmünde olur artık, varsaysak bile... Çünkü mantık silsilesinden koparak, her esine, her düşüne, her mottoya elveren bir anlamsızlık uçurumuna doğru uçan, bir çürüntüler yığınına dönüşür artık.

Sınırsızlıktır asıl dogmalara sürükleyen bizi belki de, çünkü kargaşa ve kaos yıkımdır evrende, biz düzeni tanrıya yorduk ama... Tanrı bize düsturlar verdi çünkü, deliliğin eşiklerinden kurtardı, bedenimizi taşımayı öğrendik onunla, diğer canlılardan -tözlerden- ayrıldık ve yine o düşünmeyi öğretti, varlığının derleyip toplayıcı ve onun karşılıklı, hoşnutluk veren bağımlılığıyla...

İnsan yarattı tanrıyı, çıldırmamak için belki, düzen vermek için belki, yaşamı güvence altına almak için belki, yalnızlığını paylaşmak, sevgiyi yaratmak için belki...

Bundan ötürü, o var olsa bile, eğer onun yarattığı töze sınırlamalar getirir, ben onun elçilerini tanımıyorum, düşüncelerine karşıyım, ayetlerini saçma buluyorum derseniz, gerçekte tanrıyı da yadsımanız gerekir artık.

Bunun karşılığında tanrıyı kabul ederseniz eğer, onun varlığını yayından çıkmış bir ok gibi, uçsuz bucaksız dogmalar, usa sığmaz tabu yığınları, en korkunç saçmalıklar ve insanın ırkını, varlığını yadsıyacak, yok edecek en dehşet verici olasılıklar bizi bekliyordur artık.

Nedeni şu, bizi düşüncelerimizin sınırsızlığı değil, sınırlılığı mantıklı kılar. Bizimle bağıntısını yitiren düşünce, (taşda aşık olabilir, tanrı tuvalete gidiyordur gibi, sonsuzluğun varyantlarında kozmik bir esemeye dayansa bile, absürtizmin, zeminden uzak, yararsız kollarında uçmaya başlarız artık!) hümanist ve evrensel töze uygunluk gösteremeyen her açın, vampirik bir dehşet ve cehennemi bir yargıya sürükleyerek, yoklukla hükümlenmiş bir kıyıcılığa götürür bizi... Bunun için tanrıya bağlandık biz, bir düstur, bir vesile o, eğer ondan kurtulmak ya da salt ona bağlanmak, insanı aradan çıkarmak istiyorsanız, ki haklı olabilirsiniz, yapacağınız şey, deizmi öne çıkarmak ya da ileri sürmek olamaz. Bu skolastik bir yinelemedir çünkü...

Çağımız henüz tanrının olmadığı, onun yanılgılarla süslü, kıyıcılığı olumlayan sürümlerinin henüz önüne geçemiyor belki, ama bunun karşılığı deizm olursa eğer, bu diktatik bir insani monarşizme el veren, sonsuz bir yok ediciliğin izin alabilmesini de doğurur varlığın indinde, deizm tek elden bir varsayımın, monistik bir görüşün, tüm evrene sahip olarak, Jim Jones'un Cehennem Tapınağı'nda siyanürle canına kıymakta hiç bir beis görmeyen şizofrenik kitlelere dönüşmesi gibi, bizi yok oluşa bile sürükleyebilir.

Bu olasılık deizmden daha çağdaş ve insan eliyle büyüsünü kazanmış, tütsüleri gözle gören, kulağıyla duyan varlıklarla belirlenmiş teizmden daha büyük felaketlerle karşı karşıya bırakacaktır bizi... Din soyutlamadır ama somut verilerden yükselir kaçınılmazlıkla... Ateş yakar, kin öldürür, sevgi çoğaltır, sel yıkar, aşk sersemletir der o doğallıkla!..

Deizmse, her şeyi tanrının salt yargısına bırakan faşistik bir yapılanmaya kolaylıkla dönüşebilecek bir Truva Atı'dır insanlık için. Büyük olasılıkla... İnsanı uzak kılan, ortak paydadan uzaklaşan her düşünce, kendi dinamiğinde birer dogmadır sonuçta, tanrıyı yadsımak zındıklık sayılır, kör eşitlik peşinde koşmak günah, aileyi yok saymak anarşizmdir bizim görünür dünyamızda...

Doğruları var kılabilmek için, eylemlerin ve yapı sökümün kendine yer edinebilmesi ve varlığını açıkça ortaya koyabilmesi, yaşama uyum gösterebilmesi gerekir göklerin süslediği yeryüzünde... Ama biz henüz pek çok değişimin uzağında kalan, genlerinin, içgüdülerinin tutsağı olmuş ve düşünceyle kavrulmuş, şahlanmış ve yıkılmış yaratıklarız ve bir düzen, bir kozmik ölümsüzlüğe -sonsuz uyuma- adapte olamamış canlılarız henüz.

Biz gene de insan eliyle enginlere açılmaya, yalvaçlar yaratmaya çalışmalıyız, insanı yadsıyarak, salt tanrıya bıraktığımızda var oluşumuzun gizlerini ve esemelerini, bizi daha büyük yıkımlar, yokluklar ve daha fatalistik algılar-yargılar bekliyor olabilir inanın ki...

Din ruhani istemlerimizin, içrek yapımızın, umarsızlıktan, evrenin görkemi altında ezilen ve birbirini yok etmeye-sevmeye yargılı insanlığın arayışlarının dışa vurumudur ve köklerimizi arayıştır umarsızca, ondan korkmak, bilimin negatif uzantısı patlayan atomlardan korkmak kadar doğaldır belki de... Onu sevmek, henüz bilinçten yoksun bir bebeğin gülümseyişi kadar kutsal ve dokunaklı, kılıç suyunun gölgesinde, uygarlık arayan insanlık gibi ürkütücü ve tanrısal olmalı!..

Deizm geriye dönüştür, pagan çağlarda yalnızca tanrılar vardı, onu insan eliyle ehlileştirmek istedik, kadın annemiz, erkek babamız olsun istedik. Öldürmeyeceksin dedik!.. Deizm bizim için doğaüstü bir şey olur ve kendimizi yitirmemize yol açabilir...

Eğer teizmden nefret ediyor ve bir değişke arıyorsanız, deizm bir yol açamaz, bir kurtuluş, bir umar olamaz -insan kavmi için-.

Gerçek değişim için, inançsız, tanrısız bir yolculuk olabilmelidir. Ama henüz ona da hazır değiliz diye düşünebilirsiniz, deizm bu yüzden bir geriye dönüştür ne yazık ki, bir yineleme...

İki arada bir derede olmaktan kurtulabildiğinde insanlık, bir çobana gereksinim duymadığında kurtuluşu olasıdır belki de... Söylemesi güç belki 'Tanrısız bir evrendir bunun adı...' Ruhumuzun bilinmeyenlerin tutsağı, varsayımların kölesi olmaktan kurtulması için yüzyıllar vardır belki de. Uygarlığımız günahkar ve nobran bir sürükleniştir elbette...

Çoban sürülerini kaybetmiş ve ben nasıl hesap vereceğim diye ağlamaya başlamış, öyle hıçkırıklar ve çığlıklara dönüşmüş ki feryatları, gürültüye köylüler yetişmiş;

'Sürü çoktan köye döndü, yolunu kaybeden birisi varsa o da sensin' demişler!..

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder