18 Mayıs 2019 Cumartesi

OSMANOFLAR

O zamanlar kırda bayırda Yunusların yetiştiği yıllardı. Boylar, beylikler halinde Anadolu'da yaşıyor, Selçuklu, Büyük Selçuklu derken bir imparatorluğa dönüşmenin düşlerini kuruyorduk. İsfandiyaroğulları, Karesiler, Candar, Karamanoğulları derken, Kayı boyundan Ertuğrul Gazioğlu, Osman Bey'in Bizans tekfurlarıyla savaşırken, füruu  Orhan Bey'in onların kızıyla evlenmesi sonucu, Bizans üzerinden bir imparatorluğa dönüşeceğimizi anladık. Mete Han, Melikşah, Alpaslan gibi yiğitler görmüş, Mevlana, Ahmet Yesevi, Kaşgarlı Mahmut, Yusuf Has Hacib gibi bilginler yetiştirmiş bu topraklar parçalanmış ve kısa bacaklı poturların dolandığı Yecüc Mecüc diyarlarına dönüşmüştü. Türkler böyle şeylere alışkın değildi...

Osman Bey öldüğünde, Kardeşi Orhan, Bursa, Edirne derken topraklar genişlemiş, Murat zamanında Balkanlar'a sarkan akıncılar, İznik ve Edirne tarafından Doğu Roma imparatorluğunun bir kente, bir beyliğe dönüşecek kadar küçülmüş arke'gon Bizans'ını kıskaca almışlardı. Bizans sallanıyordu ve öyle bir entrika ve karmaşa içindeydi ki, kardinal kavuğu görmektense, cennetlik Porfirio'nun sarayında Osmanlı kavuğu görmeyi yeğ tutarız diyebiliyorlardı. Bu özgüvenlerinin aşırılığına bir işaretti. Osman'ın çocukları tanrının yeryüzündeki halifesi, Roma imparatorluğunun da varisiydiler. Doğunun ve batının efendisi!..

Murat, Sırp Sındığı'ndan sonra, Kosova'da Miloş Obronoviç adlı Sırp tarafından suikasta uğradığında akan kanı üzerine Osman çocuklarının uzun yıllar yemin verme adetine yol açmıştı. Murat büyük bir cihangirdi. 

Yıldırım, Bizans'ı almak düşleriyle yaşayan bir kağandı, bre Doğan diye düşman saflarını yarıp Niğbolu kalesine tek başına varacak kudrette bir cengâverdi. Türklerin en büyük düşmanı Türkler midir bilemem ama, doğudan Demirbacak (Aksak Timur, Timurlenk) geldi, Çubuk ovasında boy ölçüştüler, Yıldırım, zamanın tankları Asya filleriyle, gururu ve kibrine yenik düştü, yetmedi tutsak oldu ve altı ay sonra düşlerinin elem verici düşüşlere dönüşmesine dayanamayarak öbür dünyaya göçtü. Öbür dünya... Sevdiklerimizin ana yurdu!.. Timur'un onun sırtına basarak ata bindiği, çocuklarından birini gözü önünde katlettiği söylenir. Timur bir çeşit İskender'di doğunun İskender'i, fatihler hep birbirine benzer. Diyesim döktüğü kan ve öldüğüyle kaldı.

Süleyman Çelebi, Mehmet Çelebi oğlu, Murat derken sıra Mehmetlerin ikincisine geldi ve Bizans,  karanlıkta korkunç birer hayalet gibi,  Galata yamaçlarından süzülen gemileri, tanrıların gökten yere inişi sanmasıyla düştü... Mora despotu, son Romalı Konstantin Dragosis, Kerkaporta'dan (Tahıl Kapısı, sonradan Lupus, Kurtlar Kapısı adını aldı.) giren askerlerce giriştiği çarpışmada, gerileyerek Lykos Vadisi'nde yazık ki yüzü toprağı gördü. Tahttan düşmüş altın tacı, kan denizinde yüzen bir güneş gibi parıldıyor, sessiz ölüsü de, çarmıhında uyuyan İsa gibi  göz alıyordu artık... Mehmet çok vahşice dile getirilir bu kuşatmanın sonunda, Truva'da, Kudüs'te, Granada ve Gaugamela'da olduğu gibi!.. Oysa esrar zede ve sufi Beyazıt'tan sonraki Yavuz yani Selim hepsinden daha acımasızdı, Ridaniye'de Memluk hünkarı Tomanbay çadırına kadar gelmiş ama onu bulamayınca, yenilmesi mukadder olmuştu.  Yavuz'a vezir olasın sözü, tiz onun kellesini vurun sözüyle bir bağıta dönüşmüş ve Tomanbay'ın kellesi Kahire sokaklarını günlerce dolaşmıştı...

İnsanlık tarihi barışın değil kan ve gözyaşının tarihidir evet, uygarlığımız Habil ve Kabil'den beri ikircik ve ikilemle taçlanmıştır!.. Bir tarafta göz yaşları kuruyan annelerimiz, diğer yanda babalarımız ve birbirine düşman olmanın yazgısıyla doğmuş çocuklarımız vardır, henüz gurur duyabileceğimiz hiç bir şeyimiz yoktur bizim dünyada, her şey düzmece ve 'Ona dil verildi, şu yalan yani, ona et verildi toz olan' manifestosuyla kurulmuş bir cehennemin bekçileriyiz biz, birbirimizi suçlamak ve yarattığımız düşmanlarla kol kola olmak adetimizdir.  Kanibalizm çağlarını geçememişizdir. Kolomb'un altınları kan rengindedir, İskender kültür değil 'kılıç suyu' götürmüştür, kayalıklar arasından akan ırmaklara ve bataklıklara, Babil dillerle birlikte beşiğimizi de ayırmıştır, firavunlar tanrımızdır, peygamberler günoğulcu, meleklerden biri kesinlikle şeytanımızdır, FrankŞeytanlık atamızdır ve Hiroşima'da ne yazık ki insanlığımız ve barbarlığımızla birlikte, şanlı bir mezarımızdır bizim!.. 

Susmak ve yeni bir dille, yeniden başlamaktır tek umarımız...

Bütün bunlar insanlığın var oluşunun olmazsa olmazları sayılırken, yetmezmiş gibi ve başka bir kozmikomiklik yokmuş ya da olamazmış gibi iki cihanda, Osman'ın evlatları geri kalmış ve emsali görülmemiş bir imparatorluğun  zanlıları sayılır, külliyen masal, Bizans fatihinin topları döneminin, nükleid gücü sayılır, Urban, Mimar Sinan, Evliya Çelebi, Ali Kuşçu, Takiyüddin, Levni dünyanın gözdeleriydi, gözlemevi yerle bir edilmiştir denir, o  sıra Galileo, Giordano Bruno ve dünyevi kıyametleri resmederek ağıtlar yakan, gözlerinin feri kuruyan Hieronymus Bosch'un kanıtlayacağı gibi tüm Avrupa'da benzeri şeyler vardı ve engizisyon tüm kadınlar ve bilginler için bir cadı avı başlatıyordu. Çağ o çağdı. 

Mimar Sinan ayarında  bir mimar yoktu dünyada ama onun yapıtları ve antik çağın tüm kalıtları sürekli yok edildi Anadolu'da, bu Osmanoğullarıyla ilgili bir tavır değildi!.. Bu toprakların geri kalışının tarihi yıkılış ve sonrasıdır ne yazık ki!.. Sanayi devrimine kadar Avrupa ve dünya arasında görülebilir bir ayrıcalık yoktu. Tanzimat bu çabaların başlangıcıydı ve hala sürmekte ve ne yazık ki ilerlememektedir, sürmekte ama ilerlememekte, ilginç!..

Sarı Selim geçici, babası Kanuni ise dünya fatihiydi. Ayakta öldüğü söylenir, Kral Salamon'la karıştırılır belki ama bu o kadar doğrudur ki öldüğü anlaşılmasın diye Zigetvar'daki çadırında günlerce önünden geçenler, onun haşin bakışlarıyla, yaşadığına yemin etmişlerdir!..

Murat, Mehmet, Mustafa ve Osman hepsi başarılıydılar, vezirlerin yönetime katılmasının, kadınların söz sahibi olmasının kanıksandığı çağlardı. Ne ki Genç Osman çok reformist ve hatta devrimci bir padişahtı, olmadı evet boğularak cezalandırıldı ama onun genç oluşu ve Cem Sultan gibi bir yazgıyı paylaşması, hakkında söylencelerin üretilmesine neden olmuştur. Hiç bir belge, hiç bir gerçeklik payı olmadan üretilir söylenceler, tarihin yaprakları arasındaki karakoncoloslar ne kadar doğrudur hiç kimse bilemez...

 Turhan Sultan isyancıları bir leğen kül fırlatarak püskürtmüştür, Kanije savunmasında taş dolu çuvallar Haçlı esirlere erzak gibi gösterilmiştir, Kağıthane, Sadabat  şenliklerinde kaplumbağalar ışıklar saçan bir meşale gibi gezdirilmiştir, Lale devrinin padişahı Selim cellatlara şarkımı bitireyim geliyorum demiştir, Deli İbrahim balıklara altın yemler serpmiştir, kuşlarla evlenmiştir, Abdülaziz beş güreşçiyi aynı anda yenmiş, boğazı yürüyerek geçmiştir,  şehzade Abdülmecit'in gözleri yanıp sönerdi, resimlerini boyamak için yalnızca arkasını döner, dua ederdi, hepsi birer söylencedir. Onu bırakın Hezarfen'in Galata'dan, Üsküdar'a uçuşu, Kız Kulesi'nin bir gece yok oluşu, Muratların dördüncüsünün haşhaşin oluşu, Boğazın buz tutuşu, Topkapı sarayındaki süt havuzları, Sarayburnu'na yeraltından kadanadan bir aygırla çıkılan dehliz, hamamlardan boğaza bağlanan tüneller, haremdeki kadın şairler, yeryüzünü inleten menkıbeler hiç bir zaman bin bir gece masallarının süreğeni bir sihir, hayran olunası bir büyü olarak görülmemiştir, bu toprağın insanları kendisine ve atalarına -ecdadına- düşman olmayı salavat bellemiştir. 

Hülagü, Bağdat'ta kitapları ateşe verdiğinde alevler bulutlara değmişti, Davut ve Goliath, Filist ve Kenanoğulları dünya doğup, doğurulduğundan beri savaşıyor, yurdunu savunurken yenilen Japonlar kalubeladan beri harakiri yapıyor, John Jack Pershing ayı tahrip edecek güçte bir füzeye adı verildiğinde yüz binlerce kızıl deriliyi güneşte kurutmuştu, Normandiya çıkarmasında 1,5 saatte 250.000 asker cehennemi gözleriyle görmüştü, Naziler insanları Krema-toryum'larda pişirdiler, Mari Antuvanet külotu çıkarılarak giyotine gittiğinde başı kesilenler, Osmanlıda boğularak ölenlerin sayısını geçmişti, Çanakkale'de İngiliz birlikleri yüzbinlerce yüz bini Hellespont'a gömdüğünde güneş dünyadan bir kereliğine çekilmişti, Hernan Kortez yerlileri yemişti, Magellan köleleri denize atmış, safradan kurtularak yaşama tutunmuştu, Maoriler kuzeyden gelenlere yem olmuştu, Afrika'da yamyamlığı 'maymun' yiyen beyazlar yaymıştı, Herodot tarihi insan yiyen kralların tarihiydi ve Antlarda düşen uçakta insanlar birbirini yiyerek ayakta kalmış, Sibirya'da donarak ölüme terkedilenler insanlığı kurtarmıştı!..

İnsanoğlu başını giyotine uzatanların kargışını  devrim niteleyecek, nükleer gücün gölgesinde aşağıdakilere revolver çekerek, yukarıdakilerle aya gitmeyi uygarlık belleyecekse, bir sorun var demektir. Tanrı inancının aracılığında, tanrının adını olasılıkla kirletmek değil midir bu, bu deltoidlerin hümanizmle ilgisi olabileceğini sananlar saralı Kaligula'yla akraba olanlardır. İnsanlık düşünsel omurgasını değiştirmeli, iskeletini yenilemeli, et suyuyla beslenen, semiren yeryüzü gerçekliğini terk ederek, tanrısallıkla güçlenerek, bir uzaylı, kozmik bir varlık olabileceğini göstermelidir. Bugün insan, boşluktan ödü kopan, ayakları karaya basan,  yeryüzünden kaçamayan, onun gerçelliğinden kopamayan, yüzyıllardır doğal seleksiyonun yasalarına boyun eğmiş, hiç bir gelişme gösterememiş, kendi mitolojisinin içine kapanarak, beli bükülmüş, dişleri, döşleri, düşleri, düşünceleri yeryüzüne kapaklanıp, ezilmiş, toprakları kemirmiş, labirentinin içindeki bir Asterion, metal yorgunluğunun tutsağı, metamorfik bir hayvan, edilgen, biçimlenebilen bir Homongolos, bir Frengi'stein'dir,  eARTh yaşadığı yerin adı, ne acı!..

Vahşetin, ihanetin ve delaletin insanlığında barbar Osmanlı, kafes arkasından bakıp duran sofistike padişahla, onu iplerinden çekiştirip duran analığı demek ha!.. Kanibalizm sürsün diye, insanlık birbirini yesin diye bir kültür bu kadar hicvedilebilir, bu kadar recmedilebilir, aklıselim dostlarım!..

Her imparatorluk gibi 'Olabilecek dünyaların en iyisine' yelken açmaya çabalayan, Adem'in terk edilmiş çocukları, beşeriyetin handikaplarına, yaratılmış olmanın acılarına, uygarlığın yeryüzüyle süren dinmez uyumsuzluklarına, evrene, paralel dünyalara duyduğu adaptasyon zorluklarına, uyuşmazlıklarına bir türlü göğüs geremeyen ve kendini bir tür anomali, bir tür sapma zanneden... Tanrıların umursamazlığı ve evrenin uçsuz bucaksızlığıyla hiç bir zaman baş edemeyen ve her seferinde yenik düşmenin aczi ve umarsızlığın okyanusları inleten kederiyle ölerek, her seferinde yeniden dirilen, hiçlik ve yokluk duygusunun prangalarında, acılardan acı, ölümlerden ölüm beğenerek, öbür dünyalara sığınıp, göz yaşlarıyla iman eden ve insanoğullarıyla aynı yazgıyı paylaşmanın acılarını, emel denizlerindeki ıstıraplarını, elem bahçelerinde sürüp giden yolculuklarını  tatmış Osman evlatlarının hanları arasında, dördüncü Mehmet ve ikinci Süleyman'da vardır. Avcı Mehmet'tir biri, zevk ve estetik düşkünüydü, zamanında minyatür ve güzel sanatlar gelişmişti, Süleyman'sa bilinmez ama çok değerli biridir, imar ve mimari bir üslubun gelişmesine önem vermiş, yaşamın bu dünyada olduğu düşüncesine kaynaklık etmiş, deruni bir eğitimin ve bir  kültürün ferdiydi.

Mustafalar, Osmanlar, Selimler, Ahmetler, Hamitler, Mehmetler nasıl bu kadar vicdansız olabilir, bu denli başıboş bir imparatorluk yaygarası, bu denli bir cehalet denizi kendisini altı yüz yıl nasıl koruyabilir!..  Eğer geçmişimizle barışıp yüzleşmezsek gemilerimiz bu kez karaya oturacaktır oysa kayalardan yüzmüştü onlar, padişahlar iyicil insanlardı, onları bu kadar acımasız, vefasız ve bilisiz gösterenler gelecekten korkan gafillerdir. 

Şeyh Bedrettin dünyanın ilk kitaplı proleteri, Marks'ın atasıydı... Bilim kurgu dünyası, Evliya Çelebi'nin düş gücünü henüz aşamadı, Mimar Sinan'ı dünya biliyor, biz bilmiyoruz, bu toprağın insanı Yunus'un şiirini, yeryüzü henüz yineleyemedi, Mevlana hümanizmin ilk elçisi, Muhammet azılı bir devrimciydi...

Geçmiş yüzyıllara ve bu topraklara kem gözle bakan, yansılama ve yanılsamalarla dolu bu dünya sahnesinde, bir Kıro Magnon'dur (Cro Magnon) ve geçmişini yadsıyan, kendinden ve  geleceğinden korkan, bir at gövde (Kentauros) ya da boğa baş (Minotaur),  varlığı kuşku götüren, tarihin karanlıklarında soyu tükenmiş, yitip gitmiş, bir yarı-insan, yarı-hayvandır!..                               

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder