23 Mart 2019 Cumartesi

BORGES & SABATO





Borges için yaşam -ilahi, gülünesi- bir oyundur, edebiyatta, bu oyuna ve zamana katlanabilmek için bir araçtır. Bu yüzden trajikomik addettiği bir dünyada, Borges tanrının varlığına hiçbir değerlendirme yapmadan, kolaylık ve zorlanmaksızın inanır. Çünkü gülünç niteleyebildiği bir dünyada, Descartes vardır, Borges vardır, mitler vardır, şeyler vardır, bizler varız da; tanrı niçin olmasın.
Arkadaşı Ernesto Sabato bu görüş alışverişlerinden birinde tanrının kusurlu olabileceğini ve haksızlıkları ima ederek onun olamayabileceğini söyler. Sabato, arkadaşının aksine yaşamı ve dünyayı son derece ciddiye alıyordur çünkü, tanrının olduğu bir dünyada yaşam kusursuz olmalıdır ona göre, haklıdır da ve Borges’in inancı tanrının saf varlığına karşı çıkarak onun düşüncesini yanlışlamak için çaba sarfeder. Amacı sözde tanrının varlığından kuşku duyulmasını sağlamaktır.
Ne var ki gerçekte Sabato, dünyaya bakışını tam olarak kavrayamaz Borges’in, çünkü, kendisi yeri geldiğinde tanrıyı yüceltmek, ululamak ve kutsamaktan da geri kalmaz ve o tanrısal güçte bütün bu niteliklere sahip olmasına karşın, dünyevi yaşamın dayanılmaz gelgitlerinden, uçurum ve cehennemlerinden onu sorumlu tutarak - doğrusu da budur o halde-, tanrı da kusur arayarak, yaşamı ne denli ciddiye aldığını göstermekten de çekinmez.
Alabildiğine dünyevidir gerçeklikte bu tavır ve öbür dünyada Sabato için bir fantezi sayılabileceği kadar zorunludur da bu yüzden. Borges içinse tanrının varlığı böylesi bir dünyada -bir oyundan başka bir şey olmayan bu dünyada- gerçekte sıradan bir şeydir, olması gereklidir evet ve olmasında da hiç bir sakınca yoktur. Ama Sabato’nun dünyeviliğe bakışıyla, Borges’in bakış açısı çok farklıdır bu yüzden.
Borges için şaşırtıcı hiç bir şey olamaz bu dünyada, Sabato içinse şaşırtıcı olamayacak hiç bir şey yoktur, dünya tanrısal bir yaşam platosuysa eğer, tanrısal olan bu okeanosta tanrının kusurlu olması olanaksızdır ve katlanılır bir şey de değildir.
Derin bir düşüncenin zıddı da derindir mottosuna göre uyumlu bir yadsıyıştır ikisi de… Varsayımlar birbirine zıttır ama gerçekte, bir mantık silsilesiyle ileri sürülebilirlikler içermektedir…
Ne var ki, geriye kalan yalnızca şudur meselimizde; burada gerçek anlamda inançsız sayılabilecek olan Borges’dir ne yazık ki, tanrıda kusur arayarak onu sorgulayan Sabato ise katıksız bir inancın tutsağı sayılabilir.
Çünkü, kusuru aranan bir şeyin varlığından nasıl kuşku duyulabilir ki…
Borges içinse tanrı, acınası bir kurgu ya da bir oyundan bileşiktir görünür dünyamızda, o bir elemanter sayılmalıdır deyim yerindeyse veya kurgunun ya da oyunun bir parçası olarak varlığının hiçbir sakıncası da yoktur. O hatta tanrı türevi tüm inanç ve motto yığınlarına, inanç türlerine varlığıyla bir oyun, renk ve inandırıcılık katar, onu çılgınlıkla süsler ve bu bir oyun için de olmazsa olmaz bir vazgeçilmezlik olduğu için artık, kesin surette varlıklarına gereksinim duyulur. Oyunun inandırıcılığını artırır ilahi ritüeller.
Sonuçta Borges, yaşamı karşısına alabilecek kadar kurnaz bir derinliğin ürünüdür, onun evetleri anlaşılmaz derecede sorgulamalar içeren, derin bir hayırın diyalektleridir. Sabato içinse yaşam içine girilecek, kaynaştığımız, sonsuzlukla yaşadığımız bir cangıl ya da büyülü bir tansık veya ilahi bir sorunsallık içeren bir us dışılıktır.
Bu anlamda Sabato, tavrıyla katıksız biçimde bir inanca bağlanma gereksinimi duyar, Borges ise dünyaya ve yaşama, tanrının da ötesinde bir enginlik ve ermişlikle yaklaşabilen ve sonuçta korkunç bir tanrı tanımazlığa varan bir figürdür gerçeklikte…
Bir tapıncaya sığınarak, eleştiriye, yoksamaya ve paradokslar üretmeye çalışan ve doğallıkla tanrının varlığını kesinlemek isteyen Sabato’dur.
Borges ise -neredeyse- tanrıyı hoş gören biri konumundadır. Onun tanrıyla alıp veremediği hiçbir şey yoktur. Bu yüzden varlığı ve yokluğuyla edebi şakalar ve felsefi tütsülere boğarken kendini hiç bir zaman aldırmaz ve tanrıyı kişisel sorunlara indirgemez, tanrı onun için edebi bir metafordur ve bu konuda yarattığı çıkmazlar herkesçe kabul gören bir eğretileme ve çılgınlığa ulaşabilir.
Olayımızda diyesim, Borges ile Sabato’nun tartışmasında, görünürde Borges inançlı biri gözükürken, Sabato bir tanrı tanımaz ya da konumunu inançsızlığa taşımaya çalışan biri konumundadır. Borges, tanrıyı doğrularken, Sabato yadsımak ister. Çünkü onun varlığında dünyevi olan tavır ve davranışlarına kesinlikle karşı çıkabilmektedir.
Tanrıya karşı çıkanlar ve onunla savaşım içinde olanlar, tanrı inancının tam ortasında yer alırlar, diğer bir deyişle tanrıyla bir savaş ve çatışım içinde olanlar, ancak bir inanç sahipleri olabilirler. Onun varlığıyla sorunu olmayanlar, Borgesyen bakış açısında inançsızın ta kendisidir, çünkü koşulsuz biçimde var olan, sorgulanamaz, tartışılamaz ve yadsınamaz olan gerçekte yok hükmündedir ve kusur ve hata aranamayacağı içinde varlığından kesin olarak söz edilemeyecektir.
Bu zındıkların ve yadsımacıların bir inancın kurbanı olduğu kadar, tartışmasız boyun eğenlerin de gerçekte bir inançsız oldukları hükmüne götürür bizi... Söylemesi kimilerinin dilini yakabilirse de, bir dolayımla Marks iyi niyetli bir inançlıyken ve bir ateist, bir inancın pençesinde çırpınarak çıkış yolları ararken, sorgusuz, sonsuz ve tartışmasız olduğu savıyla bir tanrıya ya da bir inanca kapılanlarınsa; gerçekte temel ve kabullenilebilir hiçbir tapıncaya bağlı olmadıkları kolaylıkla ileri sürülebilir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder