16 Ağustos 2018 Perşembe

BOSPHORUS


 
Ada da karanlığın yüzdüğü bir gecede yürüyorum, tek başıma, Marmara Adası'nda, tepelere doğru çıktım, ne bileyim bir otlaktır belki buraları.
Karanlıkta, ay ışığının oyunlarında, ürkütücü, kulübeye benzer bir şey çıktı karşıma, epeyce uzağımda ama, bir şey var önünde, nasıl bir kulübe ki bu!..
Kocaman, tuhaf, biçimsiz bir karaltı, dev gibi de duruyor ama, kulübenin bekçisi ya da bilinmeyen bir dünyanın zebanisi midir ki!..
Yol taşlı, sessizce yürüyorum, hayalette sfenks gibi duruyor, yaklaştımsa da, dondum kaldım artık, iri yarı bir canavar bu, kesinlikle...
Kıpırdamıyor. Sanrılarımdan kurtulmak için gözlerini seçmeye çalıştım, bir kaya mı acaba bu, karanlıkta bir bohça yığını, yüklenişi sabaha kalmış çuvallar mı yoksa, içi üstübeç, yakacak dolu...
Tanrım ne bu, gece vakti, kulübenin önüne, fırtınanın devirdiği bir ağaç olmasın, Tuba gibi!..
Canavar tümüyle hareketsiz. Öylece duruyor, kıvrımları var, uzayan bir şey, tehditkâr devasa bir lobut sanki.
Ne ki bu tanrı aşkına!..
Yüreğimi elime aldım. Yeryüzünün, yaşamımın üzerine ant içerek, tümüyle o şeye, yaklaşmaya karar verdim sonunda. Pek anımsayamıyorsam da öyle olmalı!..
Cep fenerini bir ok gibi yüzüne tuttum. Ooo, ne kadar da mahzun gözleri var bunun. Bir canavar oysa, nasıl olur ki bu. Göz yaşı döküyor gibi de bakıyor bana!..
Karanlık sanrıların, durgunluk veren yalpalayışları mı bu yoksa...
Saldıracak mı, öldürecek mi bilmiyorum beni bu hayvan!..
Aman tanrım!..
Bir inek bu, bir inek!
Ama ne kadar da mahzun...
Ne kadar da insan!..
Yarı melek, yarı...
İşte onu bilemiyorum ki...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder