Topal Halit diye biri vardı, çok
bilgili adamdı, bütün köy onun düşüncelerini dinler, dağarından yararlanır,
sever
sayardı. Bizim köyde gazeteler sabah şehre inen otobüslerin
akşam dönüşlerinde gelir ve gün batımında kahvelerde, sandalyelerde ya da taşın
toprağın düzeltilerek yapıldığı sekilerin üzerinde hep birlikte okunurdu. Topal
Halit bize olağanüstü gelen düşüncelerini bir gün olsun yazmadı, okuduğu
romanları, öyküleri, felsefi şeyleri harmanlayıp bir roman, bir öykü biçeminde
satırlara dökmedi, isimsiz bir şövalye, adsız bir bilge olarak bu dünyadan
gelip geçmeyi yeğledi, şimdi kimselerin bilmediği Araplar Tepesi’ndeki
mezarlığında uyuyor. Rahmi adında başka biri vardı, havacılıktan atılma bir
genç adam, bütün gün şarap içerdi, bir derya olduğu söylenirdi, aynı zamanda şu
sonsuz yaşama derin bir muhalefeti vardı, şimdi bile ürperiyorum, cesedi dağlara
yakın bir bağevinde, onun önündeki, alabildiğine eskil, bir o kadar tuhaf
çıkrıklı kuyunun içinde bulunmuştu. Üzüldüğüm, düşüncenin kayda geçenini,
felsefe, şiir ya da roman, bunları bilip, tanıyoruz, ya yazılmayanlar,
yazılmayan düşünceler, dile gelmemiş roman, önerilmemiş idealar nerede, işte
onlar ne yazık ki toprağın altında, yazmaya bile hacet etmemiş, hortlak bile
diyemediğimiz, kendini bile hiçlemiş Don Kişotların dilinde, bilinmeyen bir
yüz, görünmeyen bir dünya, sonsuz ve anlamsız bir yalnızlığa göçüp giden gerçek
kahramanların anlağında toz olup, sonsuzluğa karışıp gitmeyi yeğlemişler. Bu
tip insanları tanıyanlar iyi bilirler, onların bu tavırları karşısında tuhaf
bir ikiyüzlülük içinde yaşayıp gittiğimiz düşüncesi bir türlü peşimizi
bırakmıyor, bir gün karşılaşırsak asıl giz belki de çözülür demekten başka
elden bir şey gelmiyor. İşte yaşama benzer gözlerle bakan bir yitik heimatlos,
iyi, kötü, yalın, karma, şiirsi, kuru, felsefi, saçma tam bir kargaşa içinde
bana şunları anlatmıştı, eğrisiyle doğrusuyla anlatılanların vebali onun üstüne
demek kurnazlığını bir kez daha göstererek sunmak istiyorum.
Şiir benim kanımdır.
"Gece düştü gözlerime
Uyku ok gibi dizildi
Ölüm düştü sözlerime
Serviler çoktan gözüktü”
Bu dörtlük 1729 Vankulu Lügatı’nda vardır! Kim bilir belki
de Çelebi’nin Cihannüma’ sındadır. Belki de üç damla kan öldürülmüş bir
kediden, bir kanaryadan ve belki de yetim malı gibi bir kumrunun boğazından gelmektedir.
Uzaklarda denizin içine doğru dağ büyüklüğünde gri bir kurt dalmaktadır. Metal
bir meyveyi kemiren minotaur Macar üzümünün kolları arasında uykudadır. Rus
ceketi giyen kadın şövalye, ona aşkını haykırmaktadır. Actium savaşında karşı karşıya gelen
Octavianus ve Antonius, Jül Sezar’a Velletri Tefecisi der di? Avgustus
barbarlara karşı yufka yürekliydi belki, ama bir Romalının doğal olan para
hırsının ateşten çemberiyle sarılıydı, siyah fulya koklardı, bir leopar gibi,
kemerlerin altında kızıl aşka, acımasızlığa ve avını parçalamanın ateşli
zevkine, taze geyik kokusuyla yüklü yele özlem duyduğunu bilmezdi. Zaman onu ve
İsa’yı gören son gözlerinde kapandığı günü tanıdı. Oklar Thermoplai’de güneşin
ışığını nasıl kesmişse, yıldız gemileri, zamanı yenmek ve İsa’yı yıldızların
gecesine gömmek için kutsal kompütürle çatışma içindeydi, ekrandaki, eski bir
Romalı yada Hintli bir ermiş gibi duruyordu.
Boşluk sıkıştı ve madde oluştu, bir madde olan yeryüzü
halkım için kutsaldır, parıldayan çam iğnesi, her kumlu kıyı, karanlık ormanın
sesi, her ağaçsız bozkır, vızıldayan böcek, halkımın düşüncesinde ve
deneyiminde kutsaldır. Ağacın içinde yükselen özsu, bizlerin anılarını içinde
taşır. Toprağın parçasıyız, oda bizim parçamız, koku saçan çiçekler, geyikler,
at ve kartal kardeşlerimizdir. Yüksek kayalıklar, yumuşak çayırlar, vadi ve
insanın vücudu hep aynı aileye ait. Manitu, bir gölün üstünde rüzgarın
şarkısını sever, yağmur ile yıkanan o
rüzgarın kokusunu da, çamların salınışı,
durgun hava çok değerlidir, hayvan onu soluyor, ağaç, insan, her şey. Atlas bizi
korur mu?
Ama Vidinli Hüseyin Tevfik Paşa’nın Linear Algebra’sında,
Apollonius’un konik kesitleri üzerine yazdığı kitabını tamamlayan El Haitam ve
El Cebr’i yazan Ömer Hayyam’a, sıvı demir, gürz ve üşüyen Karya kuşu, Meşhed’e
giden hacıların, Nişabur’a Hayyam’ın mezarına tükürmek için uğradıklarını
söyledi, Hayyam mezarım Belh’temi diye sordu. Hayyam’ın rübaileri sillogizmler
halinde düzenliydi ve bundan yararlanarak mantık dersi veriyordu, garip ev
denizlerin nautilusu gibi ilginç bir mimariye sahipti eni ve boyu arasındaki
oran 1618 yani altın orandı. Bakın Pisalı Fibonacci sayıları, saçıntısı şu:
LSLLSLSLLSLL. Bu bitkilerin yaprak yapısında, çiçeklerin yaprak sayısında
görülür. Arı ve tavşanların yavrulama sayısı üremelerinde de görülür. Güneş ve
Ay elektron uykusuna yattı. Ant verdiler ki, tutamadı ve yüzünün revnakı kaçtı,
uçtaki güneşin koronasıydı, kızma dedi.. Viyana Tonkünstler Orkestrası
çalıyordu, 9. Senfoniyi, sonra Marx geldi ve “Corruptio optimi pessima”
“Aldatıcı iyimserlik gerçek kötümserliktir.” dedi. Ben karanlıkların atası,
kaosum dedi Uçak pistte sorun çıkarmadan uzun süre taksi yaptı. Güney
cephesindeki rift kuşağına sokuldu.
Somya ve Vikingler İstanbul’a Miklagard derdi. Viscount St. Albans
Francis Bacon ve Novum Organum (Yeni Alet) Öykü anlatış biçimi berbattır,
olağandışı şeyleri birbiri ardı sıra sayıp dizmesi, kuru ve can sıkıcıdır.
Bulutları görünce karaya yaklaştığımızı anladık. Hanbalık, Pekin’di. Meholalı
Barzillahoğlu Adriel’e beş çocuk veren Saul kızı Mikal gibi, aygır, kısrak.
Taşıl, Velpecule-Tilkicik yıldızları. Kendisinden eşit uzaklıkta duran, gerek
nitelik, gerek nicelik bakımından birbirine eşit iki ot yığını arasında kalmış
bir eşek hangisini yiyeceğine karar veremediği için açlıktan ölecektir. İstenç
özgürse. Bu Buridan’ın eşeğidir. Safevi
Hatayi ki İsmail’dir, Tahtacıda, Demirci veya değil, Taht ve taç, yani
tahtın tacıdır. Taht tacıdır. Yakup’un düşünü gördümdü. Yaşlandım ve Pluton
karesine girdim, zor durumdaydım ve neredeyse intiharı düşünüyordum. Bunun
üzerine bir orakl sorusu düzenledi. Kinzalı adamına, Kadeş krallığı geldiniz.
Babam tanrı olunca (ölünce) tahta kardeşim Arnuvanda geçti. Pekiştirmek için
inanır, inandığımız için yanılırız. Bebeklerdeki Moro refleksi gibi, her şeyi
iten ve dış dünyanın gerçekliğini kanıtlayacağım diye her önüne gelene elini
kolunu gösteren George Moore’un ölümü kendi elinden olmuştur. Doğal nedenlerden
ölen feylesof neredeyse yoktur. 1919 yazı çok sıcaktı. Hele sabahın erken
saatlerinde yapacak hiç bir işimiz olmuyordu. Böylece güneş doğar doğmaz, çoğu
zaman papaz okulunun damına çıkıyor, güneşte ısınmak için boylu boyunca
uzanıyor, ya da Ludwigstrasse’de yaşamın uyanışını gözlemek için damın kenarına
oturuyordum. Bir gün, dama çıkarken yanıma Platon’un bir kitabını almayı
düşündüm. Okul kitaplarındaki parçalardan başka şeylere kayma isteği, az buçuk
Yunancama karşın, Timaios’u okumaya zorladı beni. Yunan atom felsefesini asıl
kaynağından öğrenme fırsatını buldum ilk kez. Yunan filozoflarının, maddenin
sonsuz küçüklükte ve bölünmez parçacıklarını niçin düşündüklerini, hiç değilse
biraz olsun, anladığımı sanıyordum. Platon’un Timaios’da savunduğu görüş, yani
atomların gerçek cisimler olduğu görüşü, doğrusunu isterseniz, bana pek açık
gelmedi. Atomları gösteren o ünlü gravürü yapan ressam, bunu yapmadan önce
Platon’u okusaydı çok iyi olurdu dedim kendi kendime. Aynı tarihte yani 1919’da
ise başı dertte olan Türklerin önderi Samsun’a çıkarak Kurtuluş’u arıyordu, bir
savaşı, zamanın göreceliliğine en iyi örneklerden biridir bu. Sonra tanrım
dedim oldu mu? Keops piramidini yaparken Giza platosunu seçmişti. Sultan Öyüğü
Tekfuru gibi. İkindi güneşi gibi yaşamı kısa, ışığı ince ama gölgesi uzundu.
