24 Mart 2019 Pazar

TRUVA ASTEROİDİ

                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                   
Jüpiter gezegeninin yanında, Truva asteroidi var. Nedeni şuymuş; bundan 3000 yıl önce Akhalar ve Truvalılar savaşa tutuştu biliyorsunuz, savaşın nedeni göz alan Truva ekonomisiyle, Dardanel boğazının denetimini ta Hellespont'a dek ele geçiren İlionluların bu yükselişi ve inişe geçen diğer Helen birliklerinin, bir çözüm bulmak amacıyla savaş yöntemine başvurmaları ve saldırıya uğrayanın eni sonu kaydeden taraf olacağı kuralınca, Truva'nın tarih sahnesinden silinmesiydi.
Ama bilinen sonucun tam öyle olmadığı söyleniyor. Jüpiter mitolojik çağların -tanrılar tanrısı- biliyorsunuz. Latin mitlerinde adı Jüpiter, Grek mitlerindeyse Zeus... Jüpiter, diğer adıyla Zeus, savaşta zaman zaman Truva'yı destekliyor, kimi zamanda Akha birliklerini... Savaş 11 yıl sürüyor sonuçta yıpranan Truva yakıp yıkılıyor, yağmalanıyor.
Ama Zeus öyle üzülüyor ki bu haksızlığa, tıpkı Ravenna önlerinde, sütunları ve göz alan burçlarıyla  güneşte parıldayan bir başka Truvayı görünce, saf değiştiren Lombardlı asker Droctulft gibi, sağ kalan tüm Truvalıları, -yaptığından pişmanlık duyarak- kendi öz yurduna Jüpiter gezegenine getirmeye karar veriyor. Orada Truvayı yeniden yaşatarak; girdiği günahın acılarını kendi öz benliğinden tümüyle silerek, tanrılar tanrısı olmanın kusursuzluğunu tüm evrene yeniden yaşatmak, yaymak istiyor.
Zaman içinde Truvalılar gene gelişiyor, dünyada varlığını sürdüren Akhaların tarih boyunca onmaz savaşlar ve yağmaların içine sürüklenmesini gülümseyerek izliyorlar ve Adrenalin ve Endorfin gibi ruhu yöneten hormonlarla bezeli olağanüstü uygarlıklarını bir bir yeniden kurarak, yaşamlarını kozmosun ele avuca gelmez sonsuz zamanı içinde, göz alan olağanüstü tarihlerini yeniden canlandırarak, kozmik cetvele adlarını sürgit yazdırmayı başarıyorlar.
Amerikalı İsa diye peygamberleri var onların, kurnazlığın insan naturasında nasıl ve neden var olduğu, genlerindeki şiddetin ve açgözlülüğün kaynaklarını araştıran ve bu anlamda Truvalıları ruhsal sayrılıklar konusunda sağaltıp, zamanlar boyunca yıkılmaz bir kale gibi onları yaşatan otacıları. Tüm insani sapkınlıkların önüne geçmekte usta bir ermiş, bilge bir Amerikalı.
Truvalılar bugün öyle gelişmiş bir uygarlık ki, nerede olursa olsun, Mozart, Einstein, Malevich gibi tüm atılımcıların, bütün yapıtlarına bir dalga boyuyla ulaşarak birebir üretebiliyor ve kendi uygarlıklarıyla karşılaştırarak nerede geri kaldıklarını, nerede hata yaptıklarını gözlemleyerek, sanat ve bilimde sonsuzca bir öngörü avantajıyla hareket ederek yenilmez bir armadaya dönüşebiliyorlar. Öyle ki yenilikçi her atılımı gözlemliyor ve düşüncenin okunması ve hareketin,  eylem zincirlerinin öngörülmesi tekniğiyle, tüm teknolojik ve bilimsel atılımları önceden sezip kurgulayarak öne geçmesini biliyorlar.  Bir gerçekliğin ya da yaratımın almış olduğu son görüngü ve biçimsellikten başlayarak, primitif başlangıca da  dönebiliyor  ve zamanı geriye doğru yaşayabildiklerini de            ileri sürdükleri biliniyor.       

Artık Zeus diye bir tanrıları da yok, o yalnızca sanal pazarlarda, sedefle, mercan, abanozla, kehribar ve türlü türlü baş döndürücü kokularla oyalanan, eski zaman gezgini. Bir butona basarak seçtiği          yaşam biçimiyle dilerse sonsuza dek oyalanma hakkı var. Hera'sı da var yanında Zeus'un, iki yabancılar artık ve birbirlerine sık sık gülümsüyorlar. Cinsiyetin şiddet barındırdığına inanan soyları, onları  birbirine aşık ama kozmik ve organel yapıdan arınmış iki varlık olarak kurgulamış ve algıları barışıklıkla sürüyor yüz yıllardır. Aksi halde kendi kendini nötralize edebilen otomatik eriyiklere dönüşebiliyorlar ya da dinlenme istasyonlarında kendilerini bilinmeyen bir zamana kadar yılkıya bırakabilirler. Şiddet sözlüklerinde yok bu uygarlığın ve onun ne olduğunu da bilmiyorlar. Biz insanlar basitçe nasıl uykusuz bir canlının olamayacağını düşünemiyorsak  ve algılarımızın tutsağıysak... Oysa uyku karanlık çağlardan kalma basit bir alışkanlık, abartılacak hiç bir yanı yok. Şiddeti önlemekte tıpkı ötekiler gibi basit bir kromozom değişikliği neredeyse...
Truvalılar hala spor yapıyorlar ve antik çağlardaki Aşil ve Hektor çarpışmalarının sanal görüntüleri eşliğinde,  birbirleriyle şakalaşıyorlar, ama gerçekte Hektor'un ölüsü tam on dört kez dolaşmıştı Truva'nın surlarını, 'bir  zamanlar  kaplumbağayla yarışan Akhilleus'sa topuğundan kan sızarak yavaş yavaş tanımıştı cehennemin duvarlarını... Onlar bunları algılayabilen canlılar değil artık, bir boşluğa bakar gibi bakıyorlar rölyeflere, Homeros'un metinlerine uyuşturan bir akineton gibi yaklaşmayı biliyorlar ve zevkleri bedensel değil, yalnızca ruhsal ve bu onların güvercinler gibi yumuşak ve bir  kuvözün içinde süzülen, kutsal bir hale gibi yaşamalarına yardımcı olan alışkanlıklar.

Tabletin bundan sonrası okunmuyor, 'bir kötülük, evrendeki bin iyiliği kovabilir' kuralı uyarınca, şeddat ve kindarlığın peşinde evreni saran -yeni bir uygarlığın- ve ama büyük olasılıkla eski dünyalıların tilmizi, vahşi bir planetin, ışık hızını aşan güçleriyle, oralara da ulaştığı ve Truvayı bir kez daha yok ettiğine ilişkin, içler acısı kanıtlar var!..


Sonraları  elde edilen bir bulguya göre, başka bir uygarlık; eski dünyalılara oldukça tuhaf gelen ve sanal yazıtlarında Truvalıların acı sonlarına ağıt yaktığı ileri sürülen,  başka bir metnin varlığından da söz etmişler...

(İLİON)
I
Uzayda oluşan hurda genlerimiz, bellek dolu odalarda, baryonik akustik salınımlarda, karanlık enerjilerde geçen günlerimiz.
Kozmolojik akıntılarda, görünmez maddede yüzen ejderha; golgi cisimciği, kuasarlar ve gökadalar. Spiraller ve spektrallerimiz…
Doğumunu izlediğimiz Plutarkhos, odaklanan polarizasyon, Kefren’le gelen İskender, çoğalan yıldız doğumları ve uzaklarda plasentalarla dolu ışık kirliliği!..
II
Hindibalar ve aslan pençeleri, gölgelerde, hijyenik dokusuyla baş döndüren komşumuz, ölümsüz Smyrna çiçeği.
Dokulardan oluşan nükleosentezler, düşlerden kısa süren nötron, soluduğumuz pus, kanatlanıp sönen gaz, kozmik arkaplanı gökadamızın…
Ölümcül ışımalar, Topal Halit ve Demirci Umar ve Mehdi’nin çığlığında, mutsuzluk ve umutsuzluklar
III
Boş notaları madrigallerin, altüst olan sinir uçları, kış üçgeninin incileri, gerçel sayınç, Panteon’da dokunan gökpar kümeleri ve Satürn büyüklüğünde tanrılar!..
Yörüngenin dışındaki gökadamız, yükselen zeppelin, görkül safralar, yavruağzı rengindeki gezegen, unutulmuş evren ve sanrılarla yücelen, yürekleri sızlatan anılarımız…
Wilkinson ölçerleri, yön bağımlılığı, dorukta gülen boomerang, örümcek ağlarıyla tozlu balyalar, geçmişi canlandıran şey ve ölümsüz Planck cihazıyla; dolunay yüzlü güneyli…
Güneşin karanlığında duran diyapozon, Pers aslanı, ölüs pars, yeşil yılan ve çivi çakılırken kanayan duvar…
IV
Kafesinde kükreyen ornitorenk, altın gagalı; ve uçsuz bucaksız yurtlağımız Tetis denizi.
V
(Yıldız kalıntısı gözyaşlarımız ve uzay tanrılar yaratır deyişimiz, bellek adaları, somvarlıklar, opak davranışlarla golgi aparatını adımlayan nörobilimler, doru kefre, organeller ve bose partikülleriyle, kukla ve kobaylarla, pleurodiralar ve peteklerin arasında salınan antivarlar, evrenuslar ve Mora'daki sonvarlık; nükleer gizin uyuttuğu, burçlarda soluyan, deltoit gözlü Grekler ve Morpheus!.. )
Trans yüzlerimiz, endoplazmik reticulum, vezikül ve sistemalar ve ağıtlarla
oyalanıyorduk!..
Rab proteinleri, sulfatalar, kinin ve gümüş iyodürlerle, Lûti Tarihi elimizde, dört nala koşan atların önündeydik.
Nörodejeneratif yaşam, potasyum, ölümsüz Argon, kuaternal ve komformal tavır, hipotetik dedüktiflik ve sisternalar bizi yiyip bitiriyordu.
Ve öğle üzeri duldalarda ve gölgelerde, analitik matematikten yemeğimiz verilirdi!..
VI
Herkesin bildiği o çılgın kuark, kansız, görklü takyon ve güneşin yokluğunda
Detroit’den gelen adam ve işte kanat çırparak uzaklaşan, güzelim Ankara’mız…
Biruni Sultanlığı yayını kitap, Nobel ödüllü grafen, Physics World,
Fulleren molekülü içeren ve bağ evlerimizde kaotik, çılgın sesiyle ötüşen,
çalı horozu!..
Piezoelektrik dünya, dönüp duran nitrat kristali, üzünçler veren Josephson denklemi, fibula kemiği aperatifimiz, soluyan dizkapağı, eklem ve kapasitörlerimiz.
Cooper çiftlerine yağan kar, sıçrayan Neptünel flüt ve yalıtkanların değiştirdiği, şeytansı doğa…
VII
Sırıtkan Feurbach çözümlemeleri, gözbebeği siborgların; gecenin derinliğini belirsizce adımlayan Musevi, Santa Barbara ekimozu, söylem kümeleri, akıntılar, yaralar, dişil bedevi, sarı yıldız, hangarlar ve meteorlar…
Gözleri ayetlerle çakışan ordu, melanj ruj, eskil tanrılar ve arkalarda gezinen, yaratılmışlar eskizi, o büyük tanrı!..
Tanrı parmağının materyalleri; labirentteki tanrı ve işte o... Tanrı’ya başkaldıran tanrımız!..
VIII
Doğudan gelen messenger orduları, sırtında sarnıcıyla susamış tanrı, sıkılan, çocuk tanrı, bölük pörçük geliyorlar, sular üstünde işte, öpüyor altın ayağını, titandan yayı, gülen yüzüyle, cenkçiler atası Hero!
Ve kurtuluşumuzun simgesi… Birbiriyle çatışan, 'iki zıt siyah renk' sanrılarla, tamtamlarla!..
İçiyor sıvıcıl dalgalanan otu, tek monarkı sonsuzluğumuzun, kırmızı gözlü Sullalar!
Ve işte, tutsaklığın sonsuz yüzü; görkünç ve tapınçla boyun eğdiğimiz, Amon Ra’lar!..                            

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder