18 Mayıs 2019 Cumartesi

MATRİKS
 
Fizyolojik anlamda dünyaya gözlerini yumduğunda, bunun gerçekte bir yok oluş mu, yoksa var oluş mu olduğunu bilemiyordu. Fizyolojik, bedensel, cismani, tensel, et'ik, vücudi, bünyesel bir form, biçim, siluet ve bir görüntü olarak var oluş, gerçekte bir var oluş muydu ve var sayılabilir miydi ve var olan gerçekte ruh muydu yoksa ve bedenden kopuş, gerçek bir var oluş, prangalardan, tutsaklıktan-esaretten kurtuluş olabilir miydi... 
 
Bütün bunları tüm gerçelliğiyle bilebilseydi eğer, bu sözlerin, bu düşüncelerin, bu kavramsallığın üretilemeyeceğini ve kim bilir, anlağına düşmeyen, us dışı ve hiçbir zaman algılayamayacağı, nice düşlerden, düşüncelerden uzak, kendi dünyalarına sonsuza dek kapalı, nice bilinmeyen ve sonsuzluğun kendilerine hiç bir zaman gösterip sunamayacağı olağan dışı sayısız matrikslerin ötesinde bir şeyleri konuşup, düşünüyor olabileceklerini varsayarak ürperdi...
 
Bu sulak toprakların canlıları ve bu okyanus karalarının efendisi insanlar gerçekte kimdi, neydi, organizma dedikleri bir şey, ilkel kordalı biçimler, oluntular,  düşüncenin bilisiz beşiğinde trajikomik biçimde salınan yaratıklar mıydı yoksa kendileri ve ayrıca soruların bir önemi olabilir miydi, sınırlarının içine hapsolmuş canlılar için bir kafes miydi bu sonsuz evren, soruların ve yanıtların çöküntüsü içinde, gülüyor, ağlıyor, coşuyor, görkemli acıların kollarında mutlu ve bir kırk ayak gibi her şeyden yavaş, tüm evrenin düşlerinin gerisinde kalan, bir motor nöron, bir sinaps gibi savruluyor ve boşluğa doğru bakışıp duruyorlar mıydı yoksa...
 
Gerçeğin hiç bir zaman kavuşulamayacak bir şey olduğunu düşündü, bir duvarın arkası, önünde ne olduğunu hiç bir zaman bilemezdi, duvarın ardı sonsuz enginlikler, derinlikler, coşkular ve dillere destan boşluklar, anlam okyanusları, paradoks denizleri ve düş bahçeleri oluştursaydı bile...
 
Öteki dünya, bu dünyanın benzerinden başka bir şey değildir mottosuyla biçimlenen ütopya, atopya, otopya ve distopyanın çocuklarıydı onlar. Düşünceleri kendi sınırlarının içinde hapsolan birer cennetlikti her biri...
 
Var olan yalnızca düşünceydi belki de, düşünceden başka bir şey olamazdı evren. Hacimsel olan görüntüydü ve dur duraksız, görece, illüzyonal bir sanrıydı belki de, yokluğun kendisi, cismani olanın kendisiyle bütünleşen saf bir eşdeğeri olabilir miydi... 
Görünmeyen, ruhani, tinsel, tözsel ve kavramsal dediği; düşünce ise, var olabilen tek şeydi anlamsallıkta bunu seziyordu... Düşünce kendisinin dışında bir şeydi ve verili olarak kendisinin varlığına, oluşumuna, sözel ya da kütlesel biçimine bağışlanıyordu belki ama onun minik / manik bir parçası olabiliyordu ancak...
 
 Düşünce varlıktı, varlıksa düşünce, öyleyse yokluğun ta kendisi diyebileceğimiz varlık, nasıl düşünce olabiliyordu. Düşünce savlayabileceğimiz her şeydi demek ki, düşünce başı ve sonu olmayan bir tasım, her görü, her hiçlik ve kendisini de yadsıyabilen bir şeylikti artık. Kendisi olanın dışındaki her şey, kendisi olmayanın; 'İçindeki' hiçbir şeydi. O tanrı ve hiçlik, (galaktik) kozmos ve (tasımlanır) evren, insan ve eşya, doğru ve eğri, varlık ve yokluk, içrek ve dışrak diyebileceğimiz tüm tözdü. Salt boşluk. Sıfır. Her şeyi kapsayan hiçlik.
 O!..













SEN
Sen gözlerini kapadığında
Ben uyumuş olurum.
 
Sen ellerini uzattığında
Ben kavuşmuş olurum.
 
Sen işittim dediğin an
Ben çoktan duymuş olurum.
 
Altın ağzın konuşmaya başladığında
Ben yazmış olurum.
 
Ama yüreğin bana dönmeye görsün
Ölmüş olurum!..








BELLATRİX
*
(PETRA)
 
Petra'daydık.
(“Nice ülkeler,)
Dev kayalıklar, antik çağlar, geçitler arasında....
(nice denizler aşarak)
Fayton sürüyorduk.
(geliyorum kardeşim,)

Atlar zayıftı.
(bu acıklı)
Sevi güçlüdür dedim.
(cenaze törenine)
Gece rengindeydi çöl.
(sunmak için ölümün)
Güney haçı üzerimizden geçiyordu.
( son armağanını sana)
Bir deve kervanı yüzüyordu.
(ve seslenmek için,)
Ay ışığında...
(boşuna biliyorum,)
Bir çığlık yitip gidiyordu derinde.
(sessiz külüne,)
Serap içindeydik.
(ayırmış bir kez alınyazısı seni benden,)
Çok uzakta atlılar, gökyüzüne tırmanıyordu.
(heyhat,)
Dörtnala.
(benden zamansız koparılan kardeşim!)
Kıvılcımlar sıçrıyordu ayakları altından.
(Yine de kabul et bunları törenin için)
Vaha ağlıyordu...
(ana babamın eski töresinden kalan)
Işığa boğuluyordu gece.
(bu hüzünlü armağanı,)
İki kaşık gibi sarılmış, uyuyorduk iç içe.
(ve sonsuzluğa doğru,)
Belki de?
(güle güle kardeşim,)
Bir düşün içindeki, bir düştür.
(hoşça kal!'')
Bu dünya diye...








Hiç yorum yok:

Yorum Gönder