Sözcüklere taşçıklarım derdi ama prosodisi çok iyiydi onun. Kar leoparı gibi
izi belirsiz, yaban armudunun kovuğunda uyuyacak kadar da sakin ve dingindi.
"Çoban yıldızı
Seslenir koyunlara
İçiniz
Beni gölden
Size yansıdığım"
(Dağlarca)
Çok gezerdi, Küba’nın yemyeşil latifundiyalarından, zarif
dansçılarıyla tanışmaya, Ancor’un
gizemli tapınaklarından, Sakkara’daki aşınmış mastabanın kumlu katmanlarına
kadar her yeri gezdi dolaştı. Capricornus, Auriga, Triangulum,
Camelopardus, Merkür Geçişi, Venüs
Sümbülü, Uranus Keçisi gibi, Gezi yazınının ilk örnekleri arasında Batı Hun
imparatoru Attila’ya gönderilen elçi Priskos ve Klikyalı Zemarkos’un
Göktürkler’e elçiolarak gönderildiğinde yazdıkları sayılabilir. Hoca
Gıyasüddin Nakkaş’ın Acaibül Letaif adlı
yapıtı Türk gezi türünün en eski örneklerinden biridir. Silezya sürahisi,
kozalak, 1632 Lutzen savaşında ölen Kralımız Gustav ve Sadalmelek gibi Paris
yakınlarında, Arlington’da bir mezar
taşı;
Burada
İki ninenin yanında iki kız torunu
İki kocanın yanında iki karısı
İki babanın yanında iki kızı
İki ananın yanında iki oğlu
İki bakirenin yanında iki anası
İki kız kardeş yanında iki erkek kardeş
Yatıyor ama topu topu altı kişi gömülü
Hepsi de meşru doğmuş, hiçbiri fücur
işlememiş.
Bilin bakalım bu nasıl olur.
Hatem Tai bilir dedi. Tereza adında bir Lehlidir. Bir kaç
kuşağı boğabilecek kadar derin gölcükler vardır. Düşünde nalın giymiş
Arapların, semiz kara atların, helezonik adamların, saltık karanlıkların ve
çocuk İsa’ların hafakanları bastı. Bilim tarihçileri Pisa deneylerine büyük bir
önem verirler, Galilei’nin Aristotelesçiliğe karşı olduğunu açıkca dile
getirdiği, skolastiğe halk önündeki saldırısını başlattığı andır bu,
Libra, iye kemiği, Lepus, Oğul Davut,
Cancer, Corvus, Grus, Carina, metal taytlar, antlar, Taurus, Auriga, Cetus,
Hydra, Volans, Pisces, Serpens Caput ve Gemini dedi. Dimetoka’da kumpanyadan
dönen Shakespeare yanan Reischtag’a bakıyor gibi. Kın gibi tohumlarınız
birbirine düşman olacak, onun soyu senin başını ezecek, sende onun topuğuna
saldıracaksın. Klossowski’nin (Baphomet) romanı Nietzsche’nin sonsuz dönüş
kuramından yola çıkarak, bedenlerinden ayrılan ruhların soluk halinde
varoluşlarını sürdürmelerini ve bu solukların içine girecekleri bedenleri
arayışlarını anlatır. Karıncanın adı Latincede ‘formica’ olduğundan karıncadan
elde edilen asite ‘Formik asit’ denilip, benzer şekilde Latince adı Acetum olan
sirkeden elde edilen asite Asetik asit denir, birde Pelagonik asit vardır ki
buda herhalde Devonyen devir asiti olmalıdır. Ama yaşlı kadının yüzü kalp
şeklinde ve kemikliydi. Kambur Rigoletto, Mantua Dükü’nden kızkardeşini
kurtarabilir mi, Bir Çek köyünde Nazilerle işbirliği yapan ‘oportünist Sekal’ın
ölümü hak edip etmediği, Hector Berlioz ve Dvorak parçaları gibi, Soğdça,
Beluci ve Avesta dilini iyi bilirdi, deniz ifritleri gibi, ‘Araba Camı
Yıkayıcılarının Baladı’ olur muydu, Koçi Bey’in Risale’sinde R.Paşa’nın mal varlığıdır, Anemas zindanına
doldursan sığmaz, Binyediyüz köle, ikibindokuzyüz savaş atı, binyüzaltı deve,
yediyüzbin sikke-i hasene, beşbin dikilmiş kaftan ve urba, binyüz adet üsküf,
altıyüz gümüş eyer, beşyüz altın eyer, binbeşyüz gümüş at başlığı ve yüzotuz
çift altın üzengi, ayrıca kalıp altın, nakit altın ve gümüşle karışık altın,
gümüş eşya ve mücevherat ve ziynet. İyide ben bir hırsızım:
Hırsızlık (*)
Ben bir hırsızım ve bu da yaptıklarım,
Toledo’daki bu antika kitapların
odasında
ölü profesörlerin yapıtlarını
karıştırıyorum,
onların kutularını inceliyorum.
İş şuna geliyor; sağlam bir kutu;
içinde de son dekanın küllüğü, kisvesi,
mührü, piposu,
golf kupası ve sigara keseceği.
Amin.
(Ken Smith-İngiltere, ABD)
Bağdatlı Cüneyt Sana Çölü’nde gezerken kocaman bir köpek
gördü. Vaktiyle av peşinde yelden hızlı koşan köpeğin dişleri dökülmüş, tüyleri
kırçıllaşmış, bedeni miskinleşmişti; eskiden bıldırcınları sektirmeyen,
tavşanları yakalayan, tilkilere soluk aldırmayan av köpeği, yerinden
kımıldayamıyordu, Cüneyt hayvana bir lokma ekmek verdikten sonra dedi ki:
Köpek! Yarına hangimiz çıkar bilinmez ama sen benden iyisin. Hayvanda dile
gelip sordu, Neden? Cüneyt dedi ki; Bugünden yarına imanımın ayağı kayarda
tökezlersem doğru cehenneme gideceğim, oysa senin başında böyle bir bela yok.
Köpekler cehenneme gitmezler, dedi. Ve bir kadının ‘Ben en
güzelim’ demesi gerçeği ne kadar yansıtırsa, bir belitsel sistemin ‘Ben
tutarlıyım’ demesi de gerçeği o kadar yansıtır. Söz konusu kadının en güzel
olduğuna kendisi değil, başkası karar vermelidir. Ama o başkası, evrensel
estetik değerlere sahip olmayabilir. Dolayısıyla onun kararının doğruluğuna
gene bir başkası karar vermelidir. O bir başkasının kararının doğruluğuna, gene
bir başkası karar vermelidir. Bu durum sonsuza dek yineleneceğinden, söz konusu
kadının en güzel olduğuna karar verilemez. Göğüs uçları sertleşmiş, minyatür
bir et kulesine dönmüştü, fallik bıçak girip çıkıyor, vajinal ve klitoral
orgazmı ilk kez duyumsuyor, gözyaşlarını tutamıyordu, durup gökyüzünün ötesine
baktı ki orada da görebildiği kadarıyla yalnızca gökyüzü vardı, mırıldanarak
‘carpe diem’dedi. 1300’de Karakurum’dan
yola çıkan, Moğol ve Tatarlar, Çuçi Han komutasında Rusya yani Kıpçak
steplerine giderken, bir kol kuzeyden Alaska’ya, oradan da Amerika’ya geçip,
Siyu ve Apaçi kızılderililerine dönüşen kabileleri oluşturmuş. Son Mohikan
Katerina II ise sıcak denizlere açılmak için Boğazlar’ı ve Ege Denizi’ni ele
geçirmek zorundaymış. Çeşme’de yaşanan kanlı savaş, Kont Orlov’un isteği
üzerine Rus bir ressam tarafından resmedildi. Ressamın gravürü daha gerçekçi
yapabilmesi için Kont Orlov, St Petersburg kıyılarında Rus kalyonlarıyla özel
olarak savaş gösterisinde bulundu.
‘Ey, siyah yüzlü
Öyle güçlüsün ki
Uykuyu öldürür
Kösnüyü kesersin’
Çirişli elleriyle ürkütücü bir görünümü vardı.
Offili’nin fil gaitası üzerine
yerleştirdiği ‘Kara Meryem’ tablosunun kopardığı gürültü gibi. Puhu, kuduzumsu,
kavranası ve kireç ocağında kımılayan cenin, hep birlikte Moğolistan kırlarına
baktı. Bir ara bir çığlık ve yüksek bir suya çarpma sesi duydu, ileride bir
yerlerde bulunan göle bir kuş konmuştu, kapının önünden geçip dükkanın
vitrinine bakmak için iki blok öteye yürürken parktaki ördeklerden biri onu
acımasızca yuhaladı. Vitrinin camında Mart kırağısının buzdan çiçekleri açmaya
başlamıştı. Tüm sorunlara tepeden bakan kolonadlı tapınaklarını tavaf
ediyorlar. Mağara ve mağazaya aynı anda giriyorlardı.
‘Yaşamak öldüğünü görmektir,
Yaşlanmak budur işte’
Juan Luis Panero-1942
Tansıyan su aynanın külsü rengi içinde. El Afrun’da terk
edilmiş bir un fabrikası, ‘ezik çiçeklerin kırmızısına bulanmış ayak
parmakları’ yaşlı kemikli kollarında ölümle sevişiyordum, uyuşuk bir hava
vardı. Turing dedi ki : Günün birinde hanımlar bilgisayarlarıyla birlikte
yürüyüşe çıkarak birbirlerine o sabah bilgisayarlarının ne gülünç şeyler
söylediğini anlatacaklar. Turing 7 Haziran 1954’de siyanüre batırılmış bir elma
yiyerek yaşamına son verdi, 41 yaşındaydı. Bu gün geceleri uykusuz köleler
arayan Agrippina gibi uyuyamadım.
Serçe yağmurları, kır çiçekleri ve kırların sessizliğinden
uzakta... Atı (hayvan) yelesini sallayarak güneşe doğru yüksek sesle kişnedi.
Organist orgu flajoler ve diğer hafif seslerle çalıyordu ve ilerdeki meşenin
budak deliğinin yanında bir baykuş duruyordu. Su çölünün üzerinde yayılan
geceye bakıyordu, demirle öpülmek yada demir bir öpücük gibi. Ay adayı doğudan
aydınlatınca, orada, denizde boğulmuş bir kaç beyaz koyun iskeletiyle, oraya
nasıl gittiği bir türlü anlaşılmayan bir at iskeleti de görülebilirmiş. Kuşun
cam güzeli gibi bir göğsü vardı, bu kuşkonmazlar alakuşaklar gezegenini, bir
Araf zili duymuşçasına, bir tamu kokusu almışçasına, biraz ötede ak ve uzun kafatasıyla
at iskeleti de yatıyor ve göz çukurları ay ışığında parlıyordu. Atın Araplarca
beğenildiği gibi yüzünün etsiz olduğunu gördü. Yüzünde bir çift ateşli sarı göz
vardı ve bakıyordu, yamaç serçeleri eşiniyor, tozlu yoldan arabalar gelip
geçiyordu, yandaki keçi yolunu sönük bir ay aydınlatıyordu. Kanopus gezegeninin
bir ayı vardı ve ne yaparsanız yapın orada suyu kaynatamazdınız. Gufran ve
mağfiret günleri geldi Züleyha hala Potifarlara mı mecbur dedi. Ukaz
panayırında ‘yaklaşıyor, yaklaşmakta olan!..’ diyordu Kus b. Saide. Sesi ıssız
düzlükte yankırdı. İbriklerden su içer, hacıları getiren atların inlemeden,
kişneyerek gelmelerine üzülür, Mavera’dan ses duyarlar ve Fussilet:34 ne söyler
ne anlatır derlerdi. Ölüleri kör kuyulara atar üzerini örten biteylerle bir
zamanın direyi birlikte toprak olurdu.
Ki zürefa bahsindedir: Bu hayvanın başı ile ayakları deveye
benzer ve boynuzu öküze benzer, derisi kaplana benzer, kuyruğu geyiğe benzer.
Bu hayvanın yapısının böyle çeşitli oluşunun nedeni; bir yaban öküzü bir Habeş
devesi ile evlenir. Bu evlilikten bir hayvan doğar ve hayvanda geyikle evlenir
ve bu evlilikten zürefa doğar. Geyik bahsindedir. Geyik hayvanlar içinde
insandan en çok kaçanıdır. Bu geyik iki türlü olmaktadır, birisi doğru geyik,
diğeri ise misk geyiğidir. Bu misk geyiği daha fazla Hindistan’da bulunur.
Göbeğinde kan olur ve taşların üzerine akıp misk olurlar. Ama bir düve bile
zulüm, zındıklık ve sapıklık bilmez. Ama insan bilir Solona, Cem’e yalandan
sarılır, yalancı peygamber Gulam (Ahmet) Kadiyani vardır ve emr-i maruf ve
nehy-i münker yapılır. Daniel, Kaldeli büyücüler sayesinde iyi bir rüya
yorumcusuydu. Aristofanes’in pazularını o kadar övdüğü Mısırlı hamallar bile
böyle miydi, Ne dedin ne dedin deyince ‘Tanto monta, monta tanto İsabel como
Fernando’ dedi. Taht üzerinde eşit haklara sahip olmak gibi. O insanı yalnız
öldürmekle kalmamış değerli suyunu akıtarak, kanallarını boşaltmış
kurutmuşlardı. O ara Hz. Peygamberin Ravzasının yemyeşil kubbesi göründü.
Bakara 246’da komutan Talut içinde Melik ifadesi kullanılmıştır. Palanga ve
Arşimet vidası. I.Murat bir anlaşmaya avucunu mürekkebe bulayıp ‘pençesini’
vurarak onayladığı, tuğranında bundan alınan ilhamla geliştiği ileri sürülür.
Temeşvar, Şerezöl, Aps ve Gulet’in hükümdarı Osmanlı. Medine, daha önceleri
Yesrib’di. Tulonoğulları vardı. Kezzap çok yalancı demekti. Selanik dönmesi ve
Kuba’ya yerleşen Ömer.
‘Sanat tıpkı bir ırmak gibi ya da bir aşk gibi kapılıp
gidilen ama daha en başında yolundaki nakısaların kuşkusunu gizli bir tohum
gibi yüreğinde taşıyan bir ergenleşme büyüsüdür.’ Halid bin Velid’in
Ecnadeyn’de bozguna uğrattığı Bizans ordusundan arta kalanlar Ürdün
yakınlarında Fihl’de toplandılar. Müslümanlar başkumandanlıktan alınarak bir
savaş birliğinin başına getirilen Halid bin Velid’in kumandasında bunları takip
ederek Beysan geçidini aştılar ve Fihl’de Bizans ordusunu tekrar yenerek
Dimaşk’a çekilmek zorunda bıraktılar. Aynı zamanda kuzeyde bulunan Hims
üstünede başarılı bir baskın yapıldı. Halid ilerlemesine devam ederek
Kinnesrin’i alarak karargah durumuna getirdi. Şurahbil Beysan ve Ürdün’ün
fethini tamamladı. İran kumandanı Behmen, Nersi ve Calinus yenilgiye uğradı. Bu
sırada Behmen yeni bir orduyla Fırat yakınında konakladı. Mer İran’a gidecek
orduya Bad bin Ebi Vakkas’ı başkumandan olarak tayin etti. Sad ordu ile
Kadisiye’ye geldi. Burada büyük bir meydan savaşı oldu. İran ordusu
başkumandanı Rüstem öldürüldü. İranlıların yüzyıllar boyunca düşman eline
geçmeyen bayrakları Derefsi Gavyan müslümanların eline geçti.. Küfe ve Basra kuruldu.ve
sonra Halife Ömer’in emriyle Mısır’da Fustat şehrini kuran Amr ibn ül As
yakınlarından Ukbe bin Nafi el Fahri’yi Kuzey Afrika’nın fethiyle
görevlendirdi. Ve dedim ki:
‘Sonsuza dek yatabilen ölü değildir
Ve tuhaf uzak zamanlarda ölüm bile
ölebilir.’
(Theodor Storm-Almanya)
Dağın doruğundan aşağıda kalan gökyüzüne baktım. Gökyüzü
dölü yada göklerin döllediği, kirli köpüklerle yüzen şeytani kalyonlar gibi,
kambur gökyüzü, uzak zamanların sisleri arasında zardan kanatlarla uçup
uzaklara kaçan güneş gibi karanlıkta koyu elle tutulur gibiydi. İşte ki
gökyüzünde hafif bir tan belirtisi vardı ve Hz. Muhammet ifritten hiç
hoşlanmazdı. Kara kedim, kanatlı bir Mısır tanrısı gibi yanımdan kayıp gitti.
Yaşamını Çin dağlarının ölümsüz önderine borçluydu.Sönük ayda can çekişen sarı
akrep gibi. Aynaya bakınca ölen insanlar ülkesinde yaşlı birini bulamazdınız,
bir kirpik bile yaratmayan bu insana gönül Kabe’si verilir miydi. Tağutlarla
canciğer muhabbet içinde geçinip giden dindar müselmanlar vardı. ‘Men lâ yerham,
lâ yürham’ Acımayana acınmaz.. Gök çiçeği, ten çiçeği vardır. Ay sarısı,
sarıcıl. Cebrail’in 600 kanadı vardır, ikisini hiç açmamıştır. Onları ancak
Kadir Gecesi’nde açar. Kadir gecesi geldiği zaman Allah (c.c) Cebrail’e
emreder. Süvari meleklerle yeryüzüne inerler. Elinde yeşil bir bayrak vardır,
onu Kabe’nin damına dikerler. Can alıcı güzelliğin monarklığı, is yapan telaş,
hiçsellik ve ulumalar ve ‘Sağapo / Yeti ise esa’ ‘Seni seviyorum / Çünkü sen sensin’ derdi. Derdi
çünkü;
La ilahe illa Ente
Subhaneke İnni
Kuntû minez zalimin.
İslam donanması ve ordular kısa sürede, Hint’de İndüs
kıyısında, Çin’de Kanton limanında ve Büyük Yunanistan’daki Napoli’de görüldü.
Çünkü oruçlunun kuruyan dudakları, kıyamette iki gözünün arasında nur
olacaktır. O, Kur’an’da yer alan çok soyut ve çok genel postülaları ile ilim
gerçeklerine feyz veren İlm-i Ledün’dür. Ve günde 13 defa Rabbena Âtina duası
okur. Hz. Peygamber İbn Revaha’yı zekat toplamak üzere Hayber’e gönderdi dedi.
(Cassas, Ahkamu’l Kur’an, 1.507-508). Üzgü, kör yılan Tiber kırları, sönük ay,
öğle sıcağında kısık sesiyle öten kuşlar. Çınlayan ova, Muhammedî bir neşe
yayıyordu.
Muhammed’in Züheyr’in oğlu şair Kâab’a verdiği hırka gibi, değerliydi. Yusuf’un
gömleğinin kokusunu Mısır’dan duyan Yakup, Kenan kuyusundayken onu nasıl
göremezdi. Dervişlerden biri öyle yoksuldu ki evi Medine’nin iki kara taşlığı
arasındaydı. Yusuf sonra Mısır’a sultan olmuştu. Çöle kurularak deniz yolunu
gözleyen sfenksin gücü, minotaur böğürtüsü, deşilen sol böğrü. Ebu Davut’un Sünen’inde,
Beyhaki’nin Sünen-i Kebir’inde, Hakim’in Müstedrek’inde, Ümmi Varaka’nın ev
halkından söz edilir. Örülü saçları ay ışığında kuş kanadı gibi parlar,
sütunların devrilen gölgeleri arasında şahin başlı kanatlı adamlar, kara
mermerden iri kediler bir görünür bir kaybolur sonra leylak büklümleri
arasından kokular yayılırdı. Yaşamını iç içe yer alan sonsuz sayısız biçemde iç
içe yer alan sonsuz sayıda dairenin birbirinin içinde yer alan sonsuz sayıda
dairenin, birbirine olan göreliliği üzerine şaşırtıcı araştırmalar yapmaya
adamıştı. Sonsuz sayıda iç içe yer alan sonsuz sayıda dairenin birbirine göre olan sonsuz göreceliliği üzerine
birbirine olan sonsuz sayıdaki konumunun birbiriyle oluşturduğu sonsuz
görecelilik üzerine şaşırtıcı bulgular elde etmeye adamıştı (Dizgi hatası).
Düğünler, toyraklar, monarklar, suda yankıyan öz, Ficar savaşı ve Muhammet,
çiğle kaplanmış otlar gibiydi. Issız yolda yürüyordum, ova yalnız ve
çırılçıplaktı, kuru bir ağacın, en uçtaki incecik dalında, tek bir kuş,
kıpırdamaksızın, hiç bir yere bakınmadan, öylece duruyordu, öylesine
etkilenmiştim ki Transilvanya Prensi Kont Drakula gibi kalakaldım. Pakistan’da
Hunzalar bölgesi insanları uzun yaşarmış, Jules Verne’in Keraban adlı öyküsünde
Osmanlı zamanında Avrupa yakasından Üsküdar’a geçmeyen biri, devletin yüklü bir
vergi istediğini görünce, inat bu ya bütün karadeniz kıyısını dolaşarak 3 yılda
Üsküdar’a geçmiş, Bulgaristan, Romanya. Rusya, Kafkasya'yı dolaşarak, işte buna
Keraban taktiği denir. İrani bir adam karşıma çıktı, can çekişen köstebek ve
tavşanları göstererek, iğdeler de ağlar, hayvanlarda öldürülür dedi. Öküz başlı
minotaursa, Narcissus suya, su onun gözlerine bakardı hayranlıkla dedi. Latince
‘Risus abundat in ore stultorum’ Gülmek aptalların ayrıcalığıdır. Matematikçi
Apollonius'un Konika adlı kitabı, Amarna krallarından Ay arlı firavun der ki,
sanki Uhuru (Klimanjora) zirvesine çıkmış gibi sevindi, Zişan Efendi çağırmış
gibi koştu, ki insan zamandır dedi. Ve Obsessif
kompulsif krizler, karanlık bir hırs, Seram adasının Masohi kenti, Aceh
eyaleti, Halmahera adası, O affeden, çok sevendir (Büruc14) .
Din kardeşlerimiz Uhud harbinde şehit düşünce Allah-ü Teala
onların ruhlarını yeşil kuşlar halinde yarattığı bir takım şekillere koydu.
Şimdi onlar cennet ırmaklarına varıp sulanırlar, cennet meyvelerinden yerler.
Arşın gölgesinde asılı altın kandillere konup rahat ederler.
Kaladan indirdiler
Kır ata bindirdiler
Üç günlük güvey iken
Yemen’e gönderdiler.
Diye ağlarlar Ebu
Hureyre, Kedicik Babası, kedi dostu idi. Bir gün kedinin biri giysisinin
üzerinde uyuyakaldığından, onu uyandırmamak için giysisini kestiği söylenir...
İsa ise çamurdan kuş yapıp uçurmuş, anadan kör doğanların gözlerini açmış,
gökten sofra indirmiş, mezardaki ölüleri diriltip kaldırmıştır. O ara uzayda
parçacıkların tanrısı olan Higgs parçacığını bulduk, gökteki Kış Üçgeni’ne
benziyordu. Aracımız 1.4 güneş kütlesi
olan Chandrasekhar sınırı aşılınca patlayan kütleler gibi patlayıverdi. Kütle
olmasaydı evren içinde parçacıkların ışık hızıyla sağa sola uçuştuğu delicesine
çalkantılı bir denizi andırırdı. Piramitsi, üçgensi, prizmatik biçemler
uzanıyordu önümüzde. Üçgensi yeşillik, piramitsi örüntüler, prizmatik, konik
nesneler, şeyler devasaydı ayrıca. Çamların altında küçük bir kuş ürküp
kaçmıştı. Alevler aç gözlülükle bedenini yalıyordu. Yeni açan ceviz
yapraklarına baktı, ne buruk ne esimli bir kokuydu yarabbim...
Ölümseyen bakışlarla, dizginlenemeyen, gem vurulamayan
duygularda var mıdır dedi, kül sesli insanların yurduna gelmiştik. Resul-i
Kibriya uzakta duruyordu. Talut’un yasak sudan içmeyen erleri vardı, tüfekyan
ve silahşöranlarla savaşıyorduk, biri Emirdağ Lahikası’nın 42. Sayfasındaki
gibi savaşın diye bağırdı, tepede bir kadın usdışı bir erotizm görüntüsüyle
dans ediyordu. Savaşanların geride kalan küçücük çocukları, anasız babasız
ölüp, boşluğa karışıyorlardı, yanımdaki cenkçi onlar boşlukta sönük yıldızların
olduğu yerdedir biz göremeyiz, orada küçük kuşlar gibi kolları açık uçuyorlar
ve sonsuz bir düşte gibi uyuyorlar dedi. Ve sonsuza dek bizimle kalacak tek
şeydir ölüm dedi. Bu sıra Annabalı bir yiğit öne çıkarak haykırdı bizde
arkasından silsilelerle atladık.
Bir keçi damının içinde uyandım, başımda duran köylü bir dağ
gezintisine var mısın dedi. Prizmatik, piramitsi örüntünün ardındaki yeşillikte,
külsü düzlükte, kül sesli adamla, bir plazmanın içinde, bir atın dizginleri
elimde, üçgensi örüntü uzakta, konuşuyorduk gecenin içinde. Gravürdeki dişi
domuz bir çocuk öldürmüştü ve 1386’da Falais’te asıldı. Bir adamı öldüren at
1389’da Dijon’da asıldı. Bir batında doğurduğu yedi yavruyu beslemekte olan
başka bir domuzda Savingy’de bir çocuğu öldürdüğü için idama mahkum edilmiş,
ama domuz yavruları suç ortaklıklarının kanıtı olmadığı gerekçesiyle suçsuz
sayılmışlardı. İris çiçeği gibi, bir Çin atlısı geldi, Paul Celan’ın Ölüm
Oluğu’ndan söz ettiler, müjdeleyen, muştulayan şeyler söylediler. Köye gelen
kör hasırcılar gibi, deniz ifriti, ya da piramitsi dingin yeşilliklerin, kül
sesli prizmatik örüntülerin bağ evi gibi.
Barış için sorguç ve öküz kuyruğu sallarlardı. İmparator ırmağı geçip
batı yönüne gitti, Atlarını Hua dağının eteklerine bıraktı ve bir daha binmedi.
İnekler şeftali ormanlarının boş sahalarına dağıldı, bir daha kullanılmadı.
Arabalar ve zırhlı giysiler kana bulaşmıştı, yeraltı odalarında saklandı, bir
daha kullanılmadı, kalkan ve mızraklar kaplan derisi ile sarıldı. Önderler
derebeyi olarak atandılar. Silahlar kılıflarına kondu. Bundan sonra tüm yeryüzü
Wu Wang’ın silah kullanmayacağını ve
asla savaşmayacağını öğrendi. Ekinlere
bit ve kırmızı örümcek kenesi dadandı. Taftazan’da dünyaya gelen Sa’d gibi. Can
çekişen, çiğli, çirişli otlar gibi. Galile, Taberiye gölü, Kızılağaç
ormanlarında küçük çulluk ve domuz avlardık. İran-Turan, Kayrakan dağında, Gobi
balığıyla, kör karidesin ortak yaşarlığı
gibi dosttular, yılan gözü gibi parlıyordu göl, güneşe bakabilen tek kuş
kartaldı, Mecdelli Meryem Maria Magdelana’ydı. Ağaç perileri vardı. Dudakların
dişi bir keçi kanının akmış olduğu nazik ezik çiçeklerdir. Kaplanların sevdiği
yatağına aldığı kadınlar, at irisi ve arı gövdeliydi. Orada tanrı sol topuğu
üzerine oturmuş düşünüyordu. Dağ kekiğiyle kuşatılmış su köpüğüydü.
Antep’e Küçük Buhara derdi. Havrani
kürkü, çuha ferace ve elvan boğası renklerinde. Denizaltı mağaraları Galile
denizi Lut gölü Gor çukuru gözleri balık gözü gibi bakıyordu ‘Yengeç
dönencesinin birazcık kuzeyindeki kutsal Medine kentinde o gece ay görünmedi.
Sydney gribi gibi, uzayın hiçselliğinde
havlayan köpekler, ağlayan kediler. Hz İsa’nın şakirtleri bir köpek ölüsünün
yanından geçiyorlardı şakirtin biri şöyle dedi: Köpek ne kadar kötü kokuyor.
İsa şu cevabı verdi: Ne kadar beyaz dişleri var. Muhammed köpek için halis
siyahını, iki noktalısını öldürmeye bakın çünkü o şeytandır dedi. Boşnak
tüfekçilerle Fas çayı kaynatıp içerdik
Kötü zamanda fasık ve dinsiz olanlar saygılık görürdü, gıybet ve bühtan
çoğalmıştı. Güneş batıdan doğuyordu, Mehdi zuhur etmişti, Dabbetü’l arz adında
bir hayvan yeryüzüne gelmişti, Ye’cüc Me’cüc çıkmıştı, doğu batı ve
Arabistan’da üç bölge yere batmıştı. Kabe yıkıldı. İnsanlar kafir olup Kur’an,
mushafların sayfasından ve insanların kalplerinden silindi. Songün geldi.
Ashab-ı Kehf mağara arkadaşları demektir. Kehf suresinde anlatılır. Bir takım
gençler devrin inkarcı kralı Dikyanus’un zulmünden bir mağaraya sığınacak
Kıtmir adlı köpekleriyle orada 309 yıl kalacaktır. Yalancı peygamberlerin
yalancılıkları onları daha zor duruma düşürür. Müseyleme’nin tek gözlü birinin
gözü açılsın diye gösterdiği gayret sonucu adamın iki gözünün de kör olması
gibi. Kinâne kabilesinin Arap’ı gibi. Ben Gıfar’dan bir kişiyim dedi. İlk
Hicret Bi’set’in (peygamberliğin 5. Yılında bir ağaç kovuğunda canı alınan
Zekeriya gibi. Muhammet’in Mute savaşı. Suraka geldiği yerden geri döndü.
Zehirleniriz diye Acve hurması yedik Asyut’ta (Mısır) doğdu. Nahle vadisine
geldik. Tanrının sol topuğunu kaldırırsın, göreceksin ki taş kırıktır. Kumrular
adamıştık. Kalp rikkati kalmamıştı ve aramızda dünya sözleri geçti. Cabir (R.A)
anlatıyor.
Zâtu’r-Rikâ savaşı
olduğu gün Rasulullah (s.a) ile birlikte idik. Gölgeli bir ağacın yanına
geldiğimizde, onu Rasulullah’a (s.a)
bırakırdık.(Burada da öyle yaptık) Derken müşriklerden bir adam çıkageldi.
Rasulullah’ın (s.a) kılıcı ağaçta asılı idi.. (Hemen Hz. Peygamber’in (s.a)
kılıcını alarak) kınından çekti ve Rasulullah’a (s.a) ‘Benden korkuyor musun?
dedi.
Rasulullah (s.a) -Hayır cevabını verdi. Müşrik -Şimdi seni
benden kim koruyabilir dedi, Efendimiz ‘Allah’ buyurdu Ebû Bekr el İsmail’in
Sahih’inde rivayet ettiği hadiste Müşrik :Seni benden kim koruyabilir demiş
Peygamberimiz (s.a) Allah demiş. Ravi diyorki: Bunun üzerine hemen elinden
kılıç düştü. Bunun üzerine Rasülullah kılıcı aldı ve - Şimdi seni benden kim
koruyabilir dedi Müşrik’de ’Yakalayanın hayırlısı ol' dedi. Tan yerlerinin sülbü
ve sası çiçekler gibi. Öyle bir rüya
görmüştü ki gökyüzünün nur serpen aydın ayı süzülüp kendi üzerine inmiş ve onu
ışık ışık parlatmıştı. Rüyasını zevcine anlatınca Sekrân şöyle demişti -Ya Sevde! Şayet rüyan sadık ise, ben yakında
öleceğim sen de benim vefatımdan sonra evleneceksin. İşte o an Sevde’nin gönlü
acılarla dolmuş, gözlerinden şebnem katresi yaşlar akmıştı. Kısa bir zaman
sonra Sekran öldü. Ve gündüzler ve geceler sonra Allah’ın Sevgilisi ol zaman ve mekanın ve bütün mahlukatın
peygamberi ona talip oldu Sevde Hazretleri, gökten ayın kendi üzerine inmesinin
manasını şimdi daha iyi anlamış oldu. Işığın altında tatlı bir ömür sürdü .
Takvâ ve verâ sahibi idi, ömür ırmağını
kevserleştirip Cennet gölüne akıtmasını bildi. Mekke kumları üzerinde Habbab’a
işkence görevi Siba İbn-i Abdilüzza ve kabilesine düşmüştü. Su vermez ve çıplak gövdesine demir zırhlar
giydirirlerdi. Başını kızgın demirle
dağlamaya başladı. Dağlamanın verdiği acılardan baş ağrılarını unutmuş
oluyordu. Habeşistan ve Urbanistan’a gitti. Matese gezegenini gezdi. Atalarımız
ökaryotlarla, kuzenlerimiz bitki, hayvan ve mantarlarla dolaştı. Seni atının kuyruğuna bağlayacağım, güneş
Sulieyka tepelerinin, arkasından kayboluncaya kadar seninle ormanlarda dörtnala
dolaşacağım, Kanatlı at, Maya tekerleği, kesilmiş su, göçer kent ve dört köşeli
üçgen gibi. Tepeyi aşınca çölde bir tavus çıktı karşılarına. Tavus konuşuyordu
çölde bir tavus, o an anlaşıldı ki konuşmak insana özgü bir şey değildi.
Selefkoslara doğru yürüdüğümde paramızda Erbil’deki profilim vardı. Otrar’dan
Curcan’a kadar gittik, sonra Urfa yakınlarındaki Edessa’ya geldik, Zengîlerin
egemen olduğu yerdi burası, Hipparion’un ansızın ata dönüşmesi gibi garipti her
şey, Hintli Kahraman, gökte Herkül gibi süper kümeler görünüyordu. Hyksosların
hükümdarlığı zamanında başkent
Avaris’ti. Bin x sıfır başka, sıfır x bin başka. Bir zamanlar Bizans’ta bile
eşkiyalar türemiş. Kozmonot Mars’ta öldü mezarı ordadır. Önümüzde, arkamızda,
üstümüzde ve altımızda olan şeyin en yakın hali üstümüzdeki, sonra önümüzde
sonra altımızda sonra arkamızdakidir
dedi. Umru dalları. Somali’de kızlara İstanbul adı verilirdi, İstanbul’da bir
incir ağacına da Yavuz Sultan Selim adı verilmişti. Fırat vadisindeki Bandola ovası
yakınlarında tutsak düşer önce Moskova’ya sonra kuzeydeki Vetluga kasabasına
götürürler Kim’dir adı. İslam, kız çocuğunu hurma ağacına asıp ok talimi yapan
vahşi Arap’ı insanileştirdi. Valsler, polkalar, galoplar, kadriller besteledi
Strauss, Tunus gülü koklardı yel gibi giden iki Fas kısrağının üzerinde. Bir
Yehova oğlu gibi kavgada ‘Samson seçimine’ geldi dayandı iş, yani eğer
beni öldürürsen sende öleceksin ve cehenneme birlikte gideriz oyunu. Bu üç ülke
arasında (Benelüx gibi) geçmişteki Delos Birliği öyküsünde olduğu gibi para,
ortak birikimler bir para küpünde toplanıyor giderler oradan karşılanıyordu.
Plevne’nin sonu ise şöyle oldu: 1879’da bir Bristol gazetesinde şu haber çıktı:
’30 ton insan kemiği Plevne’den Bristol Limanı’na getirilmiştir.’ Ufacık bir
Balkan kasabasını ele geçirmek için hayatlarını verenler, İngiliz topraklarını
gübrelemekte kullanılıyordu. Maveraünnehirden gelen Kapisa Kiyonitleri Bamyan’a göçettiler. Heftalitlerin geçişinden
sonra Baktriyadan, Pencab’a kadar barış geldi ki, yılan gibi kıvrılan yol
Taganroglu Anton Pavloviç’in ölümünü duyuruyordu. Ve öyle iştahla silip
süpürüyordu ki adam önündeki eti bir an köpek görüyorum sandım. Bütün bunlar
geçip giden anın sölpük tutkusu. Kenan ilinin keçi çobanları veya Roma’da
geceleri uykusuz köleler arayan Agrippina gibi iki kere iki gözümü uyku
tutmuyordu.
‘Şimdi yokuş çıkıyorum / Ama bunu herkes söyler.’
Sezar tam bir katışıksız tam bir kreoldu dedi, yalan dedim
bütün insan saf ya da melezdir yani, Kenan ilinin keçi çobanları gibi yani.
Pinar ağacının gölgesinde dedi, berkliydi, ipekten, isfandan, iskalarya, ispenç
ve isfendiyari, ebabil kanadından hızlıdır. Ebrehe kinli biri. Gallipoli
sesleri. Bulamaç yer, Öklit sarımsağı dikerdi.Var mı bu dünyada avazat kuşu, yok mu bu kuşu. Sıktı,
Sıtkı, bitti. Köy yeşildi dedi. Son bir soluk verdi. .Zambak özlemli çocuktu,
tepişir gibi sevişirdi. Sümbüllü derelerde. Evdemonist türküler. Telgraf çiçeği
ve Merkep köprüsü teoremini bilir. Trake solunumu kurbağa, bu denizde bir
zamanlar Bakha’ların dansettiğine inanılır, uzayın derinliklerinde çatırdayan
kalkanlar, sığırların gözyaşlarını içen böcekler, kedi pençesi, gündüzleri Hz.
İbrahim’in çadırından sızan hafif ışık, şafakta bilmediği bir şeyi arayarak
yürüyen biri, kuşun alev süslü tüyleri süzülür aşağı diyen Stevens, Tebeşir türküleridir,
Eflatun’un cini,
‘Yirmi karlı dağın arasında
Kıpırdanan tek şey
gözüydü karakuşun.’
Ve...
‘Rüzgar kanatlarını unuttu
yaz yılanlarını sakladı
tıkandım tüm sonuçlanacak
tınılara
yine yankılanır gölgen ormanlarda
eylül yorgun kavim
her iz seste
aralanıyor yıldızlarda’
Filizlen filizlen ey ilkel yürek ahşap yol güneş. Soğuktan
kaskatı kesilmek üzereyken eve ulaşıp,
yatan bedenlerle tıklım tıklım dolu olan odada, iki kişi arasındaki hendeğe çırılçıplak uzanır. Evin sahibi lambayı söndürünce, karşı
duvardaki rafta, Beyaz Leydi’sinin imgesini görür... Bir titreyip bir yanarak
uyumaya çalışır. Tam o anda, uzaktan küçücük görünen Beyaz Gül raftan inmeye
başlar ve yanına yaklaştıkça canlanır. Siyah Adam öldüğünü sezer.
Utanç içinde yattığı yerde çivilenmişken Bakirenin adını
seslenerek yanına diz çöküşünü izler. Bakire onun, Beyaz Adamı öldürdüğü elini
tutup öper. Çocuğuna kıyılmasına dayanamayarak ağlaya ağlaya mermere,
balmumuna, tahtaya, fildişine dönüşen Bakirenin öç almak için, onu öldürmesine yardım
ettiğini öğrenir. Bakire Tristan’ı
ödüllendirmek ister ve yanına uzanır; kendi üstündeki giysileri
çıkarması konusunda adamı zorlar.’ Bizans’a Azap askerleriyle Fener tarafından
saldırdık. San Romano kapısından Urban ateşiyle içeri daldık, onlarda Grejuva
ateşiyle karşılık veriyorlardı. Adada aslanlar, kara tüylü tavuklar yün
giyiyorlar, balıkların kanatları, kuşların pulları var, taşlar yüzüyor, tahta
batıyor, kelebekler geceleri büyüleyici bir güzelliğe bürünüyor, sular
içildiğinde baş döndürüyor, bir keklikle bir keçi alt alta üst üste oynaşıyor.
Curcan’da, tuzlu Ceiba ve Hülagü oğlu İlhan bir şiir söyledi, İlhanlı
imparatoru ve tüm bunlar sütleğene övgüdür dedi.
Bir balık gördüm gök içinde, izliyor, bir soprano çınlatıyor
cehennemi, balığın ağzı açılıp kapanıyor, balık ışık yılı, balık beyaz,
gümüşlü, bir şiir değişkesi gibi. Çekirgeler, ateş üfleyen bir ejderha, berbat
bir hava, fırtına ve rüzgar, iri, ceviz büyüklüğünde dolu, pusatlı insanlar,
kurt sürüleri ve işte deprem... Her gün bir tabak yumuşak mamut eti ve uzun azı
dişli kaplan ciğeri, az miktarda fok yağı, bizon beyni ve kemik iliği, kucak
dolusu lifli yabanıl sebze, türlü yemiş ve buruk tadda meyve ama ekmek ve tahıl
yok.
‘Sticklgruber’
-Hitler’in asıl adı. Çarmıha gerilmişçesine uçan ilk yarasaların dışında
kimseyi görmedim, bir keçi tutuyordu boynuzundan. Ölüyordum, deniz gökyüzü,
dağ, adalar yanaştı ve iyice abandılar üzerine, sonra güçlü bir kasılmayla
uzayın en uzak sınırlarına çekildiler. Boğaziçi’nin en dar yeri olan Asomaton
(Bebek) köyünde Rumeli Hisarını yaptırmıştı. 13.Yüzyılın Selçuklu Konya’sı,
Renaissance’ın beşiği olarak karşımıza çıkmıştır. Varoluşçuluk’un
Herakleitos’dan sonraki ilk ve gerçek temsilcisi 1200’lerin ortalarındaki
Anadolu’nun Mevlana’sıdır. Yüzyılın başında Gabriel Marcel’in “sen, ben’in
karşısında oturan ben’dir” şeklindeki motto’yu ortaya koymasından sekizyüzyıl
kadar önce, Mevlana, ‘benimle senin aranda ne ben, ne de sen vardır’ demiştir.
Sufi kimdir, Fatih şarap içer miydi, Hançer-i Dahhak nedir. Başta at nalı
taşıyan rakip midir, çengel çiçeği, baba ve oğul arasında iki mektup mudur,
çılgın aşıklar ve serhatlar , Galata, sultanlara kafa tutan şairler, at ayağına
serilen kumaşlar, kağıt sunanlar, başta ateş yakanlar, bayram ve bayram ertesi,
hat geldi!.. Kanuni’nin emriyle idam
edilen oğlu Şehzade Beyazıt. Kuran Mekke’de inmiş, Kahire”de okunmuş,
İstanbul’da yazılmıştır. Şimdi
Dulkadiroğulları denilen Türkmenlerde
kadınların erkekler kadar yiğit savaştığını, böyle 30.000 kadın savaşçı
olduğunu söylüyorlar. Dulkadiroğlu demek
anası savaşta ölmüş yetim Kadir demektir. Sertrandon, Halep civarında
sekiz atlı Türkmenle karşılaşıyor, bunlardan biri kadın ve bir kalkan taşıyor.
Bizantik, Tekfur sarayı ve Artukoğulları, Grieg’in Solveig’in Şarkısı’nı
söylemeye başladı. Dil ve iletişim
dört bileşenden oluşur, bu dört bileşen şunlardır: Sözcük Bilgisi, Gramer, Prozodi ve Kinesis.
Anadolu’da keçi güdenler ve deniz kozalağı.
Beyaz giysiler içindeki bir piskopos, harabeye dönmüş antik kentin
içinden geçerek üzerinde haç olan bir tepeye vardı. Haçın önünde diz çöktü. Bu
sırada askerler, oklarıyla ve ateşli silahlarıyla piskoposu öldürdü. Arap keçi
gözü gibi deli incirlerin sırıttığı
yoldan, kente girdik ve insan ölümsüzlüğü değil bir zamanlar ölümü aradı ve
onu buldu. Yaşamdaki en büyük tansık
ölümdür. Allah’ım, kalbime bir nur ver.,
önüme, arkama, sağıma ve soluma bir nur ver. Üstüme ve altıma, kulağıma,
gözüme, etime ve derime bir nur ver. Kanıma ve kemiklerime bir nur koy. Madde bir
bulutun bulutunun bulutunun
bulutunun bulutunun bulutu gibi
bir şey dedi.
Bing
bang dan önce ne oldu, insan bu soruyu, Kuzey kutbunun kuzeyinde ne vardır
sorusuna benzetiyor. Tuhaf bir İnka kuşu gibi. Hermon dağından geçerken yılan
kuşları sardı çevremizi, renkçil, çağırtı, böğürmeler, çanak yapraklar, yüz
milyon yıl önceki Gondwana kıtası ve Protestanların I960’da Protestan Oranga tarikatı lideri olan
William’ın Katolik kral II. James’in ordularını yendiği Boyne savaşının
yıldönümünde, kum zambağı, orada kral Antiochos’un tanrıyla el sıkıştığı anın
işareti aslanlı horoskobu dahi
görmüştük. Başkırtça, Kırgızca, Yakutça, Kazanca, Altayca ve Özbekce gibi
diller. Gün ağarırken, firavun öyküleriyle, dağlarda yaşayan cüceleri anlattı. Gökleri ateşe veriyor, insanları toprakta
yetiştiriyorduk. Boşluğa övgü, hiç ve eros dedi. Babil ırmağı kıyısında Sion’u anıp ağladık,
Katagülli, kadrajlı dom!. Kızıl ağaç ormanı. Nostromo... Tukan yıldızı, Rigel
yıldızı, yeşil saçıntı. Boğadaki El Nath yıldızı... Sığır keneleri, yeleleri
rüzgarda dalgalanan Korsika atları. İris çiçeği. Denizler firavunu, nemrutu..
“Zifiri karanlıkta
Kurbağanın ağzından
Çıkıyor ay”
Atina’da Altis korusunda yapılan olimpiyatlar, tanrının
hızıyla koşan Rodoslu Leonidas gibi. İris ki ölülerin çiçeğiydi. Judea dağının
karları gibi beyaz bir yüzü vardı
Robotlar balığı, balık maymunu, maymun seni, sen robotu yarattın, efendi
benim artık, her yaratılan yaratanın efendisi olmuyor mu sen hayvansın güç erk
bende artık. Bundan sonrası mı bende o’nu tanrıyı yaratacağım ve o hepimizin
efendisi olacak. Osmanlıda piyale ve
piyadeyken bile Copland’ı dinlerdi. Grieg’in Ağıtsal Melodisi ve Bartok
Efendinin divertimentosunu dinlerdi ama gariptir Zenofobisi vardı, uysal
Leandro, savaşcı gezgin Odysseus ile sonsuzluk antlaşmasının giyitlenmesi
felsefe, düzlem, cisim, algı biçemi,
soyut emek, yaşamak gibi bir
takım zırvalar söyledi, derinlerdeki boş mavilikten bir uçan daire onu gelip
aldığında, otantik düşün bunda katkısının ne çok olduğunu düşündü yekpare
plakalar ve Solaris gibi. Öyle ki Hipokrat’ın mezarının üzerinde arılar yuva
yapmıştı ve ürettikleri balda çocuklardaki pamukçuk hastalığına iyi
geliyordu. Karanlıkta 400 parça
gemileriyle limana yaklaşıyorlar, limandaki dünya ölüm uykusunda, nöbetçiler
hayal gördüklerini sanıyorlar ve liman ateşe veriliyor.
Ukaz panayırı. Mısır koçanı, kundağı, kapçığı. Omurgalılarda
C değeri olarak bilinen genom boyutu, foto galvaniz, parabolik oluklu santral,
yakıt peteği, ay ağırlığında kondritlerden oluşan ek kaplamalar, kantonlar,
Kelt destanlarında ve büyük Frederik’in
saklandığı mağarada Muhammet’inki gibi örümceğin ağ ördüğü yazılıdır,
Muhammet görünmeyen bir tepeden iner gibi garip ve önemli bir yürüyüşü vardı,
bir uzak doğu pagodasında tapınırdık, Netanya’da, Ürdün gölü kenarında
otururduk. Sıkıcı bir öğle üzerinde ne tür bir ölüm hangi renkte gözyaşı
döküyordu acaba, Sevit (hobi) leri var
mıydı, incir ağaçlarının dibinde cinler, kara dutun dibinde eşek arıları
yaşardı, Pribilof adaları vardı, kilise kulelerinin haçlarına konmuş
kuşlar Villon’un Asılmışların Baladı’nı
okur gibi.
‘Körbilim boş toprakları sürer
Çılgın inanç kendi tapınağının düşünde
yaşar
yeni bir tanrı yalnızca bir sözcüktür.
İnanma da, arama da; herşey saklıdır’ (Alvaro de Campos)
Janist rahip diyor ki:
‘Bu vücutların içinde ne işimiz var
Belki de içlerinde yolculuk ediyoruz'
Kendine özgü Kantemir notası yarattı. Ben Marco Polo, Alamut yani Akbaba yuvası denilen yeri
gözlerimle gördüm. Piranhalar takımı gelince de savaşı kazandık.. Asaf Cemil’in
Düş Tutanaklar’ını yazarken mistik bir süreç içinden geçtiği söylenebilir mi?
Bu soruyu onu daha iyi tanımamın yanı sıra, roman ile profan aydınlanma, daha
açık bir deyişle hidayete erme arasındaki ilişkiyi irdeleyebilmek için
soruyorum. Anemas zindanı nerede, uzayda
uçan kuşların varlığı. Dünyadaki
tekçil-monist düşünce yapısı, Antartika’daki Vostok gölü Omega, Erboğa, Küresel
Yıldız Kümesi, Balık kemiğinden
korsesini çıkaran koyunlar harabelerden geçerek aşağıya indiler, koyun
harabelerden geçerek sürüye karıştı. Kraliçe Puduheba. Tanrıça Kibele tüccar
karısı Lamassi, Karya kraliçesi Ada. İlk
kadın tarihçi Anna Komnena Karya ve kalinikhta, Eski Mısır’da İbis tanrıların
habercisi Hermes’i simgeleyen kutsal kuş Golgatam, kafa kemiğimi, solsuz
solfej, Medine’deki meçhul mezar, mezarsız yalvaç, çarmıh kanadını açmış kuş
İbis? 13. Yüzyılda Artukoğulları sarayında Cezari adlı bir mühendisin yaptığı
otomat, insanlara ibrikle su, havlu ve tarak sunardı, Dekabrist ruhum söylüyor
bunları, sifilis hastası ruhum. Karadelik güneş sisteminin içinden geçse bile
tüm gezegenlerin yörüngesini değiştiriyor, böyle bir durumda dünyamız ya elips
bir yörüngeye çekilerek şiddetli iklim değişiklikleri yaşayabilir, ya da güneş
sisteminden kovularak uzayın dondurucu boşluğunda yitip gider, yani dünyamız
ölür. Et yerken bazen kendimi köpek gibi hissediyorum dedim, arkadaşım şüphesiz
yüzü insana benzeyen biricik hayvan köpektir ve yalnızca onların yüzlerinde
keder sevinç ve sıkıntının pırıltıları, iz ve esinlerini görebilirsiniz, bu
başka hiç bir hayvanda yoktur dedi. Sirte körfezi, hologram, doğurgan olmayan
dölevi akıntısı, Kız kulesinin antik çağdaki adı Damialis yani Dana yavrusu
demekmiş ve Mercidabık.
Salamis harabeleri, Riminili katır tüccarları, ahret,
argonot, üç köstek taşı nedir bilen var mı, Angloma nedir ki. ‘Kasırgalar iblisin salladığı orak’
gibi, Gut hastalığı yani Nikris yani
damla hastalığından öldü, ölümüne doğru
Hubyar Kadınla görüştü, Samur ve Amber devriydi. hidivlik verdiler.
Wilson’un Yalnızlık Çağı dediği, Parnassos dağında dedi. İçinde triptofan
bulunan yiyecekler yer ve kendini hep iyi hissederdi. Zagros dağları adını
verdiği. Öyle sevilen bir politikacı halkın özlemlerine yanıt verebilen biriydi
ki cenazesinde kalabalık arasında biri
hiç unutmam ‘İnsan!.. güle güle...’ diye haykırmıştı. ‘Akan suda ikinci kez yıkanabilmişti Eflatun’
Dağlarca dedi. Garip bir bilim adamıydı, atom bombası atılırsa, atmosferin
tutuşabileceğini söylüyordu. Örümceğimsilerden
migallerde trake bulunmaz. Merİh’lilerin ağaç yazıları gibi Tiberius Capri
adasına da öyle çok köleyi uçurumdan aşağılara attırıp ölümüne yol açmış ki,
kemikler yığılarak siyah bir kayalığın oluşmasına neden olmuşlar ve Curzio
Malaparte o kara kayalıkların üzerine sayfiye evi yaptırasıymış, yani kölelerin
kemikleri üzerinde oturuyormuş Malaparte.
Anghiari Savaşı adlı duvar resmi yarım kalan, da Vinci gibi,
kitap bastırmak zordur, bir keresinde yayıncıya Tevrat’ın fotokopisini
götürdüm, ilk 150 sayfa fena değil, tuttum ama adını Kızıl Deniz Haydutları
olarak değiştirirsen basım için 3 yıl sonraya gün verebilirim dedi, Eco söyledi
bunu Napolyon’un 1798’de Mısır’ı işgalinde mermiler boşa harcanmasın diye
ülkelerinin işgaline karşı direnen Mısırlıların ensesine basarak Nil Irmağında
boğuşları. İngilizceye en yakın Hollanda ve Almanya kıyılarında konuşulan üç
Frizye dili içinde tehlike çanları çalıyor.
Nietzche Sifilis hastasıyken genç bir eros kapısını çalar elinde iris
çiçekleri, Sahaf’ın keçisi yanındadır, Venüs çiçeği gibi Perseus, kötü niyetli kral Polydectes
tarafından Gorgonlardan biri olan yılan saçlı Medusa’nın başını kesmekle
görevlendirilir. Bu hiçte kolay bir iş değildir, Medusa’nnı görünüşü o kadar
korkunçtur ki ona bakanlar anında taşa dönüşür. Bunu bilen Perseus tanrılardan
yardım ister, Athena ona görünmez olmasını sağlayan bir kask verir ve
Medusa’nın yalnızca gölgesine bakması için uyarır. Haberci Merkür’de ona kanatlı ayakkabılarını
ve sihirli kılıcını verir. Perseus,
Medusa’yı uykusunda yakalar ve kılıcıyla başını koparır. Görevi bitip geri dönen Perseus, prenses
Andromeda'nın çığlıklarını duyar. Deniz canavarı prensesi bağlamıştır ve yemeye
hazırlanmaktadır. Prenses çantasından Medusa’nın başını çıkarır ona bakan deniz
canavarı anında taşa dönüşür. Perseus prensesi kurtarır, Perseus ve Andromeda
birbirine aşık olurlar. Kahraman Perseus’un başını kestiği Medusa hala
gökyüzünden bize göz kırpar...
Davut, Fırat yakınındaki Hamat’ta Tsoba kralı Hadarezar’ı
yenilgiye uğrattığında 1000 cenk arabası ve 700 atlıyı tutsak etmişti ve
yürümesinler diye ayaklarını kırdırmıştı. Harun Reşit oğlunun düğününde yağmur
gibi inciler serpmiş tüm davetlilere birer misk topu dağıtmıştı ki armağanlar
ayrıdır.
Doğada eriyen plastik üretecek bitkiler vardı, maymunlar düşünmeyi
düşünebilselerdi değişebilirlerdi, parçacıklara kütle kazandırdığı söylenen
Higgs bozonunun peşindeydi, en çok dikkatimi çeken şey kapının önüne tüneyen
kuğu olmuştu. ‘Quo vadıs, domine?’
Nereye gidiyorsunuz, efendimiz?..
Keçi memesini andıran bir tepenin üzerindeki, ufak bir
mavilikten bir yıldız çıkar. Osmanlı Ahılkelek kalesini alınca savaşı
kazandığını sanır. Ahılkelek kalesini alınca savaşı kazandığını sananlar gibi.
Hangi kral Akitonyalı Eleanor’la evlenmiştir? Henry II, Arabistan çiçeği,
Horgörü Bedevilerin ‘Çöl gemisi’ dediği develerimizin üzerine, diril gece indi
ve gölgeleri örtündüler, avunç büyüleyici kırlarda, yorgun çiçekler bürümüş.
Diğer mimari ilginçlikte alınlıkta yer alan üç küçük kapının ilahi bir olay
için kullanılmış olması. Bu kapılar yılda bir kez kutlanan İsiteria Bayramı’nda
“Epiphanie” olarak adlandırılan ve “tanrının kendini göstermesi, varlığını
kanıtlaması” olarak yorumlanan olayın
sembolik olarak yinelenmesi amacıyla kullanılıyordu. Magnesia Artemis’ gece
tanrıçasıydı. Dolunaylarda Artemis Tapınağı’nın tam karşısına, alınlık, orta
kapı ve Artemis heykeli ile bir doğru oluşturacak şekilde ve belli bir açıyla
geliyordu. Bu dolunaylarda altın kaplama heykel, ay ışığı ile aniden
aydınlanarak, kendisini tapınağın dışında bekleyenlere gösteriyor, bu olayda
izleyenler açısından gerçek bir ‘epiphanie’ olarak algılanıyordu.
Bekir’in babası Ebu Kuhafe, annesi Ümmü’l Hayr Selma binti Sahr’dır.
Dölleyerek çiçek açımlarını uçuyordu arılar, Saturnus çağındaki yaşlılar
gibiydik. Uranus’un oğlu gibi görkemliydi,. Yaşam ve ölüm sağrağını sundu ona,
ay İris yayı gibi yükseldi başlarımızın üzerinde, İris’in sessiz yayı
(gökkuşağıydı). Anahtar deliğinden giren bir Arap atı, suları,
vadileri doyuran Türk ırmağı, kana kılıç suyu derdi. 16. Louis, Varennes
yakınlarında ele geçtiğinde üzerindeki paranın resminden kendisini tanımışlar
ve yakayı ele vermişti, kendisi için bastırılan paradaki resimden tanıyıp
yakalamışlar. Gorgonlar diye bir şeyden söz ediyordu. 8. Yüzyılda Tang Hanedanı
döneminde cırcır böceği olarak yaşamış bir Japondan söz ediyor ve 17. Yuzyılda
Çin’de yaşayıp ruhu 30 ayrı isme bölünen Şitao’dan sözediyordu, Şitao’nun Portekiz’deki reenkarnasyonuda Pessoa’ydı.
Talut ve iman edenler ırmağı geçti ama Calut askerlerine karşı koyacak
güçleri kalmadı. Trianglum yıldızı, güneş kızdönümüne girdi. İnsan, Kant’ın
yaklaşımı uyarınca, öz istencinin
nedenselliğini sadece özgürlük
idesinde aramalıdır, çünkü özgürlük duyular dünyasının belli nedenselliklerinden
bağımsızlıktır. Bu yüzden özgürlük idesi ile özerklik kavramı ayrılmaz bir
biçimde birbirine bağlıdır. Özerklik kavramı ise akıllı varlıkların
eylemlerinin temelini oluşturan
ahlaksallığın genel ilkesi ile bağlantılıdır. Kant, ulamsal bir buyrum nasıl
olanaklıdır? Sorusu bağlamında özerklik (otonomi) ve bağımlılık (heteronomi)
kavramlarını açımlar ve şu saptamaları yapar. Akıllı varlık, kavrayış dünyasına
girer, onun kavrayış dünyasına girmesini sağlayan nedenler bütünü, ya da nedensellik ‘istenç’ dir. Etiyopya ile Hindistan’ı hep birbirine
karıştırdık. Xeroderma Pigmentosum sayrılığından derbeder yani güneş ışığına çıkınca deride
derin yaralar oluşuyor. Hindistan ve Srinagar , helezonik gizlem,
halk sözcüleri, uzayın %99unu kapsayan karanlık bölge. ‘Emir erlerinin tarihi bu güne kadar neden
yazılmamıştır anlayamam’. Yazılmış olsaydı, Toledo kuşatması sırasında
açlıktan gözü dönen Almavira dükünün, emir eri Fernando’yu açlıktan nasıl hapur
hupur yediğini öğrenmiş olurduk. Dük hazretleri, anılarında, emir erinin
yumuşak, körpe etinin tavuk etiyle, eşek eti arasında bir tadı olduğunu
anlatır.’ ‘1890’lı yıllar, Avrupa, Strauss ve Schönberg’in yeni ritm ve ses
renkleriyle tanışıyordu. Zola gerçekçilik akımını, Dostoyevski Slav
demonizmini, Rimbaud lirik söz sanatının ince örneklerini göstermişti. Nietzche
felsefede devrim yaratmıştı. Klasik, süslü mimarlık, yerini işlevsel üsluba
bırakmak üzereydi. O dönem yazın sanatının eleştirmenleri, her türlü yeniliği,
bir kargaşalık, bir gerileme olarak algılıyordu. Bir sanatçının ün salması
için, orta kuşak tarafından denenmiş olması gerekiyordu. Bugüne benzeyen
keskin, hiyerarşik bir ilişki vardı. Öte yanda gençler, Gerhart Hauptmann
otuzunda Alman sahnelerinde söz sahibi olmuştu. Rilke 23 yaşındaydı ve
arkalarından başkalarınıda sürüklemişti. Kaşla göz arasında ‘Genç Viyana’ grubu
ortaya çıkmıştı. Ancak Hofmannsthal, tam bir fenomen olarak, o kuşağın güçlü
tutkularını dile getirmekle kalmamış, 16 yaşında bir genç için büyük bir
edebiyat olgunluğuna ulaşmıştı. Bu sanat hayatında süregelen usta-çırak
ilişkisinin o kasvetli, uzun yolculuğuna tuhaf bir karşı yanıttır
Hofmannsthal’in yaratımı. Loris takma adıyla gönderdiği şiirler, dergi
editörleri tarafından usta bir şairin yeni bir üslubu olsa gerek, diye
yorumlanırken, karşılarına, sıska, soluk benizli, ince sesli, bir erkek çocuğu
çıkmıştı. Barba Vasili paltosuna girdi uyudu. Pelion dağı, Fars dünyası, Meotis gölü
(Azak denizi), rüya tanrıçası Serapis, Vitzliputzli (Meksika tanrısı)
Talokan’da, Hint Kerala’sında, şiir umarsız Penolope’dir. Emanuel von Froben;
Büyük Seçmen Prens Friedrich Wilhelm’in ahır yöneticisidir. 1675’te Fehrbellin
savaşında kendi atını prensin atıyla değiştirerek efendisinin yaşamını
kurtarmış ancak kendisi yaşamını yitirmiştir. Lizbon’a Lizboa diyorlar. Vasco
de Gama’nın Mekke’den dönen Hintli hacı dolu bir gemiyi içindekilerle birlikte
yaktığından sözediliyor. 17. Yüzyılda bir rahip, denizin yuttuğu yüzlerce
Portekizliyi kastederek, ‘Tanrı Portekizlilere küçük bir ülke verdi ama,
dünyayıda onlara mezar etti demiş. Portekiz’in en meşhur şairlerinden Sa de
Miranda’da ‘bir kimyon kokusu için halkını yitiren krallık’ diyor Portekiz
için. Keltler, Fenikeliler, Vandallar, Kartacalılar, Romalılar, Yunanlılar,
Gotlar, Moritanyalılar, hepsi gelip geçmiş o sahillerden. İber yarımadasında
beş yüzyıl kalan Müslümanlar balkonda o
kadar eğlenememişler, 1147’de Portekiz’in ilk kralı Alfonso Henriques’in
İngiliz, Alman, Fransız ve Flaman haçlı birliklerinin desteğiyle Lizbon’un
tepesindeki kaleye bayrağını çekince, çekilip gitmek zorunda kalmışlar.. İkinci
Dünya Savaşında, Hitler’in Alman general Rommel’i zehirlettiği söyleniyor,
Portekiz’deki ormanlık ve yeşillik Cabo da Roca’da, 140
metre yükseklikteki bir kaya üzerine
çıktığınızda, hava açıksa Newyork’un bile görülebildiği biliniyor. Portekiz’de
yerli halkın kökü İberyalı’lardır. Selahattin’in iskeletleri, ardıçların
tepelerinde ölüyor-ötüyor av borularının boğuk sesi. El Greco ya da Toledo’nun
gizi. Bulut allahsı dumanlar Isfahan
ki dünyanın yarısı, Buhara ki yasaklı kenttir. Olanaklarım arttıkça,
yapabileceklerim, arzularım yavaşlıyor, vb.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder