18 Mayıs 2019 Cumartesi





ETİK
Öteki deyişle ahlak. Ahlak nedir?.. Senturizm. Merkeze bağımlılık. Ahlaktan söz eden biri ruhsal ekonomisinin ve coğrafyasının övgüsüne soyunuyordur. Siz ahlak denen şeyin evrensel olduğunu ileri sürebilirsiniz, geçişli melodi gözeleri onlar. Panflüt aralıkları. 
Anarko kapitalist dünyanın ahlakını bir düşünün, öldür ve kazan!.. Nasıl olursa olsun ama... Manevi olarak, maddi anlamda, biçimselde olabilir, yarı maddi, yarı biçimsel, görsel anlamda, yalnızca içini (cebini) boşaltarak, gereken ölçüde sağaltım sağlayarak, çırılçıplak soyarak, sağarak, mezomorto yaparak vb. Bir roman gibi...
Kapitalizm bugün parfümlü nekrofilizmdir ve acıları bu yolla dindirir.
'Güzel sanatların bir dalı olarak cinayet'. İpeksi tüyden, kanarya ötüşlü bir oyuncak. Konu ayrıntı denizlerinde yelken açmaya benziyor, örneğin Marks yenilmiştir, başarısızdır ve ama ortaya koyduğu ahlak yerindedir, doğrudur ama geçersizdir. Yaşama zıtlıkla paralel bütün doğrular, yaşama paralel sayılamayacaktır artık. 
Evsiz ya da parasız birinin bir evi işgal ettiğini, (komünizmde bir eve şapkasını ilk asan o evin sahibidir masalı vardı bir zamanlar, evsizleri bile korkutan!..) veya paraya el koyduğunu düşünelim, hırsızlık mıdır bu, düşüncenin reorganizasyon oluntusu ve hallerinde elbette bu bir kargaşaya yol açar, ama gerçekte, gereksinime göre dağılım, açıkta kalma korkusuna göre en doğru yöntem sayılabilir bunlar, ironisi ve esprisi kozmik yöntemle törpülenip, reformasyonu gerçekleştirilmelidir yalnızca, peki komünizm midir çözüm hayır o bir ilkelliktir belki de, manyetik giysiler yaratamaz mıyız, sizi doğaya karşı izole eden atomik aralıklı bir kaplama, bir yalıtım, tıpkı çatılar gibi, haplar, ilaçlarla midemizi tatile gönderemez miyiz, sanal denizlerde yüzemez miyiz, sanatı bağımlılık duygusuyla tımarlanmış bir gevezelik olmaktan çıkaramaz mıyız, herkese istediğince bir yaşam biçimi sunarken, tanrıya meydan okuyamaz mıyız, hepsi olası ama, o denli ilkeliz ki biz, aynada rakibimizi görmekten hiç bir zaman çekinmeyiz ve ölüm henüz; baş tacımız ve inleyerek yaşamanın savurganlığıyla oyalanmaktayız.
Belki bütün bunlarda saçmadır, derin bir soluk alın ve şimdi parçalanmış ölülerinize dua ederek evlerinize kapanın. Her şey iyidir, tanrı en doğrusunu bilir ve çok şükür yaşıyorsunuz. Öyleyse doğru ve olması gereken 'barbarizm' budur!..
Gelelim kitap çalmaya, bu bir ayrıcalık ve cennetlik bir konu gibi algılanır, hırsız hırsızdır ve kitap çalmanın diğerlerinden bir farkı yoktur verili dünyamızda, türküsünün ışıklar saçması mazohistik bir bezirganlıktır. 
Antilüks bir davranış bu, yarı fars, bir kleptomanizm gibi algılanıyor, yani varsıl çalıyorsa bir sayrılıktır hırsızlık, yoksul çalıyorsa, doğru Andre Chenıer'in yanına, 'Kafamın içindekiler size gerekli olabilirdi'. 
Hayır gereklilik diye bir şey yoktur dünyada, her şey 'Karşı koymak bile bir çeşit işbirliğidir' aforizmasınca doğrulanır, eğer sosyalizm gerekiyorsa, sizin için onu da getirebiliriz kuralınca dönüp, işleyecektir!..
Bağımsız bir kültür, radikalizm, diktatöryalite veya ütopya diye bir şey de yoktur gerçekte, her şey saatin yönünde ve ekvatora paralel olarak, kutuplara fazla yaklaşmadan dönmelidir, demokrasi toplumların radon gazının ayarını ölçmek uğruna gelişir ve serpilir, bir süre sonra her şey değişecektir, yüz yıl sonra, bin yıl sonra, çok mu... Yeryüzü, üçüncü gezegen, mavi topaz, on milyar yıldır ayakta, dinozorların uygarlığından geçti bu dünya, sizi hala anneniz kırmızı başlıklı kızın aşığı sanıyordur belki de... Belki de Rapunzel, Mata Hari...
Değirmenin taşı dönüyorsa, dönmesi gereken yönde dönmelidir elbette, ekonomik, sosyal her alanda merkeze bağımlıyızdır, özkıyımı düşünüyorsanız da bile merkez karar veriyor, 'Büyük Brother' değil bu, o kadar ciddi boyutlarda yaşamıyoruz ki henüz!.. Kontrolden geçelim, elektronik bilekliklerle, haralara, antrepolara girip çıkalım!.. 
Düşünebileceğimiz her şey verili kültürün paratoneri, kuklası, dalgası, parçacığı, ikonu, rolmeni ya da ankormanı olmamızı sağlar.
Sonuç olarak ahlak -etik- dikte edilen bir şeyse ki öyledir, -gelenekler, yasalar, alt başlıklar, oto sansürler- bilin ki bunların tümü manipüledir, bir ortakçıllığın gizlenmiş mottoları, manifestolarıdır. Bu artı'k değerleri, beşeri otokratlar, kolektif vicdan, korporatif duyarlılık ve aydınlar mı denetleyip toplumsal alegoriye mal ederek, rulet masasına sürer peki, aydın toplumsal bir üründür, toplumu dizayn etmez, toplum aydını dizayn ediyordur gerçekte ama illüzyonalite bolluğu içindeki dünyada Janus artık bin bir surat, eşdeğerlerine-emsallerine göre gelişmekte olan bir toplum salt göstergelerini sunar ve topoğrafyasında bir tekel, bağdaşıksız ve paylaşımsız bir hükümranlık taslamaya başlar, Yehova olmaya kalkışır bir süre sonra, tarih bir yinelemedir sözünün kaynağı da, kaynakçası da budur. Gerçekte tarih bir tekerlemedir.
Doğal ahlak diye bir şey olamaz mı, -Henüz o kadar gelişemedik- bakın bu sözcük, bu yolak, neanderthalleri düşündürüyor, onlar üşüşüyor dağarcığımıza, kafatasımız ilkel dürtülerle uyanıyor.
Doğal ahlak diye bir şey yoktur, olamaz. Her şey şimdiki zamanın içindedir ve her şey bir adlandırmadır çünkü!..
Doğal ahlak, katıksızlıkla, uygarlığımızın bize sunduğu ve boyun eğmek zorunda olduğumuz bugünün ahlakıdır, anlak içinde gezinen her şey doğaldır çünkü ve doğallıkla, doğal diye bir şey yoktur.
Bir düşünce, bir açı geliştirmek istiyorsak, yenilenlerin ve ölmüşlerin ahlakından yanayım diyebilmek gerekir... Çünkü onları biz öldürdük. Bizim safralarımız oldular ve yaşıyoruz ölülerimiz, cesetlerimiz üzerinde... Onları kutsuyor ya da kargışlıyoruz, bir cinayet ya da kitlesel paganizmin katılımcıları olarak, soy kütüklerine kaydımızı yaptırmak onuruna nail olmuş 'kahramanlar olarak!..'
Her şeyi yadsımak, marjinal olmak, dikkati çekmek, geçersizliğin denizlerinde göz dağı vermek midir?.. Hayır, hiç bir yararı ve kabullenirlik olasılığı olmayan her şey, doğru olsa bile us dışı ve saçmadır bu dünyada, öyleyse ondan yana olmaktan ne çıkar, bu neye engeldir şu yaşamda, hiç...
Ağıt yakmak heveslisi bütün kuklalar, kendi Şarlo'tanlığına ağlamaz bu dünyada, ağlayamaz, onlar yalnızca başkaları için yas tutmaya alışmışlardır, bir maskenin ardından konuşurlar ve bütünleştikleri dünyada gölge boksu yaptıklarının ayrımında bile olmadan, geçip giderler. 
Onların yasını tanrılar(ı) tutar!..
Her şey sonsuzluğun içinde saklıdır ve her şey gibi bu konu da geliştirilmeye açıktır...











EFRAİM
Şu testiyi pusatlayıp uzat uykusuz İbran
İçeyim bir avuç çoban şerbeti.
Bak Rabian geliyor, kızılcık dallarından...
Ateşler içinde koynu, kokular rıhan.

Dağ küsmüş senin böğrüne, yağmur sağanak
Çalı kuşu bak, öter Truva surlarından
Ama savaşçılık oynuyor her daim Paris
Ve erguvan çiçekleriyle geliyor Judas.
Bekle Mecdelli ölürüm son akşam yemeğinde
Tan ağarır ve tanrı gülücük dağıtıyor yine
Altınsı oklar giriyor, gölgelerin içine
Ağlıyor Niobe, ıslak gözleri, yeşil bir sümbüle.
Sursal nereye, nereye ey Smyrna çiçeği
Ve cennet süpürgesiyle inliyor İsa işte
Koyaklar arasından süzülür bir dikenli taç
Yutuyor Adem elmasını orada bir deryadil
Der ki, ölüler de düş görüyor mu Mikail.







 FREEHOMO
''Acaba ot gibi yerden mi bittim 
 acaba denizlerde mi şaşırdım 
 ve zamanı nasıl unutmaktayım 
zaman unutulunca mısrı kadîm yaşanabiliyor 
 kendimi unutunca seni yaşıyorum 
 yaşamak 
 bu ânı yaşamaktır 
ammon râ' hotep 
 veya tafnit 
 kim olduğumu bilmek istemiyorum 
 yalnız etrafinda nefes almalıyım 
dut bu â'ru ünnek pahper 
 kama pet kama tâ 
 mısır metinlerinde okuduğum cümleler 
 seninle okuduklarımsa büsbütün başka şeylerdi 
seninle bir bahçedeyiz geliyor bana 
 orada hem var hem yok gibiyim 
 daha doğrusu bütün bir bahçe oluyorum 
 insanlığımdan çıkarak 
 kama pet 
 kama tâ''
Ve insan özgürdü, mutluydu, iyilik doluydu.
 Ve kırmızı bir elmayı tattı diye, tanrı onu cennettten kovdu.
Habil özgürlük tutkunuydu ve sınırlar incitiyordu
 Kabil göklere savurdu onu ve sonsuz ufuklarda uyudu.
'Ve bir sabah geçti diye, şehrin sınır taşını
Çekince kopardı Remülüs, kardeşi Remüs'ün başını.'
Ve Julius halktan yanaydı ve Sezar oldu
 Tek söz tek yürek ve öyle gitti tamuya.
Cengiz tek bir dünya düşledi ve tek bir yurt
 Tanrının lütfuyla ve mezarı belli değildi.
Kolomb bir ütopya aradı ve bolluk içindeydi
 Ve eski dünyayı unutmak için, yeni ölülerleydi.
Ve devrim monarkların sonuydu
 Ve Napolyonların başlangıcı.
Führer volkswagen yaptı
Ve mezara dönüştü arabaları.
Anarko kapitalizm zamanı şimdi
 Ve para para'mparçaydı
Ve bir eARTh cehennemi
Hayvanlar acılarını paylaşırdı
Ve insanlar hatalarını
Rodezya kompradorlar ülkesiydi
 Paris gezegeni yanıyor ve
 11 eylüllerin dünyasıydı.
Ve yapayız, yapayalnızız
 Ve tanrıyı uydurduk biz
 Melek ve şeytanı ayırdık
 Ve iyilik ve kötülüklerimiz
 Yaşamı unutsun diye
 Ve ölümler kanıksansın diye
Ey insan
Her şey boşunalık
Her şey boşuna
Ve umut adına
Ve...
''Garip bir zamanda yaşamak yazgılarıydı onların. 
 Ayrı ayrı ülkelere bölünmüştü gezegen, 
 her birine bağımlılık duyulan, her biri tatlı acıların, 
 kuşkusuz şanlı bir geçmişin, eski yeni 
 geleneklerin, hakların, haksızlıkların, 
 kendi efsanelerinin, 
 tunçtan atalarının, yıldönümlerinin, 
 halk avcılarının ve simgelerin zenginlikleriyle yaşayan. 
 Savaş için elverişliydi bu gelişigüzel bölünme. 
 Kımıltısız nehrin kıyısındaki kentte doğmuştu 
 Lopez. Ward ise, sokaklarında Rahip Brown’ın 
 dolaştığı kentin varoşlarında öğrenmişti İspanyolcayı 
Don Kişot’u okumak için. 
 Öbürü Conrad’ı sevdiğini söylerdi, adını 
Viamonte Caddesinde bir sınıfta duyduğu. 
 Dost olabilirlerdi, oysa yalnız bir kez karşılaştılar 
 o çok iyi bilinen adalarda. 
 Her biri Kabil’di, her biri Habil. 
 Birlikte gömdüler ikisini de. 
Şimdi kar ve kurtlar tanıyor onları. 
Anlayamayacağınız bir zamanda geçti 
 Burada anlattığım öykü.''






KEÇİ TÜRKÜSÜ
(Tragedya)
 
''Gerçek seni özgürleştirir.''

O kurak yerden çıkan
Kök sürgünü gibiydi
Betlehem yıldızıydı
Yakıyor içimizi
Ben onun yarasından
Şifa bulan bir candım
Golgota tepesinde
İnci döken insandım
Kidron vadilerinde
Sürüsün güttüm onun
Yol gösteren o bize
Her şeyimiz o bizim
Anası belki Meryem
Belki Yusuf babası
Göklere kanat geren
İnsanlık duacısı
Horozlar ötse bile 
Kanı durulmaz onun
Taşın gözyaşı yoksa
Adı anılmaz onun








DIŞKI
Dışkıyım ben...
Posa. 
Yaşam, dünya, evren, tanrı, melek, kitap, çocuk, ölüm, savaş, barış, köpek, çitler, begonvil, fil, penguen, sümbül, dağkeçisi, şemsiye, fistan, cam ve füzeler gibi, bende bir nesne, bir varlık ve bir hiçlik ve her şeyim.
Bana değer verebilmeli, önem atfedebilmelisiniz, boşaltım istasyonlarımın adı Winston Churchill'dir. 
W.C.
Ben yaşamın olmazsa olmazıyım.
Marathon'da, Dandanakan'da, Waterleoo'da, Pearl Harbour'da olan biteni anlatsam beni kutsardınız.
Bir gün yoldan geçen bir dervişe dedim ki, sakın şaka sanmayın, dünyada en zor şey nedir?
Yanıtını hiç bir zaman unutamam...
Sıçamamak!..
Kabalığımı hoş görün ama lütfen beni küçümsemeyin.
Size yaşamın en kritik cesameti, gizi nedir diye sordular yüzyıllarca?..
Nedir benliğimizin ve yaşamımızın cevheri?
Su, hava, ateş, toprak...
Usumuz, yüreğimiz, kanımız, ellerimiz, yok hayır, tanrı parmağımız!..
Öyle demeyin tanrı parmağımız olmasaymış, hiç bir şeyi kavrayamaz, toprağa bağlı bir canlı, her hangi bir varlık veya bir sürüngen, öylesi bir hayvan gibi kalakalırmışız!..
Kanalizasyonlar, lağımlar, gaita yolları, gübre istasyonları, dönüşüm siloları...
Dünya onlarla döner.
Yaşamın olduğu her yerde o vardır. 
Lağım kefali, bok böceği, sıçırgan otu, Milanlı Kaka, kakaolu kek, sıçangiller, sıçrayan top (football), boks, bok kokar (çiçek), sözcük oyunlarıyla dolu dünyamızda, düş gücümüze oyunlar katan varlıklar!..
Sırada satirik bir olay var!..
Temel ve Cemal ıssız dağda dolaşırken tepenin ucunda garip bir nesne görmüşler, Temel, bence bu bir uzaylı diye titremiş. Cemal tuhaflığına şaşmış arkadaşının, alayla belki de insandır o demiş, olmazsa bir hayvan... Yaklaşmışlar tepeye, hacet gideren bir adam!..
Cemal küçümseyerek demedim mi demiş gördün işte!..
Temel hayır demiş, sıçan bir uzaylıyı ilk defa görüyorum!..
Prometheus ateşi tanrılardan çaldığı için cezalandırıldı ve yalçın bir dağda zincire vurulduğunda, göklerin kartalı her gün ciğerini yiyerek, ona işkenceler ediyor ve pisliği o kadar birikiyor ve o kadar kötü kokuyordu ki Herkül onu kurtarmak için yanına yaklaşamıyordu. Yüzyıllarca yağan bir yağmur Prometheus'un pisliğini uçurumlara akıttıktan sonradır ki, Herkül ona yaklaştı ve kurtarabildi.
Dışkı eza ve sefamızdır.
Dönüp bakmadan edemediğimiz, genlerimizdeki kendimiz...
Ona saygı duyabilmeliyiz. Sevebilmeliyiz...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder