18 Mayıs 2019 Cumartesi





HARMS

Gustav Meyrink... İkinci paylaşım savaşının destroyer adlarından biri gibi sanki, Goben ve Breslau gibi, o birinciydi demeyin, olsun!.. Kruvazör adı gibi zaten fark eder mi... Öngörülerimizin tümü yanıltıcıdır ne yazık ki.
Gustav Meyrink'in Golem diye bir kitabı varmış, merak ettim, Golem biraz Musevi noktürnlerini çağrıştırıyor, okuyacağım o kitabı, ama sanal ağlar yüzyılında, onu bırakın galaktik çağlara yaklaştıkça, işi zorlaşıyor insanlığın, örneğin yoldaşlarım, tüm faturaları ödediğiniz halde, bir mail geliyor sizlere, faturalarınızı ödemezseniz, yaşamınıza son verilecek gibi!..
Ey Treblinkacılar ödedim diyorsunuz, ekranda gözükmüyor ama, nereye çekersen oraya gider gibi bir mottoyla yanıtlıyorlar sizi, alındıları, kurdelalı fişçikleri getireyim diyorsunuz, binlerce fatura arasından, birbirini tutmayan, algoritmalarla süslü rakamsal labirentleri, Escher, Mobius döngüsü gibi şeyleri, sizin puantiye liginize uyduramıyorlar bir türlü ve işleriniz ters gitmek şöyle dursun, hücreye kapatmak gibi nazik şeylerle tehdit ediyorlar artık sizi ve astarı yüzünden pahalı borçları ödemenin daha ehven olduğunu görüp, gururla kredi kartınızın şifresini basarak, göklere doğru şahlanan bir edayla ödüyorsunuz biriktirdiğiniz hayati tehditleri!..
Dünyaya taksit ve fatura ödemekle geldiniz ey kullarım, cennet ve cehennem onların bonusları!..
Bitmedi ödeyemezseniz eğer, ömrünüze yayalım borçları gibi sevecenlik dolu bir öneride bulunuyorlar, bu görünmez ejderha ve sanalitik tanrılar!.. Yaşamınız yıllarca yıllar kadar yıl süren taksitler ve minicik borçlarla sürüp giden bir kölelik cumhuriyetinin, bayrak sallamalarıyla tükenip gidiyor artık, mutlusunuz çünkü elle gelen düğün bayram, hepimiz birimiz için, birimiz hepimiz için değil mi yani!..
Sonuçta, kaldırımlarda yürüyen paryaların sırtında Matrix fabrikalarında üretilen hangi marka otomat cihazı, ne renk kumanda var diye göz atarak dolaşıp duruyorum artık sokaklarda.
İnanın ben kendime değil onlara acıyorum, çünkü o kadar fütursuz ve vurdumduymaz ki onlar, bütün yoksulluk ve yoksunluklarına karşın, bu hoplit takımı ve çift gözlü primatlar, örneğin yeni seçilecek president ve onun ayakçısı general elektrikçilerine, bağışta bulunalım diye birbirinin kasığını kaşıyorlar, -şakacıdır bu yaratıklar- nasıl yani diyorum onlara, ya diyorlar gözümün içine baka baka, kölelik ücretlerine yapılan son zammı -minicik bir mango parası!-, aylardır ekranın köşesinde endam eyleyen hesap numarasına havale edelim diyorlar, yahu diyorum canım feda ama, hesap numarasını yanlış girmişsiniz, tuşlarınız f klavyeymiş gibi numaralarla bağış yapmadığınızı ileri sürerek bizi döviz kuru üzerinden icraya vererek, pehlül perişan edip, alenen borçlandırarak ikinci kez almasınlar -riali- diyorum, o kadar da değil Zübeyde, sen taş devrinde yaşamışsın, reenkarne olduğun devirlerde deyip, hiç tınmıyorlar, dalgalar yayıp, duman tüttürüyorlar benimle!..
Öldürmeyen rabbin seni güçlendirir kız diyorlar, oğlanım ben diyorum onlara aaa uzatma ne fark eder diyorlar, hangi devirde yaşıyorsun sen diyerek... Ama öyle deseniz de rabbim değil, Nietzsche öldü işte diyorum ama, yine de acımıyor acınasılar, hep üste çıkıyorlar!..


(Bak dostum, Kapital'i anlamak için emek vererek okuman gerekiyor, orada kullanılan terimleri henüz anlayacak düzeyde değilsin, onların pek çok dilde karşılığını bulmak güç olduğu gibi, gerçekten anlamak da pek olası değil, belirli bir birikimle okumak gerekir. Biraz da bu nedenle özellikle Kapital'i anlaşılır kılmaya yönelik özetlerini veya kısaltmaları okuman daha doğru olur, gerçekte hiçbir devlet kavramı yoktur ki temel olarak yaşamın da kavramı olmasın: felsefe ya da sezgi, mantıksal olarak gelişim gösteren bir görüş veya inançta bir araya getirilen, ama neredeyse her zaman organik bir dünya algısı olan düşünceler sistemidir olan biten, bu nedenle, eğer bir sosyalite, komünalite veya anarkokapitalist / faşistik yöntem her zaman, onun yaşamı algılayış biçiminin ışığında, soyutlanarak yüceltilmiş bir yolla sunulmamış olsaydı, bir partizan organizasyon, analitik bir eğitim sistemi, bir disiplin olarak onun gerçekçi dışa vurumları anlaşılamazdı. Şiddetin dünyası; yüzeysel, bireyin diğer herkesten soyutlanıp tek başına durduğu, kişiye içgüdüsel, anlık hedonizmle dolu egoistik bir yaşam sürdüren doğa yasalarının bireyi yönettiği, materyalist bir dünya değildir. Şiddetin dünyasında birey, bireyin basitik orgazmlar çevrenindeki bir yaşam içgüdüsünü, zaman ve uzamın sınırlarından bağımsız, daha yüce bir kolhoz kurmak amacıyla bastırarak, bireyleri ve kuşakları beraberce bir gelenek ve tutsaklığa bağlayan bir etik yasa konumundaki ulus ve toprak bütünlüğüdür. Sözü geçen yaşamda birey, kendini yok saymakla,  var oluşsal çıkarlarından özveride bulunmakla, ölümün doğrudan kendisiyle, bir 'homohome' -konut faresi- olarak değerinin yer aldığı, bu tam anlamıyla soyut bir şiddet ve sömürü dünyasın daki dünyasındaki sanalitik var oluşunun ayrımına varır. Pozitif yaşam kavramı, kesinlikle etik bir kavramdır ve salt yaşamı denetleyen insan  mekaniğini değil, tüm evrenik gerçekliği içine almaktadır. Hiçbir eylem, etiksel bir yargıdan ayrı tutlamaz. Yeryüzünde hiçbir şey yoktur ki onun etik, sınırlayıcı amaçlarla olan ilişkisinde her tümellikte bulunan değerden yoksun bırakılsın. Bundan ötürü, yaşam, tutsak hominidlerce algılandığı üzere, kutsevi, savaşçıl ve ritüeldir. Bu yaşamın tümü; tinin etkin, donanımlı ve sorumlu güçlerince desteklenen yeryüzünde matematik bir pekinlikle, coşkulu, kolayca algılanabilirliği perdelenmiş bir dengede durmaktadır. Bu yüzden 'Kafes İnsanları' mutlu, barışçıl ve esenlik içeren bir yaşam biçimine hiç bir zaman gönül indirmezler, bunu arzulasalar tanrının yeryüzündeki özdekleri karşı çıkar, bu bağışlansa kendileri isteyecek güç ve pratiğe sahip değildirler, boyun eğmek bu nedenle kutsal  ve yitirildiğinde özlemle aranılan ve hep geri dönülen, kesinlikli bir yaşamsal plantasyon biçimidir. Yaşam kavramsallık içeren bir ritüeldir ve insan, bu ritüelist kavramsallılar içinde, daha yüce bir yasalar bütünü, sürükleniş varyantları ve nesnel bir yönlenimin, içkin ilişkiler bütününde savrularak zamanı karşılığı olmayan bir biçimde sömürür, bu simbiyotik ilişki, tek bir bireyin aşkın hale gelerek, kişiyi soyut bir toplumun bilinçli üyeliğine yükselterek avuncalar ve katlanışlarını ödüllendirerek organik, katastrofik biçemselliğini ölümsüz kılar. Yeryüzü klanının görsel uçurumları ve poetikalarında, sofistik, arı, kutsanarak yıkanmış öz çıkarcılıktan başka bir şey görememiş canlı figürleri, kutsevi yöntemin algılanabilirlikten alabildiğine uzak, pekişmiş ve tinsellik içeren bir tanrısal sistem olmasının yanı sıra, bundan daha değerli bir tansık sayılabilecek seviyede, olağanüstü ve neredeyse çözülmez bir düşünce sistemi olduğunu anlamamışlardır.'






Efendim yeni zamlar kapıdaymış, kölelik ücretleri öyle artacakmış ki tüm açıklarımızı kapatacakmışız, buna benzer milyonlarca katakulliyle geçiyor hayatımız, ben umudumu çoktan kestim hayattan, lafı uzatmayayım, bu zamazingalardan çıkardığım sonuç şu; Bu internet ağlarının esaretinde, bana aşık oldukları için yükseltilen gigabayt çağlarında, daha doğrusu galaktik ve yıldızlar arası yaşama doğru sürüklenen bu Adem ve Havva klanıyla, envaı çeşit primatlardan, etsel üretim, kitlesel kölelik çağlarından el alan yaşamımız, korkunç derecede mağaratik aslında, taş devrinden, mastodonlar döneminden, çok daha geriye doğru akıp gidiyor, olağan dışı bir dehşetin gölgesinde sürüklenerek, rögar kapaklarına, lağım kuyularına doğru yol almaktayız dostlarım.
Şunu söylemek isterim ki, çağdaşlık, somut verilerle değil, soyut verilerle ölçülebilir ancak, yaşam cismani değil ruhani bir görüngüyle karşılaştırılabilir, bloody mary içtiğinde değil, kruvasan yediğinde değil, gülümsediğinde ölçebiliriz insanın krematoryum tehditlerine olan direncini...
Topluca bir kölelik ve görünmez primatlar gibi, prangaların yön belirlediği, tüm kitlelerin Pavlov'un köpeği gibi, hep birlikte havladığı, hep birlikte tepki verdiği çağlara doğru gidiyoruz. Tüm insanlığın köle olduğu ve ekrandan gelen işaretlerle devinip, evrenik yönergelere harfiyen uyan bir ilkel hominid çağlarına doğru sürükleniyoruz.
Artık kapımızın çalınarak, ellerimize arkadan kelepçe vurularak bir yerlere götürülmemiz, faili meçhul olma çağlarımız kapandı. Her şey olduğumuz yerde olup bitiyor. HOMOHOME zaten bir köle, zincir gereksiz artık, bak tuşa bastım, yok oldun işte!.. Sürüden ayrılanı kurt kapar, kölelik senin için bir ayrıcalıktı; zavallı biyocil bir türlü anlayamadı!..
İşte homohome için yazılan ağıt, bizim son marşımız işte bu...
''Smyrna dağlarında çiçekler açar / çip bileşenleri şip para yapar / bak ışık öttürüyor biri aşağıda / pencereden bak ve gözünü kapa / sokak radyasyonla yıkanacak akşam / ışık öttüren adam hey / çok komiksin sen ama / oturduğun kanepeden mantarları topla / onu bana inandır / her şey ya tanrıdan ya aptallıktandır / öptüm seni civanım / ya ya ya / sey sey sey / şa şa şa!.. / Cebinden bir kurbağa çıkar / ah kilide soksana / vulvayı sabitle ama / sincap pişirmeyi unutma / gökyüzü camdan / geliyor amcan / bak yağmur yağıyor çanaklara / TO KYO / KYO TO / Michel şapeli boya / hor horoz içeri gir / ötüp durma boşuna / her şey dumandan işte / tavuk gagalıyor pijamanı / bak expromt spontane / balığın güldü mü Hindi bey / turna yemişlerin masada / guguk kuşu kursağı odada / açar gibi yap ağzını / bütün şehir şiir yazacak bugün / iyi aç ama / püskürtecekler ağzına / ooo üüü eee / uuu iii ööö / Küçük sakalın bülbüle benziyor senin / yemek borun yanıyor / bakır bakışlı mıhçıktım benim / Canopusum aşkım benim / kedi kulaklım / biri yaya Rusyalara gitmiş / biri ayakkabısını yemiş / taş günah işler mi demiş biri / uvertür paşa sormuş fuhuşu / dağ yerinden oynamamış / kedi örgüsünü bitirmiş / fare ağustos bugün mü demiş / Galyalı tükürmüş mendiline / bak karyoladan düş / bulut ne güzel / elim üşüdü ne çok sevindim / kız içine gir çok sıcak / ne güzel yaşıyoruz bak / Smyrna dağlarında çiçekler açar / ah ah ah / hoş hoş hoş / hav hav hav!..''
Alo Bay E, thanks, negatif motivasyon tamam, onları sakinleştirecek bundan daha iyi bir metin olamazdı sanırım!..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder