VAN KULU
Şiir benim kanımdır.
Gece düştü gözlerime
Uyku ok gibi dizildi
Ölüm düştü sözlerime
Serviler çoktan gözüktü”
Bu dörtlük 1729 Vankulu
Lügatı’nda vardır. Kim bilir belki de Çelebi’nin Cihannüma’ sındadır. Belki de
üç damla kan öldürülmüş bir kediden, bir kanaryadan, ve belki de yetim malı
gibi bir kumrunun boğazından
gelmektedir. Uzaklarda denizin içine doğru dağ büyüklüğünde gri (kurşun rengi)
bir kurt dalmaktadır. Metal bir meyveyi kemiren minotaur Macar üzümünün kolları
arasında uykudadır. Rus ceketi giyen bir kadın şövalye, ona aşkını
haykırmaktadır. Actium savaşında karşı
karşıya gelen Octavianus ve Avgustus, Jül Sezar’a Velletri Tefecisi der di?
Avgustus barbarlara karşı yufka yürekliydi belki, ama bir Romalının doğal olan
para hırsının ateşten çemberiyle sarılıydı, kara (siyah) fulya koklardı, bir
leopar gibi, kemerlerin altında kızıl aşka, acımasızlığa ve avını parçalamanın
ateşli zevkine, taze geyik kokusuyla yüklü yele özlem duyduğunu bilmezdi. Zaman
onu ve İsa’yı gören son gözlerinde kapandığı günü tanıdı. Oklar Thermoplai’de
güneşin ışığını nasıl kesmişse, yıldız gemileri, zamanı yenmek ve İsa’yı
yıldızların gecesine-karanlığına götürmek için kutsal kompütürle çatışma
içindeydi, ekrandaki, eski bir Romalı yada Hintli bir ermiş gibi duruyordu.
Boşluk sıkıştı ve madde oluştu,
bir madde olan yeryüzü halkım için kutsaldır, parıldayan çam iğnesi, her kumlu
kıyı, karanlık ormanın sesi, her ağaçsız bozkır, vızıldayan böcek, halkımın
düşüncesinde ve deneyiminde kutsaldır. Ağacın içinde yükselen özsu, bizlerin
anılarını içinde taşır. Toprağın parçasıyız, oda bizim parçamız, koku saçan
çiçekler, geyikler, at ve kartal kardeşlerimizdir. Yüksek kayalıklar, yumuşak
çayırlar, vadi ve insanın vücudu hep aynı aileye ait. Manitu, bir gölün üstünde
rüzgarın şarkısını sever, yağmur ile
yıkanan o rüzgarın kokusunu da, çamların
salınışı, durgun hava çok değerlidir, onu soluyor hayvan, ağaç, insan, her şey.
Atlas bizi korur mu?
Ama Vidinli Hüseyin Tevfik
Paşa’nın Linear Algebra’sında, Apollonius’un konik kesitleri üzerine yazdığı
kitabını tamamlayan El Haitam ve El Cebr’i yazan Ömer Hayyam’a, sıvı demir,
gürz ve üşüyen Karya kuşu, Meşhed’e giden hacıların, Nişabur’a Hayyam’ın
mezarına tükürmek için uğradıklarını söyledi, Hayyam mezarım Belh’temi diye
sordu. Hayyam’ın rübaileri sillogizmler halinde düzenliydi ve bundan
yararlanarak mantık dersi veriyordu, garip ev denizlerin nautilusu gibi ilginç
bir mimariye sahipti eni ve boyu arasındaki oran 1618 yani altın orandı. Bakın
Pisalı Fibonacci sayıları saçıntısı şu: LSLLSLSLLSLL Bu bitkilerin yaprak
yapısında, çiçeklerin yaprak adetlerinde görülür. Arı ve tavşanların yavrulama
sayısı üremelerinde de görülür. Güneş ve Ayla elektron uykusuna yattı. Ant
verdiler ki, tutamadı ve yüzünün revnakı kaçtı, uçtaki güneşin koronasıydı,
kızma dedi, insan bilmediği şeyi bildiği gibi yapardı. Viyana Tonkünstler
Orkestrası çalıyordu, 9 Senfoniyi, sonra Marx geldi ve “Corruptio optimi
pessima” “Aldatıcı iyimserlik gerçek kötümserliktir.” dedi. Ben karanlıkların
atası kaosum dedi Uçak pistte sorun çıkarmadan uzun süre taksi yaptı. Güney
cephesindeki rift kuşağına sokuldu.
Somya ve Vikingler İstanbul’a Miklagard derdi. Viscount St. Albans
Francis Bacon ve Novum Organum (Yeni Alet) Öykü anlatış biçimi berbattır,
olağanüstü şeyleri birbiri ardı sıra sayıp dizmesi, kuru ve can sıkıcıdır.
Bulutları görünce karaya yaklaştığımızı anladık. Hanbalık, Pekin’di. Meholalı
Barzillayoğlu Adriel’e beş çocuk veren Saul kızı Mikal gibi, aygır, kısrak.
Taşıl, Velpecule-Tilkicik yıldızları. Kendisinden eşit uzaklıkta duran, gerek
nitelik, gerek nicelik bakımından birbirine eşit iki ot yığını arasında kalmış
bir eşek hangisini yiyeceğine karar veremediği için açlıktan ölecektir. İstenç
özgürse. Bu Buridan’ın eşeğidir. Safevi
Hatayi ki İsmail’dir, Tahtacıda, Demirci veya değil, Taht ve taç, yani
tahtın tacıdır. Taht tacıdır. Yakup’un düşünü gördümdü. Yaşlandım ve Pluton
karesine girdim, zor durumdaydım ve neredeyse intiharı düşünüyordum. Bunun
üzerine bir orakl sorusu düzenledi. Kinzalı adamına, Kadeş krallığı
geldiniz. Babam tanrı olunca
(ölünce) tahta kardeşim Arnuvanda geçti. Pekiştirmek için
inanır, inandığımız için
yanılırız. Bebeklerdeki Moro refleksi gibi, herşeyi iten ve dış
dünyanın gerçekliğini
kanıtlayacağım diye her önüne gelene elini kolunu gösteren George
Moore’un ölümü kendi elinden
olmuştur. Doğal nedenlerden ölen feylesof neredeyse
yoktur. 1919 yazı çok sıcaktı.
Hele sabahın erken saatlerinde yapacak hiç bir işimiz
olmuyordu. Böylece güneş doğar
doğmaz, çoğu zaman papaz okulunun damına çıkıyor,
güneşte ısınmak için boylu
boyunca uzanıyor, ya da Ludwigstrasse’de yaşamın uyanışını
gözlemek için damın kenarına
oturuyordum. Bir gün, dama çıkarken yanıma Platon’un bir
kitabını almayı düşündüm. Okul
kitaplarındaki parçalardan başka şeylere kayma isteği, az
buçuk Yunancama karşın, Timaios’u
okumaya zorladı beni. Yunan atom felsefesini asıl
kaynağından öğrenme fırsatını
buldum ilk kez. Yunan filozoflarının, maddenin sonsuz
küçüklükte ve bölünmez
parçacıklarını niçin düşündüklerini, hiç değilse biraz olsun,
anladığımı sanıyordum. Platon’un
Timaios’da savunduğu görüş, yani atomların gerçek
cisimler olduğu görüşü, doğrusunu
isterseniz, bana pek açık gelmedi. Atomları gösteren o
ünlü gravürü yapan ressam, bunu
yapmadan önce Platon’u okusaydı çok iyi olurdu dedim
kendi kendime. Aynı tarihte yani
1919’da ise başı dertte olan Türklerin önderi Samsun’a
çıkarak Kurtuluş’u arıyordu, bir
savaşı, zamanın göreceliliğine en iyi örneklerden
biridir bu. Sonra tanrım dedim
oldu mu? Keops piramidini yaparken Giza platosunu
seçmişti. Sultan Öyüğü Tekfuru
gibi.
İkindi güneşi gibi yaşamı kısa,
ışığı ince ama gölgesi uzundu. Sözcüklere taşçıklarım derdi
ama prosodisi çok iyiydi onun.
Kar leoparı gibi izi belirsiz yaban armudunun kovuğunda
uyuyacak kadar da sakin ve
dingindi.
Çoban yıldızı
Seslenir koyunlara
İçiniz
Beni gölden
Size yansıdığım
Dağlarca’dan bir şiir.
Çok gezerdi, Küba’nın yemyeşil
latifundiyalarından, zarif dansçılarıyla tanışmaya,
Ancor’un gizemli tapınaklarından,
Sakkara’daki aşınmış mastabanın kumlu katmanlarına
kadar heryeri gezdi dolaştı.
Capricornus, Auriga, Triangulum, Camelopardus,
Merkür
Geçişi, Venüs sümbülü, Uranus
Keçisi gibi, Gezi yazınının ilk örnekleri arasında Batı Hun
imparatoru Attila’ya gönderilen
elçi Priskos ve Klikyalı Zemarkos’un Göktürkler’e elçi
olarak gönderildiğinde yazdıkları
sayılabilir. Hoca Gıyasüddin Nakkaş’ın
Acaibül Letaif
adlı yapıtı Türk gezi türünün en
eski örneklerinden biridir. Silezya sürahisi, kozalak,1632
Lutzen savaşında ölen Kralımız
Gustav ve Sadalmelek gibi Paris yakınlarında,
Arlington’da bir mezar taşı;
Burada
İki ninenin yanında iki kız
torunu
İki kocanın yanında iki karısı
İki babanın yanında iki kızı
İki ananın yanında iki oğlu
İki bakirenin yanında iki anası
İki kız kardeş yanında iki erkek
kardeş
Yatıyor ama topu topu altı kişi
gömülü
Hepsi de meşru doğmuş, hiçbiri
fücur işlememiş.
Bilin bakalım bu nasıl olur.
Hatem Tai bilir dedi. Tereza
adında bir Lehlidir. Bir kaç kuşağı boğabilecek kadar derin
gölcükler vardır. Düşünde nalın
giymiş arapların, semiz kara atların, helezon
adamların, saltık karanlıkların
ve çocuk İsa’ların hafakanları bastı. Bilim tarihçileri Pisa
deneylerine büyük bir önem
verirler, Galilei’nin Aristotelesçiliğe karşı olduğunu açıkca dile
getirdiği, skolastiğe halk
önündeki saldırısını başlattığı andır bu. Capricornus, iye kemiği,
Libra, Camelopardus, Lepus, Oğul
Davut, Cancer, Corvus, Grus, Carina, metal taytlar,
antlar, Taurus, Auriga, Cetus,
Hydra, Triangulum, Volans, Pisces, Serpens Caput ve
Gemini dedi.Dimetoka’da
kumpanyadan dönen Shakespeare yanan Reischtag’a
bakıyor gibi. Kın gibi
tohumlarınız birbirine düşman olacak, onun soyu senin başını ezecek,
sende onun topuğuna
saldıracaksın. Klossowski’nin (Baphomet) romanı Nietzsche’nin
sonsuz dönüş kuramından yola
çıkarak, bedenlerinden ayrılan ruhların soluk halinde
varoluşlarını sürdürmelerini ve
bu solukların içine girecekleri bedenleri arayışlarını anlatır.
Karıncanın adı Latincede
‘formica’ olduğundan karıncadan elde edilen asite ‘Formik asit’
denilir. Benzer şekilde Latince
adı Acetum olan sirkeden elde edilen asite Asetik asit denir,
birde Pelagonik asit vardırki
buda herhalde Devonyen devir asiti olmalıdır. Ama yaşlı
kadının yüzü kalp şeklinde ve
kemikliydi. Kambur Rigoletto, Mantua Dükü’nden
kızkardeşini kurtarabilir mi, Bir
Çek köyünde Nazilerle işbirliği yapan ‘oportünist Sekal’ın
ölümü hak edip etmediği, Hector
Berlioz ve Dvorak parçaları gibi, Soğdça, Beluci ve
Avesta dilini iyi bilirdi, deniz
ifritleri gibi, ‘Araba Camı Yıkayıcılarının Baladı’ olur mu
Koçi Bey’in Risale’sinde R.Paşa’nın mal varlığıdır, Anemas zindanına
doldursan sığmaz,
Binyediyüz köle, ikibindokuzyüz
savaş atı, binyüzaltı deve, yediyüzbin sikke-i
hasene, beşbin dikilmiş kaftan ve
elbise (urba), binyüz adet üsküf, altıyüz gümüş eyer,
beşyüz altın eyer, binbeşyüz
gümüş at başlığı ve yüzotuz çift altın üzengi, ayrıca kalıp
altın, nakit altın ve gümüşle
karışık altın, gümüş eşya ve mücevherat ve ziynet. İyide ben
bir hırsızım:
Hırsızlık (*)
Ben bir hırsızım ve bu da
yaptıklarım,
Toledo’daki bu antika kitapların
odasında
ölü profesörlerin yapıtlarını
karıştırıyorum,
onların kutularını inceliyorum.
İş şuna geliyor; sağlam bir kutu;
içinde de son dekanın küllüğü,
kisvesi,
mührü, piposu,
golf kupası ve sigara keseceği.
Amin.
(Ken Smith-İngiltere, ABD)
Bağdatlı Cüneyt Sana Çölü’nde
gezerken kocaman bir köpek gördü. Vaktiyle av peşinde
yelden hızlı koşan köpeğin
dişleri dökülmüş, tüyleri kırçıllaşmış, bedeni miskinleşmişti;
eskiden bıldırcınları
sektirmeyen, tavşanları yakalayan, tilkilere soluk aldırmayan av
köpeği, yerinden
kımıldayamıyordu, Cüneyt hayvana bir lokma ekmek verdikten sonra
dediki: Köpek! Yarına hangimiz
çıkar bilinmez ama sen benden iyisin. Hayvanda dile gelip
sordu, Neden? Cüneyt dedi ki;
Bugünden yarına imanımın ayağı kayarda tökezlersem
doğru cehenneme gideceğim, oysa
senin başında böyle bir bela yok. Köpekler cehenneme
gitmezler, dedi. Ve bir kadının
‘Ben en güzelim’ demesi gerçeği ne kadar yansıtırsa , bir
belitsel sistemin ‘Ben
tutarlıyım’ demesi de gerçeği o kadar yansıtır. Söz konusu kadının en
güzel olduğuna kendisi değil,
başkası karar vermelidir. Ama o başkası, evrensel estetik
değerlere sahip olmayabilir.
Dolayısıyla onun kararının doğruluğuna gene bir başkası karar
vermelidir. O bir başkasının
kararının doğruluğuna, gene bir başkası karar vermelidir. Bu
durum sonsuza dek yineleneceğinden,
söz konusu kadının en güzel
olduğuna karar verilemez. Göğüs
uçları sertleşmiş, minyatür bir et kulesine dönmüştü,
fallik bıçak girip çıkıyor,
vajinal ve klitoral orgazmı ilk kez duyumsuyor, gözyaşlarını
tutamıyordu, durup gökyüzünün
ötesine baktı, ki oradada görebildiği kadarıyla yalnızca
gökyüzü vardı, mırıldanarak
‘carpe diem’dedi. 1300’de Karakurum’dan
yola çıkan, Moğol
ve Tatarlar, Çuçi Han komutasında
Rusya yani Kıpçak steplerine giderken, bir kol
kuzeyden Alaska’ya, oradanda Amerika’ya
geçip, Siyu ve Apaçi kızılderililerine dönüşen
kabileleri oluşturmuş, Son
Mohikan Katerina II ise sıcak denizlere açılmak için Boğazlar’ı
ve Ege Denizi’ni ele geçirmek
zorundaymış.
Çeşme’de yaşanan kanlı savaş,
Kont Orlov’un isteği üzerine Rus bir ressam tarafından
resmedildi. Ressamın gravürü daha
gerçekçi yapabilmesi için Kont Orlov, St Petersburg
kıyılarında Rus kalyonlarına özel
olarak savaş gösterisinde bulundu.
‘Ey, siyah yüzlü
Öyle güçlüsün ki
Uykuyu öldürür
Kösnüyü kesersin’
Çirişli elleriyle ürkütücü bir
görünümü vardı. Offili’nin fil gaitası üzerine
yerleştirdiği
‘Kara Meryem’ tablosunun
kopardığı gürültü gibi. Puhu, kuduzumsu, kavranası ve kireç
ocağında kımılayan cenin, hep
birlikte Moğolistan kırlarına baktı. Bir ara bir çığlık ve
yüksek bir suya çarpma sesi
duydu, ileride bir yerlerde bulunan göle bir kuş konmuştu,
kapının önünden geçip dükkanın
vitrinine bakmak için iki blok öteye yürürken
parktaki ördeklerden biri onu
acımasızca yuhaladı. Vitrinin camında Mart kırağısının
buzdan çiçekleri açmaya
başlamıştı. Tüm sorunlara tepeden bakan kolonadlı tapınaklarını
tavaf ediyorlar. Mağara ve
mağazaya aynı anda giriyorlardı.
‘Yaşamak öldüğünü görmektir,
Yaşlanmak budur işte’
Juan Luis Panero-1942
Tansıyan su aynanın külsü rengi
içinde. El Afrun’da terk edilmiş bir un fabrikası, ‘ezik çiçeklerin kırmızısına
bulanmış ayak parmakları’ yaşlı kemikli kollarında ölümle sevişiyordum, uyuşuk
bir hava vardı. Turing dediki: Günün birinde hanımlar bilgisayarlarıyla
birlikte yürüyüşe çıkarak birbirlerine o sabah bilgisayarlarının ne gülünç
şeyler söylediğini anlatacaklar. Turing 7 Haziran 1954’de siyanüre batırılmış
bir elma yiyerek yaşamına son verdi, 41 yaşındaydı. Bu gün geceleri uykusuz
köleler arayan Agrippina gibi uyuyamadım.
Serçe yağmurları, kır çiçekleri
ve kırların sessizliğinden uzakta...Atı (hayvan) yelesini sallayarak güneşe
doğru yüksek sesle kişnedi. Organist orgu flajoler ve diğer hafif seslerle
çalıyordu ve ilerdeki meşenin budak deliğinin yanında bir baykuş duruyordu. Su
çölünün üzerinde yayılan geceye bakıyordu, demirle öpülmek yada demir bir
öpücük gibi. Ay adayı doğudan aydınlatınca, orada, denizde boğulmuş bir kaç
beyaz koyun iskeletiyle, oraya nasıl gittiği bir türlü anlaşılmayan bir at
iskeleti de görülebilirmiş. Kuşun cam güzeli gibi bir göğsü vardı, bu
kuşkonmazlar alakuşaklar gezegenini, bir Araf zili duymuşcasına, bir tamu
kokusu almışcasına, biraz ötede ak ve uzun kafatasıyla at iskeletide yatıyor ve
göz çukurları ay ışığında parlıyordu. Atın Araplarca beğenildiği gibi yüzünün
etsiz olduğunu gördü. Yüzünde bir çift ateşli sarı göz bakıyordu, yamaç
serçeleri eşiniyor, tozlu yoldan arabalar gelip geçiyordu, yandaki keçi yolunu
sönük bir ay aydınlatıyordu. Kanopus gezegeninin bir ayı vardı ve ne yaparsanız
yapın orada suyu kaynatamazdınız. Gufran ve mağfiret günleri geldi Züleyha hala
Potifarlara mı mecbur dedi. Ukaz panayırında ‘yaklaşıyor, yaklaşmakta
olan!..diyordu Kus b. Saide Sesi ıssız düzlükte yankır. İbriklerden su içer,
hacıları getiren atların inlemeden, kişneyerek gelmelerine üzülür, Mavera’dan
ses duyarlar ve Fussilet:34 ne söyler ne anlatır derlerdi. Ölüleri kör kuyulara
atar üzerini örten biteylerle bir zamanın direyi birlikte toprak olurdu.
Ki zürefa bahsindedir: Bu
hayvanın başı ile ayakları deveye benzer ve boynuzu öküze benzer, derisi
kaplana benzer, kuyruğu geyiğe benzer. Bu hayvanın yapısının böyle çeşitli
oluşunun nedeni; bir yaban öküzü bir Habeş devesi ile evlenir. Bu evlilikten
bir hayvan doğar ve hayvanda geyikle evlenir ve bu evlilikten zürefa doğar.
Geyik bahsindedir. Geyik hayvanlar içinde insandan en çok kaçanıdır. Bu geyik
iki türlü olmaktadır, birisi doğru geyik, diğeri ise misk geyiğidir. Bu misk
geyiği daha fazla Hindistan’da bulunur. Göbeğinde kan olur ve taşların üzerine
akıp misk olurlar. Ama bir düve bile zulüm, zındıklık ve sapıklık bilmez. Ama
insan bilir Solona, Cem’e yalandan sarılır, yalancı peygamber Gulam (Ahmet)
Kadiyani vardır ve emr-i maruf ve nehy-i münker yapılır. Daniel, Kaldeli
büyücüler sayesinde iyi bir rüya yorumcusuydu. Aristofanes’in pazularını o
kadar övdüğü Mısırlı hamallar bile böyle miydi, Ne dedin ne dedin deyince
‘Tanto monta, monta tanto İsabel como Fernando’ dedi. Taht üzerinde eşit
haklara sahip olmak gibi. O insanı yalnız öldürmekle kalmamış değerli suyunu
akıtarak, kanallarını boşaltmış kurutmuşlardı. O ara Hz. Peygamberin Ravzasının
yemyeşil kubbesi göründü. Bakara 246’da komutan Talut içinde Melik ifadesi
kullanılmıştır. Palanga ve Arşimet vidası.
I. Murat bir anlaşmaya avucunu mürekkebe bulayıp
‘pençesini’ vurarak onayladığı, tuğranında bundan alınan ilhamla geliştiği ileri
sürülür. Temeşvar, Şerezöl, Aps ve Gulet’in hükümdarı Osmanlı. Medine, daha
önceleri Yesrib’di. Tulonoğulları vardı. Kezzab çok yalancı demekti. Selanik
dönmesi ve Kuba’ya yerleşen Ömer. ‘Sanat tıpkı bir ırmak gibi yada bir aşk gibi
kapılıp gidilen ama daha en başında yolundaki nakısaların kuşkusunu gizli bir
tohum gibi yüreğinde taşıyan bir ergenleşme büyüsüdür.’ Halid bin Velid’in
Ecnadeyn’de bozguna uğrattığı Bizans ordusundan arta kalanlar Ürdün
yakınlarında Fihl’de toplandılar. Müslümanlar başkumandanlıktan alınarak bir
savaş birliğinin başına getirilen Halid bin Velid’in kumandasında bunları takip
ederek Beysan geçidini aştılar ve Fihl’de Bizans ordusunu tekrar yenerek
Dimaşk’a çekilmek zorunda bıraktılar. Aynı zamanda kuzeyde bulunan Hims üstünede
başarılı bir baskın yapıldı. Halid ilerlemesine devam ederek Kinnesrin’i alarak
karargah durumuna getirdi. Şurahbil Beysan ve Ürdün’ün fethini tamamladı. İran
kumandanı Behmen, Nersi ve Calinus yenilgiye uğradı. Bu sırada Behmen yeni bir
orduyla Fırat yakınında konakladı. Mer İran’a gidecek orduya Bad bin Ebi
Vakkas’ı başkumandan olarak tayin etti. Sad ordu ile Kadisiye’ye geldi. Burada
büyük bir meydan savaşı oldu. İran ordusu başkumandanı Rüstem öldürüldü.
İranlıların yüzyıllar boyunca düşman eline geçmeyen bayrakları Derefsi Gavyan
müslümanların eline geçti.. Küfe ve Basra kuruldu.ve sonra Halife Ömer’in
emriyle Mısır’da Fustat şehrini kuran Amr ibn ül As yakınlarından Ukbe bin Nafi
el Fahri’yi Kuzey Afrika’nın fethiyle görevlendirdi. Ve dedim ki:
‘Sonsuza dek yatabilen ölü
değildir
Ve tuhaf uzak zamanlarda ölüm
bile ölebilir.’
(Theodor Storm-Almanya)
Gökyüzü dölü yada göklerin
döllediği, kirli köpüklerle yüzen şeytani kalyonlar gibi, kambur gökyüzü, uzak
zamanların sisleri arasında zardan kanatlarla uçup uzaklara kaçan güneş gibi
karanlıkta koyu elle tutulur gibiydi. İşteki gökyüzünde hafif bir tan belirtisi
vardı ve Hz. Muhammet ifritten hiç hoşlanmazdı. Kara kedim, kanatlı bir Mısır
tanrısı gibi yanımdan kayıp gitti. Yaşamını Çin dağlarının ölümsüz önderine
borçluydu.Sönük ayda can çekişen sarı akrep gibi. Aynaya bakınca ölen insanlar
ülkesinde yaşlı birini bulamazdınız, bir kirpik bile yaratmayan bu insana gönül
Kabe si verilir miydi. Tağutlarla canciğer muhabbet içinde geçinip giden dindar
müselmanlar vardı. ‘Men la^ yerham, la^ yürham’ Acımayana acınmaz.. Gök çiçeği,
ten çiçeği vardır. Ay sarısı, sarıcıl. Cebrail’in 600 kanadı vardır, ikisini
hiç açmamıştır. Onları ancak Kadir Gecesi’nde açar. Kadir gecesi geldiği zaman
Allah (c.c) Cebrail’e emreder. Süvari meleklerle yeryüzüne inerler. Elinde
yeşil bir bayrak vardır, onu Kabe’nin damına dikerler. Can alıcı güzelliğin
monarklığı, is yapan telaş, hiçsellik ve ulumalar ve ‘Sağapo/ Yeti ise
esa’ ‘Seni seviyorum/Çünkü sen sensin’
derdi. Derdi çünkü;
La ilahe illa Ente
Subhaneke İnni
Kuntû minez zalimin.
İslam donanması ve ordular kısa
sürede, Hint’de İndüs kıyısında, Çin’de Kanton limanında ve Büyük
Yunanistan’daki Napoli’de görüldü. Çünkü oruçlunun kuruyan dudakları, kıyamette
iki gözünün arasında nur olacaktır. O, Kur’an’da yer alan çok soyut ve çok
genel postülaları ile ilim gerçeklerine feyz veren İlm-i Ledün’dür. Ve günde 13
defa Rabbena A^tina duası okur. Hz. Peygamber İbn Revaha’yı zekat toplamak
üzere Hayber’e gönderdi dedi. (Cassas, Ahkamu’l Kur’an, 1.507-508). Üzgü, kör
yılan Tiber kırları, sönük ay, öğle sıcağında kısık sesiyle öten kuşlar.
Çınlayan ova, Muhammedi^ bir neşe yayıyordu.
Muhammed’in Züheyr’in oğlu şair
K^aab’a verdiği hırka gibi, değerliydi.
Yusuf’un gömleğinin kokusunu Mısır’dan duyan Yakup, Kenan kuyusundayken onu
nasıl göremezdi. Dervişlerden biri öyle yoksulduki evi Medine’nin iki kara
taşlığı arasındaydı. Yusuf sonra Mısır’a sultan olmuştu. Çöle kurularak deniz
yolunu gözleyen sfenksin gücü, minotaur böğürtüsü, deşilen sol böğrü. Ebu
Davut’un Sünen’inde, Beyhaki’nin Sünen-i Kebir’inde, Hakim’in Müstedrek’inde,
Ümmi Varaka’nın ev halkından söz edilir. Örülü saçları ay ışığında kuş kanadı
gibi parlar, sütunların devrilen gölgeleri arasında şahin başlı kanatlı
adamlar, kara mermerden iri kediler bir görünür bir kaybolur sonra leylak
büklümleri arasından kokular yayılırdı. Yaşamını iç içe yer alan sonsuz sayısız
biçemde iç içe yer alan sonsuz sayıda dairenin birbirinin içinde yer alan
sonsuz sayıda dairenin, birbirine olan göreliği üzerine şaşırtıcı araştırmalar
yapmaya adamıştı Sonsuz sayıda iç içe yer alan sonsuz sayıda dairenin
birbirine göre olan sonsuz göreceliliği
üzerine birbirine olan sonsuz sayıdaki konumunun birbiriyle oluşturduğu sonsuz
görecelilik üzerine şaşırtıcı bulgular elde etmeye adamıştı (Baskı hatası).
Düğünler, toyraklar, monarklar, suda yankıyan öz, Ficar savaşı ve Muhammet,
çiğle kaplanmış otlar gibiydi. Issız yolda yürüyordum, ova yalnız ve
çırılçıplaktı, kuru bir ağacın, en uçtaki incecik dalında, tek bir kuş, kıpırdamaksızın,
hiç bir yere bakınmadan, öylece duruyordu, öylesine etkılenmiştim ki
Transilvanya Prensi Kazıklı Voyvoda-Kont Drakula gibi kalakaldım. Pakistan’da
Hunzalar bölgesi insanları uzun yaşarmış, Jules Verne’in Keraban adlı öyküsünde
Osmanlı zamanında Avrupa yakasından Üsküdar’a geçmeyen biri, devletin yüklü bir
vergi istediğini görünce, inat bu ya bütün karadeniz kıyısını dolaşarak 3 yılda
Üsküdar’a geçmiş, Bulgaristan, Romanya. Rusya, Kafkasya dolaşarak, işte buna
Keraban taktiği denir. İrani bir adam karşıma çıktı, can çekişen köstebek ve
tavşanları göstererek, iğdeler de ağlar, hayvanlarda öldürülür dedi. Öküz başlı
minotaursa, Narcissus suda salınıp duran hayaline, su ise, Narcissus’un gözlerinde salınıp duran
suya bakardı hayranlıkla dedi. Latince
‘Risus abundat in ore stultorum’ Gülmek aptalların ayrıcalığıdır. Matematekçi
Apolloniusun Konika adlı kitabı, Amarna krallarından Ay arlı firavun der ki,
sanki Uhuru (Klimanjora) zirvesine çıkmış gibi sevindi, Zişan Efendi çağırmış
gibi koştu, ki insan zamandır dedi. Ve Obsessif
kompulsif krizler, karanlık bir hırs, Seram adasının Masohi kenti, Aceh
eyaleti, Halmahera adası, O affeden, çok sevendir (Büruc14) . Din kardeşlerimiz
Uhud harbinde şehit düşünce Allah-ü Teala onların ruhlarını yeşil kuşlar
halinde yarattığı bir takım şekillere koydu. Şimdi onlar cennet ırmaklarına
varıp sulanırlar, cennet meyvelerinden yerler. Arşın gölgesinde asılı altın
kandillere konup rahat ederler.
Kaladan indirdiler
Kır ata bindirdiler
Üç günlük güvey iken
Yemen’e gönderdiler.
Diye ağladım
Ebu Hureyre, Kedicik Babası, kedi
dostu idi. Bir gün kedinin biri giysisinin üzerinde uyuyakaldığından, onu
uyandırmamak için giysisini kestiği söylenir.. İsa ise çamurdan kuş yapıp
uçurmuş, anadan kör doğanların gözlerini açmış, gökten sofra indirmiş, mezardan
ölüleri diriltip kaldırmıştır. O ara uzayda parçacıkların tanrısı olan Higgs
parçacığını bulduk, gökteki Kış Üçgeni’ne benziyordu. Aracımız 1.4 güneş
kütlesi olan Chandrasekhar sınırı aşılınca patlayan kütleler gibi patlayıverdi.
Kütle olmasaydı evren içinde parçacıkların ışık hızıyla sağa sola uçuştuğu
delicesine çalkantılı bir denizi andırırdı. Piramitsi, üçgensi, prizmatik
biçemler uzanıyordu önümüzde. Üçgensi yeşillik, piramitsi örüntüler, prizmatik,
konik nesneler, şeyler devasaydı ayrıca. Çamların altında küçük bir kuş ürküp
kaçmıştı. Alevler aç gözlülükle bedenini yalıyordu. Yeni açan ceviz
yapraklarına baktı, ne buruk ne esimli bir kokuydu yarabbim...
Ölümseyen bakışlarla,
dizginlenemeyen, gem vurulamayan duygularda var mıdır dedi, kül sesli
insanların yurduna gelmiştik. Resul-i Kibriya uzakta duruyordu. Talut’un yasak
sudan içmeyen erleri vardı, tüfekyan ve silahşöranlarla savaşıyorduk, biri
Emirdağ Lahikası’nın 42. Sayfasındaki gibi savaşın diye bağırdı, tepede bir
kadın usdışı bir erotizm görüntüsüyle dansediyordu. Savaşanların geride kalan
küçücük çocukları, anasız babasız ölüp, boşluğa
karışıyorlardı, yanımdaki cenkçi
onlarboşlukta sönük yıldızların olduğu yerdedir biz göremeyiz, orada küçük
kuşlar gibi kolları açık uçuyorlar ve sonsuz bir düş gibi uyuyorlar dedi. Ve
sonsuza dek bizimle kalacak tek şeydir ölüm dedi. Bu sıra Annabalı bir yiğit
öne çıkarak haykırdı bizde arkasından silsilelerle atladık.
Bir keçi damının içinde uyandım,
başımda duran köylü bir dağ gezintisine var mısın dedi. Prizmatik, piramitsi
örüntünün ardındaki yeşillikte, külümsü düzlükte , kül sesli adamla, bir
plazmanın içinde, bir atın dizginleri elimde, üçgensi örüntü uzakta,
konuşuyorduk gecenin içinde. Gravürdeki dişi domuz bir çocuk öldürmüştü ve
1386’da Falais’te asıldı. Bir adamı öldüren at 1389’da Dijon’da asıldı. Bir
batında doğurduğu yedi yavruyu beslemekte olan başka bir domuzda Savingy’de bir
çocuğu öldürdüğü için idama mahkum edilmiş, ama domuz yavruları suç
ortaklıklarının kanıtı olmadığı gerekçesiyle suçsuz sayılmışlardı. İris çiçeği
gibi, bir Çin atlısı geldi, Paul Celan’ın Ölüm Oluğu’ndan söz ettiler,
müjdeleyen, muştulayan şeyler söylediler. Köye gelen kör hasırcılar gibi, deniz
ifriti, yada araba camı yıkayıcılarının baladı gibi. Piramitsi dingin
yeşilliklerin, kül sesli prizmatik örüntülerin bağ evi gibi. Barış için sorguç ve öküz kuyruğu
sallarlardı. İmparator ırmağı geçip batı yönüne gitti, Atlarını Hua dağının
eteklerine bıraktı ve bir daha binmedi. İnekler şeftali ormanlarının boş
sahalarına dağıldı, bir daha kullanılmadı. Arabalar ve zırhlı giysiler kana
bulaşmıştı, yeraltı odalarında saklandı, bir daha kullanılmadı, kalkan ve
mızraklar kaplan derisi ile sarıldı. Önderler derebeyi olarak atandılar.
Silahlar kılıflarına kondu. Bundan sonra tüm yeryüzü Wu Wang’ın silah
kullanmayacağını ve asla savaşmayacağını
öğrendi. Ekinlere bit ve kırmızı örümcek
kenesi dadandı. Taftazan’da dünyaya gelen Sa’d gibi.
Can çekişen, çiğli, çirişli otlar
gibi. Galile, Taberiye gölü, Kızılağaç ormanlarında küçük çulluk ve domuz
avlardık. İran- Turan, Kayrakan dağında, Gobi balığıyla, kör karidesin ortak yaşarlığı gibi dosttular, yılan gözü
gibi parlıyordu göl, güneşe bakabilen tek kuş kartaldı, Mecdelli meryem Maria
Magdelana’ydı. Ağaç perileri vardı. Dudakların dişi bir keçi kanınnı akmış
olduğu nazik ezik ezilmiş çiçeklerdir. Kaplanların sevdiği yatağına aldığı
kadınlar, at irisi ve arı gövdeliydi. Orada tanrı sol topuğu üzerine oturmuş
düşünüyordu. Dağ kekiğiyle kuşatılmış su köpüğüydü. Antep’ e Küçük Buhara
derdi. Havrani kürkü, çuha ferace ve elvan boğası renklerinde. Denizaltı
mağaraları Galile denizi Lut gölü Gor çukuru gözleri balık gözü gibi bakıyordu
‘Yengeç dönencesinin birazcık kuzeyindeki kutsal Medine kentinde o gece ay
görünmedi. Sydney gribi gibi, Uzayın
hiçselliğinde havölayan köpekler ağlayan kediler. Hz İsa’nın şakirtleri bir
köpek ölüsünün yanından geçiyorlardı şakirtin biri şöyle dedi: Köpek nekadar
kötü kokuyor. İsa şu cevabı verdi: Ne kadar beyaz dişleri var. Muhammed köpek
için halis siyahını, iki noktalısını öldürmeye bakın çünkü o şeytandır dedi.
Boşnak tüfekçilerle Fas çayı kaynatıp içerdik Kötü zamanda fasık ve dinsiz
olanlar saygılık görürdü, gıybet ve bühtan çoğalmıştı. Güneş batıdan doğuyordu,
Mehdi zuhur etmişti, Dabbetü’l arz adında bir hayvan yeryüzüne gelmişti, Ye’cüc
Me’cüc çıkmıştı, doğu batı ve Arabistan’da üç bölge yere batmıştı. Kabe
yıkıldı. İnsanlar kafir olup Kur’an, mushafların sayfasından ve insanların
kalplerinden silindi. Songün geldi. Ashab-ı Kehf mağara arkadaşları demektir.
Kehf suresinde anlatılır Bir takım gençler devrin inkarcı kralı Dikyanus’un
zulmünden bir mağaraya sığınacak Kıtmir adlı köpekleriyle orada 309 yıl
kalacaktır. Yalancı peygamberlerin yalancılıkları onları daha zor duruma
düşürür Müseyleme’nin tek gözlü birinin gözü açılsın diye gösterdiği gayret
sonucu adamın iki gözününde kör olması gibi. Kina^ne kabilesinin Arap’ı gibi.
Ben Ğı far’dan bir kişiyim dedi. İlk Hicret Bi’set’in (peygamberliğin 5.
Yılında bir ağaç kovuğunda canı alınan Zekeriya gibi. Muhammedin Mute savaşı.
Suraka geldiği yerden geri döndü. Zehirleniriz diye Acve hurması yedik Asyut’ta
(Mısır) doğdu. Nahle vadisine geldik. Tanrının sol topuğunu kaldırırsın,
göreceksin ki taş kırıktır. Kumrular adamıştık. Kalp rikkati kalmamıştı ve
aramızda dünya sözleri geçti. Cabir (R.A) anlatıyor
Za^tu’r-Rika^ savaşı olduğu gün Rasulullah (s.a) ile
birlikte idik. Gölgeli bir ağacın yanına geldiğimizde onu Rasulullah’a (s.a) bırakırdık.(Burada da öyle yaptık)
Derken müşriklerden bir adam çıkageldi. Rasulullah’ın (s.a) kılıcı ağaçta asılı
idi.. (Hemen Hz. Peygamber’in (s.a) kılıcını alarak) kınından çekti ve
Rasulullah’a (s.a) ‘Benden korkuyor musun? Dedi Rasulullah (s.a) -Hayır
cevabını verdi Müşrik :Şimdi seni benden kim koruyabilir dedi Efendimiz ‘Allah’
buyurdu Ebu^ Bekr el İsmail’in Sahih’inde rivayet ettiği hadiste Müşrik :Seni
benden kim koruyabilir demiş Peygamberimiz (s.a) Allah demiş. Ravi diyorki:
Bunun üzerine hemen elinden kılıç düştü Bunun üzerine Rasülullah kılıcı aldı ve
Şimdi seni benden kim koruyabilir dedi Müşrik’de’ Yakalayanın hayırlısı ol
dedi. Tan yerlerinin sülbü ve sası çiçekler gibi. Öyle bir rüya görmüştüki gökyüzünün nur
serepen aydın ayı süzülüp kendi üzerine inmiş ve onu ışık ışık parıldatmıştı.
Rüyasını zevcine anlatınca Sekra^n şöyle demişti _Ya sevde! Şayet rüyan sadık
ise. Ben yakında öleceğim sen de benim vefatımdan sonra evlenecekin İşte o an
Sevde’nin gönlü acılaryla dolmuş, gözlerinden şebnem damlası yaşlar akmıştı
Kısa bir zaman sonra Sekran öldü. Ve gündüzler ve geceler sonra Allahın
Sevgilisi ol zaman ve mekanın ve bütün
mahlukatın peygamberi ona talip oldu Sevde Hazretleri, gökten ayın kendi
üzerine inmesinin manasını şimdi daha iyi anlamış oldu. Işığın altında tatlı
bir ömür sürdü . Takva^ ve vera^ sahibi
idi ömür ırmağını kevserleştirip Cennet gölüne akıtmasını bildi. Mekke
kumları üzerinde Habbab’a işkence görevi Siba İbn-i Abdilüzza ve kabilesine
düşmüştü. Su vermez ve çıplak gövdesine
demir zırhlar giydirirlerdi. Başını
kızgın demirle dağlamaya başladı Dağlamanın verdiği acılardan baş ağrılarını
unutmuş oluyordu. Habeşistan ve Urbanistan’a gitti. Matese gezegenini gezdi.
Atalarımız ökaryotlarla, kuzenlerimiz bitki hayvan ve mantarlarla dolaştı Seni atının kuyruğuna bağlayacağım, güneş
Sulieyka tepelerinin, arkasından kayboluncaya kadar seninle ormanlarda dörtnala
dolaşacağım, Kanatlı at, Maya tekerleği, kesilmiş su, göçer kent ve dört köşeli
üçgengibi. Tepeyi aşınca çölde bir tavus çıktı karşılarına. Tavus konuşuyordu
çölde bir tavus, o an anlaşıldıki konuşmak insana özgü bir şey değildi.
Selefkoslara doğru yürüdüğümde paramızda Erbil’deki profilim vardı. Otrar’dan
Curcan’a kadar gittik, sonra Urfa yakınlarındaki Edessa’ya geldik, Zengilerin
egemen olduğu yerdi burası, Hipparion’un ansızın ata dönüşmesi gibi garipti
herşey, Hintli Kahraman, gökte Herkül gibi süper kümeler görünüyordu.
Hyksosların hükümdarlığı zamanında
başkent Avaris’ti.. Sıfır çarpı bin, sıfır ama bin çarpı sıfır , bin sıfır
ederdi. Bir zamanlar Bizans’ta bile eşkiyalar türemiş. Kozmonot Mars’ta öldü
mezarı ordadır. Önümüzde. Arkamızda , üstümüzde ve altımızda olan şeyin en
yakın hali üstümüzdeki, sonra önümüzde sonra
altımızda sonra aradımızdaki dir dedi. Umru dalları. Somali’de kızlara
İstanbul adı verilirdi, İstanbul’da bir incir ağacınada Yavuz Sultan Selim adı
verilmişti. Fırat vadisindeki Bandola ovası yakınlarında tutsak düşer önce
Moskova’ya sonra kuzeydeki Vetluga kasabasına götürürler Kim’dir adı. İslam,
kız çocuğunu hurma ağacına asıp ok talimi yapan vahşi Arap’ı insanileştirdi.
Valsler, polkalar, galoplar, kadriller besteledi Strauss, Tunus gülü koklardı
yel gibi giden iki Fas kısrağının üzerinde. Bir Yehova oğlu gibi kavgada ‘Samson seçimine’ geldi dayandı iş, yani eğer
beni öldürürsen sende öleceksin ve cehenneme birlikte gideriz oyunu. Bu üç ülke
arasında (Benelüx gibi) geçmişteki Delos Birliği öyküsünde olduğu gibi para
ortak birikimler bir para küpünde toplanıyor giderler oradan karşılanıyordu.
Plevne’nin sonu ise şöyle oldu: 1879’da bir Bristol gazetesinde şu haber çıktı:
’30 ton insan kemiği Plevne’den Bristol Limanı’na getirilmiştir.’ Ufacık bir
Balkan kasabasını ele geçirmek için hayatlarını verenler, İngiliz topraklarını
gübrelemekte kullanılıyordu. Maveraünnehirden gelen Kapisa Kiyonitleri Bamyan’a göçettiler. Heftalitlerin geçişinden
sonra Baktriyadan, Pencab’a kadar barış geldi ki, yılan gibi kıvrılan yol
Taganroglu Anton Pavloviç’in ölümünü duyuruyordu. Ve öyle iştahla silip
süpürüyorduki adam önündeki eti bir an köpek görüyorum sandım. Bütün bunlar
geçip giden anın sölpük tutkusu. Kenan ilinin keçi çobanları veya Roma’da
geceleri uykusuz köleler arayan Agrippina gibi gözümü uyku tutmuyordu.
‘Şimdi yokuş çıkıyorum
Ama bunu herkes söyler.’
Sezar tam bir katışıksız tam bir
kreoldu dedi yalan dedim bütün insan saf yada melezdir yanı, geceleri uykusuz
köleler arayan Messelina yada Agrippina gibi, Kenan ilinin keçi çobanları gibi
yani
Pinar ağacının gölgesinde dedi,
berkliydi, ipekten, isfandan, iskalarya, ispenç ve isfendiyari, ebabil kanadından
hızlıdır Ebrehe ruhlu biri. Gallipoli sesleri. Bulamaç yer, Öklit sarmısağı
dikerdi.Var mı bu dünyada avazat kuşu,
yok mu bu kuşu. Sıktı, Sıtkı, bitti. Köy yeşildi dedi. Son bir soluk
verdi.Zambak özlemli çocuktu, tepişir gibi sevişirdi. Sümbüllü derelerde.
Evdemonist türküler. Telgraf çiçeği ve Merkep köprüsü teoremini bilir. Trake
solunumu kurbağa, bu denizde bir zamanlar Bakha’ların dansettiğine inanılır,
uzayın derinliklerinde çatırdayan kalkanlar, sığırların gözyaşlarını içen
böcekler, kedi pençesi, gündüzleri Hz. İbrahim’in çadırnıdna sızan hafif ışık,
şafakta bilmediği bir şeyi arayarak yürüyen biri, kuşun alev süslü tüyleri
süzülür aşağı diyen Stevens, Eflatun’un cini,
‘Yirmi karlı dağın arasında
Kıpırdanan tek şey
gözüydü karakuşun.’
Ve...
‘Rüzgar kanatlarını unuttu
yaz yılanlarını sakladı
tıkandım tüm sonuçlanacak
tınılara
yine yankılanır gölgen ormanlarda
eylül yorgun kavim
her iz seste
aralanıyor yıld ızlarda’
filizlen filizlen ey ilkel yürek
apşap yol güneş
Soğuktan kaskatı kesilmek üzereyken eve ulaşıp, yatan bedenlerle tıklım tıklım
dolu olan odada, iki kişi arasındaki
hendeğe çırılçıplak uzanır. Evin
sahibi lambayı söndürünce, karşı duvardaki rafta , Beyaz Leydisi’nin imgesini görür..Bir
titreyip bir yanarak uyumaya çalışır. Tam o anda,
uzaktan küçücük görünen
Beyaz Gül raftan inmeye başlar ve yanına yaklaştıkça canlanır. Siyah Adam
öldüğünü sezer. Utanç içinde yattığı yerde çivilenmişken Bakirenin adını
seslenerek yanına diz çöküşünü izler. Bakire onun
BeyazAdamı öldürdüğü elini tutup
öper. Çocuğuna kıyılmasına dayanamayarak ağlaya ağlaya mermere, balmumuna,
tahtaya, fildişine dönüşen Bakirenin öç almak için, onu öldürmesine yardım
ettiğini öğrenir. Bakire Tristan’ı
ödüllendirmek ister ve yanına uzanır; kendi üstündeki giysileri
çıkarması konusunda adamı zorlar.’ Bizans’a Azep askerleriyle Fener tarafından
saldırdık. San Romano kapısından Urban ateşiyle içeri daldık, onlarda Grejuva
ateşiyle karşılık veriyorlardı. Adada aslanlar, kara tüylü tavuklar yün
giyiyorlar, balıkların kanatları, kuşların pulları var, taşlar yüzüyor, tahta
batıyor, kelebekler geceleri büyüleyici bir güzelliğe bürünüyor, sular
içildiğinde başdöndürüyor, bir keklikle bir keçi alt alta üst üste oynaşıyor.
Curcan’da, tuzlu Ceiba ve Hülagü
oğlu İlhan bir şiir söyledi, İlhanlı imparatoru ve tüm bunlar sütleğene övgü
dedi.
Bir balık gördüm gök
içinde/İzliyor/Bir soprano çınlatıyor cehennemi/Balığın ağzı açılıp
kapanıyor/Balık ışık yılı/Balık beyaz/ Gümüşlü. İlhan’ın şiir değişkesi gibi. Çekirgeler,
ateş üfleyen bir ejderha, berbat bir hava, fırtına ve rüzgar, iri , ceviz
büyüklüğünde dolu, pusatlı insanlar, kurt sürüleri ve işte deprem... Her gün
bir tabak yumuşak mamut eti ve uzun azı dişli kaplan ciğeri, az miktarda fok
yağı, bizon beyni ve kemik iliği, kucak dolusu lifli yabanıl sebze, türlü yemiş
ve buruk tatda meyve, ama ekmek ve tahıl yok.
‘Sticklgruber’ -Hitler’in asıl
adı. Çarmıha gerilmişcesine uçan ilk yarasaların dışında kimseyi görmedim, bir
keçi tutuyordu boynuzundan. Ölüyordum, deniz gökyüzü, dağ, adalar yanaştı ve
iyice abandılar üzerine, sonra güçlü bir kasılmayla uzayın en uzak sınırlarına
çekildiler. Boğaziçi’nin en dar yeri olan Asomaton (Bebek) köyünde Rumeli
Hisarını yaptırmıştı 13. Yüzyılın
Selçuklu Konya’sı, Renaissance’ınbeşiği olarak karşımıza çıkmıştır.
Varoluşçuluk’un Herakleitos’dan sonraki ilk ve gerçek temsilcisi 1200’lerin
ortalarındaki Anadolu’nun Mevlana’sıdır. Yüzyılın başında Gabriel Marcel’in
‘sen, ben’in
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder