VAN KULU
Şiir benim kanımdır.
"Gece düştü gözlerime
Uyku ok gibi dizildi
Ölüm düştü sözlerime
Serviler çoktan gözüktü”
Bu dörtlük 1729 Vankulu Lügatı’nda vardır. Kim bilir belki
de Çelebi’nin Cihannüma’ sındadır. Belki de üç damla kan öldürülmüş bir
kediden, bir kanaryadan ve belki de yetim malı gibi bir kumrunun boğazından gelmektedir.
Uzaklarda denizin içine doğru dağ büyüklüğünde gri bir kurt dalmaktadır. Metal
bir meyveyi kemiren minotaur Macar üzümünün kolları arasında uykudadır. Rus
ceketi giyen kadın şövalye, ona aşkını haykırmaktadır. Actium savaşında karşı karşıya gelen
Octavianus ve Avgustus, Jül Sezar’a Velletri Tefecisi der di? Avgustus
barbarlara karşı yufka yürekliydi belki, ama bir Romalının doğal olan para
hırsının ateşten çemberiyle sarılıydı, siyah fulya koklardı, bir leopar gibi,
kemerlerin altında kızıl aşka, acımasızlığa ve avını parçalamanın ateşli
zevkine, taze geyik kokusuyla yüklü yele özlem duyduğunu bilmezdi. Zaman onu ve
İsa’yı gören son gözlerinde kapandığı günü tanıdı. Oklar Thermoplai’de güneşin
ışığını nasıl kesmişse, yıldız gemileri, zamanı yenmek ve İsa’yı yıldızların
gecesine-karanlığına gömmek için kutsal kompütürle çatışma içindeydi,
ekrandaki, eski bir Romalı yada Hintli bir ermiş gibi duruyordu.
Boşluk sıkıştı ve madde oluştu, bir madde olan yeryüzü
halkım için kutsaldır, parıldayan çam iğnesi, her kumlu kıyı, karanlık ormanın
sesi, her ağaçsız bozkır, vızıldayan böcek, halkımın düşüncesinde ve
deneyiminde kutsaldır. Ağacın içinde yükselen özsu, bizlerin anılarını içinde
taşır. Toprağın parçasıyız, oda bizim parçamız, koku saçan çiçekler, geyikler,
at ve kartal kardeşlerimizdir. Yüksek kayalıklar, yumuşak çayırlar, vadi ve
insanın vücudu hep aynı aileye ait. Manitu, bir gölün üstünde rüzgarın
şarkısını sever, yağmur ile yıkanan o
rüzgarın kokusunu da, çamların salınışı,
durgun hava çok değerlidir, onu soluyor hayvan, ağaç, insan, her şey. Atlas
bizi korur mu?
Ama Vidinli Hüseyin Tevfik Paşa’nın Linear Algebra’sında,
Apollonius’un konik kesitleri üzerine yazdığı kitabını tamamlayan El Haitam ve
El Cebr’i yazan Ömer Hayyam’a, sıvı demir, gürz ve üşüyen Karya kuşu, Meşhed’e
giden hacıların, Nişabur’a Hayyam’ın mezarına tükürmek için uğradıklarını
söyledi, Hayyam mezarım Belh’temi diye sordu. Hayyam’ın rübaileri sillogizmler
halinde düzenliydi ve bundan yararlanarak mantık dersi veriyordu, garip ev
denizlerin nautilusu gibi ilginç bir mimariye sahipti eni ve boyu arasındaki
oran 1618 yani altın orandı. Bakın Pisalı Fibonacci sayıları saçıntısı şu:
LSLLSLSLLSLL Bu bitkilerin yaprak yapısında, çiçeklerin yaprak adetlerinde görülür.
Arı ve tavşanların yavrulama sayısı üremelerinde de görülür. Güneş ve Ayla
elektron uykusuna yattı. Ant verdiler ki, tutamadı ve yüzünün revnakı kaçtı,
uçtaki güneşin koronasıydı, kızma dedi.. Viyana Tonkünstler Orkestrası
çalıyordu, 9. Senfoniyi, sonra Marx geldi ve “Corruptio optimi pessima”
“Aldatıcı iyimserlik gerçek kötümserliktir.” dedi. Ben karanlıkların atası,
kaosum dedi Uçak pistte sorun çıkarmadan uzun süre taksi yaptı. Güney
cephesindeki rift kuşağına sokuldu.
Somya ve Vikingler İstanbul’a Miklagard derdi. Viscount St. Albans
Francis Bacon ve Novum Organum (Yeni Alet) Öykü anlatış biçimi berbattır,
olağanüstü şeyleri birbiri ardı sıra sayıp dizmesi, kuru ve can sıkıcıdır.
Bulutları görünce karaya yaklaştığımızı anladık. Hanbalık, Pekin’di. Meholalı
Barzillayoğlu Adriel’e beş çocuk veren Saul kızı Mikal gibi, aygır, kısrak.
Taşıl, Velpecule-Tilkicik yıldızları. Kendisinden eşit uzaklıkta duran, gerek
nitelik, gerek nicelik bakımından birbirine eşit iki ot yığını arasında kalmış
bir eşek hangisini yiyeceğine karar veremediği için açlıktan ölecektir. İstenç
özgürse. Bu Buridan’ın eşeğidir. Safevi
Hatayi ki İsmail’dir, Tahtacıda, Demirci veya değil, Taht ve taç, yani
tahtın tacıdır. Taht tacıdır. Yakup’un düşünü gördümdü. Yaşlandım ve Pluton
karesine girdim, zor durumdaydım ve neredeyse intiharı düşünüyordum. Bunun
üzerine bir orakl sorusu düzenledi. Kinzalı adamına, Kadeş krallığı
geldiniz. Babam tanrı olunca (ölünce) tahta kardeşim
Arnuvanda geçti. Pekiştirmek için
inanır, inandığımız için yanılırız. Bebeklerdeki Moro
refleksi gibi, herşeyi iten ve dış
dünyanın gerçekliğini kanıtlayacağım diye her önüne gelene
elini kolunu gösteren George
Moore’un ölümü kendi elinden olmuştur. Doğal nedenlerden
ölen feylesof neredeyse
yoktur. 1919 yazı çok sıcaktı. Hele sabahın erken
saatlerinde yapacak hiç bir işimiz
olmuyordu. Böylece güneş doğar doğmaz, çoğu zaman papaz
okulunun damına çıkıyor,
güneşte ısınmak için boylu boyunca uzanıyor, ya da
Ludwigstrasse’de yaşamın uyanışını
gözlemek için damın kenarına oturuyordum. Bir gün, dama
çıkarken yanıma Platon’un bir
kitabını almayı düşündüm. Okul kitaplarındaki parçalardan
başka şeylere kayma isteği, az
buçuk Yunancama karşın, Timaios’u okumaya zorladı beni.
Yunan atom felsefesini asıl
kaynağından öğrenme fırsatını buldum ilk kez. Yunan
filozoflarının, maddenin sonsuz
küçüklükte ve bölünmez parçacıklarını niçin düşündüklerini,
hiç değilse biraz olsun,
anladığımı sanıyordum. Platon’un Timaios’da savunduğu görüş,
yani atomların gerçek
cisimler olduğu görüşü, doğrusunu isterseniz, bana pek açık
gelmedi. Atomları gösteren o
ünlü gravürü yapan ressam, bunu yapmadan önce Platon’u
okusaydı çok iyi olurdu dedim
kendi kendime. Aynı tarihte yani 1919’da ise başı dertte
olan Türklerin önderi Samsun’a
çıkarak Kurtuluş’u arıyordu, bir savaşı, zamanın
göreceliliğine en iyi örneklerden
biridir bu. Sonra tanrım dedim oldu mu? Keops piramidini
yaparken Giza platosunu
seçmişti. Sultan Öyüğü Tekfuru gibi.
İkindi güneşi gibi yaşamı kısa, ışığı ince ama gölgesi
uzundu. Sözcüklere taşçıklarım derdi
ama prosodisi çok iyiydi onun. Kar leoparı gibi izi belirsiz
yaban armudunun kovuğunda
uyuyacak kadar da sakin ve dingindi.
"Çoban yıldızı
Seslenir koyunlara
İçiniz
Beni gölden
Size yansıdığım"
(Dağlarca)
Çok gezerdi, Küba’nın yemyeşil latifundiyalarından, zarif
dansçılarıyla tanışmaya,
Ancor’un gizemli tapınaklarından, Sakkara’daki aşınmış
mastabanın kumlu katmanlarına
kadar heryeri gezdi dolaştı. Capricornus, Auriga,
Triangulum, Camelopardus, Merkür
Geçişi, Venüs Sümbülü, Uranus Keçisi gibi, Gezi yazınının
ilk örnekleri arasında Batı Hun
imparatoru Attila’ya gönderilen elçi Priskos ve Klikyalı
Zemarkos’un Göktürkler’e elçi
olarak gönderildiğinde yazdıkları sayılabilir. Hoca
Gıyasüddin Nakkaş’ın Acaibül Letaif
adlı yapıtı Türk gezi türünün en eski örneklerinden biridir.
Silezya sürahisi, kozalak, 1632
Lutzen savaşında ölen Kralımız Gustav ve Sadalmelek gibi
Paris yakınlarında,
Arlington’da bir
mezar taşı;
Burada
İki ninenin yanında iki kız torunu
İki kocanın yanında iki karısı
İki babanın yanında iki kızı
İki ananın yanında iki oğlu
İki bakirenin yanında iki anası
İki kız kardeş yanında iki erkek kardeş
Yatıyor ama topu topu altı kişi gömülü
Hepsi de meşru doğmuş, hiçbiri fücur işlememiş.
Bilin bakalım bu nasıl olur.
Hatem Tai bilir dedi. Tereza adında bir Lehlidir. Bir kaç
kuşağı boğabilecek kadar derin
gölcükler vardır. Düşünde nalın giymiş arapların, semiz kara
atların, helezonik
adamların, saltık karanlıkların ve çocuk İsa’ların
hafakanları bastı. Bilim tarihçileri Pisa
deneylerine büyük bir önem verirler, Galilei’nin
Aristotelesçiliğe karşı olduğunu açıkca dile
getirdiği, skolastiğe halk önündeki saldırısını başlattığı
andır bu,.Libra, iye kemiği, Lepus, Oğul
Davut, Cancer, Corvus, Grus, Carina, metal taytlar, antlar, Taurus, Auriga,
Cetus, Hydra, Volans, Pisces, Serpens Caput ve Gemini dedi. Dimetoka’da
kumpanyadan dönen Shakespeare yanan Reischtag’a
bakıyor gibi. Kın gibi tohumlarınız birbirine düşman olacak,
onun soyu senin başını ezecek,
sende onun topuğuna saldıracaksın. Klossowski’nin (Baphomet)
romanı Nietzsche’nin
sonsuz dönüş kuramından yola çıkarak, bedenlerinden ayrılan
ruhların soluk halinde
varoluşlarını sürdürmelerini ve bu solukların içine
girecekleri bedenleri arayışlarını anlatır.
Karıncanın adı Latincede ‘formica’ olduğundan karıncadan
elde edilen asite ‘Formik asit’
denilip,.benzer şekilde Latince adı Acetum olan sirkeden
elde edilen asite Asetik asit denir,
birde Pelagonik asit vardır ki buda herhalde Devonyen devir
asiti olmalıdır. Ama yaşlı
kadının yüzü kalp şeklinde ve kemikliydi. Kambur Rigoletto,
Mantua Dükü’nden
kızkardeşini kurtarabilir mi, Bir Çek köyünde Nazilerle
işbirliği yapan ‘oportünist Sekal’ın
ölümü hak edip etmediği, Hector Berlioz ve Dvorak parçaları
gibi, Soğdça, Beluci ve
Avesta dilini iyi bilirdi, deniz ifritleri gibi, ‘Araba Camı
Yıkayıcılarının Baladı’ olur muydu,
Koçi Bey’in Risale’sinde
R.Paşa’nın mal varlığıdır, Anemas zindanına doldursan sığmaz,
Binyediyüz köle, ikibindokuzyüz savaş atı, binyüzaltı deve,
yediyüzbin sikke-i
hasene, beşbin dikilmiş kaftan ve urba, binyüz adet üsküf,
altıyüz gümüş eyer,
beşyüz altın eyer, binbeşyüz gümüş at başlığı ve yüzotuz
çift altın üzengi, ayrıca kalıp
altın, nakit altın ve gümüşle karışık altın, gümüş eşya ve
mücevherat ve ziynet. İyide ben
bir hırsızım:
Hırsızlık (*)
Ben bir hırsızım ve bu da yaptıklarım,
Toledo’daki bu antika kitapların odasında
ölü profesörlerin yapıtlarını karıştırıyorum,
onların kutularını inceliyorum.
İş şuna geliyor; sağlam bir kutu;
içinde de son dekanın küllüğü, kisvesi,
mührü, piposu,
golf kupası ve sigara keseceği.
Amin.
(Ken Smith-İngiltere, ABD)
Bağdatlı Cüneyt Sana Çölü’nde gezerken kocaman bir köpek
gördü. Vaktiyle av peşinde
yelden hızlı koşan köpeğin dişleri dökülmüş, tüyleri
kırçıllaşmış, bedeni miskinleşmişti;
eskiden bıldırcınları sektirmeyen, tavşanları yakalayan,
tilkilere soluk aldırmayan av
köpeği, yerinden kımıldayamıyordu, Cüneyt hayvana bir lokma
ekmek verdikten sonra
dediki: Köpek! Yarına hangimiz çıkar bilinmez ama sen benden
iyisin. Hayvanda dile gelip
sordu, Neden? Cüneyt dedi ki; Bugünden yarına imanımın ayağı
kayarda tökezlersem
doğru cehenneme gideceğim, oysa senin başında böyle bir bela
yok. Köpekler cehenneme
gitmezler, dedi. Ve bir kadının ‘Ben en güzelim’ demesi
gerçeği ne kadar yansıtırsa , bir
belitsel sistemin ‘Ben tutarlıyım’ demesi de gerçeği o kadar
yansıtır. Söz konusu kadının en
güzel olduğuna kendisi değil, başkası karar vermelidir. Ama
o başkası, evrensel estetik
değerlere sahip olmayabilir. Dolayısıyla onun kararının
doğruluğuna gene bir başkası karar
vermelidir. O bir başkasının kararının doğruluğuna, gene bir
başkası karar vermelidir. Bu
durum sonsuza dek yineleneceğinden, söz konusu kadının en
güzel olduğuna karar verilemez. Göğüs uçları sertleşmiş, minyatür bir et
kulesine dönmüştü, fallik bıçak girip çıkıyor, vajinal ve klitoral orgazmı ilk
kez duyumsuyor, gözyaşlarını tutamıyordu, durup gökyüzünün ötesine baktı, ki
oradada görebildiği kadarıyla yalnızca gökyüzü vardı, mırıldanarak ‘carpe
diem’dedi. 1300’de Karakurum’dan yola
çıkan, Moğol ve Tatarlar, Çuçi Han komutasında Rusya yani Kıpçak steplerine
giderken, bir kol
kuzeyden Alaska’ya, oradanda Amerika’ya geçip, Siyu ve Apaçi
kızılderililerine dönüşen
kabileleri oluşturmuş, Son Mohikan Katerina II ise sıcak
denizlere açılmak için Boğazlar’ı
ve Ege Denizi’ni ele geçirmek zorundaymış. Çeşme’de yaşanan
kanlı savaş, Kont Orlov’un isteği üzerine Rus bir ressam tarafından resmedildi.
Ressamın gravürü daha gerçekçi yapabilmesi için Kont Orlov, St Petersburg
kıyılarında Rus kalyonlarına özel olarak savaş gösterisinde bulundu.
‘Ey, siyah yüzlü
Öyle güçlüsün ki
Uykuyu öldürür
Kösnüyü kesersin’
Çirişli elleriyle ürkütücü bir görünümü vardı.
Offili’nin fil gaitası üzerine
yerleştirdiği
‘Kara Meryem’ tablosunun kopardığı gürültü gibi. Puhu,
kuduzumsu, kavranası ve kireç
ocağında kımılayan cenin, hep birlikte Moğolistan kırlarına
baktı. Bir ara bir çığlık ve
yüksek bir suya çarpma sesi duydu, ileride bir yerlerde
bulunan göle bir kuş konmuştu,
kapının önünden geçip dükkanın vitrinine bakmak için iki
blok öteye yürürken
parktaki ördeklerden biri onu acımasızca yuhaladı. Vitrinin
camında Mart kırağısının
buzdan çiçekleri açmaya başlamıştı. Tüm sorunlara tepeden
bakan kolonadlı tapınaklarını
tavaf ediyorlar. Mağara ve mağazaya aynı anda giriyorlardı.
‘Yaşamak öldüğünü görmektir,
Yaşlanmak budur işte’
Juan Luis Panero-1942
Tansıyan su aynanın külsü rengi içinde. El Afrun’da terk
edilmiş bir un fabrikası, ‘ezik çiçeklerin kırmızısına bulanmış ayak
parmakları’ yaşlı kemikli kollarında ölümle sevişiyordum, uyuşuk bir hava
vardı. Turing dediki: Günün birinde hanımlar bilgisayarlarıyla birlikte
yürüyüşe çıkarak birbirlerine o sabah bilgisayarlarının ne gülünç şeyler
söylediğini anlatacaklar. Turing 7 Haziran 1954’de siyanüre batırılmış bir elma
yiyerek yaşamına son verdi, 41 yaşındaydı. Bu gün geceleri uykusuz köleler
arayan Agrippina gibi uyuyamadım.
Serçe yağmurları, kır çiçekleri ve kırların sessizliğinden
uzakta...Atı (hayvan) yelesini sallayarak güneşe doğru yüksek sesle kişnedi.
Organist orgu flajoler ve diğer hafif seslerle çalıyordu ve ilerdeki meşenin
budak deliğinin yanında bir baykuş duruyordu. Su çölünün üzerinde yayılan
geceye bakıyordu, demirle öpülmek yada demir bir öpücük gibi. Ay adayı doğudan
aydınlatınca, orada, denizde boğulmuş bir kaç beyaz koyun iskeletiyle, oraya
nasıl gittiği bir türlü anlaşılmayan bir at iskeleti de görülebilirmiş. Kuşun
cam güzeli gibi bir göğsü vardı, bu kuşkonmazlar alakuşaklar gezegenini, bir
Araf zili duymuşcasına, bir tamu kokusu almışcasına, biraz ötede ak ve uzun
kafatasıyla at iskeletide yatıyor ve göz çukurları ay ışığında parlıyordu. Atın
Araplarca beğenildiği gibi yüzünün etsiz olduğunu gördü. Yüzünde bir çift
ateşli sarı göz vardı ve bakıyordu, yamaç serçeleri eşiniyor, tozlu yoldan
arabalar gelip geçiyordu, yandaki keçi yolunu sönük bir ay aydınlatıyordu.
Kanopus gezegeninin bir ayı vardı ve ne yaparsanız yapın orada suyu
kaynatamazdınız. Gufran ve mağfiret günleri geldi Züleyha hala Potifarlara mı
mecbur dedi. Ukaz panayırında ‘yaklaşıyor, yaklaşmakta olan!..diyordu Kus b.
Saide. Sesi ıssız düzlükte yankır. İbriklerden su içer, hacıları getiren
atların inlemeden, kişneyerek gelmelerine üzülür, Mavera’dan ses duyarlar ve
Fussilet:34 ne söyler ne anlatır derlerdi. Ölüleri kör kuyulara atar üzerini
örten biteylerle bir zamanın direyi birlikte toprak olurdu.
Ki zürefa bahsindedir: Bu hayvanın başı ile ayakları deveye
benzer ve boynuzu öküze benzer, derisi kaplana benzer, kuyruğu geyiğe benzer.
Bu hayvanın yapısının böyle çeşitli oluşunun nedeni; bir yaban öküzü bir Habeş
devesi ile evlenir. Bu evlilikten bir hayvan doğar ve hayvanda geyikle evlenir
ve bu evlilikten zürefa doğar. Geyik bahsindedir. Geyik hayvanlar içinde
insandan en çok kaçanıdır. Bu geyik iki türlü olmaktadır, birisi doğru geyik,
diğeri ise misk geyiğidir. Bu misk geyiği daha fazla Hindistan’da bulunur.
Göbeğinde kan olur ve taşların üzerine akıp misk olurlar. Ama bir düve bile
zulüm, zındıklık ve sapıklık bilmez. Ama insan bilir Solona, Cem’e yalandan
sarılır, yalancı peygamber Gulam (Ahmet) Kadiyani vardır ve emr-i maruf ve
nehy-i münker yapılır. Daniel, Kaldeli büyücüler sayesinde iyi bir rüya
yorumcusuydu. Aristofanes’in pazularını o kadar övdüğü Mısırlı hamallar bile
böyle miydi, Ne dedin ne dedin deyince ‘Tanto monta, monta tanto İsabel como
Fernando’ dedi. Taht üzerinde eşit haklara sahip olmak gibi. O insanı yalnız
öldürmekle kalmamış değerli suyunu akıtarak, kanallarını boşaltmış
kurutmuşlardı. O ara Hz. Peygamberin Ravzasının yemyeşil kubbesi göründü.
Bakara 246’da komutan Talut içinde Melik ifadesi kullanılmıştır. Palanga ve
Arşimet vidası.
I.Murat bir anlaşmaya avucunu mürekkebe bulayıp ‘pençesini’
vurarak onayladığı, tuğranında bundan alınan ilhamla geliştiği ileri sürülür.
Temeşvar, Şerezöl, Aps ve Gulet’in hükümdarı Osmanlı. Medine, daha önceleri
Yesrib’di. Tulonoğulları vardı. Kezzab çok yalancı demekti. Selanik dönmesi ve
Kuba’ya yerleşen Ömer. ‘Sanat tıpkı bir ırmak gibi yada bir aşk gibi kapılıp
gidilen ama daha en başında yolundaki nakısaların kuşkusunu gizli bir tohum
gibi yüreğinde taşıyan bir ergenleşme büyüsüdür.’ Halid bin Velid’in
Ecnadeyn’de bozguna uğrattığı Bizans ordusundan arta kalanlar Ürdün
yakınlarında Fihl’de toplandılar. Müslümanlar başkumandanlıktan alınarak bir
savaş birliğinin başına getirilen Halid bin Velid’in kumandasında bunları takip
ederek Beysan geçidini aştılar ve Fihl’de Bizans ordusunu tekrar yenerek
Dimaşk’a çekilmek zorunda bıraktılar. Aynı zamanda kuzeyde bulunan Hims
üstünede başarılı bir baskın yapıldı. Halid ilerlemesine devam ederek
Kinnesrin’i alarak karargah durumuna getirdi. Şurahbil Beysan ve Ürdün’ün
fethini tamamladı. İran kumandanı Behmen, Nersi ve Calinus yenilgiye uğradı. Bu
sırada Behmen yeni bir orduyla Fırat yakınında konakladı. Mer İran’a gidecek
orduya Bad bin Ebi Vakkas’ı başkumandan olarak tayin etti. Sad ordu ile
Kadisiye’ye geldi. Burada büyük bir meydan savaşı oldu. İran ordusu
başkumandanı Rüstem öldürüldü. İranlıların yüzyıllar boyunca düşman eline
geçmeyen bayrakları Derefsi Gavyan müslümanların eline geçti.. Küfe ve Basra
kuruldu.ve sonra Halife Ömer’in emriyle Mısır’da Fustat şehrini kuran Amr ibn
ül As yakınlarından Ukbe bin Nafi el Fahri’yi Kuzey Afrika’nın fethiyle
görevlendirdi. Ve dedim ki:
‘Sonsuza dek yatabilen ölü değildir
Ve tuhaf uzak zamanlarda ölüm bile ölebilir.’
(Theodor Storm-Almanya)
Dağın doruğundan aşağıda kalan gökyüzüne baktım. Gökyüzü
dölü yada göklerin döllediği, kirli köpüklerle yüzen şeytani kalyonlar gibi,
kambur gökyüzü, uzak zamanların sisleri arasında zardan kanatlarla uçup
uzaklara kaçan güneş gibi karanlıkta koyu elle tutulur gibiydi. İşte ki
gökyüzünde hafif bir tan belirtisi vardı ve Hz. Muhammet ifritten hiç
hoşlanmazdı. Kara kedim, kanatlı bir Mısır tanrısı gibi yanımdan kayıp gitti.
Yaşamını Çin dağlarının ölümsüz önderine borçluydu.Sönük ayda can çekişen sarı
akrep gibi. Aynaya bakınca ölen insanlar ülkesinde yaşlı birini bulamazdınız,
bir kirpik bile yaratmayan bu insana gönül Kabe si verilir miydi. Tağutlarla
canciğer muhabbet içinde geçinip giden dindar müselmanlar vardı. ‘Men lâ
yerham, lâ yürham’ Acımayana acınmaz.. Gök çiçeği, ten çiçeği vardır. Ay
sarısı, sarıcıl. Cebrail’in 600 kanadı vardır, ikisini hiç açmamıştır. Onları
ancak Kadir Gecesi’nde açar. Kadir gecesi geldiği zaman Allah (c.c) Cebrail’e
emreder. Süvari meleklerle yeryüzüne inerler. Elinde yeşil bir bayrak vardır,
onu Kabe’nin damına dikerler. Can alıcı güzelliğin monarklığı, is yapan telaş,
hiçsellik ve ulumalar ve ‘Sağapo/ Yeti ise esa’
‘Seni seviyorum/Çünkü sen sensin’ derdi. Derdi çünkü;
La ilahe illa Ente
Subhaneke İnni
Kuntû minez zalimin.
İslam donanması ve ordular kısa sürede, Hint’de İndüs
kıyısında, Çin’de Kanton limanında ve Büyük Yunanistan’daki Napoli’de görüldü.
Çünkü oruçlunun kuruyan dudakları, kıyamette iki gözünün arasında nur
olacaktır. O, Kur’an’da yer alan çok soyut ve çok genel postülaları ile ilim
gerçeklerine feyz veren İlm-i Ledün’dür. Ve günde 13 defa Rabbena Âtina duası
okur. Hz. Peygamber İbn Revaha’yı zekat toplamak üzere Hayber’e gönderdi dedi.
(Cassas, Ahkamu’l Kur’an, 1.507-508). Üzgü, kör yılan Tiber kırları, sönük ay,
öğle sıcağında kısık sesiyle öten kuşlar. Çınlayan ova, Muhammedî bir neşe
yayıyordu.
Muhammed’in Züheyr’in oğlu şair Kâab’a verdiği hırka gibi, değerliydi. Yusuf’un
gömleğinin kokusunu Mısır’dan duyan Yakup, Kenan kuyusundayken onu nasıl
göremezdi. Dervişlerden biri öyle yoksulduki evi Medine’nin iki kara taşlığı
arasındaydı. Yusuf sonra Mısır’a sultan olmuştu. Çöle kurularak deniz yolunu
gözleyen sfenksin gücü, minotaur böğürtüsü, deşilen sol böğrü. Ebu Davut’un
Sünen’inde, Beyhaki’nin Sünen-i Kebir’inde, Hakim’in Müstedrek’inde, Ümmi
Varaka’nın ev halkından söz edilir. Örülü saçları ay ışığında kuş kanadı gibi
parlar, sütunların devrilen gölgeleri arasında şahin başlı kanatlı adamlar,
kara mermerden iri kediler bir görünür bir kaybolur sonra leylak büklümleri
arasından kokular yayılırdı. Yaşamını iç içe yer alan sonsuz sayısız biçemde iç
içe yer alan sonsuz sayıda dairenin birbirinin içinde yer alan sonsuz sayıda
dairenin, birbirine olan göreliliği üzerine şaşırtıcı araştırmalar yapmaya
adamıştı Sonsuz sayıda iç içe yer alan sonsuz sayıda dairenin birbirine göre olan sonsuz göreceliliği üzerine
birbirine olan sonsuz sayıdaki konumunun birbiriyle oluşturduğu sonsuz
görecelilik üzerine şaşırtıcı bulgular elde etmeye adamıştı (Dizgi hatası).
Düğünler, toyraklar, monarklar, suda yankıyan öz, Ficar savaşı ve Muhammet,
çiğle kaplanmış otlar gibiydi. Issız yolda yürüyordum, ova yalnız ve
çırılçıplaktı, kuru bir ağacın, en uçtaki incecik dalında, tek bir kuş,
kıpırdamaksızın, hiç bir yere bakınmadan, öylece duruyordu, öylesine etkılenmiştim
ki Transilvanya Prensi Kont Drakula gibi kalakaldım. Pakistan’da Hunzalar
bölgesi insanları uzun yaşarmış, Jules Verne’in Keraban adlı öyküsünde Osmanlı
zamanında Avrupa yakasından Üsküdar’a geçmeyen biri, devletin yüklü bir vergi
istediğini görünce, inat bu ya bütün karadeniz kıyısını dolaşarak 3 yılda
Üsküdar’a geçmiş, Bulgaristan, Romanya. Rusya, Kafkasya'yı dolaşarak, işte buna
Keraban taktiği denir. İrani bir adam karşıma çıktı, can çekişen köstebek ve
tavşanları göstererek, iğdeler de ağlar, hayvanlarda öldürülür dedi. Öküz başlı
minotaursa, Narcissus suya, su onun gözlerine bakardı hayranlıkla dedi. Latince
‘Risus abundat in ore stultorum’ Gülmek aptalların ayrıcalığıdır. Matematikçi
Apollonius'un Konika adlı kitabı, Amarna krallarından Ay arlı firavun der ki,
sanki Uhuru (Klimanjora) zirvesine çıkmış gibi sevindi, Zişan Efendi çağırmış
gibi koştu, ki insan zamandır dedi. Ve Obsessif
kompulsif krizler, karanlık bir hırs, Seram adasının Masohi kenti, Aceh
eyaleti, Halmahera adası, O affeden, çok sevendir (Büruc14) . Din kardeşlerimiz
Uhud harbinde şehit düşünce Allah-ü Teala onların ruhlarını yeşil kuşlar
halinde yarattığı bir takım şekillere koydu. Şimdi onlar cennet ırmaklarına
varıp sulanırlar, cennet meyvelerinden yerler. Arşın gölgesinde asılı altın
kandillere konup rahat ederler.
Kaladan indirdiler
Kır ata bindirdiler
Üç günlük güvey iken
Yemen’e gönderdiler.
Diye ağlarlar
Ebu Hureyre, Kedicik Babası, kedi dostu idi. Bir gün kedinin
biri giysisinin üzerinde uyuyakaldığından, onu uyandırmamak için giysisini
kestiği söylenir.. İsa ise çamurdan kuş yapıp uçurmuş, anadan kör doğanların
gözlerini açmış, gökten sofra indirmiş, mezardaki ölüleri diriltip
kaldırmıştır. O ara uzayda parçacıkların tanrısı olan Higgs parçacığını bulduk,
gökteki Kış Üçgeni’ne benziyordu. Aracımız
1.4 güneş kütlesi olan Chandrasekhar sınırı aşılınca patlayan kütleler
gibi patlayıverdi. Kütle olmasaydı evren içinde parçacıkların ışık hızıyla sağa
sola uçuştuğu delicesine çalkantılı bir denizi andırırdı. Piramitsi, üçgensi,
prizmatik biçemler uzanıyordu önümüzde. Üçgensi yeşillik, piramitsi örüntüler,
prizmatik, konik nesneler, şeyler devasaydı ayrıca. Çamların altında küçük bir
kuş ürküp kaçmıştı. Alevler aç gözlülükle bedenini yalıyordu. Yeni açan ceviz
yapraklarına baktı, ne buruk ne esimli bir kokuydu yarabbim...
Ölümseyen bakışlarla, dizginlenemeyen, gem vurulamayan
duygularda var mıdır dedi, kül sesli insanların yurduna gelmiştik. Resul-i
Kibriya uzakta duruyordu. Talut’un yasak sudan içmeyen erleri vardı, tüfekyan
ve silahşöranlarla savaşıyorduk, biri Emirdağ Lahikası’nın 42. Sayfasındaki
gibi savaşın diye bağırdı, tepede bir kadın usdışı bir erotizm görüntüsüyle
dansediyordu. Savaşanların geride kalan küçücük çocukları, anasız babasız ölüp,
boşluğa karışıyorlardı, yanımdaki cenkçi onlarboşlukta sönük yıldızların olduğu
yerdedir biz göremeyiz, orada küçük kuşlar gibi kolları açık uçuyorlar ve
sonsuz bir düşte gibi uyuyorlar dedi. Ve sonsuza dek bizimle kalacak tek şeydir
ölüm dedi. Bu sıra Annabalı bir yiğit öne çıkarak haykırdı bizde arkasından
silsilelerle atladık.
Bir keçi damının içinde uyandım, başımda duran köylü bir dağ
gezintisine var mısın dedi. Prizmatik, piramitsi örüntünün ardındaki
yeşillikte, külsü düzlükte, kül sesli adamla, bir plazmanın içinde, bir atın
dizginleri elimde, üçgensi örüntü uzakta, konuşuyorduk gecenin içinde.
Gravürdeki dişi domuz bir çocuk öldürmüştü ve 1386’da Falais’te asıldı. Bir
adamı öldüren at 1389’da Dijon’da asıldı. Bir batında doğurduğu yedi yavruyu
beslemekte olan başka bir domuzda Savingy’de bir çocuğu öldürdüğü için idama
mahkum edilmiş, ama domuz yavruları suç ortaklıklarının kanıtı olmadığı
gerekçesiyle suçsuz sayılmışlardı. İris çiçeği gibi, bir Çin atlısı geldi, Paul
Celan’ın Ölüm Oluğu’ndan söz ettiler, müjdeleyen, muştulayan şeyler söylediler.
Köye gelen kör hasırcılar gibi, deniz ifriti, ya da piramitsi dingin
yeşilliklerin, kül sesli prizmatik örüntülerin bağ evi gibi. Barış için sorguç ve öküz kuyruğu
sallarlardı. İmparator ırmağı geçip batı yönüne gitti, Atlarını Hua dağının
eteklerine bıraktı ve bir daha binmedi. İnekler şeftali ormanlarının boş
sahalarına dağıldı, bir daha kullanılmadı. Arabalar ve zırhlı giysiler kana
bulaşmıştı, yeraltı odalarında saklandı, bir daha kullanılmadı, kalkan ve
mızraklar kaplan derisi ile sarıldı. Önderler derebeyi olarak atandılar.
Silahlar kılıflarına kondu. Bundan sonra tüm yeryüzü Wu Wang’ın silah
kullanmayacağını ve asla savaşmayacağını
öğrendi. Ekinlere bit ve kırmızı örümcek
kenesi dadandı. Taftazan’da dünyaya gelen Sa’d gibi.
Can çekişen, çiğli, çirişli otlar gibi. Galile, Taberiye
gölü, Kızılağaç ormanlarında küçük çulluk ve domuz avlardık. İran- Turan,
Kayrakan dağında, Gobi balığıyla, kör karidesin
ortak yaşarlığı gibi dosttular, yılan gözü gibi parlıyordu göl, güneşe
bakabilen tek kuş kartaldı, Mecdelli meryem Maria Magdelana’ydı. Ağaç perileri
vardı. Dudakların dişi bir keçi kanının akmış olduğu nazik ezik çiçeklerdir.
Kaplanların sevdiği yatağına aldığı kadınlar, at irisi ve arı gövdeliydi. Orada
tanrı sol topuğu üzerine oturmuş düşünüyordu. Dağ kekiğiyle kuşatılmış su
köpüğüydü. Antep’e Küçük Buhara derdi.
Havrani kürkü, çuha ferace ve elvan boğası renklerinde. Denizaltı mağaraları
Galile denizi Lut gölü Gor çukuru gözleri balık gözü gibi bakıyordu ‘Yengeç
dönencesinin birazcık kuzeyindeki kutsal Medine kentinde o gece ay görünmedi.
Sydney gribi gibi, uzayın hiçselliğinde
havlayan köpekler ağlayan kediler. Hz İsa’nın şakirtleri bir köpek ölüsünün
yanından geçiyorlardı şakirtin biri şöyle dedi: Köpek nekadar kötü kokuyor. İsa
şu cevabı verdi: Ne kadar beyaz dişleri var. Muhammed köpek için halis
siyahını, iki noktalısını öldürmeye bakın çünkü o şeytandır dedi. Boşnak
tüfekçilerle Fas çayı kaynatıp içerdik
Kötü zamanda fasık ve dinsiz olanlar saygılık görürdü, gıybet ve bühtan
çoğalmıştı. Güneş batıdan doğuyordu, Mehdi zuhur etmişti, Dabbetü’l arz adında
bir hayvan yeryüzüne gelmişti, Ye’cüc Me’cüc çıkmıştı, doğu batı ve
Arabistan’da üç bölge yere batmıştı. Kabe yıkıldı. İnsanlar kafir olup Kur’an,
mushafların sayfasından ve insanların kalplerinden silindi. Songün geldi.
Ashab-ı Kehf mağara arkadaşları demektir. Kehf suresinde anlatılır Bir takım
gençler devrin inkarcı kralı Dikyanus’un zulmünden bir mağaraya sığınacak
Kıtmir adlı köpekleriyle orada 309 yıl kalacaktır. Yalancı peygamberlerin
yalancılıkları onları daha zor duruma düşürür Müseyleme’nin tek gözlü birinin
gözü açılsın diye gösterdiği gayret sonucu adamın iki gözününde kör olması
gibi. Kinâne kabilesinin Arap’ı gibi. Ben Gıfar’dan bir kişiyim dedi. İlk
Hicret Bi’set’in (peygamberliğin 5. Yılında bir ağaç kovuğunda canı alınan
Zekeriya gibi. Muhammedin Mute savaşı. Suraka geldiği yerden geri döndü.
Zehirleniriz diye Acve hurması yedik Asyut’ta (Mısır) doğdu. Nahle vadisine
geldik. Tanrının sol topuğunu kaldırırsın, göreceksin ki taş kırıktır. Kumrular
adamıştık. Kalp rikkati kalmamıştı ve aramızda dünya sözleri geçti. Cabir (R.A)
anlatıyor
Zâtu’r-Rikâ savaşı
olduğu gün Rasulullah (s.a) ile birlikte idik. Gölgeli bir ağacın yanına
geldiğimizde onu Rasulullah’a (s.a)
bırakırdık.(Burada da öyle yaptık) Derken müşriklerden bir adam çıkageldi.
Rasulullah’ın (s.a) kılıcı ağaçta asılı idi.. (Hemen Hz. Peygamber’in (s.a)
kılıcını alarak) kınından çekti ve Rasulullah’a (s.a) ‘Benden korkuyor musun?
Dedi Rasulullah (s.a) -Hayır cevabını verdi Müşrik
-Şimdi seni benden kim koruyabilir dedi, Efendimiz ‘Allah’
buyurdu Ebû Bekr el İsmail’in Sahih’inde rivayet ettiği hadiste Müşrik :Seni
benden kim koruyabilir demiş Peygamberimiz (s.a) Allah demiş. Ravi diyorki: Bunun
üzerine hemen elinden kılıç düştü. Bunun üzerine Rasülullah kılıcı aldı ve -
Şimdi seni benden kim koruyabilir dedi Müşrik’de ’Yakalayanın hayırlısı ol'
dedi. Tan yerlerinin sülbü ve sası çiçekler gibi. Öyle bir rüya görmüştü ki gökyüzünün nur
serpen aydın ayı süzülüp kendi üzerine inmiş ve onu ışık ışık parlatmıştı.
Rüyasını zevcine anlatınca Sekrân şöyle demişti
-Ya Sevde! Şayet rüyan sadık ise. Ben yakında öleceğim sen de benim
vefatımdan sonra evlenecekin. İşte o an Sevde’nin gönlü acılarla dolmuş,
gözlerinden şebnem katresi yaşlar akmıştı. Kısa bir zaman sonra Sekran öldü. Ve
gündüzler ve geceler sonra Allahın Sevgilisi
ol zaman ve mekanın ve bütün mahlukatın peygamberi ona talip oldu Sevde
Hazretleri, gökten ayın kendi üzerine inmesinin manasını şimdi daha iyi anlamış
oldu. Işığın altında tatlı bir ömür sürdü . Takvâ ve verâ sahibi idi ömür ırmağını kevserleştirip Cennet
gölüne akıtmasını bildi. Mekke kumları üzerinde Habbab’a işkence görevi Siba
İbn-i Abdilüzza ve kabilesine düşmüştü.
Su vermez ve çıplak gövdesine demir zırhlar giydirirlerdi. Başını kızgın demirle dağlamaya başladı.
Dağlamanın verdiği acılardan baş ağrılarını unutmuş oluyordu. Habeşistan ve
Urbanistan’a gitti. Matese gezegenini gezdi. Atalarımız ökaryotlarla,
kuzenlerimiz bitki, hayvan ve mantarlarla dolaştı. Seni atının kuyruğuna bağlayacağım, güneş
Sulieyka tepelerinin, arkasından kayboluncaya kadar seninle ormanlarda dörtnala
dolaşacağım, Kanatlı at, Maya tekerleği, kesilmiş su, göçer kent ve dört köşeli
üçgen gibi. Tepeyi aşınca çölde bir tavus çıktı karşılarına. Tavus konuşuyordu
çölde bir tavus, o an anlaşıldı ki konuşmak insana özgü bir şey değildi.
Selefkoslara doğru yürüdüğümde paramızda Erbil’deki profilim vardı. Otrar’dan
Curcan’a kadar gittik, sonra Urfa yakınlarındaki Edessa’ya geldik, Zengîlerin
egemen olduğu yerdi burası, Hipparion’un ansızın ata dönüşmesi gibi garipti
herşey, Hintli Kahraman, gökte Herkül gibi süper kümeler görünüyordu.
Hyksosların hükümdarlığı zamanında başkent
Avaris’ti. Bin x sıfır başka sıfır x bin başka. Bir zamanlar Bizans’ta bile
eşkiyalar türemiş. Kozmonot Mars’ta öldü mezarı ordadır. Önümüzde. Arkamızda ,
üstümüzde ve altımızda olan şeyin en yakın hali üstümüzdeki, sonra önümüzde
sonra altımızda sonra arkamızdakidir
dedi. Umru dalları. Somali’de kızlara İstanbul adı verilirdi, İstanbul’da bir
incir ağacınada Yavuz Sultan Selim adı verilmişti. Fırat vadisindeki Bandola
ovası yakınlarında tutsak düşer önce Moskova’ya sonra kuzeydeki Vetluga
kasabasına götürürler Kim’dir adı. İslam, kız çocuğunu hurma ağacına asıp ok
talimi yapan vahşi Arap’ı insanileştirdi. Valsler, polkalar, galoplar,
kadriller besteledi Strauss, Tunus gülü koklardı yel gibi giden iki Fas
kısrağının üzerinde. Bir Yehova oğlu
gibi kavgada ‘Samson seçimine’ geldi
dayandı iş, yani eğer beni öldürürsen sende öleceksin ve cehenneme birlikte
gideriz oyunu. Bu üç ülke arasında (Benelüx gibi) geçmişteki Delos Birliği
öyküsünde olduğu gibi para, ortak birikimler bir para küpünde toplanıyor
giderler oradan karşılanıyordu. Plevne’nin sonu ise şöyle oldu: 1879’da bir
Bristol gazetesinde şu haber çıktı: ’30 ton insan kemiği Plevne’den Bristol
Limanı’na getirilmiştir.’ Ufacık bir Balkan kasabasını ele geçirmek için
hayatlarını verenler, İngiliz topraklarını gübrelemekte kullanılıyordu. Maveraünnehirden
gelen Kapisa Kiyonitleri Bamyan’a
göçettiler. Heftalitlerin geçişinden sonra Baktriyadan, Pencab’a kadar barış
geldi ki, yılan gibi kıvrılan yol Taganroglu Anton Pavloviç’in ölümünü
duyuruyordu. Ve öyle iştahla silip süpürüyorduki adam önündeki eti bir an köpek
görüyorum sandım. Bütün bunlar geçip giden anın sölpük tutkusu. Kenan ilinin
keçi çobanları veya Roma’da geceleri uykusuz köleler arayan Agrippina gibi
gözümü uyku tutmuyordu.
‘Şimdi yokuş çıkıyorum
Ama bunu herkes söyler.’
Sezar tam bir katışıksız tam bir kreoldu dedi yalan dedim
bütün insan saf yada melezdir yanı, Kenan ilinin keçi çobanları gibi yani.
Pinar ağacının gölgesinde dedi, berkliydi, ipekten, isfandan, iskalarya, ispenç
ve isfendiyari, ebabil kanadından hızlıdır Ebrehe kinli biri. Gallipoli
sesleri. Bulamaç yer, Öklit sarmısağı dikerdi.Var mı bu dünyada avazat kuşu, yok mu bu kuşu.Sıktı,
Sıtkı, bitti. Köy yeşildi dedi. Son bir soluk verdi. .Zambak özlemli çocuktu,
tepişir gibi sevişirdi. Sümbüllü derelerde. Evdemonist türküler. Telgraf çiçeği
ve Merkep köprüsü teoremini bilir. Trake solunumu kurbağa, bu denizde bir
zamanlar Bakha’ların dansettiğine inanılır, uzayın derinliklerinde çatırdayan
kalkanlar, sığırların gözyaşlarını içen böcekler, kedi pençesi, gündüzleri Hz.
İbrahim’in çadırından sızan hafif ışık, şafakta bilmediği bir şeyi arayarak
yürüyen biri, kuşun alev süslü tüyleri süzülür aşağı diyen Stevens, Tebeşir
türküleridir, Eflatun’un cini,
‘Yirmi karlı dağın arasında
Kıpırdanan tek şey
gözüydü karakuşun.’
Ve...
‘Rüzgar kanatlarını unuttu
yaz yılanlarını sakladı
tıkandım tüm sonuçlanacak
tınılara
yine yankılanır gölgen ormanlarda
eylül yorgun kavim
her iz seste
aralanıyor yıld ızlarda’
Filizlen filizlen ey ilkel yürek ahşap yol güneş. Soğuktan
kaskatı kesilmek üzereyken eve ulaşıp,
yatan bedenlerle tıklım tıklım dolu olan odada, iki kişi arasındaki hendeğe çırılçıplak uzanır. Evin sahibi lambayı söndürünce, karşı
duvardaki rafta, Beyaz Leydisi’nin imgesini görür..Bir titreyip bir yanarak
uyumaya çalışır. Tam o anda, uzaktan küçücük görünen Beyaz Gül raftan inmeye
başlar ve yanına yaklaştıkça canlanır. Siyah Adam öldüğünü sezer. Utanç içinde
yattığı yerde çivilenmişken Bakirenin adını seslenerek yanına diz çöküşünü
izler. Bakire onun, BeyazAdamı öldürdüğü elini tutup öper. Çocuğuna kıyılmasına
dayanamayarak ağlaya ağlaya mermere, balmumuna, tahtaya, fildişine dönüşen
Bakirenin öç almak için, onu öldürmesine yardım ettiğini öğrenir. Bakire
Tristan’ı ödüllendirmek ister ve yanına
uzanır; kendi üstündeki giysileri çıkarması konusunda adamı zorlar.’ Bizans’a
Azep askerleriyle Fener tarafından saldırdık. San Romano kapısından Urban
ateşiyle içeri daldık, onlarda Grejuva ateşiyle karşılık veriyorlardı. Adada
aslanlar, kara tüylü tavuklar yün giyiyorlar, balıkların kanatları, kuşların
pulları var, taşlar yüzüyor, tahta batıyor, kelebekler geceleri büyüleyici bir
güzelliğe bürünüyor, sular içildiğinde başdöndürüyor, bir keklikle bir keçi alt
alta üst üste oynaşıyor.
Curcan’da,
tuzlu Ceiba ve Hülagü oğlu İlhan bir şiir söyledi, İlhanlı imparatoru ve tüm
bunlar sütleğene övgüdür dedi.
Bir
balık gördüm gök içinde, izliyor, bir soprano çınlatıyor cehennemi, balığın
ağzı açılıp kapanıyor, balık ışık yılı, balık beyaz, gümüşlü, bir şiir
değişkesi gibi. Çekirgeler, ateş üfleyen bir ejderha, berbat bir hava, fırtına
ve rüzgar, iri , ceviz büyüklüğünde dolu, pusatlı insanlar, kurt sürüleri ve
işte deprem... Her gün bir tabak yumuşak mamut eti ve uzun azı dişli kaplan
ciğeri, az miktarda fok yağı, bizon beyni ve kemik iliği, kucak dolusu lifli
yabanıl sebze, türlü yemiş ve buruk tatda meyve, ama ekmek ve tahıl yok.
‘Sticklgruber’
-Hitler’in asıl adı. Çarmıha gerilmişcesine uçan ilk yarasaların dışında
kimseyi görmedim, bir keçi tutuyordu boynuzundan. Ölüyordum, deniz gökyüzü,
dağ, adalar yanaştı ve iyice abandılar üzerine, sonra güçlü bir kasılmayla
uzayın en uzak sınırlarına çekildiler. Boğaziçi’nin en dar yeri olan Asomaton
(Bebek) köyünde Rumeli Hisarını yaptırmıştı
13. Yüzyılın Selçuklu Konya’sı, Renaissance’ınbeşiği olarak karşımıza
çıkmıştır. Varoluşçuluk’un Herakleitos’dan sonraki ilk ve gerçek temsilcisi
1200’lerin ortalarındaki Anadolu’nun Mevlana’sıdır. Yüzyılın başında Gabriel
Marcel’in ‘sen, ben’in kanrşısında oturan ben’dir’ şeklindeki motto’yu ortaya koymasından sekizyüzyıl
kadar önce, Mevlana, ‘benimle senin arannda ne ben ne de sen vardır’ demiştir..
Sufi kimdir, Fatih şarap içer miydi, Hançer-i Dahhak nedir, Başta at nalı
taşıyan rakip midir, çengel çiçeği, baba ve oğul arasında iki mektup mudur,
çılgın aşıklar ve serhatler , Galata, sultanlara kafa tutan şairler, at ayağına
serilen kumaşlar, kağıt sunanlar, başta ateş yakanlar, bayram ve bayram ertesi,
hat geldi!.. Kanuni’nin emriyle idam
edilen oğlu Şehzade Beyazıt. Kuran Mekke’de inmiş, Kahire”de okunmuş, İstanbul’da
yazılmıştır. Şimdi Dulkadiroğulları denilen Türkmenlerde kadınların erkekler
kadar yiğit savaştığını, böyle 30.000 kadın savaşcı olduğunu söylüyorlar.
Dulkadiroğlu demek anası savaşta ölmüş
yetim Kadir demektir. Sertrandon , Halep civarında sekiz atlı Türkmenle
karşılaşıyor, bunlardan biri kadın ve bir kalkan taşıyor. Bizantik, Tekfur
sarayı ve Artukoğulları. Grieg’in Solveig’in Şarkısı’nı söylemeye başladı. Dil ve iletişim dört bileşenden oluşur, bu
dört bileşen şunlardır: Sözcük Bilgisi,
Gramer, Prozodi ve Kinesis. Anadoluda keçi güdenler ve deniz kozalağı. Beyaz giysiler içindeki bir piskopos,
harabeye dönmüş antik kentin içinden geçerek üzerinde haç olan bir tepeye
vardı. Haçın önünde diz çöktü. Bu sırada askerler, oklarıyla ve ateşli silahlarıyla
piskoposu öldürdü. Arap keçi gözü gibi deli incirlerin sırıttığı yoldan , kente girdik ve insan
ölümsüzlüğü değil bir zamanlar ölümü aradı ve onu buldu. Yaşamdaki en büyük tansık
ölümdür. Allahım, kalbime bir nur ver.,
önüme, arkama, sağıma ve soluma bir nur ver. Üstüme ve altıma, sağıma ve soluma
bir nur ver. Kulağıma, gözüme, etime ve derime bir nur ver. Kanıma ve
kemiklerime bir nur koy. Madde bir bulutun
bulutunun bulutunun bulutunun bulutunun bulutu gibi bir şey dedi.
Bing bang dan önce ne oldu, insan bu soruyu, Kuzey kutbunun
kuzeyinde ne vardır sorusuna benzetiyor. Tuhaf bir İnka kuşu gibi. Hermon
dağından geçerken yılan kuşları sardı çevremizi , renkcil, çağırtı, böğürmeler,
çanak yapraklar., yüz milyon yıl önceki Gondwana kıtası ve Protestanların I960’da Protestan Oranga tarikatı lideri olan
William’ın Katolik kral II James’in ordularını yendiği Boyne savaşının
yıldönümünde, kum zambağı, orada kral Antiochos’un tanrıyla el sıkıştığı anın
işareti aslanlı horoskobu dahi
görmüştük. Başkırtca, Kırgızca, Yakutca, Kazanca ve Altayca gibi Özbekce diller
Gün ağarırken., Firavun öyküleriyle, dağlarda yaşayan cüceleri anlattı. Gökleri ateşe veriyor, insanları toprakta
yetiştiriyorduk.. Boşluğa övgü, hiç ve eros dedi. Babil ırmağı kıyısında Sion’u anıp ağladık
Katagülli, kadrajlı dom!. Kızıl ağaç ormanı. Nostromo... Tukan yıldızı, Rigel
yıldızı, yeşil saçıntı, Boğadaki El Nath
yıldızı... Sığır keneleri, yeleleri rüzgarda dalgalanan Korsika atları. İris çiçeği.
Denizler firavunu, nemrutu..
“Zifiri karanlıkta
Kurbağanın ağzından
Çıkıyor ay”
Atina’da Altis korusunda yapılan olimpiyatlar, tanrının
hızıyla koşan Rodoslu Leonidas gibi. İris ki ölülerin çiçeğiydi. Judea dağının
karları gibi beyaz bir yüzü vardı
Robotlar balığı, balık maymunu, maymun seni, sen robotu yarattın, efendi
benim artık, her yaratılan yaratanın efendisi olmuyor mu sen hayvansın güç erk
bende artık. Bundan sonrası mı bende o’nu tanrıyı yaratacağım ve o hepimizin
efendisi olacak. Osmanlıda piyaleyken
piyadeyken bile Copland’ı dinlerdi. Grieg’in Ağıtsal Melodisi ve Bartok
Efendinin divertimentosunu dinlerdi ama gariptir Zenofobisi vardı, uysal
Leandro, savaşcı gezgin Odysseus ile sonsuzluk antlaşmasının giyitlenmesi
felsefe, düzlem, cisim, algı biçemi
soyut emek, yaşamak gibi bir
takım zırvalar söyledi, derinlerdeki boş mavilikten bir uçan daire onu gelip
aldığında, otantik düşün bunda katkısının ne çok olduğunu düşündü yekpare
plakalar ve Solaris gibi. Öyle ki Hipokrat’ın mezarının üzerinde arılar yuva
yapmıştı ve ürettikleri balda çocuklardaki pamukçuk hastalığına iyi
geliyordu. Karanlıkta 400 parça
gemileriyle limana yaklaşıyorlar, limandaki dünya ölüm uykusunda, nöbetçiler
hayal gördüklerini sanıyorlar ve liman ateşe veriliyor..Ukaz panayırı. Mısır
koçanı, kundağı, kapçığı . Omurgalılarda
C değeri olarak bilinen genom boyutu, Foto galvaniz, parabolik oluklu santral,
yakıt peteği, ay ağırlığında kondritlerden oluşan ek kaplamalar, kantonlar,
Kelt destanlarında ve büyük Frederik’in
saklandığı mağarada Muhammed’inki gibi örümceğin ağ ördüğü yazılıdır,
Muhammed görünmeyen bir tepeden iner gibi garip ve önemli bir yürüyüşü vardı,
bir uzak doğu pagodasında tapınırdık, Netanya’da, Ürdün gölü kenarında
otururduk. Sıkıcı bir öğle üzerinde ne tür bir ölüm hangi renkte gözyaşıdöküyordu
acaba, Sevit (hobi) leri var mıydı,
incir ağaçlarının dibinde cinler, kara dutun dibinde eşek arıları yaşardı,
Pribilof adaları vardı, kilise kulelerinin haçlarına konmuş kuşlar Villon’un Asılmışların Baladı’nı okur gibi..
‘Körbilim boş toprakları sürer
Çılgın inanç kendi tapınağının düşünde yaşar
yeni bir tanrı yalnızca bir sözcüktür.
İnanma da, arama da; herşey saklıdır’ (Alvaro de Campos)
Janist rahip diyor ki:
‘Bu
vücutların içinde ne işimiz var
Belki de içlerinde yolculuk ediyoruz'
Kendine özgü Kantemir notası yarattı. Ben Marco Polo, Alamut yani Akbaba yuvası denilen yeri
gözlerimle gördüm. Piranhalar takımı gelincede savaşı kazandık.. Asaf Cemil’in
Düş Tutanaklar’ını yazarken mistik bir süreç içinden geçtiği söylenebilir mi?
Bu soruyu onu daha iyi tanımamın yanı sıra, roman ile profan aydınlanma, daha
açık bir deyişle hidayete erme arasındaki ilişkiyi irdeleyebilmek için soruyorum. Anemas zindanı nerede, uzayda uçan kuşların
varlığı. Dünyadaki tekçil-monist düşünce
yapısı, Antartika’daki Vostok gölü Omega, Erboğa, Küresel Yıldız Kümesi, Balık kemiğinden korsesini çıkaran koyunlar
harabelerden geçerek aşağıya indiler koyun harabelerden geçerek sürüye
karıştı.. Kraliçe Puduheba. Tanrıça Kibele tüccar karısı Lamassi, Karya
kraliçesi Ada. İlk kadın tarihçi Anna
Komnena Karya ve kalinikhta, Eski Mısır’da İbis tanrıların habercisi Hermes’i
simgeleyen kutsal kuş Golgatam, kafa kemiğimi, solsuz solfej, Medine’deki
meçhul mezar, mezarsız yalvaç, çarmıh kanadını açmış kuş İbis? 13. Yüzşyılda
Artukoğulları sarayında Cezari adlı bir mühendisin yaptığı otomat insanlara
ibrikle su, havlu ve tarak sunardı, Dekabrist ruhum söylüyor bunları, sifilis
hastası ruhum. Karadelik güneş sisteminin içinden geçse bile tüm gezegenlerin
yörüngesini değiştiriyor, böyle bir durumda dünyamız ya elips bir yörüngeye
çekilerek şiddetli iklim değişiklikleri yaşayabilir, ya da güneş sisteminden
kovularak uzayın dondurucu boşluğunda yitip gider, yani dünyamız ölür.. Et
yerken bazen kendimi köpek gibi hissediyorum dedim , arkadaşım şüphesiz yüzü
insana benzeyen biricik hayvan köpektir ve yalnızca onların yüzlerinde keder
sevinç ve sıkıntının pırıltıları, iz ve esinlerini görebilrsiniz, bu başka hiç
bir hayvanda yoktur dedi. Sirte körfezi, hologram, doğurgan olmayan dölevi
akıntısı, Kız kulesinin antik çağdaki adı Damialis yani Dana yavrusu demekmiş
ve Mercidabık.
Salamis harabeleri, Riminili katır tüccarları, ahiret
argonot, üç köstek taşı nedir bilen var mı, Angloma nedir ki. ‘Kasırgalar iblisin salladığı orak’
gibi, Gut hastalığı yani Nikris yani
damla hastalığından öldü, ölümüne doğru
Hubyar Kadınla görüştü, Samur ve Amber devriydi. hidivlik verdiler.. Wilson’un Yalnızlık Çağı dediği, Parnassos dağında dedi. İçinde triptofan
bulunan yiyecekler yer ve kendini hep iyi hissederdi. Zagros dağları adını
verdiği. Öyle sevilen bir politikacı halkın özlemlerine yanıt verebilen
biriydiki cenazesinde kalabalık arasında
biri hiç unutmam ‘İnsan!.. güle güle...’ diye haykırmıştı. ‘Akan suda ikinci kez yıkanabilmişti Eflatun’
Dağlarca dedi. Garip bir bilim adamıydı, atom bombası atılırsa, atmosferin
tutuşabileceğini söylüyordu.
Örümceğimsilerden migallerde trake bulunmaz. Merİh’lilerin ağaç yazıları gibi
Tiberius Capri adasınada öyle çok köleyi uçurumdan aşağılara attırıp ölümüne
yol açmış ki, kemikler yığılarak siyah bir kayalığın oluşmasına neden olmuşlar
ve Curzio Malaparte o kara kayalıkların üzerine sayfiye evi yaptırasıymış, yani
kölelerin kemikleri uzerinde oturuyormuş Malaparte..
Anghiari Savaşı adlı duvar resmi yarım kalan, da Vinci gibi,
kitap bastırmak zordur, bir keresinde yayıncıya Tevratın fotokopisini götürdüm,
ilk 150 sayfa fena dğil, tuttum ama adını Kızıl Deniz Haydutları olarak
değiştirirsen basım için 3 yıl sonraya gün verebilirim dedi, Eco söyledi
bunu.Napolyon’un 1798’de Mısır’ı işgalinde mermiler boşa harcanmasın diye
ülkelerinin işgaline karşı direnen Mısırlıların ensesine basarak Nil Irmağında
boğuşları. İngilizceye en yakın Hollanda ve Almanya kıyılarında konuşulan üç
Frizye dili içinde tehlike çanları çalıyor.
Nietzche Sifilis hastasıyken genç bir eros kapısını çalar elinde iris
çiçekleri, Sahaf’ın keçisi yanındadır, venüs çiçeği gibi Perseus, kötü niyetli kral Polydectes
tarafından Gorgonlardan biri olan yılan saçlı Medusa’nın başını kesmekle
görevlendirilir. Bu hiçte kolay bir iş değildir, Medusa’nnı görünüşü o kadar
korkunçtur ki ona bakanlar anında taşa dönüşür. Bunu bilen Perseus tanrılardan
yardım ister, Athena ona görünmez olmasını sağlayan bir kask verir ve
Medusa’nın yalnızca gölgesine bakması için uyarır. Haberci Merkür’de ona kanatlı ayakkabılarını
ve sihirli kılıcını verir. Perseus,
Medusa’yı uykusunda yakalar ve kılıcıyla başını koparır. Görevi bitip geri dönen Perseus, prenses
Andromeda'nın çığlıklarını duyar. Deniz canavarı prensesi bağlamıştır ve yemeye
hazırlanmaktadır. Prenses çantasından Medusa’nın başını çıkarır ona bakan deniz
canavarı anında taşa dönüşür. Perseus prensesi kurtarır Perseus ve Andromeda
birbirine aşık olurlar. Kahraman Perseus’un başını kestiği Medusa hala
gökyüzünden bize göz kırpar...
Davut, Fırat yakınındaki Hamat’ta Tsoba kralı Hadarezar’ı
yenilgiye uğrattığında 1000 cenk arabası ve 700 atlıyı tutsak etmişti ve
yürümesinler diye ayaklarnı kırdırmıştı. Harun Reşit oğlunun düğününde yağmur
gibi inciler serpmiş tüm davetlilere birer misk topu dağıtmıştı ki armağanlar
ayrıdır.
Doğada eriyen plastik üretecek bitkiler vardı, maymunlar
düşünmeyi düşünebilselerdi değişebilirlerdi, parçacıklara kütle kazandırdığı
söylenen Higgs bozonunun peşindeydi, en çok dikkatimi çeken şey kapının önüne
tüneyen kuğu olmuştu.
‘Quo vadıs, domine?’
Nereye gidiyorsunuz, efendimiz?..
Keçi memesini andıran bir tepenin üzerindeki, ufak bir
mavilikten bir yıldız çıkar. Osmanlı Ahılkelek kalesini alınca savaşı
kazandığını sanır. Ahılkelek kalesini alınca savaşı kazandığını sananlar gibi
Hangi kral Akitonyalı Eleanor’la evlenmiştir? Henry II,
Arabistan çiçeği, Horgörü Bedevilerin ‘Çöl gemisi’ dediği develerimizin
üzerine, diril gece indi ve gölgeleri örtündüler, avunç büyüleyici kırlarda,
yorgun çiçekler bürümüş. Diğer mimari ilginçlikte alınlıkta yer alan üç küçük
kapının ilahi bir olay için kullanılmış olması. Bu kapılar yılda bir kez
kutlanan İsiteria Bayramı’nda “Epiphanie” olarak adlandırılan ve “tanrının
kendini göstermesi, varlığını kanıtlaması” olarak yorumlanan olayın sembolik olarak yinelenmesi amacıyla
kullanılıyordu. Magnesia Artemis’ gece tanrıçasıydı. Dolunaylarda Artemis Tapınağı’nın
tam karşısına, alınlık, orta kapı ve Artemis heykeli ile bir doğru oluşturacak
şekilde ve belli bir açıyla geliyordu. Bu dolunaylarda altın kaplama heykel, ay
ışığı ile aniden aydınlanarak, kendisini tapınağın dışında bekleyenlere
gösteriyor, bu olayda izleyenler açısından gerçek bir ‘epiphanie’ olarak
algılanıyordu.
Bekir’in babası Ebu Kuhafe, annesi Ümmü’l Hayr Selma binti
Sahr’dır. Dölleyerek çiçek açımlarını uçuyordu arılar, Saturnus çağındaki
yaşlılar gibiydik. Uranus’un oğlu gibi görkemliydi,. Yaşam ve ölüm sağrağını
sundu ona, ay İris yayı gibi yükseldi başlarımızın üzerinde, İris’in sessiz
yayı (gökkuşağıydı)
Anahtar deliğinden giren bir Arap atı, Suları,
vadileri doyuran Türk ırmağı, kana kılıç suyu derdi. 16. Louis Varennes
yakınlarında ele geçtiğinde üzerindeki paranın resminden kendisini tanımış ve
yakayı ele vermişti, kendisi için bastırılan paradaki resimden tanıyıp
yakalamışlardı. Gorgonlar diye bir şeyden söz ediyordu. 8. Yüzyılda Tang
Hanedanı döneminde cırcır böceği olarak yaşamış bir Japondan söz ediyor ve 17.
Yuzyılda Çin’de yaşayıp ruhu 30 ayrı isme bölünen Şitao’dan sözediyordu.,
Şitao’nun Portekiz’deki reenkarnasyonuda
Pessoa’ydı.
Talut ve iman edenler ırmağı geçti ama Calut askerlerine
karşı koyacak güçleri kalmadı.. Trianglum yıldızı Güneş kızdönümüne girdi. İnsan, Kant’ın
yaklaşımı uyarınca, öz istencinin
nedenselliğini sadece özgürlük
idesinde aramalıdır, çünkü özgürlük duyular dünyasının belli
nedenselliklerinden bağımsızlıktır. Bu yüzden özgürlük idesi ile özerklik
kavramı ayrılmaz bir biçimde birbirine bağlıdır. Özerklik kavramı ise akıllı
varlıkların eylemlerinin temelini
oluşturan ahlaksallığın genel ilkesi ile bağlantılıdır. Kant, ulamsal bir
buyrum nasıl olanaklıdır? Sorusu bağlamında özerklik (otonomi) ve bağımlılık
(heteronomi) kavramlarını açımlar ve şu saptamaları yapar. Akıllı varlık,
kavrayış dünyasına girer, onun kavrayış dünyasına girmesini sağlayan nedenler
bütünü, ya da nedensellik ‘istenç’ dir. Etiyopya ile Hindistan’ı hep birbirine
karıştırdık. Xeroderma Pigmentosum sayrılığından muzdarip yani güneş ışığına çıkınca deride
derin yaralar oluşuyor. Hindistan ve
Srinagar, helezonik gizlem, halk sözcüleri, uzayın %99unu kapsayan karanlık
bölge. ‘Emir erlerinin tarihi bu güne
kadar neden yazılmamıştır anlayamam. Yazılmış olsaydı, Toledo kuşatması
sırasında açlıktan gözü dönen Almavira dükünün, emir eri Fernando’yu açlıktan
nasıl hapur hupur yediğini öğrenmiş olurduk. Dük hazretleri, anılarında, emir
erinin yumuşak, körpe etinin tavuk etiyle, eşek eti arasında bir tadı olduğunu
anlatır.’ ‘1890’lı yıllar, Avrupa, Strauss ve Schönberg’in yeni ritm ve ses
renkleriyle tanışıyordu. Zola gerçekçilik akımını, Dostoyevski Slav
demonizmini, Rimbaud lirik söz sanatının ince örneklerini göstermişti. Nietzche
felsefede devrim yaratmıştı. Klasik, süslü mimarlık, yerini işlevsel üsluba
bırakmak üzereydi. O dönem yazın sanatının eleştirmenleri, her türlü yeniliği,
bir kargaşalık, bir gerileme olarak algılıyordu. Bir sanatçının ün salması
için, orta kuşak tarafından denenmiş olması gerekiyordu. Bugüne benzeyen
keskin, hiyerarşik bir ilişki vardı. Öte yanda gençler, Gerhart Hauptmann
otuzunda Alman sahnelerinde söz sahibi olmuştu. Rilke 23 yaşındaydı ve
arkalarından başkalarınıda sürüklemişti.. Kaşla göz arasında ‘Genç Viyana’
grubu ortaya çıkmıştı. Ancak Hofmannsthal, tam bir fenomen olarak, o kuşağın
güçlü tutkularını dile getirmekle kalmamış, 16 yaşında bir genç için büyük bir
edebiyat olgunluğuna ulaşmıştı. Bu sanat hayatında süregelen usta-çırak
ilişkisinin o kasvetli, uzun yolculuğuna tuhaf bir karşı yanıttır
Hofmannsthal’in yaratımı. Loris takma adıyla gönderdiği şiirler, dergi
editörleri tarafından usta bir şairin yeni bir üslubu olsa gerek, diye
yorumlanırken, karşılarına, sıska, soluk benizli, ince sesli, bir erkek çocuğu
çıkmıştı. Barba Vasili paltosuna girdi uyudu. Pelion dağı, Fars dünyası, Meotis
gölü (Azak denizi), rüya tanrıçası Serapis, Vitzliputzli (Meksika tanrısı)
Talokan’da, Hint Kerala’sında , şiir umarsız Penolope’dir. Emanuel von Froben;
Büyük Seçmen Prens Friedrich Wilhelm’in ahır yöneticisidir. 1675’te Fehrbellin
savaşında kendi atını prensin atıyla değiştirerek efendisinin yaşamını
kurtarmış ancak kendisi yaşamını yitirmiştir.. Lizbon’a Lizboa diyorlar. Vasco
de Gama’nın Mekke’den dönen Hintli hacı dolu bir gemiyi içindekilerle birlikte
yaktığından sözediliyor.. 17. Yüzyılda bir rahip, denizin yuttuğu yüzlerce
Portekizliyi kastederek, ‘Tanrı Portekizlilere küçük bir ülke verdi ama,
dünyayıda onlara mezar etti demiş.. Portekiz’in en meşhur şairlerinden Sa de
Miranda’da ‘bir kimyon kokusu için halkını yitiren krallık’ diyor Portekiz
için. Keltler, Fenikeliler, Vandallar, Kartacalılar, Romalılar, Yunanlılar,
Gotlar, Moritanyalılar, hepsi gelip geçmiş o sahillerden. İber yarımadasında
beş yüzyıl kalan Müslümanlar balkonda o
kadar eğlenememişler, 1147’de Portekiz’in ilk kralı Alfonso Henriques’in
İngiliz, Alman, Fransız ve Flaman haçlı birliklerinin desteğiyle Lizbon’un
tepesindeki kaleye bayrağını çekince, çekilip gitmek zorunda kalmışlar.. İkinci
Dünya Savaşında, Hitler’in Alman general Rommel’i zehirlettiği söyleniyor
Portekiz’deki ormanlık ve yeşillik Cabo da Roca’da, 140 metre yükseklikteki
bir kaya üzerine çıktığınızda, hava açıksa Newyork’un bile görülebildiği
biliniyor. Portekiz’de yerli halkın kökü İberyalı’lardır.Selahattin’in
iskeletleri, ardıçların tepelerinde ölüyor-ötüyor av borularının boğuk sesi. El
Greco ya da Toledo’nun gizi. Bulut allahsı dumanlar Isfahan ki dünyanın yarısı,
Buhara ki yasaklı kenttir. Olanaklarım arttıkça, yapabileceklerim, arzularım
yavaşlıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder