16 Mart 2019 Cumartesi

SİYAH KALEM







           Topal Halit diye biri vardı, çok bilgili adamdı, bütün köy onun düşüncelerini dinler, dağarından yararlanır, sever     
sayardı. Bizim köyde gazeteler sabah şehre inen otobüslerin akşam dönüşlerinde gelir ve gün batımında kahvelerde, sandalyelerde ya da taşın toprağın düzeltilerek yapıldığı sekilerin üzerinde hep birlikte okunurdu. Topal Halit bize olağanüstü gelen düşüncelerini bir gün olsun yazmadı, okuduğu romanları, öyküleri, felsefi şeyleri harmanlayıp bir roman, bir öykü biçeminde satırlara dökmedi, isimsiz bir şövalye, adsız bir bilge olarak bu dünyadan gelip geçmeyi yeğledi, şimdi kimselerin bilmediği Araplar Tepesi’ndeki mezarlığında uyuyor. Rahmi adında başka biri vardı, havacılıktan atılma bir genç adam, bütün gün şarap içerdi, bir derya olduğu söylenirdi, aynı zamanda şu sonsuz yaşama derin bir muhalefeti vardı, şimdi bile ürperiyorum, cesedi dağlara yakın bir bağevinde, onun önündeki, alabildiğine eskil, bir o kadar tuhaf çıkrıklı kuyunun içinde bulunmuştu. Üzüldüğüm, düşüncenin kayda geçenini, felsefe, şiir ya da roman, bunları bilip, tanıyoruz, ya yazılmayanlar, yazılmayan düşünceler, dile gelmemiş roman, önerilmemiş idealar nerede, işte onlar ne yazık ki toprağın altında, yazmaya bile hacet etmemiş, hortlak bile diyemediğimiz, kendini bile hiçlemiş Don Kişotların dilinde, bilinmeyen bir yüz, görünmeyen bir dünya, sonsuz ve anlamsız bir yalnızlığa göçüp giden gerçek kahramanların anlağında toz olup, sonsuzluğa karışıp gitmeyi yeğlemişler. Bu tip insanları tanıyanlar iyi bilirler, onların bu tavırları karşısında tuhaf bir ikiyüzlülük içinde yaşayıp gittiğimiz düşüncesi bir türlü peşimizi bırakmıyor, bir gün karşılaşırsak asıl giz belki de çözülür demekten başka elden bir şey gelmiyor. İşte yaşama benzer gözlerle bakan bir yitik heimatlos, iyi, kötü, yalın, karma, şiirsi, kuru, felsefi, saçma tam bir kargaşa içinde bana şunları anlatmıştı, eğrisiyle doğrusuyla anlatılanların vebali onun üstüne demek kurnazlığını bir kez daha göstererek sunmak istiyorum.
Şiir benim kanımdır.

             "Gece düştü gözlerime

                                                                             Uyku ok gibi dizildi

                                                                Ölüm düştü sözlerime

                                                                Serviler çoktan gözüktü”
Bu dörtlük 1729 Vankulu Lügatı’nda vardır! Kim bilir belki de Çelebi’nin Cihannüma’ sındadır. Belki de üç damla kan öldürülmüş bir kediden, bir kanaryadan ve belki de yetim malı gibi  bir kumrunun boğazından gelmektedir. Uzaklarda denizin içine doğru dağ büyüklüğünde gri bir kurt dalmaktadır. Metal bir meyveyi kemiren minotaur Macar üzümünün kolları arasında uykudadır. Rus ceketi giyen kadın şövalye, ona aşkını haykırmaktadır.  Actium savaşında karşı karşıya gelen Octavianus ve Antonius, Jül Sezar’a Velletri Tefecisi der di? Avgustus barbarlara karşı yufka yürekliydi belki, ama bir Romalının doğal olan para hırsının ateşten çemberiyle sarılıydı, siyah fulya koklardı, bir leopar gibi, kemerlerin altında kızıl aşka, acımasızlığa ve avını parçalamanın ateşli zevkine, taze geyik kokusuyla yüklü yele özlem duyduğunu bilmezdi. Zaman onu ve İsa’yı gören son gözlerinde kapandığı günü tanıdı. Oklar Thermoplai’de güneşin ışığını nasıl kesmişse, yıldız gemileri, zamanı yenmek ve İsa’yı yıldızların gecesine gömmek için kutsal kompütürle çatışma içindeydi, ekrandaki, eski bir Romalı yada Hintli bir ermiş gibi duruyordu.
Boşluk sıkıştı ve madde oluştu, bir madde olan yeryüzü halkım için kutsaldır, parıldayan çam iğnesi, her kumlu kıyı, karanlık ormanın sesi, her ağaçsız bozkır, vızıldayan böcek, halkımın düşüncesinde ve deneyiminde kutsaldır. Ağacın içinde yükselen özsu, bizlerin anılarını içinde taşır. Toprağın parçasıyız, oda bizim parçamız, koku saçan çiçekler, geyikler, at ve kartal kardeşlerimizdir. Yüksek kayalıklar, yumuşak çayırlar, vadi ve insanın vücudu hep aynı aileye ait. Manitu, bir gölün üstünde rüzgarın şarkısını  sever, yağmur ile yıkanan o rüzgarın kokusunu da,  çamların salınışı, durgun hava çok değerlidir, hayvan onu soluyor, ağaç, insan, her şey. Atlas bizi korur mu?

Ama Vidinli Hüseyin Tevfik Paşa’nın Linear Algebra’sında, Apollonius’un konik kesitleri üzerine yazdığı kitabını tamamlayan El Haitam ve El Cebr’i yazan Ömer Hayyam’a, sıvı demir, gürz ve üşüyen Karya kuşu, Meşhed’e giden hacıların, Nişabur’a Hayyam’ın mezarına tükürmek için uğradıklarını söyledi, Hayyam mezarım Belh’temi diye sordu. Hayyam’ın rübaileri sillogizmler halinde düzenliydi ve bundan yararlanarak mantık dersi veriyordu, garip ev denizlerin nautilusu gibi ilginç bir mimariye sahipti eni ve boyu arasındaki oran 1618 yani altın orandı. Bakın Pisalı Fibonacci sayıları, saçıntısı şu: LSLLSLSLLSLL. Bu bitkilerin yaprak yapısında, çiçeklerin yaprak sayısında görülür. Arı ve tavşanların yavrulama sayısı üremelerinde de görülür. Güneş ve Ay elektron uykusuna yattı. Ant verdiler ki, tutamadı ve yüzünün revnakı kaçtı, uçtaki güneşin koronasıydı, kızma dedi.. Viyana Tonkünstler Orkestrası çalıyordu, 9. Senfoniyi, sonra Marx geldi ve “Corruptio optimi pessima” “Aldatıcı iyimserlik gerçek kötümserliktir.” dedi. Ben karanlıkların atası, kaosum dedi Uçak pistte sorun çıkarmadan uzun süre taksi yaptı. Güney cephesindeki rift kuşağına sokuldu.  Somya ve Vikingler İstanbul’a Miklagard derdi. Viscount St. Albans Francis Bacon ve Novum Organum (Yeni Alet) Öykü anlatış biçimi berbattır, olağandışı şeyleri birbiri ardı sıra sayıp dizmesi, kuru ve can sıkıcıdır. Bulutları görünce karaya yaklaştığımızı anladık. Hanbalık, Pekin’di. Meholalı Barzillahoğlu Adriel’e beş çocuk veren Saul kızı Mikal gibi, aygır, kısrak. Taşıl, Velpecule-Tilkicik yıldızları. Kendisinden eşit uzaklıkta duran, gerek nitelik, gerek nicelik bakımından birbirine eşit iki ot yığını arasında kalmış bir eşek hangisini yiyeceğine karar veremediği için açlıktan ölecektir. İstenç özgürse. Bu Buridan’ın eşeğidir. Safevi  Hatayi ki İsmail’dir, Tahtacıda, Demirci veya değil, Taht ve taç, yani tahtın tacıdır. Taht tacıdır. Yakup’un düşünü gördümdü. Yaşlandım ve Pluton karesine girdim, zor durumdaydım ve neredeyse intiharı düşünüyordum. Bunun üzerine bir orakl sorusu düzenledi. Kinzalı adamına, Kadeş krallığı                                                                                                                        geldiniz. Babam tanrı olunca (ölünce) tahta kardeşim Arnuvanda geçti. Pekiştirmek için inanır, inandığımız için yanılırız. Bebeklerdeki Moro refleksi gibi, her şeyi iten ve dış dünyanın gerçekliğini kanıtlayacağım diye her önüne gelene elini kolunu gösteren George Moore’un ölümü kendi elinden olmuştur. Doğal nedenlerden ölen feylesof neredeyse yoktur. 1919 yazı çok sıcaktı. Hele sabahın erken saatlerinde yapacak hiç bir işimiz olmuyordu. Böylece güneş doğar doğmaz, çoğu zaman papaz okulunun damına çıkıyor, güneşte ısınmak için boylu boyunca uzanıyor, ya da Ludwigstrasse’de yaşamın uyanışını gözlemek için damın kenarına oturuyordum. Bir gün, dama çıkarken yanıma Platon’un bir kitabını almayı düşündüm. Okul kitaplarındaki parçalardan başka şeylere kayma isteği, az buçuk Yunancama karşın, Timaios’u okumaya zorladı beni. Yunan atom felsefesini asıl kaynağından öğrenme fırsatını buldum ilk kez. Yunan filozoflarının, maddenin sonsuz küçüklükte ve bölünmez parçacıklarını niçin düşündüklerini, hiç değilse biraz olsun, anladığımı sanıyordum. Platon’un Timaios’da savunduğu görüş, yani atomların gerçek cisimler olduğu görüşü, doğrusunu isterseniz, bana pek açık gelmedi. Atomları gösteren o ünlü gravürü yapan ressam, bunu yapmadan önce Platon’u okusaydı çok iyi olurdu dedim kendi kendime. Aynı tarihte yani 1919’da ise başı dertte olan Türklerin önderi Samsun’a çıkarak Kurtuluş’u arıyordu, bir savaşı, zamanın göreceliliğine en iyi örneklerden biridir bu. Sonra tanrım dedim oldu mu? Keops piramidini yaparken Giza platosunu seçmişti. Sultan Öyüğü Tekfuru gibi. İkindi güneşi gibi yaşamı kısa, ışığı ince ama gölgesi uzundu. Sözcüklere taşçıklarım derdi ama prosodisi çok iyiydi onun. Kar leoparı gibi izi belirsiz, yaban armudunun kovuğunda uyuyacak kadar da sakin ve dingindi.

"Çoban yıldızı

Seslenir koyunlara
İçiniz
Beni gölden
Size yansıdığım"
(Dağlarca)

Çok gezerdi, Küba’nın yemyeşil latifundiyalarından, zarif dansçılarıyla tanışmaya,  Ancor’un gizemli tapınaklarından, Sakkara’daki aşınmış mastabanın kumlu katmanlarına kadar her yeri gezdi dolaştı. Capricornus, Auriga, Triangulum, Camelopardus,  Merkür Geçişi, Venüs Sümbülü, Uranus Keçisi gibi, Gezi yazınının ilk örnekleri arasında Batı Hun imparatoru Attila’ya gönderilen elçi Priskos ve Klikyalı Zemarkos’un Göktürkler’e elçiolarak gönderildiğinde yazdıkları sayılabilir. Hoca Gıyasüddin  Nakkaş’ın Acaibül Letaif adlı yapıtı Türk gezi türünün en eski örneklerinden biridir. Silezya sürahisi, kozalak, 1632 Lutzen savaşında ölen Kralımız Gustav ve Sadalmelek gibi Paris yakınlarında, Arlington’da  bir mezar taşı;
Burada
İki ninenin yanında iki kız torunu
İki kocanın yanında iki karısı
İki babanın yanında iki kızı
İki ananın yanında iki oğlu
İki bakirenin yanında iki anası

İki kız kardeş yanında iki erkek kardeş

Yatıyor ama topu topu altı kişi gömülü
Hepsi de meşru doğmuş, hiçbiri fücur işlememiş.
Bilin bakalım bu nasıl olur.   

Hatem Tai bilir dedi. Tereza adında bir Lehlidir. Bir kaç kuşağı boğabilecek kadar derin gölcükler vardır. Düşünde nalın giymiş Arapların, semiz kara atların, helezonik adamların, saltık karanlıkların ve çocuk İsa’ların hafakanları bastı. Bilim tarihçileri Pisa deneylerine büyük bir önem verirler, Galilei’nin Aristotelesçiliğe karşı olduğunu açıkca dile getirdiği, skolastiğe halk önündeki saldırısını başlattığı andır bu, Libra,  iye kemiği, Lepus, Oğul Davut, Cancer, Corvus, Grus, Carina, metal taytlar, antlar, Taurus, Auriga, Cetus, Hydra, Volans, Pisces, Serpens Caput ve Gemini dedi. Dimetoka’da kumpanyadan dönen Shakespeare yanan Reischtag’a bakıyor gibi. Kın gibi tohumlarınız birbirine düşman olacak, onun soyu senin başını ezecek, sende onun topuğuna saldıracaksın. Klossowski’nin (Baphomet) romanı Nietzsche’nin sonsuz dönüş kuramından yola çıkarak, bedenlerinden ayrılan ruhların soluk halinde varoluşlarını sürdürmelerini ve bu solukların içine girecekleri bedenleri arayışlarını anlatır. Karıncanın adı Latincede ‘formica’ olduğundan karıncadan elde edilen asite ‘Formik asit’ denilip, benzer şekilde Latince adı Acetum olan sirkeden elde edilen asite Asetik asit denir, birde Pelagonik asit vardır ki buda herhalde Devonyen devir asiti olmalıdır. Ama yaşlı kadının yüzü kalp şeklinde ve kemikliydi. Kambur Rigoletto, Mantua Dükü’nden kızkardeşini kurtarabilir mi, Bir Çek köyünde Nazilerle işbirliği yapan ‘oportünist Sekal’ın ölümü hak edip etmediği, Hector Berlioz ve Dvorak parçaları gibi, Soğdça, Beluci ve Avesta dilini iyi bilirdi, deniz ifritleri gibi, ‘Araba Camı Yıkayıcılarının Baladı’ olur muydu, Koçi Bey’in Risale’sinde  R.Paşa’nın mal varlığıdır, Anemas zindanına doldursan sığmaz, Binyediyüz köle, ikibindokuzyüz savaş atı, binyüzaltı deve, yediyüzbin sikke-i hasene, beşbin dikilmiş kaftan ve urba, binyüz adet üsküf, altıyüz gümüş eyer, beşyüz altın eyer, binbeşyüz gümüş at başlığı ve yüzotuz çift altın üzengi, ayrıca kalıp altın, nakit altın ve gümüşle karışık altın, gümüş eşya ve mücevherat ve ziynet. İyide ben bir hırsızım:

Hırsızlık (*)
Ben bir hırsızım ve bu da yaptıklarım,
Toledo’daki bu antika kitapların odasında
ölü profesörlerin yapıtlarını karıştırıyorum,
onların kutularını inceliyorum.
İş şuna geliyor; sağlam bir kutu;
içinde de son dekanın küllüğü, kisvesi,
mührü, piposu,
golf kupası ve sigara keseceği.
Amin.                       
(Ken Smith-İngiltere, ABD)

Bağdatlı Cüneyt Sana Çölü’nde gezerken kocaman bir köpek gördü. Vaktiyle av peşinde yelden hızlı koşan köpeğin dişleri dökülmüş, tüyleri kırçıllaşmış, bedeni miskinleşmişti; eskiden bıldırcınları sektirmeyen, tavşanları yakalayan, tilkilere soluk aldırmayan av köpeği, yerinden kımıldayamıyordu, Cüneyt hayvana bir lokma ekmek verdikten sonra dedi ki: Köpek! Yarına hangimiz çıkar bilinmez ama sen benden iyisin. Hayvanda dile gelip sordu, Neden? Cüneyt dedi ki; Bugünden yarına imanımın ayağı kayarda tökezlersem doğru cehenneme gideceğim, oysa senin başında böyle bir bela yok.
Köpekler cehenneme gitmezler, dedi. Ve bir kadının ‘Ben en güzelim’ demesi gerçeği ne kadar yansıtırsa, bir belitsel sistemin ‘Ben tutarlıyım’ demesi de gerçeği o kadar yansıtır. Söz konusu kadının en güzel olduğuna kendisi değil, başkası karar vermelidir. Ama o başkası, evrensel estetik değerlere sahip olmayabilir. Dolayısıyla onun kararının doğruluğuna gene bir başkası karar vermelidir. O bir başkasının kararının doğruluğuna, gene bir başkası karar vermelidir. Bu durum sonsuza dek yineleneceğinden, söz konusu kadının en güzel olduğuna karar verilemez. Göğüs uçları sertleşmiş, minyatür bir et kulesine dönmüştü, fallik bıçak girip çıkıyor, vajinal ve klitoral orgazmı ilk kez duyumsuyor, gözyaşlarını tutamıyordu, durup gökyüzünün ötesine baktı ki orada da görebildiği kadarıyla yalnızca gökyüzü vardı, mırıldanarak ‘carpe diem’dedi. 1300’de Karakurum’dan  yola çıkan, Moğol ve Tatarlar, Çuçi Han komutasında Rusya yani Kıpçak steplerine giderken, bir kol kuzeyden Alaska’ya, oradan da Amerika’ya geçip, Siyu ve Apaçi kızılderililerine dönüşen kabileleri oluşturmuş. Son Mohikan Katerina II ise sıcak denizlere açılmak için Boğazlar’ı ve Ege Denizi’ni ele geçirmek zorundaymış. Çeşme’de yaşanan kanlı savaş, Kont Orlov’un isteği üzerine Rus bir ressam tarafından resmedildi. Ressamın gravürü daha gerçekçi yapabilmesi için Kont Orlov, St Petersburg kıyılarında Rus kalyonlarıyla özel olarak savaş gösterisinde bulundu.

‘Ey, siyah yüzlü
Öyle güçlüsün ki

Uykuyu öldürür

Kösnüyü kesersin’

Çirişli elleriyle ürkütücü bir görünümü vardı. Offili’nin  fil gaitası üzerine yerleştirdiği ‘Kara Meryem’ tablosunun kopardığı gürültü gibi. Puhu, kuduzumsu, kavranası ve kireç ocağında kımılayan cenin, hep birlikte Moğolistan kırlarına baktı. Bir ara bir çığlık ve yüksek bir suya çarpma sesi duydu, ileride bir yerlerde bulunan göle bir kuş konmuştu, kapının önünden geçip dükkanın vitrinine bakmak için iki blok öteye yürürken parktaki ördeklerden biri onu acımasızca yuhaladı. Vitrinin camında Mart kırağısının buzdan çiçekleri açmaya başlamıştı. Tüm sorunlara tepeden bakan kolonadlı tapınaklarını tavaf ediyorlar. Mağara ve mağazaya aynı anda giriyorlardı.

‘Yaşamak öldüğünü görmektir,

Yaşlanmak budur işte’

Juan Luis Panero-1942

Tansıyan su aynanın külsü rengi içinde. El Afrun’da terk edilmiş bir un fabrikası, ‘ezik çiçeklerin kırmızısına bulanmış ayak parmakları’ yaşlı kemikli kollarında ölümle sevişiyordum, uyuşuk bir hava vardı. Turing dedi ki : Günün birinde hanımlar bilgisayarlarıyla birlikte yürüyüşe çıkarak birbirlerine o sabah bilgisayarlarının ne gülünç şeyler söylediğini anlatacaklar. Turing 7 Haziran 1954’de siyanüre batırılmış bir elma yiyerek yaşamına son verdi, 41 yaşındaydı. Bu gün geceleri uykusuz köleler arayan Agrippina gibi uyuyamadım.
Serçe yağmurları, kır çiçekleri ve kırların sessizliğinden uzakta... Atı (hayvan) yelesini sallayarak güneşe doğru yüksek sesle kişnedi. Organist orgu flajoler ve diğer hafif seslerle çalıyordu ve ilerdeki meşenin budak deliğinin yanında bir baykuş duruyordu. Su çölünün üzerinde yayılan geceye bakıyordu, demirle öpülmek yada demir bir öpücük gibi. Ay adayı doğudan aydınlatınca, orada, denizde boğulmuş bir kaç beyaz koyun iskeletiyle, oraya nasıl gittiği bir türlü anlaşılmayan bir at iskeleti de görülebilirmiş. Kuşun cam güzeli gibi bir göğsü vardı, bu kuşkonmazlar alakuşaklar gezegenini, bir Araf zili duymuşçasına, bir tamu kokusu almışçasına, biraz ötede ak ve uzun kafatasıyla at iskeleti de yatıyor ve göz çukurları ay ışığında parlıyordu. Atın Araplarca beğenildiği gibi yüzünün etsiz olduğunu gördü. Yüzünde bir çift ateşli sarı göz vardı ve bakıyordu, yamaç serçeleri eşiniyor, tozlu yoldan arabalar gelip geçiyordu, yandaki keçi yolunu sönük bir ay aydınlatıyordu. Kanopus gezegeninin bir ayı vardı ve ne yaparsanız yapın orada suyu kaynatamazdınız. Gufran ve mağfiret günleri geldi Züleyha hala Potifarlara mı mecbur dedi. Ukaz panayırında ‘yaklaşıyor, yaklaşmakta olan!..’ diyordu Kus b. Saide. Sesi ıssız düzlükte yankırdı. İbriklerden su içer, hacıları getiren atların inlemeden, kişneyerek gelmelerine üzülür, Mavera’dan ses duyarlar ve Fussilet:34 ne söyler ne anlatır derlerdi. Ölüleri kör kuyulara atar üzerini örten biteylerle bir zamanın direyi birlikte toprak olurdu.
Ki zürefa bahsindedir: Bu hayvanın başı ile ayakları deveye benzer ve boynuzu öküze benzer, derisi kaplana benzer, kuyruğu geyiğe benzer. Bu hayvanın yapısının böyle çeşitli oluşunun nedeni; bir yaban öküzü bir Habeş devesi ile evlenir. Bu evlilikten bir hayvan doğar ve hayvanda geyikle evlenir ve bu evlilikten zürefa doğar. Geyik bahsindedir. Geyik hayvanlar içinde insandan en çok kaçanıdır. Bu geyik iki türlü olmaktadır, birisi doğru geyik, diğeri ise misk geyiğidir. Bu misk geyiği daha fazla Hindistan’da bulunur. Göbeğinde kan olur ve taşların üzerine akıp misk olurlar. Ama bir düve bile zulüm, zındıklık ve sapıklık bilmez. Ama insan bilir Solona, Cem’e yalandan sarılır, yalancı peygamber Gulam (Ahmet) Kadiyani vardır ve emr-i maruf ve nehy-i münker yapılır. Daniel, Kaldeli büyücüler sayesinde iyi bir rüya yorumcusuydu. Aristofanes’in pazularını o kadar övdüğü Mısırlı hamallar bile böyle miydi, Ne dedin ne dedin deyince ‘Tanto monta, monta tanto İsabel como Fernando’ dedi. Taht üzerinde eşit haklara sahip olmak gibi. O insanı yalnız öldürmekle kalmamış değerli suyunu akıtarak, kanallarını boşaltmış kurutmuşlardı. O ara Hz. Peygamberin Ravzasının yemyeşil kubbesi göründü. Bakara 246’da komutan Talut içinde Melik ifadesi kullanılmıştır. Palanga ve Arşimet vidası. I.Murat bir anlaşmaya avucunu mürekkebe bulayıp ‘pençesini’ vurarak onayladığı, tuğranında bundan alınan ilhamla geliştiği ileri sürülür. Temeşvar, Şerezöl, Aps ve Gulet’in hükümdarı Osmanlı. Medine, daha önceleri Yesrib’di. Tulonoğulları vardı. Kezzap çok yalancı demekti. Selanik dönmesi ve Kuba’ya yerleşen Ömer.
‘Sanat tıpkı bir ırmak gibi ya da bir aşk gibi kapılıp gidilen ama daha en başında yolundaki nakısaların kuşkusunu gizli bir tohum gibi yüreğinde taşıyan bir ergenleşme büyüsüdür.’ Halid bin Velid’in Ecnadeyn’de bozguna uğrattığı Bizans ordusundan arta kalanlar Ürdün yakınlarında Fihl’de toplandılar. Müslümanlar başkumandanlıktan alınarak bir savaş birliğinin başına getirilen Halid bin Velid’in kumandasında bunları takip ederek Beysan geçidini aştılar ve Fihl’de Bizans ordusunu tekrar yenerek Dimaşk’a çekilmek zorunda bıraktılar. Aynı zamanda kuzeyde bulunan Hims üstünede başarılı bir baskın yapıldı. Halid ilerlemesine devam ederek Kinnesrin’i alarak karargah durumuna getirdi. Şurahbil Beysan ve Ürdün’ün fethini tamamladı. İran kumandanı Behmen, Nersi ve Calinus yenilgiye uğradı. Bu sırada Behmen yeni bir orduyla Fırat yakınında konakladı. Mer İran’a gidecek orduya Bad bin Ebi Vakkas’ı başkumandan olarak tayin etti. Sad ordu ile Kadisiye’ye geldi. Burada büyük bir meydan savaşı oldu. İran ordusu başkumandanı Rüstem öldürüldü. İranlıların yüzyıllar boyunca düşman eline geçmeyen bayrakları Derefsi Gavyan müslümanların eline geçti.. Küfe ve Basra kuruldu.ve sonra Halife Ömer’in emriyle Mısır’da Fustat şehrini kuran Amr ibn ül As yakınlarından Ukbe bin Nafi el Fahri’yi Kuzey Afrika’nın fethiyle görevlendirdi. Ve dedim ki:

‘Sonsuza dek yatabilen ölü değildir
Ve tuhaf uzak zamanlarda ölüm bile ölebilir.’
(Theodor Storm-Almanya)

Dağın doruğundan aşağıda kalan gökyüzüne baktım. Gökyüzü dölü yada göklerin döllediği, kirli köpüklerle yüzen şeytani kalyonlar gibi, kambur gökyüzü, uzak zamanların sisleri arasında zardan kanatlarla uçup uzaklara kaçan güneş gibi karanlıkta koyu elle tutulur gibiydi. İşte ki gökyüzünde hafif bir tan belirtisi vardı ve Hz. Muhammet ifritten hiç hoşlanmazdı. Kara kedim, kanatlı bir Mısır tanrısı gibi yanımdan kayıp gitti. Yaşamını Çin dağlarının ölümsüz önderine borçluydu.Sönük ayda can çekişen sarı akrep gibi. Aynaya bakınca ölen insanlar ülkesinde yaşlı birini bulamazdınız, bir kirpik bile yaratmayan bu insana gönül Kabe’si verilir miydi. Tağutlarla canciğer muhabbet içinde geçinip giden dindar müselmanlar vardı. ‘Men lâ yerham, lâ yürham’ Acımayana acınmaz.. Gök çiçeği, ten çiçeği vardır. Ay sarısı, sarıcıl. Cebrail’in 600 kanadı vardır, ikisini hiç açmamıştır. Onları ancak Kadir Gecesi’nde açar. Kadir gecesi geldiği zaman Allah (c.c) Cebrail’e emreder. Süvari meleklerle yeryüzüne inerler. Elinde yeşil bir bayrak vardır, onu Kabe’nin damına dikerler. Can alıcı güzelliğin monarklığı, is yapan telaş, hiçsellik ve ulumalar ve ‘Sağapo / Yeti ise esa’  ‘Seni seviyorum / Çünkü sen sensin’ derdi. Derdi çünkü;
La ilahe illa Ente
Subhaneke İnni
Kuntû minez zalimin.

İslam donanması ve ordular kısa sürede, Hint’de İndüs kıyısında, Çin’de Kanton limanında ve Büyük Yunanistan’daki Napoli’de görüldü. Çünkü oruçlunun kuruyan dudakları, kıyamette iki gözünün arasında nur olacaktır. O, Kur’an’da yer alan çok soyut ve çok genel postülaları ile ilim gerçeklerine feyz veren İlm-i Ledün’dür. Ve günde 13 defa Rabbena Âtina duası okur. Hz. Peygamber İbn Revaha’yı zekat toplamak üzere Hayber’e gönderdi dedi. (Cassas, Ahkamu’l Kur’an, 1.507-508). Üzgü, kör yılan Tiber kırları, sönük ay, öğle sıcağında kısık sesiyle öten kuşlar. Çınlayan ova, Muhammedî bir neşe yayıyordu.
Muhammed’in Züheyr’in oğlu şair Kâab’a  verdiği hırka gibi, değerliydi. Yusuf’un gömleğinin kokusunu Mısır’dan duyan Yakup, Kenan kuyusundayken onu nasıl göremezdi. Dervişlerden biri öyle yoksuldu ki evi Medine’nin iki kara taşlığı arasındaydı. Yusuf sonra Mısır’a sultan olmuştu. Çöle kurularak deniz yolunu gözleyen sfenksin gücü, minotaur böğürtüsü, deşilen sol böğrü. Ebu Davut’un Sünen’inde, Beyhaki’nin Sünen-i Kebir’inde, Hakim’in Müstedrek’inde, Ümmi Varaka’nın ev halkından söz edilir. Örülü saçları ay ışığında kuş kanadı gibi parlar, sütunların devrilen gölgeleri arasında şahin başlı kanatlı adamlar, kara mermerden iri kediler bir görünür bir kaybolur sonra leylak büklümleri arasından kokular yayılırdı. Yaşamını iç içe yer alan sonsuz sayısız biçemde iç içe yer alan sonsuz sayıda dairenin birbirinin içinde yer alan sonsuz sayıda dairenin, birbirine olan göreliliği üzerine şaşırtıcı araştırmalar yapmaya adamıştı. Sonsuz sayıda iç içe yer alan sonsuz sayıda dairenin birbirine  göre olan sonsuz göreceliliği üzerine birbirine olan sonsuz sayıdaki konumunun birbiriyle oluşturduğu sonsuz görecelilik üzerine şaşırtıcı bulgular elde etmeye adamıştı (Dizgi hatası). Düğünler, toyraklar, monarklar, suda yankıyan öz, Ficar savaşı ve Muhammet, çiğle kaplanmış otlar gibiydi. Issız yolda yürüyordum, ova yalnız ve çırılçıplaktı, kuru bir ağacın, en uçtaki incecik dalında, tek bir kuş, kıpırdamaksızın, hiç bir yere bakınmadan, öylece duruyordu, öylesine etkilenmiştim ki Transilvanya Prensi Kont Drakula gibi kalakaldım. Pakistan’da Hunzalar bölgesi insanları uzun yaşarmış, Jules Verne’in Keraban adlı öyküsünde Osmanlı zamanında Avrupa yakasından Üsküdar’a geçmeyen biri, devletin yüklü bir vergi istediğini görünce, inat bu ya bütün karadeniz kıyısını dolaşarak 3 yılda Üsküdar’a geçmiş, Bulgaristan, Romanya. Rusya, Kafkasya'yı dolaşarak, işte buna Keraban taktiği denir. İrani bir adam karşıma çıktı, can çekişen köstebek ve tavşanları göstererek, iğdeler de ağlar, hayvanlarda öldürülür dedi. Öküz başlı minotaursa, Narcissus suya, su onun gözlerine bakardı hayranlıkla dedi. Latince ‘Risus abundat in ore stultorum’ Gülmek aptalların ayrıcalığıdır. Matematikçi Apollonius'un Konika adlı kitabı, Amarna krallarından Ay arlı firavun der ki, sanki Uhuru (Klimanjora) zirvesine çıkmış gibi sevindi, Zişan Efendi çağırmış gibi koştu, ki insan zamandır dedi. Ve Obsessif  kompulsif krizler, karanlık bir hırs, Seram adasının Masohi kenti, Aceh eyaleti, Halmahera adası, O affeden, çok sevendir (Büruc14) .
Din kardeşlerimiz Uhud harbinde şehit düşünce Allah-ü Teala onların ruhlarını yeşil kuşlar halinde yarattığı bir takım şekillere koydu. Şimdi onlar cennet ırmaklarına varıp sulanırlar, cennet meyvelerinden yerler. Arşın gölgesinde asılı altın kandillere konup rahat ederler.
Kaladan indirdiler

Kır ata bindirdiler

Üç günlük güvey iken
Yemen’e gönderdiler.

Diye ağlarlar   Ebu Hureyre, Kedicik Babası, kedi dostu idi. Bir gün kedinin biri giysisinin üzerinde uyuyakaldığından, onu uyandırmamak için giysisini kestiği söylenir... İsa ise çamurdan kuş yapıp uçurmuş, anadan kör doğanların gözlerini açmış, gökten sofra indirmiş, mezardaki ölüleri diriltip kaldırmıştır. O ara uzayda parçacıkların tanrısı olan Higgs parçacığını bulduk, gökteki Kış Üçgeni’ne benziyordu. Aracımız  1.4 güneş kütlesi olan Chandrasekhar sınırı aşılınca patlayan kütleler gibi patlayıverdi. Kütle olmasaydı evren içinde parçacıkların ışık hızıyla sağa sola uçuştuğu delicesine çalkantılı bir denizi andırırdı. Piramitsi, üçgensi, prizmatik biçemler uzanıyordu önümüzde. Üçgensi yeşillik, piramitsi örüntüler, prizmatik, konik nesneler, şeyler devasaydı ayrıca. Çamların altında küçük bir kuş ürküp kaçmıştı. Alevler aç gözlülükle bedenini yalıyordu. Yeni açan ceviz yapraklarına baktı, ne buruk ne esimli bir kokuydu yarabbim...
Ölümseyen bakışlarla, dizginlenemeyen, gem vurulamayan duygularda var mıdır dedi, kül sesli insanların yurduna gelmiştik. Resul-i Kibriya uzakta duruyordu. Talut’un yasak sudan içmeyen erleri vardı, tüfekyan ve silahşöranlarla savaşıyorduk, biri Emirdağ Lahikası’nın 42. Sayfasındaki gibi savaşın diye bağırdı, tepede bir kadın usdışı bir erotizm görüntüsüyle dans ediyordu. Savaşanların geride kalan küçücük çocukları, anasız babasız ölüp, boşluğa karışıyorlardı, yanımdaki cenkçi onlar boşlukta sönük yıldızların olduğu yerdedir biz göremeyiz, orada küçük kuşlar gibi kolları açık uçuyorlar ve sonsuz bir düşte gibi uyuyorlar dedi. Ve sonsuza dek bizimle kalacak tek şeydir ölüm dedi. Bu sıra Annabalı bir yiğit öne çıkarak haykırdı bizde arkasından silsilelerle atladık.
Bir keçi damının içinde uyandım, başımda duran köylü bir dağ gezintisine var mısın dedi. Prizmatik, piramitsi örüntünün ardındaki yeşillikte, külsü düzlükte, kül sesli adamla, bir plazmanın içinde, bir atın dizginleri elimde, üçgensi örüntü uzakta, konuşuyorduk gecenin içinde. Gravürdeki dişi domuz bir çocuk öldürmüştü ve 1386’da Falais’te asıldı. Bir adamı öldüren at 1389’da Dijon’da asıldı. Bir batında doğurduğu yedi yavruyu beslemekte olan başka bir domuzda Savingy’de bir çocuğu öldürdüğü için idama mahkum edilmiş, ama domuz yavruları suç ortaklıklarının kanıtı olmadığı gerekçesiyle suçsuz sayılmışlardı. İris çiçeği gibi, bir Çin atlısı geldi, Paul Celan’ın Ölüm Oluğu’ndan söz ettiler, müjdeleyen, muştulayan şeyler söylediler. Köye gelen kör hasırcılar gibi, deniz ifriti, ya da piramitsi dingin yeşilliklerin, kül sesli prizmatik örüntülerin bağ evi gibi.  Barış için sorguç ve öküz kuyruğu sallarlardı. İmparator ırmağı geçip batı yönüne gitti, Atlarını Hua dağının eteklerine bıraktı ve bir daha binmedi. İnekler şeftali ormanlarının boş sahalarına dağıldı, bir daha kullanılmadı. Arabalar ve zırhlı giysiler kana bulaşmıştı, yeraltı odalarında saklandı, bir daha kullanılmadı, kalkan ve mızraklar kaplan derisi ile sarıldı. Önderler derebeyi olarak atandılar. Silahlar kılıflarına kondu. Bundan sonra tüm yeryüzü Wu Wang’ın silah kullanmayacağını  ve asla savaşmayacağını öğrendi.  Ekinlere bit ve kırmızı örümcek kenesi dadandı. Taftazan’da dünyaya gelen Sa’d gibi. Can çekişen, çiğli, çirişli otlar gibi. Galile, Taberiye gölü, Kızılağaç ormanlarında küçük çulluk ve domuz avlardık. İran-Turan, Kayrakan dağında, Gobi balığıyla, kör karidesin  ortak yaşarlığı gibi dosttular, yılan gözü gibi parlıyordu göl, güneşe bakabilen tek kuş kartaldı, Mecdelli Meryem Maria Magdelana’ydı. Ağaç perileri vardı. Dudakların dişi bir keçi kanının akmış olduğu nazik ezik çiçeklerdir. Kaplanların sevdiği yatağına aldığı kadınlar, at irisi ve arı gövdeliydi. Orada tanrı sol topuğu üzerine oturmuş düşünüyordu. Dağ kekiğiyle kuşatılmış su köpüğüydü. Antep’e  Küçük Buhara derdi. Havrani kürkü, çuha ferace ve elvan boğası renklerinde. Denizaltı mağaraları Galile denizi Lut gölü Gor çukuru gözleri balık gözü gibi bakıyordu ‘Yengeç dönencesinin birazcık kuzeyindeki kutsal Medine kentinde o gece ay görünmedi. Sydney gribi gibi,  uzayın hiçselliğinde havlayan köpekler, ağlayan kediler. Hz İsa’nın şakirtleri bir köpek ölüsünün yanından geçiyorlardı şakirtin biri şöyle dedi: Köpek ne kadar kötü kokuyor. İsa şu cevabı verdi: Ne kadar beyaz dişleri var. Muhammed köpek için halis siyahını, iki noktalısını öldürmeye bakın çünkü o şeytandır dedi. Boşnak tüfekçilerle Fas çayı kaynatıp içerdik  Kötü zamanda fasık ve dinsiz olanlar saygılık görürdü, gıybet ve bühtan çoğalmıştı. Güneş batıdan doğuyordu, Mehdi zuhur etmişti, Dabbetü’l arz adında bir hayvan yeryüzüne gelmişti, Ye’cüc Me’cüc çıkmıştı, doğu batı ve Arabistan’da üç bölge yere batmıştı. Kabe yıkıldı. İnsanlar kafir olup Kur’an, mushafların sayfasından ve insanların kalplerinden silindi. Songün geldi. Ashab-ı Kehf mağara arkadaşları demektir. Kehf suresinde anlatılır. Bir takım gençler devrin inkarcı kralı Dikyanus’un zulmünden bir mağaraya sığınacak Kıtmir adlı köpekleriyle orada 309 yıl kalacaktır. Yalancı peygamberlerin yalancılıkları onları daha zor duruma düşürür. Müseyleme’nin tek gözlü birinin gözü açılsın diye gösterdiği gayret sonucu adamın iki gözünün de kör olması gibi. Kinâne kabilesinin Arap’ı gibi. Ben Gıfar’dan bir kişiyim dedi. İlk Hicret Bi’set’in (peygamberliğin 5. Yılında bir ağaç kovuğunda canı alınan Zekeriya gibi. Muhammet’in Mute savaşı. Suraka geldiği yerden geri döndü. Zehirleniriz diye Acve hurması yedik Asyut’ta (Mısır) doğdu. Nahle vadisine geldik. Tanrının sol topuğunu kaldırırsın, göreceksin ki taş kırıktır. Kumrular adamıştık. Kalp rikkati kalmamıştı ve aramızda dünya sözleri geçti. Cabir (R.A) anlatıyor.            
Zâtu’r-Rikâ  savaşı olduğu gün Rasulullah (s.a) ile birlikte idik. Gölgeli bir ağacın yanına geldiğimizde, onu Rasulullah’a  (s.a) bırakırdık.(Burada da öyle yaptık) Derken müşriklerden bir adam çıkageldi. Rasulullah’ın (s.a) kılıcı ağaçta asılı idi.. (Hemen Hz. Peygamber’in (s.a) kılıcını alarak) kınından çekti ve Rasulullah’a (s.a) ‘Benden korkuyor musun? dedi.


Rasulullah (s.a) -Hayır cevabını verdi. Müşrik -Şimdi seni benden kim koruyabilir dedi, Efendimiz ‘Allah’ buyurdu Ebû Bekr el İsmail’in Sahih’inde rivayet ettiği hadiste Müşrik :Seni benden kim koruyabilir demiş Peygamberimiz (s.a) Allah demiş. Ravi diyorki: Bunun üzerine hemen elinden kılıç düştü. Bunun üzerine Rasülullah kılıcı aldı ve - Şimdi seni benden kim koruyabilir dedi Müşrik’de ’Yakalayanın hayırlısı ol' dedi. Tan yerlerinin sülbü ve sası çiçekler gibi.  Öyle bir rüya görmüştü ki gökyüzünün nur serpen aydın ayı süzülüp kendi üzerine inmiş ve onu ışık ışık parlatmıştı. Rüyasını zevcine anlatınca Sekrân şöyle demişti  -Ya Sevde! Şayet rüyan sadık ise, ben yakında öleceğim sen de benim vefatımdan sonra evleneceksin. İşte o an Sevde’nin gönlü acılarla dolmuş, gözlerinden şebnem katresi yaşlar akmıştı. Kısa bir zaman sonra Sekran öldü. Ve gündüzler ve geceler sonra Allah’ın Sevgilisi  ol zaman ve mekanın ve bütün mahlukatın peygamberi ona talip oldu Sevde Hazretleri, gökten ayın kendi üzerine inmesinin manasını şimdi daha iyi anlamış oldu. Işığın altında tatlı bir ömür sürdü . Takvâ ve verâ sahibi  idi, ömür ırmağını kevserleştirip Cennet gölüne akıtmasını bildi. Mekke kumları üzerinde Habbab’a işkence görevi Siba İbn-i Abdilüzza ve kabilesine düşmüştü.  Su vermez ve çıplak gövdesine demir zırhlar giydirirlerdi.  Başını kızgın demirle dağlamaya başladı. Dağlamanın verdiği acılardan baş ağrılarını unutmuş oluyordu. Habeşistan ve Urbanistan’a gitti. Matese gezegenini gezdi. Atalarımız ökaryotlarla, kuzenlerimiz bitki, hayvan ve mantarlarla dolaştı.  Seni atının kuyruğuna bağlayacağım, güneş Sulieyka tepelerinin, arkasından kayboluncaya kadar seninle ormanlarda dörtnala dolaşacağım, Kanatlı at, Maya tekerleği, kesilmiş su, göçer kent ve dört köşeli üçgen gibi. Tepeyi aşınca çölde bir tavus çıktı karşılarına. Tavus konuşuyordu çölde bir tavus, o an anlaşıldı ki konuşmak insana özgü bir şey değildi. Selefkoslara doğru yürüdüğümde paramızda Erbil’deki profilim vardı. Otrar’dan Curcan’a kadar gittik, sonra Urfa yakınlarındaki Edessa’ya geldik, Zengîlerin egemen olduğu yerdi burası, Hipparion’un ansızın ata dönüşmesi gibi garipti her şey, Hintli Kahraman, gökte Herkül gibi süper kümeler görünüyordu. Hyksosların hükümdarlığı zamanında  başkent Avaris’ti. Bin x sıfır başka, sıfır x bin başka. Bir zamanlar Bizans’ta bile eşkiyalar türemiş. Kozmonot Mars’ta öldü mezarı ordadır. Önümüzde, arkamızda, üstümüzde ve altımızda olan şeyin en yakın hali üstümüzdeki, sonra önümüzde sonra  altımızda sonra arkamızdakidir dedi. Umru dalları. Somali’de kızlara İstanbul adı verilirdi, İstanbul’da bir incir ağacına da Yavuz Sultan Selim adı verilmişti. Fırat vadisindeki Bandola ovası yakınlarında tutsak düşer önce Moskova’ya sonra kuzeydeki Vetluga kasabasına götürürler Kim’dir adı. İslam, kız çocuğunu hurma ağacına asıp ok talimi yapan vahşi Arap’ı insanileştirdi. Valsler, polkalar, galoplar, kadriller besteledi Strauss, Tunus gülü koklardı yel gibi giden iki Fas kısrağının üzerinde. Bir Yehova  oğlu gibi kavgada  ‘Samson seçimine’ geldi dayandı iş, yani eğer beni öldürürsen sende öleceksin ve cehenneme birlikte gideriz oyunu. Bu üç ülke arasında (Benelüx gibi) geçmişteki Delos Birliği öyküsünde olduğu gibi para, ortak birikimler bir para küpünde toplanıyor giderler oradan karşılanıyordu. Plevne’nin sonu ise şöyle oldu: 1879’da bir Bristol gazetesinde şu haber çıktı: ’30 ton insan kemiği Plevne’den Bristol Limanı’na getirilmiştir.’ Ufacık bir Balkan kasabasını ele geçirmek için hayatlarını verenler, İngiliz topraklarını gübrelemekte kullanılıyordu. Maveraünnehirden gelen Kapisa Kiyonitleri  Bamyan’a göçettiler. Heftalitlerin geçişinden sonra Baktriyadan, Pencab’a kadar barış geldi ki, yılan gibi kıvrılan yol Taganroglu Anton Pavloviç’in ölümünü duyuruyordu. Ve öyle iştahla silip süpürüyordu ki adam önündeki eti bir an köpek görüyorum sandım. Bütün bunlar geçip giden anın sölpük tutkusu. Kenan ilinin keçi çobanları veya Roma’da geceleri uykusuz köleler arayan Agrippina gibi iki kere iki gözümü uyku tutmuyordu.

‘Şimdi yokuş çıkıyorum / Ama bunu herkes söyler.’


Sezar tam bir katışıksız tam bir kreoldu dedi, yalan dedim bütün insan saf ya da melezdir yani, Kenan ilinin keçi çobanları gibi yani. Pinar ağacının gölgesinde dedi, berkliydi, ipekten, isfandan, iskalarya, ispenç ve isfendiyari, ebabil kanadından hızlıdır. Ebrehe kinli biri. Gallipoli sesleri. Bulamaç yer, Öklit sarımsağı dikerdi.Var mı  bu dünyada avazat kuşu, yok mu bu kuşu. Sıktı, Sıtkı, bitti. Köy yeşildi dedi. Son bir soluk verdi. .Zambak özlemli çocuktu, tepişir gibi sevişirdi. Sümbüllü derelerde. Evdemonist türküler. Telgraf çiçeği ve Merkep köprüsü teoremini bilir. Trake solunumu kurbağa, bu denizde bir zamanlar Bakha’ların dansettiğine inanılır, uzayın derinliklerinde çatırdayan kalkanlar, sığırların gözyaşlarını içen böcekler, kedi pençesi, gündüzleri Hz. İbrahim’in çadırından sızan hafif ışık, şafakta bilmediği bir şeyi arayarak yürüyen biri, kuşun alev süslü tüyleri süzülür aşağı diyen Stevens, Tebeşir türküleridir, Eflatun’un cini,
‘Yirmi karlı dağın arasında
Kıpırdanan tek şey
gözüydü karakuşun.’
Ve...

‘Rüzgar kanatlarını unuttu

yaz yılanlarını sakladı
tıkandım tüm sonuçlanacak
tınılara
yine yankılanır gölgen ormanlarda
eylül yorgun kavim
her iz seste
aralanıyor yıldızlarda’

Filizlen filizlen ey ilkel yürek ahşap yol güneş. Soğuktan kaskatı kesilmek üzereyken  eve ulaşıp, yatan bedenlerle tıklım tıklım dolu olan odada, iki kişi arasındaki  hendeğe çırılçıplak uzanır.  Evin sahibi lambayı söndürünce, karşı duvardaki rafta, Beyaz Leydi’sinin imgesini görür... Bir titreyip bir yanarak uyumaya çalışır. Tam o anda, uzaktan küçücük görünen Beyaz Gül raftan inmeye başlar ve yanına yaklaştıkça canlanır. Siyah Adam öldüğünü sezer.
Utanç içinde yattığı yerde çivilenmişken Bakirenin adını seslenerek yanına diz çöküşünü izler. Bakire onun, Beyaz Adamı öldürdüğü elini tutup öper. Çocuğuna kıyılmasına dayanamayarak ağlaya ağlaya mermere, balmumuna, tahtaya, fildişine dönüşen Bakirenin öç almak için, onu öldürmesine yardım ettiğini öğrenir. Bakire Tristan’ı  ödüllendirmek ister ve yanına uzanır; kendi üstündeki giysileri çıkarması konusunda adamı zorlar.’ Bizans’a Azap askerleriyle Fener tarafından saldırdık. San Romano kapısından Urban ateşiyle içeri daldık, onlarda Grejuva ateşiyle karşılık veriyorlardı. Adada aslanlar, kara tüylü tavuklar yün giyiyorlar, balıkların kanatları, kuşların pulları var, taşlar yüzüyor, tahta batıyor, kelebekler geceleri büyüleyici bir güzelliğe bürünüyor, sular içildiğinde baş döndürüyor, bir keklikle bir keçi alt alta üst üste oynaşıyor. Curcan’da, tuzlu Ceiba ve Hülagü oğlu İlhan bir şiir söyledi, İlhanlı imparatoru ve tüm bunlar sütleğene övgüdür dedi.
Bir balık gördüm gök içinde, izliyor, bir soprano çınlatıyor cehennemi, balığın ağzı açılıp kapanıyor, balık ışık yılı, balık beyaz, gümüşlü, bir şiir değişkesi gibi. Çekirgeler, ateş üfleyen bir ejderha, berbat bir hava, fırtına ve rüzgar, iri, ceviz büyüklüğünde dolu, pusatlı insanlar, kurt sürüleri ve işte deprem... Her gün bir tabak yumuşak mamut eti ve uzun azı dişli kaplan ciğeri, az miktarda fok yağı, bizon beyni ve kemik iliği, kucak dolusu lifli yabanıl sebze, türlü yemiş ve buruk tadda meyve ama ekmek ve tahıl yok.
‘Sticklgruber’ -Hitler’in asıl adı. Çarmıha gerilmişçesine uçan ilk yarasaların dışında kimseyi görmedim, bir keçi tutuyordu boynuzundan. Ölüyordum, deniz gökyüzü, dağ, adalar yanaştı ve iyice abandılar üzerine, sonra güçlü bir kasılmayla uzayın en uzak sınırlarına çekildiler. Boğaziçi’nin en dar yeri olan Asomaton (Bebek) köyünde Rumeli Hisarını yaptırmıştı. 13.Yüzyılın Selçuklu Konya’sı, Renaissance’ın beşiği olarak karşımıza çıkmıştır. Varoluşçuluk’un Herakleitos’dan sonraki ilk ve gerçek temsilcisi 1200’lerin ortalarındaki Anadolu’nun Mevlana’sıdır. Yüzyılın başında Gabriel Marcel’in “sen, ben’in karşısında oturan ben’dir” şeklindeki motto’yu ortaya koymasından sekizyüzyıl kadar önce, Mevlana, ‘benimle senin aranda ne ben, ne de sen vardır’ demiştir. Sufi kimdir, Fatih şarap içer miydi, Hançer-i Dahhak nedir. Başta at nalı taşıyan rakip midir, çengel çiçeği, baba ve oğul arasında iki mektup mudur, çılgın aşıklar ve serhatlar , Galata, sultanlara kafa tutan şairler, at ayağına serilen kumaşlar, kağıt sunanlar, başta ateş yakanlar, bayram ve bayram ertesi, hat geldi!..  Kanuni’nin emriyle idam edilen oğlu Şehzade Beyazıt. Kuran Mekke’de inmiş, Kahire”de okunmuş, İstanbul’da yazılmıştır.  Şimdi Dulkadiroğulları  denilen Türkmenlerde kadınların erkekler kadar yiğit savaştığını, böyle 30.000 kadın savaşçı olduğunu söylüyorlar. Dulkadiroğlu demek  anası savaşta ölmüş yetim Kadir demektir. Sertrandon, Halep civarında sekiz atlı Türkmenle karşılaşıyor, bunlardan biri kadın ve bir kalkan taşıyor. Bizantik, Tekfur sarayı ve Artukoğulları, Grieg’in Solveig’in Şarkısı’nı söylemeye başladı.    Dil ve iletişim dört bileşenden oluşur, bu dört bileşen şunlardır:  Sözcük Bilgisi, Gramer, Prozodi ve Kinesis. Anadolu’da keçi güdenler ve deniz kozalağı.  Beyaz giysiler içindeki bir piskopos, harabeye dönmüş antik kentin içinden geçerek üzerinde haç olan bir tepeye vardı. Haçın önünde diz çöktü. Bu sırada askerler, oklarıyla ve ateşli silahlarıyla piskoposu öldürdü. Arap keçi gözü gibi deli incirlerin  sırıttığı yoldan, kente girdik ve insan ölümsüzlüğü değil bir zamanlar ölümü aradı ve onu  buldu. Yaşamdaki en büyük tansık ölümdür.  Allah’ım, kalbime bir nur ver., önüme, arkama, sağıma ve soluma bir nur ver. Üstüme ve altıma, kulağıma, gözüme, etime ve derime bir nur ver. Kanıma ve kemiklerime bir nur koy.  Madde bir  bulutun  bulutunun  bulutunun  bulutunun bulutunun  bulutu gibi bir şey dedi.
Bing bang dan önce ne oldu, insan bu soruyu, Kuzey kutbunun kuzeyinde ne vardır sorusuna benzetiyor. Tuhaf bir İnka kuşu gibi. Hermon dağından geçerken yılan kuşları sardı çevremizi, renkçil, çağırtı, böğürmeler, çanak yapraklar, yüz milyon yıl önceki Gondwana kıtası ve Protestanların  I960’da Protestan Oranga tarikatı lideri olan William’ın Katolik kral II. James’in ordularını yendiği Boyne savaşının yıldönümünde, kum zambağı, orada kral Antiochos’un tanrıyla el sıkıştığı anın işareti aslanlı horoskobu  dahi görmüştük. Başkırtça, Kırgızca, Yakutça, Kazanca, Altayca ve Özbekce gibi diller. Gün ağarırken, firavun öyküleriyle, dağlarda yaşayan cüceleri anlattı.  Gökleri ateşe veriyor, insanları toprakta yetiştiriyorduk. Boşluğa övgü, hiç ve eros dedi.  Babil ırmağı kıyısında Sion’u anıp ağladık, Katagülli, kadrajlı dom!. Kızıl ağaç ormanı. Nostromo... Tukan yıldızı, Rigel yıldızı, yeşil saçıntı. Boğadaki El Nath yıldızı... Sığır keneleri, yeleleri rüzgarda dalgalanan Korsika atları. İris çiçeği. Denizler firavunu, nemrutu..
“Zifiri karanlıkta

Kurbağanın ağzından

Çıkıyor ay”

Atina’da Altis korusunda yapılan olimpiyatlar, tanrının hızıyla koşan Rodoslu Leonidas gibi. İris ki ölülerin çiçeğiydi. Judea dağının karları gibi beyaz bir yüzü vardı   Robotlar balığı, balık maymunu, maymun seni, sen robotu yarattın, efendi benim artık, her yaratılan yaratanın efendisi olmuyor mu sen hayvansın güç erk bende artık. Bundan sonrası mı bende o’nu tanrıyı yaratacağım ve o hepimizin efendisi olacak.  Osmanlıda piyale ve piyadeyken bile Copland’ı dinlerdi. Grieg’in Ağıtsal Melodisi ve Bartok Efendinin divertimentosunu dinlerdi ama gariptir Zenofobisi vardı, uysal Leandro, savaşcı gezgin Odysseus ile sonsuzluk antlaşmasının giyitlenmesi felsefe, düzlem, cisim, algı biçemi,  soyut emek, yaşamak  gibi bir takım zırvalar söyledi, derinlerdeki boş mavilikten bir uçan daire onu gelip aldığında, otantik düşün bunda katkısının ne çok olduğunu düşündü yekpare plakalar ve Solaris gibi. Öyle ki Hipokrat’ın mezarının üzerinde arılar yuva yapmıştı ve ürettikleri balda çocuklardaki pamukçuk hastalığına iyi geliyordu.  Karanlıkta 400 parça gemileriyle limana yaklaşıyorlar, limandaki dünya ölüm uykusunda, nöbetçiler hayal gördüklerini sanıyorlar ve liman ateşe veriliyor.
Ukaz panayırı. Mısır koçanı, kundağı, kapçığı. Omurgalılarda C değeri olarak bilinen genom boyutu, foto galvaniz, parabolik oluklu santral, yakıt peteği, ay ağırlığında kondritlerden oluşan ek kaplamalar, kantonlar, Kelt destanlarında ve büyük Frederik’in  saklandığı mağarada Muhammet’inki gibi örümceğin ağ ördüğü yazılıdır, Muhammet görünmeyen bir tepeden iner gibi garip ve önemli bir yürüyüşü vardı, bir uzak doğu pagodasında tapınırdık, Netanya’da, Ürdün gölü kenarında otururduk. Sıkıcı bir öğle üzerinde ne tür bir ölüm hangi renkte gözyaşı döküyordu acaba,  Sevit (hobi) leri var mıydı, incir ağaçlarının dibinde cinler, kara dutun dibinde eşek arıları yaşardı, Pribilof adaları vardı, kilise kulelerinin haçlarına konmuş kuşlar  Villon’un Asılmışların Baladı’nı okur gibi.
‘Körbilim boş toprakları sürer
Çılgın inanç kendi tapınağının düşünde yaşar  
 yeni bir tanrı yalnızca bir sözcüktür.
İnanma da, arama da; herşey saklıdır’        (Alvaro de Campos)
Janist rahip diyor ki:
‘Bu vücutların içinde ne işimiz var

Belki de içlerinde yolculuk ediyoruz'


Kendine özgü Kantemir notası yarattı. Ben Marco Polo,  Alamut yani Akbaba yuvası denilen yeri gözlerimle gördüm. Piranhalar takımı gelince de savaşı kazandık.. Asaf Cemil’in Düş Tutanaklar’ını yazarken mistik bir süreç içinden geçtiği söylenebilir mi? Bu soruyu onu daha iyi tanımamın yanı sıra, roman ile profan aydınlanma, daha açık bir deyişle hidayete erme arasındaki ilişkiyi irdeleyebilmek için soruyorum.  Anemas zindanı nerede, uzayda uçan kuşların varlığı.  Dünyadaki tekçil-monist düşünce yapısı, Antartika’daki Vostok gölü Omega, Erboğa, Küresel Yıldız Kümesi,  Balık kemiğinden korsesini çıkaran koyunlar harabelerden geçerek aşağıya indiler, koyun harabelerden geçerek sürüye karıştı. Kraliçe Puduheba. Tanrıça Kibele tüccar karısı Lamassi, Karya kraliçesi Ada.  İlk kadın tarihçi Anna Komnena Karya ve kalinikhta, Eski Mısır’da İbis tanrıların habercisi Hermes’i simgeleyen kutsal kuş Golgatam, kafa kemiğimi, solsuz solfej, Medine’deki meçhul mezar, mezarsız yalvaç, çarmıh kanadını açmış kuş İbis? 13. Yüzyılda Artukoğulları sarayında Cezari adlı bir mühendisin yaptığı otomat, insanlara ibrikle su, havlu ve tarak sunardı, Dekabrist ruhum söylüyor bunları, sifilis hastası ruhum. Karadelik güneş sisteminin içinden geçse bile tüm gezegenlerin yörüngesini değiştiriyor, böyle bir durumda dünyamız ya elips bir yörüngeye çekilerek şiddetli iklim değişiklikleri yaşayabilir, ya da güneş sisteminden kovularak uzayın dondurucu boşluğunda yitip gider, yani dünyamız ölür. Et yerken bazen kendimi köpek gibi hissediyorum dedim, arkadaşım şüphesiz yüzü insana benzeyen biricik hayvan köpektir ve yalnızca onların yüzlerinde keder sevinç ve sıkıntının pırıltıları, iz ve esinlerini görebilirsiniz, bu başka hiç bir hayvanda yoktur dedi. Sirte körfezi, hologram, doğurgan olmayan dölevi akıntısı, Kız kulesinin antik çağdaki adı Damialis yani Dana yavrusu demekmiş ve Mercidabık.
Salamis harabeleri, Riminili katır tüccarları, ahret, argonot, üç köstek taşı nedir bilen var mı, Angloma nedir ki.  ‘Kasırgalar iblisin salladığı orak’ gibi,  Gut hastalığı yani Nikris yani damla hastalığından öldü, ölümüne doğru  Hubyar Kadınla görüştü, Samur ve Amber devriydi. hidivlik verdiler. Wilson’un  Yalnızlık Çağı dediği,  Parnassos dağında dedi. İçinde triptofan bulunan yiyecekler yer ve kendini hep iyi hissederdi. Zagros dağları adını verdiği. Öyle sevilen bir politikacı halkın özlemlerine yanıt verebilen biriydi ki cenazesinde  kalabalık arasında biri hiç unutmam ‘İnsan!.. güle güle...’ diye haykırmıştı.  ‘Akan suda ikinci kez yıkanabilmişti Eflatun’ Dağlarca dedi. Garip bir bilim adamıydı, atom bombası atılırsa, atmosferin tutuşabileceğini  söylüyordu. Örümceğimsilerden migallerde trake bulunmaz. Merİh’lilerin ağaç yazıları gibi Tiberius Capri adasına da öyle çok köleyi uçurumdan aşağılara attırıp ölümüne yol açmış ki, kemikler yığılarak siyah bir kayalığın oluşmasına neden olmuşlar ve Curzio Malaparte o kara kayalıkların üzerine sayfiye evi yaptırasıymış, yani kölelerin kemikleri üzerinde oturuyormuş Malaparte.
Anghiari Savaşı adlı duvar resmi yarım kalan, da Vinci gibi, kitap bastırmak zordur, bir keresinde yayıncıya Tevrat’ın fotokopisini götürdüm, ilk 150 sayfa fena değil, tuttum ama adını Kızıl Deniz Haydutları olarak değiştirirsen basım için 3 yıl sonraya gün verebilirim dedi, Eco söyledi bunu Napolyon’un 1798’de Mısır’ı işgalinde mermiler boşa harcanmasın diye ülkelerinin işgaline karşı direnen Mısırlıların ensesine basarak Nil Irmağında boğuşları. İngilizceye en yakın Hollanda ve Almanya kıyılarında konuşulan üç Frizye dili içinde tehlike çanları çalıyor.  Nietzche Sifilis hastasıyken genç bir eros kapısını çalar elinde iris çiçekleri, Sahaf’ın keçisi yanındadır, Venüs çiçeği gibi  Perseus, kötü niyetli kral Polydectes tarafından Gorgonlardan biri olan yılan saçlı Medusa’nın başını kesmekle görevlendirilir. Bu hiçte kolay bir iş değildir, Medusa’nnı görünüşü o kadar korkunçtur ki ona bakanlar anında taşa dönüşür. Bunu bilen Perseus tanrılardan yardım ister, Athena ona görünmez olmasını sağlayan bir kask verir ve Medusa’nın yalnızca gölgesine bakması için uyarır.  Haberci Merkür’de ona kanatlı ayakkabılarını ve sihirli kılıcını verir.  Perseus, Medusa’yı uykusunda yakalar ve kılıcıyla başını koparır.  Görevi bitip geri dönen Perseus, prenses Andromeda'nın çığlıklarını duyar. Deniz canavarı prensesi bağlamıştır ve yemeye hazırlanmaktadır. Prenses çantasından Medusa’nın başını çıkarır ona bakan deniz canavarı anında taşa dönüşür. Perseus prensesi kurtarır, Perseus ve Andromeda birbirine aşık olurlar. Kahraman Perseus’un başını kestiği Medusa hala gökyüzünden bize göz kırpar...
Davut, Fırat yakınındaki Hamat’ta Tsoba kralı Hadarezar’ı yenilgiye uğrattığında 1000 cenk arabası ve 700 atlıyı tutsak etmişti ve yürümesinler diye ayaklarını kırdırmıştı. Harun Reşit oğlunun düğününde yağmur gibi inciler serpmiş tüm davetlilere birer misk topu dağıtmıştı ki armağanlar ayrıdır.
Doğada eriyen plastik üretecek bitkiler vardı, maymunlar düşünmeyi düşünebilselerdi değişebilirlerdi, parçacıklara kütle kazandırdığı söylenen Higgs bozonunun peşindeydi, en çok dikkatimi çeken şey kapının önüne tüneyen kuğu olmuştu. ‘Quo vadıs, domine?’  Nereye gidiyorsunuz, efendimiz?..
Keçi memesini andıran bir tepenin üzerindeki, ufak bir mavilikten bir yıldız çıkar. Osmanlı Ahılkelek kalesini alınca savaşı kazandığını sanır. Ahılkelek kalesini alınca savaşı kazandığını sananlar gibi. Hangi kral Akitonyalı Eleanor’la evlenmiştir? Henry II, Arabistan çiçeği, Horgörü Bedevilerin ‘Çöl gemisi’ dediği develerimizin üzerine, diril gece indi ve gölgeleri örtündüler, avunç büyüleyici kırlarda, yorgun çiçekler bürümüş. Diğer mimari ilginçlikte alınlıkta yer alan üç küçük kapının ilahi bir olay için kullanılmış olması. Bu kapılar yılda bir kez kutlanan İsiteria Bayramı’nda “Epiphanie” olarak adlandırılan ve “tanrının kendini göstermesi, varlığını kanıtlaması” olarak yorumlanan  olayın sembolik olarak yinelenmesi amacıyla kullanılıyordu. Magnesia Artemis’ gece tanrıçasıydı. Dolunaylarda Artemis Tapınağı’nın tam karşısına, alınlık, orta kapı ve Artemis heykeli ile bir doğru oluşturacak şekilde ve belli bir açıyla geliyordu. Bu dolunaylarda altın kaplama heykel, ay ışığı ile aniden aydınlanarak, kendisini tapınağın dışında bekleyenlere gösteriyor, bu olayda izleyenler açısından gerçek bir ‘epiphanie’ olarak algılanıyordu.
Bekir’in babası Ebu Kuhafe, annesi Ümmü’l Hayr Selma binti Sahr’dır. Dölleyerek çiçek açımlarını uçuyordu arılar, Saturnus çağındaki yaşlılar gibiydik. Uranus’un oğlu gibi görkemliydi,. Yaşam ve ölüm sağrağını sundu ona, ay İris yayı gibi yükseldi başlarımızın üzerinde, İris’in sessiz yayı (gökkuşağıydı). Anahtar deliğinden giren bir Arap atı,  suları,  vadileri doyuran Türk ırmağı, kana kılıç suyu derdi. 16. Louis, Varennes yakınlarında ele geçtiğinde üzerindeki paranın resminden kendisini tanımışlar ve yakayı ele vermişti, kendisi için bastırılan paradaki resimden tanıyıp yakalamışlar. Gorgonlar diye bir şeyden söz ediyordu. 8. Yüzyılda Tang Hanedanı döneminde cırcır böceği olarak yaşamış bir Japondan söz ediyor ve 17. Yuzyılda Çin’de yaşayıp ruhu 30 ayrı isme bölünen Şitao’dan sözediyordu, Şitao’nun  Portekiz’deki reenkarnasyonuda Pessoa’ydı.
Talut ve iman edenler ırmağı geçti ama Calut askerlerine karşı koyacak güçleri kalmadı. Trianglum yıldızı, güneş kızdönümüne girdi. İnsan, Kant’ın yaklaşımı uyarınca, öz istencinin  nedenselliğini  sadece özgürlük idesinde aramalıdır, çünkü özgürlük duyular dünyasının belli nedenselliklerinden bağımsızlıktır. Bu yüzden özgürlük idesi ile özerklik kavramı ayrılmaz bir biçimde birbirine bağlıdır. Özerklik kavramı ise akıllı varlıkların eylemlerinin  temelini oluşturan ahlaksallığın genel ilkesi ile bağlantılıdır. Kant, ulamsal bir buyrum nasıl olanaklıdır? Sorusu bağlamında özerklik (otonomi) ve bağımlılık (heteronomi) kavramlarını açımlar ve şu saptamaları yapar. Akıllı varlık, kavrayış dünyasına girer, onun kavrayış dünyasına girmesini sağlayan nedenler bütünü,  ya da nedensellik ‘istenç’ dir.   Etiyopya ile Hindistan’ı hep birbirine karıştırdık. Xeroderma Pigmentosum sayrılığından  derbeder yani güneş ışığına çıkınca deride derin yaralar oluşuyor.  Hindistan ve Srinagar, helezonik gizlem, halk sözcüleri, uzayın %99unu kapsayan karanlık bölge.  ‘Emir erlerinin tarihi bu güne kadar neden yazılmamıştır anlayamam’. Yazılmış olsaydı, Toledo kuşatması sırasında açlıktan gözü dönen Almavira dükünün, emir eri Fernando’yu açlıktan nasıl hapur hupur yediğini öğrenmiş olurduk. Dük hazretleri, anılarında, emir erinin yumuşak, körpe etinin tavuk etiyle, eşek eti arasında bir tadı olduğunu anlatır.’ ‘1890’lı yıllar, Avrupa, Strauss ve Schönberg’in yeni ritm ve ses renkleriyle tanışıyordu. Zola gerçekçilik akımını, Dostoyevski Slav demonizmini, Rimbaud lirik söz sanatının ince örneklerini göstermişti. Nietzche felsefede devrim yaratmıştı. Klasik, süslü mimarlık, yerini işlevsel üsluba bırakmak üzereydi. O dönem yazın sanatının eleştirmenleri, her türlü yeniliği, bir kargaşalık, bir gerileme olarak algılıyordu. Bir sanatçının ün salması için, orta kuşak tarafından denenmiş olması gerekiyordu. Bugüne benzeyen keskin, hiyerarşik bir ilişki vardı. Öte yanda gençler, Gerhart Hauptmann otuzunda Alman sahnelerinde söz sahibi olmuştu. Rilke 23 yaşındaydı ve arkalarından başkalarınıda sürüklemişti. Kaşla göz arasında ‘Genç Viyana’ grubu ortaya çıkmıştı. Ancak Hofmannsthal, tam bir fenomen olarak, o kuşağın güçlü tutkularını dile getirmekle kalmamış, 16 yaşında bir genç için büyük bir edebiyat olgunluğuna ulaşmıştı. Bu sanat hayatında süregelen usta-çırak ilişkisinin o kasvetli, uzun yolculuğuna tuhaf bir karşı yanıttır Hofmannsthal’in yaratımı. Loris takma adıyla gönderdiği şiirler, dergi editörleri tarafından usta bir şairin yeni bir üslubu olsa gerek, diye yorumlanırken, karşılarına, sıska, soluk benizli, ince sesli, bir erkek çocuğu çıkmıştı. Barba Vasili paltosuna girdi uyudu. Pelion dağı, Fars dünyası, Meotis gölü (Azak denizi), rüya tanrıçası Serapis, Vitzliputzli (Meksika tanrısı) Talokan’da, Hint Kerala’sında, şiir umarsız Penolope’dir. Emanuel von Froben; Büyük Seçmen Prens Friedrich Wilhelm’in ahır yöneticisidir. 1675’te Fehrbellin savaşında kendi atını prensin atıyla değiştirerek efendisinin yaşamını kurtarmış ancak kendisi yaşamını yitirmiştir. Lizbon’a Lizboa diyorlar. Vasco de Gama’nın Mekke’den dönen Hintli hacı dolu bir gemiyi içindekilerle birlikte yaktığından sözediliyor. 17. Yüzyılda bir rahip, denizin yuttuğu yüzlerce Portekizliyi kastederek, ‘Tanrı Portekizlilere küçük bir ülke verdi ama, dünyayıda onlara mezar etti demiş. Portekiz’in en meşhur şairlerinden Sa de Miranda’da ‘bir kimyon kokusu için halkını yitiren krallık’ diyor Portekiz için. Keltler, Fenikeliler, Vandallar, Kartacalılar, Romalılar, Yunanlılar, Gotlar, Moritanyalılar, hepsi gelip geçmiş o sahillerden. İber yarımadasında beş yüzyıl kalan  Müslümanlar balkonda o kadar eğlenememişler, 1147’de Portekiz’in ilk kralı Alfonso Henriques’in İngiliz, Alman, Fransız ve Flaman haçlı birliklerinin desteğiyle Lizbon’un tepesindeki kaleye bayrağını çekince, çekilip gitmek zorunda kalmışlar.. İkinci Dünya Savaşında, Hitler’in Alman general Rommel’i zehirlettiği söyleniyor, Portekiz’deki ormanlık ve yeşillik Cabo da Roca’da, 140 metre yükseklikteki bir kaya üzerine çıktığınızda, hava açıksa Newyork’un bile görülebildiği biliniyor. Portekiz’de yerli halkın kökü İberyalı’lardır. Selahattin’in iskeletleri, ardıçların tepelerinde ölüyor-ötüyor av borularının boğuk sesi. El Greco ya da Toledo’nun gizi. Bulut allahsı dumanlar Isfahan ki dünyanın yarısı, Buhara ki yasaklı kenttir. Olanaklarım arttıkça, yapabileceklerim, arzularım yavaşlıyor, vb.






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder