18 Mayıs 2019 Cumartesi

JANUS
Sanat illüzyondur öteden beri, Lascaux olsun Şanidar olsun, ilk çizgi çekileliden beri, ilk boğa ilk insanı boynuzlayalıdan beri, insanoğlunun savunma içgüdüsüyle yeryüzünü yok etme, yakıp yıkma, öç alma, hesap sorma ve kin duyma trajedisi başlamıştır. Ateşin bulunuşu, tekerleğin bulgusu değildir insanın gerçeklikteki ilk aşaması, ilk göklere yükseliş, ilk yeryüzünden kopuş ve tanrısallığa kavuşma-varış, yazının bulgusu-bulunuşuyla olmuştur. 
İlk soyutlama odur. Kargacık burgacık şeyler ve birbirine hiç benzemeyen çengeller, her şeyin illüzyon olabileceğinin ilk göstergesi ve ilk kanıtı sayılabilir neredeyse, çünkü yazı evrenin otuz üç harfte (biri alef, başlangıç, tanrı) yeniden yaratılması denli olağanüstü bir tansıktır. Tanrının flash belleğinin, big bangın harflerle yeniden canlandırılmasıdır, evren, kozmos yitip gitseydi eğer, yazının bulunması, onun dille anlatımıyla, evrenimiz birebir yeniden kurulabilir, kılı kılına bir denge sistemiyle yeniden oluşturulabilirdi. Evren yazıdır, buradan hareketle, evren bir sanattır, onunda ötesinde, evren saltıklıkla ve yalnızca estetik bir çabadır.
Roma'da tuvaletleri ücretli yapan bir imparator vardı ve oğluna para kesesini göstererek, bak bakalım bunlarda bir koku var mı derdi, bunu büyük olasılıkla bilen Duchamp pisuarı Newyork'ta bir galeriye gönderip sergilediğinde, ikonoklastik, din (ritüel) ve siyasetin (yaşamsal dogma ve doğrumlar), sosyal görselliklerin pençesindeki tüm insanlık adına -deyim yerindeyse -sanatın içini kirleterek, yüz yıllar süren ululamayı hiçleyip, gökten yere indirerek- sanatın ilk gerçek ve algılanabilir tanımını yapmıştır. Sanatın gizlenen, gözden kaçırılan ve yüzey demografisini gökkuşağına bulayan gerçekliğini kaldırmış, onu çırılçıplak soyarak kitlelerin buyruğuna-hizmetine sunmuştur.
Peki bu neye yaramıştır, hiç... 
Algı sınırlarımızın genişlemesi, sınırsızlaşması gerçekliğin yer değiştirmesi anlamına gelmez, gerçekliğin yer değiştirmesi, top yekün evrenin yenilenmesi, hatta ortadan kaldırılıp, yerine yeni ve belki de hiç bilinmeyen bir evrenin ikame edilmesiyle-yerlemde bir yer-konum edinmesiyle olasıdır, ama bu kez bizi yeni tehlikeler bekliyordur, yeni bilinmeyenler, yeni gizemler, yeni olasılıklar... 
Öyleyse Leibniz'e dönmekte yarar var 'Olabilecek dünyaların en iyisinde yaşıyoruz'. Sorun bitmedi ne yazık ki, anarşistler, karacılar, dadacılar, hiççiler, narodnikler, nihilistler, yadsımacılar ve envai çeşit serüvenciler bitip tükenmeyen bir hırs ve arzuyla ütopyalarını ararlar, ütopisttirler ve çekici ve erişilmez olmanın tadıyla avunma yolunu seçer-seçebilirler, ancak -umarsızlığın onulmaz kapıları- insan tutucudur-muhafazakardır, skolastiktir doğallıkla, yaratılışından gelir değişmezliğe, dogmaya-doğmazlığa olan tutkusu, korumacılığı, adım atmazcılığı; Öyleyse yeni bir evrenin riskleri, dehşetengiz edimleri, düşünsel sörfleri ve çok daha kavramsal olan anarşistik tavırlara olan yakınlığı söz konusu olabilecekse, dünyamız iyidir ve yitirdiklerimiz safranın gemiyi kurtarma amaçlı bir boşalımı, kaçınılmazlığın atımı olup mutlakiyetle gereklidir ve ama -öyleyse- sanat gereksizdir, çünkü iyiyiz, iyisiniz, iyiler. Kilere girdi kediler.
Sanat gereksizdir değil, öylesidir, anlak içi, fevri, soyut, algı dışı bir hem-haller işbirliğidir, hayat gibi!.. Bakın nasıl yeri geldiğinde, değişken ve düşünsel alemimizle çatışan verevler, zikzaklar çizen bir düşkırandır bizim için. ''İnsanı hayvandan ayıran tek şey, ölüm korkusudur. Hayvan ölümü bilmez, tanıyamaz, algılayamaz. İnsan uçuruma bakar bakmaz ölüm korkusuna kapılır, uçurumunda ona baktığını bilir, yapacağı edim ölüm korkusunun arkasında kalan bir varsayıma dönüşür. Bu nedenle hayvan dik bir yamaca insandan çok daha iyi tırmanır, vertigoyu bilmez çünkü, insan ölümlü olduğunu bilir, derinliğine kavrayabilir de, yokluğa övgüler düzer, bundan ötürü ağıtlara boğabilir-boğulabilir de, var oluşuna ilişkin nedenselliği, ilenç ve kargış, kutsama ve ululama arasında gelgitler yaşar. Tanrıya başkaldırır, şeytana uyar ve lağımlarda yaşar, uzayda gezer, düşler uydurur ve masallarda dolanır. Buna karşın hayvan bir ölümsüzdür -bir dağ keçisinin doruklardaki duruşunu düşünün- dolayısıyla hayvan tanrısal bir yaratık olmasına karşın, insan boşluk ve hiçlik duygusuna yaslanabilen ve kendini -özünü dahi- yok edebilecek derecede anomaliye kapılabilen, dünyevi ve geçici bir varlıktır.'' 
Batının kilise resimleri salt insanla dolu, gerçeklikle... Doğu ise Escher'i, Mobius'u yüzyıllar öncesinden bulgulamış, çini, vitray ve geometrik formlarla, birbirini usa sığmaz viyadük ve dönüşlerle yineleyen biçimselliklerle her şeyin anlamsızlığını ya da yüceliğini, aşağılayıcılığını ve kutsiyetini çok önceden bilmiş, belirlemiş ve önceleyerek sunmuştur. O süremde doğu nasıl oluyor da geri kalmış imgesiyle bağdaştırılıyor diye düşünebilirsiniz, bakılışı güzel illüzyonalitede, bu bir illüzyondur, elbette gerçeklikte de, ancak anlam kargaşasında ve bilginin elem dolu, -emel denizlerinde- bunun bir önemi yoktur, batı pragmatisttir, doğu doğacıl!... Batı çıkarcıdır, -menfaatperest- determinist, -gerekirci- ve eklektik (bunun ne olduğunun tanımı yoktur, her şeycilik veya bunun gibi), doğu ise natüralist ve yinelersek doğalist -kendiliğindenci... 
Uzatabilirsiniz olum ve olguları bir şey değişmeyecektir ve gerçellikte çıkarım şudur, tanrının indinde gerici ve ilkelliğin şaşaasını taçlandıran batıdır, sömürgeci ve sınırsız uzlaşmazlığını banknot, banka ve blok-not'a çeviren batıdır, bankormanizm temelli, beş kişiden biri aya gidecekse diğer dördü discovery'nin ayaklarına payanda olmalıdır, doğu doğru mudur bilinmez-bilemeyiz, bakın bu doğrudur (doğru dünyanın en zor söylenebilen şeyidir), çünkü o büyük gaitasını hala yıldızlara bakarak salıyor, aşkını ayın ışığına göz yaşı dökerek duyuruyor ve yağmur yağınca yerin altındaki kulübesine sığınıyor ve topladığı meyveleri yiyerek besleniyor. Hangisi iyi bilinmez, Süleymaniye'nin çinilerinde çoktan evrenin sonsuzluğuna vardı doğu, anlağının sınırlarını parçaladı ve tanrıya ulaştı, batı ise aya ayak bastı 'tanrı' yolunda ama bunun Arizona çöllerindeki imajmakerlerin oyunculuğu olabileceğine dair kuşkular taşıyor Orient'in çocukları, kindarlıkla olma olasılığı kesin bu anomalinin, ama ne yazık ki doğru söylüyorlar, çünkü Asimov ne dedi, 'İnsan en iyi seyahati aklıyla yapar', batının merdiven kurma çabası beyhudedir belki de, Yakup bin yıllar öncesi kurmuştu onu, doğu gitti ve geldi bile, öyleyse batı yorucu ve gerici, doldur-boşaltizmin, analojik, dijitalik evrenimizde kolan vurduğu savlanabilir mi peki, gelin de işin içinden çıkın, ama en iyisi şu, bindik bir alamete gidiyoruz kıyamete, aya gittiler Western'in çocukları ama Hutu ve Tutsilerin sütünü içerek, hemoglobin destekli... Tanrı bunu affeder mi... 
Doğu ve batı sonsuzda birleşen bir bileşen, iki paralel doğru zıtlık içinde yol alabilir, bir noktadan daha küçük bir evrenin, gözle bile görülemeyen ve hiçlenmesi gereken dünyasında, bu denli Habil-Kabil savaşları oluyor ve birbirimizi bu denli Zorroluk ve zorbalıkla, zeroluğun uçurumlarına iştahayla yuvarlıyorsak ve üstençle ve ar etmeden evreni adımlamaya kalkıyorsak, düş gücümüze hayran olmamak elde değil, ama işte 'hayal dünyamızın' kumpanyasını tanrı mı yönetiyor, yönelteç şeytanın elinde mi bilemiyoruz, olası da değil algılamamız, kavramamız, bilmemiz, ermemiz, eğer salt insanın sanrılarından ibaretse tüm bunlar yine de ilgi çekici ve sonsuzca hayranlık verici, şaşırtıcı, gözyaşı mı dökmeliyiz, gülerek, mutlu mu olmalıyız, kaygılardan uzak mı durmalıyız veya yeniden başlayıp, ilkel kordalı olsa da olmasa da, baştan mı düşünmeliyiz artık siz karar verin. 
''İnsanlığın tüm günlerinden bir gündü / yaratma gücü olanın, zamanın / o ilkinsil gün, biçimleri yoğururken / Günlere ve acılara biçemler veriyordu tanrı, / zaman görünmezliklerle geçerken / ıslak ırmaklar yeryüzünü sarıyor, / dolambaçlı, sancılarla dolu akıntılar, / öncesiz, sonrasız, geçmiş ve gelecek-sönüp gidiyordu. / 
Tıpkı benim gibi, tan atımından karanlıklara doğru / evrilip gidiyordu yeryüzünün öyküsü / gecenin derinliğini ereksizce adımlıyor Musevi, / Kartaca'nın ruh göçü, cennet, cehennem, göksel karmaşalar. / Tanrı baba, ey yaratan, görkem ve güzellik, dirimle cesaret ver / Ulaştığım dorukları salt görebilmek için tam da bu gün.''
Afrika sanatını ve onların bin bir çeşitlemden masklarını, -Einstein görecelilik kavramını ortaya atınca-, Picasso fırsatı kaçırmadı ve kübizm adı altında göreceliliğin şaşaasını sanat adına sahiplenen ilk 'mahkum tişortlu' insansı oldu (bakın bu yatay çizgili, zebra pamuklusu tişortü giymesi son derece doğrudur, insan hiç bir zaman özgür değildir, yaşam bir tür tutsaklıktır). Einstein başlattı bilimsel, sosyal ayrımsallığı, gözümüze o gösterdi, bakış açısının değişkenliğini ve doğrunun bir versiyonlar, viyadükler cenneti olduğunu, ama Picasso onu sanat adına ortaya koyan ilk jonglör olunca, sanatın ve bilimin yer düzleminde, paralel kuvvetler yasası uyarınca birbirini tetikleyen varsayımlar olduğunu anladık, üstelik yaşam neyi gösteriyorsa sanatta bilimde oydu artık, bilim ve sanat neyi gösteriyorsa yaşamda odur artık...
Görecelilik ama ilk sahibi kim bunun, Picasso, değil, Einstein, değil, karısı... Çünkü Einstein karısının çalışmalarını çaldı ve onların sahibi 'tanrı'sı oldu, karısı henüz hayatın mutfak bölümünde çalışan ağır işçi nitelemesi-statüsünden kendini kurtarabilmiş değil, aya gidiyoruz evet, sonsuzluğun ne olduğunu kavrayacağız belki de, ama Milena ve Marityleri henüz mutfaktan salona geçirmeyi başaramadık, ileriyim, ileriyiz ileriler... Kilerden kaçtı kediler.
Bitsin artık bu ekinoks-bu çil çil çile desem ciddiyetim sınıfta kalır hemen, neden, pamuk ipliği gibidir yaşam... Jeff Koons'un dünyanın en pahalı heykelleri arasında sayılan, bu dna kılıklı, çizgi film köpeği balonu; 1994 yapımı, oysa 1964 de benim tanık olduğum bir olayda, olay Domuzlu şehrinin (Karaman mahallesinde domuz besliyorlardı) Çal (yayla demek, çok soğuktu orası) kazasının, İsabey kasabasında (ironi mi bilmem İsa adını pek severlerdi) İşte orada, Cakcak Süleyman balondan bu heykelciğin aynısını yaptığında çocuklar deli diye bağırdılar ve balonu neşeyle patlattıklarında yıl 1964'dü!.. Bu örnek bir yanılsama, bu sorunsallar bir yanlışlama belki de biliyorum, ama doğruluk payı yok demekte yanlışlama, Hezarfen uçtu, beğenen yok, Newton'un başına elma düştü, yer çekimini ve her şeyi anlamış olduk, Einstein onu tahtından indirinceye dek. Cebiri Cabir keşfetti ama Fibonacci daha iyi, Kültigin dünya dönüyor demişti ama, doğrusunu Kopernik söyledi, hayır Galile, nedir bu yarış ve nedir bu harala gürele...
Ben ne denli doğulu ve sizin ne kadar 'gülümsemenize' (alay mı demeli) yol açıyorsam, sizde o denli batılı ve benim kederlenmeme (kaygı mı demeli) yol açıyorsunuz. Hangisi iyi... Hangisi insani?..
Sanat bir illüzyondur, yaşam gibi!..
Janus'un büstü konuşuyor şimdi;
''Hiç kimse açık ya da kapalı o yekpare kapıdan / bana boyun eğmeden geçemez, / kim görebilir ayrılan yolları, / kapılar kılavuzdur. Kasırgalı denizler, sakınımsız karalar / ufukların karanlığı benim görkünç gözlerimden okunur. / Benim bir yüzüm geçmişte yüzer, öteki geleceği kavrar, / sanki avuçlarında tutar. Ben tüm alanları tüm olanları görürüm, / çekilmiş kılıçları, uğursuzlukları, günahla uyumsuzlukları; / sahip olan olanaklara uygunluk tanımalı, yenilmişlerden / bir ölü gibi izin vermeli. Her iki ellerimde yitiktir benim. / Ben sütunları (ve hayası) yerinden olmayanım. Ben tüm olguların / gerçekleşeceğini söylemeyenim. Benim gördüğüm gelecekte ki tartışmalar / geçmişteki kanlar çekişmelerdir, ben hiç bir şeyin olacağını diyemiyorum. / Yıkıntılarıma bakıyorum ben: yerle yeksan basamaklar, ordular, / bir anlık bakışlarında yazgılarıyla başbaşa çehreler görüyorum ben.''
Ve işte Hades kapısında tanrı konuşuyor şimdide;
''Öyle günahlar işledim ki / Binlerce yıl tövbe etsem / Cehennem kapısı yine de kapanmaz. / Seni şu ellerimle boğup öldürsem / Cezalarımı biraz olsun arttırmaz.''
'Auswitch'den sonra sanat yapılamaz' demedi Adorno, yalnızca 'Söz bitti' demek istedi!..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder