4 Ağustos 2018 Cumartesi

MATEMATİK KÖYÜ NEDEN ELEŞTİRİLMELİ!


 
 
 
Çalışma hayatından çekileli beri işim gücüm gözlem yapmak, toplumu, aydınları ve fırıncı, pansiyoncu, muhasebeci, emlakçı, işsiz güçsüz kim varsa... Şimdi en son söyleyeceğimi en başta söyleyeceğim, gözlemlerim sonucu, en sabit fikirli, söylemini hiç değiştirmeyen ve bildiklerini yineleyen tek kesim kim biliyor musunuz;
Aydınlar!..
Kendilerinden o kadar eminler ki, karşılarında bir başka aydın olsa da sonuç değişmiyor, tekerlemeden başka bir şey bilmiyorlar. Deneyin görürsünüz.
Aydın kim, entelektüel kesim, ressamlar, küçük çaplı akademisyenler, edebiyat heveslileri, dil bilen rehberler, başarılı, başarısız mürekkep yalamışlar!.. Düşünmeyi iş edinenler diyeceğim ama kusuruma bakılmasın gözlemlerim yanıltıyor beni, çünkü şöyle bir söz var, geri kalmış ülkenin aydını da doğallıkla geridir, hatta uygar batı her şeyi forse ediyor, her şeyi, her bulguyu o ortaya koyuyorsa ve geri kalanlar barbar, bilisizliğin pençesinde kıvranıyor, fason ve hazırcı bir hayatla yarı sömürge bir yaşam sürüyorsa...
Batı yani gelişmiş dediğimiz bu uygarlık, öncülüğünü yaptığı diğerleri tümen bir az gelişmişliğin içinde sürükleniyorsa, doğallıkla o öncüler, geride kalanların tümü, ona -bir soluk kadar- bile yaklaşamayan kitleleri oluşturuyorsa, böyle gelişmemiş bir kitlenin öncüleri de doğallıkla...
Ancak onların yapısına, anlayışına, hizmet ve gereksinimini göz önünde bulundurup, onlara hitap edebilecek atraksiyon, felsefe ve teknoloji üretmeye kalkışacakları için, kaçınılmazlıkla, onlar da barbar, az gelişmiş nobran uygarlar ve bir tür gerici plantasyonlardır diye de bir yaklaşım var!..
Fren ve gaz ayarını arabanızın yapısı belirler!..
Çünkü okuma yazma bilmeyen bir ergene, Galile veya Einstein olsanız dahi, öncelikle okuma yazma öğretmeniz gerekir ki sizin seviyenize gelebilsin, sizin seviyenizi onun belirlediğini çok sonra anlayacaksınız tabi, öyleyse Einstein büyük kesimi, açlık, sefalet ve manipüle savaşlarla oyalanan ve ozon tabakasının kuraklığa yol açtığını bilmediği için, yağmur duasına çıkan kitlelerin Einstein'i olmakla, azılı bir gericidir sonuçta, şimdi sıkı durun, doğrudur bu, çünkü atomu parçalayıp, Hiroşima ve Nagazaki'ye gösterdiği nezaketin aracısı olmakla zaten günahkar ve bir katildir o!.. Ama Kabil'in çocukları olmak ve birer karınca ezen olarak hepimiz onun tilmizleriyiz.
Bunu ben söylemiyorum ha, pişmanlıklarına bakın anılarında, buna yakın bir sözü var onun, çok açıkça dile getiremez tabi, neden, dediğimiz gibi linç edilmeyi mi beklesin adam ey vahşiler, at sahibine göre kişner!..
 Ama yine de unutmayalım, Kabil'in çocukları olmak ve birer karıncayiyen olarak hepimiz onun tilmizleriyiz. Uygarlığımız öylesinedir bizim.
Bir sorun daha var, muhasebeci aydın mıdır ya da bir fizik profesörü... Bizim aydınların insanlara saygı noktasında korkunç arazları var, ne de olsa sonradan görme bir toplumun, uygar olma uğraşısı veren mudileri... Bir kere şunu bilmeli onlar, muhasebeci aydındır evet, bir fizik profesörü kadar, kimse fizik bilmek zorunda değil, aydın kişi işinin erbabı, bu konuda derin fikirler edinmiş, sözüne güvenilir kişi demek, mesleğinde yol alabilmiş herkes aydındır, çoban ve çobanın az gelişmiş yaratıklarla dolu ülkelerde ki azılı düşmanı, başkentimiz Samsun diyen manken bile!..
Mesleğini etüt etmiş, kitaplar hatmetmiş muhasebeci kesinlikle aydındır, muhasebeci dili o kadar farklıdır ki -fizik gibi- envanter, poliçe, kur, vasıtasız girdiler, plasmanlar sayamıyorum çünkü bilmiyorum, ama o dilin ne denli anlaşılmaz, özel bir alan olduğunu ve korkunçluğunu biliyorum, muhasebeci demek bir kere Marks'ı biliyor olmak demektir, bu kadarı yeter sanıyorum.
Oysa fizik profesörü elbette aydındır ama o Marks'ı bilmeyebilir, muhasebecide Frank Oppenheimer'i, ikisi de aydındır sonuçta, ama biz öyle ön yargılara sahip bir toplumuz ki, bir muhasebecinin aydın olacağını asla kabul etmeyiz, gözlemleriniz yetecektir bunun doğruluğuna, çünkü toplum, hangi alanda korkunç bir geri kalmışlığın içindeyse, ona hayranlık besliyor, teknolojimiz sıfır düzeyinde, öyleyse çıplak kabloyu eliyle tutabilenlerin ülkesinde, bu işin abc sini öğrenen ya da öğreten fizikçi kutsal isyanın, kutsal adamıdır.
Normal!..
Peki Matematik Köyü neden eleştirilmeli; açınlar bunlar işte, geri kalmış toplum, Don Kişotlar ve şövalyelerin, bir karınca adımı ilerleyebilmek için, ölümü göze alanların ülkesi olduğu için... Ağzına bir parmak bal çalarak uykuya dalanların, -açıl susam açıl kapılarının- ecinni masalları, mağara diyarları olduğu için!..
Ama iş diye yapılan erdem dolu ahkamların, Koçeroluk namına yapılanların hiç biri gerçek bir kalkınma ve dönüşüm için; Bir işe yaramıyor, tam aksine geri kalmış ülkelerde kaçınılmazlıkla, sönmeye mahkum mum alevleri bunlar, geri kalmış ülkelerin tek bildiği şey Don Kişotlar yaratmak zaten, onlarında bir kurşunluk canı, bir sıkımlık boğazı var.
Çünkü bu tür çabaların, beyhude Köroğluculuğun -üstelik danışıklı döğüş- saltanatında, boşa kürek çektiğini bilmeyenler, bilmek istemeyenler, renk dolu vahalarında, çiçekli bostanlarının, dikensiz, 'çoban aldatan namlı' gül bahçelerinde ne sonbaharı görmek isterler, ne yaklaşan kışı, ne de nükleer kışı!..
Basın bu varyetecilerle çalkanır, bir kamulaştırma yaygarası çıkar köylerine, bin kişi toplanır, bayrak sallarlar, çığlık atarlar, makinenin önlerine yatarlar ve Ali Nesin'in babası gibi eğreti bir heykelini dikerler sonunda ve konu kapanır. Sonra... Devam muhasebeciyi küçümseyen masallarıma, devam aydınlık dolu şarkılarıma... 'İzmir'in dağlarında oturdum kaldım'.
Oturacaksın hem de ölene dek!..
Ali Nesin, Türkan Saylan bu bilinçli haramiliğin ve boşa çekilen küreklerin hem kahramanı, hem kurbanı ve hem de göz boyamakla ömür tüketen işbirlikçi Hanusenleri, yani hainleridir!..
Buna da şükür diyenlerin toplumunda, avunarak ömür geçiren, bir bardak çay parası için kavga edenlerin yurtluğunda -haklılar, gelir dağılımı adaletsizliğinde ve 'özgürlükten yoksun basınları' , -yalan haber üretiminde-, dünya birinciliğini kimselere kaptırmıyorlar çünkü -bakınız basın!-, doğallıkla heykelleri dikilir onların!..
Bu aydınlar, tek sesli olmakla övünen bu Don Kişotlar, böyle bir ülkede bu tür bir girişimin ödül alacağını, barbar batı uygarlığının alkışlarına mazhar olacağını bilmezler mi, ama neden yarın yok olup gidecek bu girişimlerin, keyfe keder münadileri -çığırtkanları- oluyorlar da, toplumda gerçekten eksikliği hissedilen bakış açıları ve düşüncelerin savunmanı olmuyorlar... Olmazlar, çünkü başlarını kaldırdıklarında, 'Karşı koymak bile bir tür işbirliğidir' sözü var Fransız düşünürün!..
Gelir dağılımının adaletsizliği olduğu sürece, üretmesiz, dolar kaçakçılığının ve bina ile zina toplumu olduğumuz sürece, benim darbem, senin darben tasmasıyla dolaştığımız sürece; Matematik Köyü'nün bir çakmak taşından yükselecek kıvılcım olduğunu bilmiyorlar mı...
Kurdukları derneklerin bağışıyla -ot gibi biten, okumasız kızcıkları- eğiterek cehaletin önüne geçilemeyeceğini bilmiyorlar mı....
Biliyorlar ama kısa yoldan derviş dede olmak gibisi var mı dostlarım, kısa yoldan heykelleri dikilmek gibisi var mı, kısa yoldan, yalı balkonlarından, havuzlu köşklerden % 25 lik komisyonculara afra tafra yapmak gibisi var mı!,,
Gerisi teferruat...
Bir kere aydınsan eğer, fason burjuvazini eleştirmeyi bileceksin, burjuvazin dış güçlerle bir olup bir adet marulu 7 tl ye satacak kadar vatansız, yalnızca marketler zinciri kurarak iş görüyor, montaja iman ediyor, hiç bir teknolojik girişimin altına elini sokmuyorsa yüz yıldır, halkı sömürmek gibi allahsız ve kitapsız bir imansızlığın tasmalı maymunluğundan başka hiç bir şey bilmiyorsa eğer, sen Matematik Köyü kursan ne olur ki, sana -marulcu- market zincirlerinden bir -bağış gelir- arada bir ve onlar marulculuğa, sen de iki kere iki her zaman dört etmez yavrularım zıp çıktılığına, alfabetik gevişlerine ve gevelemelere devam edersin, yalnızca o olur!..
Dışardan profesör geliyormuş, ah Macarlar geldi bu ülkeye, Almanlar geldi, Avusturyalılar geldi, gerçi İngilizlerde geldi kesmek için ama (!), üstelik en çok onları sevdiniz, Stokholm Sendromu kurbanlarım benim, celladının aşıkları!
Peki ne değişti, dışardan gelen ve başkasının eşeğini ıslık çalarak güden bu meymenetsizlerle, size kendiniz olun demedi mi Büyük Önder... Demedi!.. Vallahi ben sizinle baş edemem!..
Batının verdiği tüm ödüllerden kuşkulanıyorum. Örneğin, Bush geldi Orhan Pamuk, Nobel alabilir dedi mi, demedi mi... Ve aldı, buyurganı kim bu işin, Irak'ı kan gölüne çeviren, tarihi eser haramisi bir ülkenin Nemrut'u...
Daha neler, bunu es geçtikçe, görmezden geldikçe siz 2,5 kız çocuğunu okuttuk diye daha nice Fields madalyaları alır, -nah-oş demesinler!- ve nice Nobellere kavuşursunuz dostlarım!..
Çünkü Yaşar Kemal'e verilseydi ödül, Anadolu'nun mitik, dillere destan kültürü ve edebiyatı dünyaya şan olacak, adımlarımız hızlanacak ve coşkuyla koşacaktık biz. Ama Orhan Pamuk diye dünyanın her yerinde geçebilecek, kimliksiz ve dili cinsiyetsiz, yani Türkçe olması dışında Türki hiç bir öğe barındırmayan, son derece yeteneksiz ya da bilinçli bir seçim olarak bu yolu izlemiştir ki -bu doğrudur-, böyle kolonyalist bir romancıya verdiler bu ödülü...
O da, onları utandırmadı, 'Kafamda Bir Tuhaflık' gibi herzelerle önce yoksulları -cümle Mevlutları- günah keçisi ilan eden bir 'aydın-meczup!' kisvesine büründü, ödevini bitirdi -oysa bu sade suya tirit, klişeci muharririmiz, otu-çöpü roman sanan kelamcımız, böyle bir zihniyetin, -koca-karı-çocuk-kedi zincirinin bir halkası olduğunu bizden daha iyi bilir, sonunda bir de fare vardır bu oyunun tabi- ve sonra beklendiği gibi, sahibinin sesi kıvamında bir rütbeye terfi etti ve Einstein gibi, farklı kulvarda bir mareşalimiz olarak; 'Göçmen' statüsüne geçti ışık hızıyla, yeni dünyada yeni romanlarını patlattı, Nagazakiler üzerinde!.. Şimdi bütün eblehler iman ediyor ona!..
Adını bildiğiniz piyanistimiz, sırf batıda konser veriyor diye, Mozart'a eşdeğermiş gibi bir algı yaratılıyor, medyamız -dışardan- denetim altında zaten bizim, bu zat bir yorumcu oysa -tanımlara göre, sanatçı statüsünde bile değil- başkasının melodilerini tıngırdatıyor, o da olayın farkında tabi, eleştiriler artınca besteye yöneldi, Nazım'a adanmış bestesini dinlediniz mi, Nazım logosunu sömürmeyen ne komedyen kaldı bu ülkede, ne de manifaturacı, bir kaçımız hariç!..
Bu beste -bir kolaj kolaylığı ve tınmazlığıyla örülmüş!- o kadar kötü ki, utandım demeye utanıyorum ve duygu sömürüsü bu kadar olur diye düşünüyorum artık, haksız mıyım, öyleyse biraz Bach, biraz da Schubert dinleyin de senfoni neymiş, beste neymiş anlayın ve iki kulaklı müzisyenlerin, hangi amaç ve buyrultularla, Nazım'ın, onun bunun gölgesine sığındıklarını görün!..
Ölmüş eşek kurttan korkmaz ve çıkmadık candan ümit kesilmez ama!..
Tarih Barbiana Okulları, Finlandiya Reformları, -çocuklarının ölüm ve sefaletine göz yuman- Jean Jack Rousseau'nun eğitim üzerine fermanlarıyla dolu dostlarım, hepsi birer anı oldular, geri kalmış ülkeler geri, sömürenler, barbarlar ve dünyanın despotları hep ileri, hep uygar ve hep kan içici, ne değişti sorarım!..
Batıdan gelen her ödül Truva atlığının işaretidir ve onu alanlar bizi içerden vuran işbirlikçilerdir. Bu bir görüş saygı duymak zorundasınız, nasıl aydınlarınız yalnızca giyim kuşam üzerine geveliyor, yapılan her şeyi yerin dibine batırmak skolastikliğiyle ömür geçiriyor ve üniversite açmayı bile, k-ırk dereden su getirerek!- zul görüyor.
Bize dört yüz aydın yeter diyen ve -gaita- yemek işkence değildir diyen fizikistlerinizle ömür geçiriyorsanız, erkleri, hükümetleri eleştirmekten başka hiç bir şey bilmeyen, ama nasıl oluyorsa -onun arka bahçesi- fason burjuvaziyle işbirliği yaparak, 'İt ürür kervan yürür' ideolojisine taparak, savunarak, eğilerek yürürlüğe koyan bu -mason, fason ve işbirlikçi, kara'ydınlıkçı, falcı ve dindarlığını evinin gizli köşesindeki mihrabında uluyarak geçiren aydınlarınız yol gösteriyorsa size-, beni de dinlemek zorundasınız, onlara çok görmediğinizi bana da görmeyin ne olur...
Korkmayın bir şey değişmeyecek!..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder