18 Mayıs 2019 Cumartesi




SELVİNAZ
Osmanoğullarından Selim'in kızı,
Dilruba ki analığı,
Beşir de aşığı
Benim ruhsarım...
Gurbetim, sadabadım, mehtabım.
Gülümseyen gecem, kızıl zambağım.
Gönül dualarıyla dolu sabahım.
Erdel Beyi'nin yüreğini yaktığı
Salınışına akasyaların
Sardunyaların dönüp baktığı
Kahrım, vicdanım, göz yaşlarım.
Selvinaz'ım.
Aynalarla boy ölçüşen
Leylaklarla sevişen.
O ki
Yolunu yitirmişlere
Sufilere, dervişlere
Ermişlere yol gösteren.
Bakışları
Ağrıları dindiren,
Gamzeleri acıları eriten.
Kanatları
Bahar ülkesinde gezen,
Meleklerle söyleşen.
Gün batımlarında
Akşam alacalarında
Her rint kucak açtığında
Sızılara yol veren.
Kuşluk vakitlerinin gazelhanı,
Cennet mekân hülyaların peşinde,
Bir gece yarısı
Beni bırakıp giden...
***
SELVİNAZ
Osmanoğullarından Selim'in kızı
Dilruba ki analığı,
Beşir de aşığı
Benim ruhsarım...
Gurbetim, sadabadım, mehtabım.
Gülümseyen gecem, kızıl zambağım.
Gönül dualarıyla dolu sabahım.
Erdel Beyi'nin yüreğini yaktığı
Salınışına akasyaların
Sardunyaların dönüp baktığı
Kahrım, vicdanım, göz yaşlarım.
Selvinaz'ım.
Aynalarla boy ölçüşen
Leylaklarla sevişen.
Gün batımlarında gelip,
Sufilere, dervişlere,
Ermişlere yol gösteren.
Bakışları
Ağrıları dindiren,
Acıları eriten.
Gamzeleri
Sızılara yol veren.
Kanatlarıyla
Bahar ülkesinde gezen,
Meleklerle söyleşen.
Cennet mekan hülyaların peşinde
Bir gece yarısı
Beni bırakıp giden...
















DRAKULA
Adım Fatih, Drakula'nın kardeşiyim, tam altı yüz yıl sonra, iki bin on altı yılının iki eylül akşamı onu ziyarete gittim, reenkarnasyonuyum Fatih'in. Transilvanya'nın Kont Drakula'sı, Vladimir Tebes'in süreğeni kim bilir nerelerde... Beserabyamaykılsenagardeniya şarkısını mırıldanarak, Edirne'den Bulgar sınır kapısına girdikten sonra, engebeli ovalar, çam ormanlarıyla dolu yamaçlardan dolanarak, Tuna eşliğinde Romanya'ya giriş yaptık. Romenler kendilerini İtalya, Roma imparatorluğunun ardılı sayarmış. Bir kurdun sütünü içen Romüs Romülüs heykelini görünce tarihe bizde inandık. Düzlüklerden geçtik, ıssız, uçsuz bucaksız kırlar hep aynı duyguyu veriyor insana, taştan heykeller gibi bakan insanlar, yapayalnız ovadaki tek evin penceresinden bakan güzelim kız, bir daha hiç bir zaman göz göze gelemeyeceğiniz, kim bu, yaşamdan ne istiyor, ne arıyor burada, yazgısı nasıl sonuçlanacak, soluk alıp vererek yaşamı tükenecek mi, evlenip çoluk çocuğa karışarak, bir biçimde dünyayla ödeşerek, çekip gidecek mi...
Kasabaların, küçük şehirlerin içinden Bran Şatosunu ve müzesini görmek üzere Sinaia'ya geldik. Kral Ferdinando sonsuzluğa kalabilmenin yolunu bu sarayı müzeye çevirmekle bulmuş, saray biraz küçük ama oldukça zengin, Osmanlı odası, Venedik odası, ressamların resimleriyle süslü holler, zırhlar, maskeler, mızraklarla süslü salonlar sarayı gizemli kılıyor. Rehber bir ara, kralın dostu şu Hollandalı ressam kim dedi, bakılışı güzel bir sessizlikte Rembrandt dedim, hafifçe şaşırdı, gülümseyerek düzelttim, daha önce gelmiştim!..
Kızıl karası bir sonbahar yaprağının rengine bürünmüş sarayın içi, o denli ilginç ve paha biçilmez yapıtlarla dolu ki, göz kamaştırıyor. Uzun kara servileri başka hiç bir yerde görmedim, bir kule gibi, sanki göğe uzanıyorlar ve oralarda tanrıyı arıyorlar!.. Sonra Braşov şehrine Kont Drakula'nın şatosuna gittik, burada üç ay kalmış, yok hapis yatmış, o da değil, gelip geçmiş ama ruhunu bırakarak, şato çok gizemli, asma köprüyle geçiliyor şatoya, geceleri köprü içeri çekiliyor, çok güvenli, Vladislav, yani Vlad, yani, Kazıklı Voyvoda, yani Kont Drakula'nın çalışma odası var, konuklarını burada ağırlarmış ve sonra üst katlardaki salona davet edermiş onları, çalışma odasının görünmez dehlizinden herkesten önce yukarı çıkar ve onları merdivenlerde karşılarmış ki; Hortlak ya da vampirler neden duvarlardan bir duman gibi süzülüp, geçer, işte o efsanenin gizi buymuş.
Ay ışığında kana düşkünlüğünün nedeniyse iblisin, gündüz ortalıkta görünmeyen üç başlı köpeğinin geceleri uluyup, yolunu şaşıranlara saldırmasıymış!.. Sonra dağlardaki haçları ve şatoları geride bırakıp, Braşov'un merkezine geldik, kara kilise, yamaçta teleferikler ve Libraria Humanita kitabevine girişler. Çağdaş Romen Şiiri Antolojisini sordum görevliye, çok saygılı, aradı ve iki kitap verdi, İngilizce değil ama bu Fransızca dedim, hak verdi ve epeyce aradı başka bir kitabı, bulamadı ve hevesim kursağımda kaldı, oysa bir iki şiir çevirmenin hazzını yaşamak isterdim.
Kara kilisenin mimarı kalfasını kıskanıp aşağıya atmış ve sonra kahrederek günahının görseli, heykelini koymuş kilisenin çatısına, heykel kalfaya elini uzatan mimarın umarsızlığını sergiliyor, bu cinayet yüzünden mi kara kilise adı dedim, hayır kurşun deliklerinden dedi rehber, şehre kadar gelen ikinci paylaşım savaşının münadileri, ortodoks kiliseyi kurşun yağmuruna tutmuşlar.
Pioiesti şehrine geldik sonra, festival şehri, tüm şehir dışarda, şarkılar, yemekler, el emeği eşyaların satıldığı kameriyelerle dolu sokaklar ve güzel bir otel.
Ertesi gün Bükreş'e düştü yolumuz, bir çoban sürüsünü kaybetmiş ve tanrısına bulursam onları, sana bir şapel armağan edeceğim demiş, uyuya kalmış sonra ve sabaha sürüyü başucunda bulmuş, tabi ki tanrısına şükretmiş ve sözünü tutarak oracıkta bir şapel armağan etmiş!..
'Bucharesti!..' Şükürler olsun sana!..
Eski diktatörlerinin balkon konuşması yaptığı hükümet sarayını, sonra ömrünün bitişini görmeye vefa etmediği öteki sarayı gördük, eşi Elena çok narsistmiş ve bu görkemli sarayı 'Romen gururu' adına yaptırmış rehberimizin dediğine göre, irili ufaklı molalardan sonra Rusçuk, Bulgaristan şehrine vardık, orası da güzellikte geri kalmıyordu diğer şehirlerden, sınıra yakın rehber dedi ki, burası Razgrad, Ludogorets'den bilin!.. Kimimiz bildik, kimimiz bilemedik ve sınır kapısından Selimiye külliyesinin topraklarına girdik!..
Şimdi geceleri benimde penceremde bir kurt uluyor, ay ışığında konuklarımı üst kattaki salona yollarken, gizli dehlizden hızla geçerek onları karşılıyorum... Ve Vlad'a özenip, düşmanlarımın dilini öğrenerek, savaşta içlerine karışıp, yanıltıcı komutlar vermek, yenilirsem de atımın nallarını ters çaktırıp, Transilvanya'ya - ormanların ötesine- kaçmak üzere günleri sayıyorum!..
Gülüyorlar.
 Fatih, geçti o zamanlar!..
(Sözcüklerin anayurdunun çocukları olarak,  üç vakit süren macerada anımsadıklarım bunlar, dil oyunları yalan, bellek yanıltıcıdır,  siz, siz olun,  bu haritaya bakarak, yola çıkmayın!..)



















KİTABE
I
Senin yarı çıplak, mermer rengi adımların yüreğimi yakıyor.  Onlar tapınağımın sütunlarıdır. Bak ceylanlar nasıl da kıskanıyor.
III
Ben uykulara varmadan sütunların arasında dolaşır, galerilerinde gezer, dehlizlerine girer ve dört nala giden atım, birden şaha kalkarak, parıldayan nalları kıvılcımlar saçar!..
III
Her gece ay batana dek senin yamaçlarında gezinirim ben, kayalıklarından iner, ırmaklarına girer, topraklarını sürerek,  ışıltılı tepelerden araf yolcuları gibi kayan yıldızları izlerim.
IV
Bütün gece, senin koyaklarında, bir iman yeli gibi, cirit atarım ben.
V
Ve tan ağarır.
VI
Senin göğsünün uçları umru dutlarıdır. Beyrut kokularıdır. Onlar Urart vadilerindeki üzüm salkımlarıdır.
VII
Dolunay sağrılarının kımıldanışında, sönük kalır.
VI
Senin körpecik tüylerin mayhoş kokular yayar. Delirir ruhlar. Irmak cinlerimin boğazı kurur, dili yanar.
IX
Biliyorum, görkemli salınışının titrettiği nice dağlar var. Senin narin boynunda dolanan dilim,  bana can verir, susuzluğumu giderir.
X
Sen uzanır uzanmaz, ötücü kuşlar ışıldayan zülüflerinde yuva yapar. Sen sevilmedikçe  solansın, sen bakılışına doyulmaz, öpüldükçe güzel olansın.
XI
Rabbim seni bana bağışlamış.  Ekmeğim sen, şarabım sensin. Ruhum her gece yollarını arşınlar. Karanlığımın  güneşisin.
XII
Seni rabbime bağışladım ben. Kendinden geçişlerin Taberiye gölünün sularıdır. Sen benim ahiretliğimsin. Süzülüşün Petra vadilerindeki gül kokularıdır.
XII
Aşkım sana, imanım sanadır benim. Şattülarabım. Ruhumun kabri, gönlümün kaprisisin. Yüreğim  senin avuçlarında, ölümüm  ellerindedir senin.




















''Lalelim, Lalelide oturur, Laleli lale olur lalelimden. Laleliden geçilir,
Lalelimden geçilmez!..'' Orhon Murat Arıburnu, İstanbul'un geleceğini görmüş ki bu şiiri yazmış, şimdilerde İstanbul'u laleler sardı. Lale devrini yaşamış, Celali isyanlarını görmüş, neyzen Selim'in padişahlığını yaşamış, binbir kocadan artakalmış İstanbul'u bugünlerde laleler sardı, İstanbul halkı laleyi öteden beri hak ediyordu ama hiç bir belediye tarihin ve İstanbul'un hakkını vermeye yanaşmıyordu..., taki bugünlere kadar... Şimdi Dolmabahçe'den Beşiktaş'a, Emirgan Koruluğu'ndan Üsküdara'a parklar bahçeler laleyle doldu her yıl olduğu gibi ve laleler envai çeşit renklerle caddeleri, parkları süsledi. Dolmabahçe'den yürüdüğünüzde sağınız solunuz lale, lale soğanları vaktiyle Hollanda'dan gelmiş, Vermeer'in, Rembrandt'ın, Van Gogh'un ülkesinden, Van soylu olanların alabildiği bir ekmiş, lalelerin ve irisin ressamı Van Gogh'un yoksulluktan ölmesine gelde akıl erdirin. Şimdi Dolmabahçe'den yürüyenler solgun penbe lalelerin, kırmızı ve siyahi -asil- tonlarını izleyerek yürürken acaba Van Gogh'u hatırlıyorlar mıdır. Dolmabhçe'yi bugünlerde gidip görün, hatta görmeden ölmeyin, Napoli'yi görmeden ölme derler, ama nihayet İstanbul belediyesi uzun zamandır, İstanbul'u görmeden ölme sözünü hatırlatıyor halkımıza, turizmin cenneti İstanbul baharda bambaşka, yollarda elele yürüyen aşıklar lalelerin, ebruli, bulutsu, hafif renklerinin şaşkınlık verici manzarasında mutlulukla yürüyorlar, şakalaşarak, koşarak, şarkılarla Yıldız Parkı'nda lalelelerin cennetine doğru yürüyorlar. Ne mutlu onlara baharın farkındalar, sizinde bugünlerde aklınızda olsun, Emirgan koruluğuna, dolmabahçe bulvarına ve yıldız parkına yolunuz düşerse lalelerin sizi hayata bağlayan muhteşem görüntüsüyle kolkola baharın tadını çıkarmayı ihmal etmeyin, caddeler ve parkların sizi engin duygulara sürükleyen, ülkemizin son günlerde yaşadığı sıkıntı verici günlerden bir nebze olsun uzaklaşmayı ihmal etmeyin. Laleler İstanbul'un başlıca caddelerinde, korularda, parklarda sizi kucaklamak için can atıyor, çıkın sokaklara, çocuklarınızla, hayatın düşmanlarına inat temiz bir hava alın, cennet görüntüsüyle coşkuyla açan lalelerin yanında, banklarda oturun, koşturun, Yıldız parkının yürüyüş kulvarlarında lalelerle yanyana koşun ve hayatın güzelliklerini tadına varın, çünkü insan bu almede hayal ettiği müddetçe yaşar demiş şlairimiz Yahya Kemal, çocuklarınızda ielerde sizler kadar büyüdüğünde geçmişten pek az şey hatırlayacaklar, rengarenk laleler ve bahar ve her zamanki gibi diyecekler ki; Eskiden İstanbul böyle değildi!..', bugünden yarına bir sabah serinliğinde yollara çıkın ve lalelerle kucaklaşın, göreceksinizki hayat güzel!..



















 İLETİLER
 
Deniz fenerinin ışığı raflardaki el yazmalarına vuruyordu. İskenderiye şehri derin bir uykuya dalmış, dalgalar kıyıları yalıyor ve Eratosthenes engin gecede  sonsuz bilgiye nasıl ulaşılacağını araştırıyordu. Sayısız parşömenler arasında, geçmişten kalan ciltleri, tozlu ağır kodeksleri gözden geçiriyor ve çağın kinik filozoflarından, özgürlükçülere, prangacılardan, halkamsılara, mağaracılardan, sosietascılara dolanıp duruyordu. Karanlıkta Thetis'in görüşleri üzerinde duruyor, iç geçirerek esriyor ve serin bir havanın yayıldığı loşlukta, içten içe ürperiyordu. Nice filozoflar, nice farklı görüşlerle, düşüncenin diyarlarında cirit atıyor ve bir türlü o sağlam görüşün ışıklarıyla aydınlanıp doğru yolu bulamıyordu. Bir esenlikti aradığı, sonsuzluğun bilgisine ulaşmak değil, ölümsüzlük ve tanrısal mutluluğun kökleri ve kaynaklarıyla buluşmaktı.
Bir kitap aldı eline, üzerinde Titus Lucretius Carus yazıyordu, milattan önce iki yüzlü yıllarda yaşadığına göre; bu kitabın raflarda bulunuyor olması olanaksızdı!.. Gelecekte yaşayacak birinin kitabı vardı elinde ve bir an buradaki tüm kitapların, yüz yıllar sonraki insanların görüşlerini yansıtacak kitaplar olduğunu varsayarak olacakları düşündü. Düşüncenin hazzıyla bir olasılığa kapıldı ve birden aydınlanır gibi oldu!..  Mutluluk bir bekleyiş ve bir tansığın, kuyruklu yıldız gibi gözümüzün önünden akıp gitmesi miydi acaba, elle tutulup, gözle görülemeyen bir şey... Gülümsedi ve aradığı sorunsalın çözümünden vazgeçti. Loş ışıkta yine sayfalara daldı ve engin kulaçlar atarak yüzmeye başladı!..
*
Slovenya'da ormanlık bir arazide her gün bir insan öldürülüyordu, amansızca izlenip, sonunda kıstırılarak, başlarına ateş edilmiş ve paramparça olmuş insanlar. Uzun süre öldürenlerin kim olduğuna ilişkin hiç bir bulgu elde edilemedi, hunharca işlenen cinayetlerin sorumlusu bulunamıyordu. Ta ki birinin öldü sanılarak, derin bir çukurda bırakıp gidilene dek... Maktul kendisini izleyen, maskeli insanlar gördüğünü, silahlı olduklarını, kaçmaya çalışırken, otların arasında bir kuyuya düştüğünü ve defalarca kendisine ateş edildiğini söylüyordu.
Ölmeyişini, genç yaşta olabileceğini düşündüğü insanların, robot gibi davranmalarına ve sanki trans halindeymiş gibi ateş etmelerine borçlu olduğunu sanıyordu.  Olayın nedeni kısa sürede anlaşıldı, belli yaş grubundaki insanlar, sanal alemde, ne kadar çok hedefi yok edersen, o kadar çok puan alacağın bir oyunu, ormanda oynamaya karar vermişler ve yarışmada birinci olabilmek uğruna, otoistik ve  umursuzca pek çok kişiyi öldürmüşlerdi!..
*
Butan ülkesinde, yaşlı bir kadın kendini dini öğretilere adamıştı, tüm kutsal metinleri okuyup, buyrukları yerine getirerek, erdemle boyun eğdiğinde,  her öğretinin cennetine gitmeyi hak edeceğine inanıyor ve böylelikle; yaşamı boyunca düşlediği  cennete, cennetine kavuşmayı kesinleştirmek istiyordu. Kısır ve kısıtlı yaşamında aşkınlığı aramanın, uyuşturan, yüceltici duygularla süslü ve  esenlikle dolu, bezdirici bir yöntemiydi bu...
Yeryüzünün her köşesinden, gelmiş geçmiş tüm metinleri araştırıyor ve öğretileri coşkuyla okuyup; tapıncayla, inancayla, sonsuz bir mutlan  içinde yüzüyordu. Neydi bu öğretiler; İptidai Adem ve İlkeleri, Samuel'in Günlükleri, Eloah ve Gehenna, Zadokite Belgeleri, Yeşaya Kitabı, Öteki Bedenler ve Şintoizm, Nuh'un Kelamı, Süleymanın Bilgeliği, Habakkuk Yazıları, Eski Ahit, Putseverliğin Öncesi ve Sonrasından Şarkılar, Levililerin Vasiyeti, Hanok Deyileri, Sahra'nın Serap ve Su Tanrıları, Zındıkların Cenneti, Arami Görgüler ve Yazıtlar, Maorilerde Ruhsal Mastürbasyon, Kafirlerin Risalesi, Nahum Tomarı, Anti Tanrılar ve Ters Açılar, Resullerin Dikotomik Söylenleri, Talmudi Diyalekt, Buda'nın Geridönüş Vaatleri, Oturan Boğa ve Kırmızı Güneş, Bombaylı İsfendiyar'ın Düşleri, Çöl İlahlarında Din ve Mezhep Anlayışı, Mabutların Günahı, Zaloğlu Rüstem'den Kıssalar,  Uranos'un Dinsiz Dindarları, Apis ve Hinduizm, Vulgata, Ölü Deniz Parşömenleri, Şeytan Baz Alınırsa Tanrı Nerede, Toynaklı ve Torakslı Solucanların İnsanlığı, Yemen Yazıtları, Müslim Olana Haldun'un Eleştirisi, Gnostik İncil Düsturu, Şamanistik Yergiler, Ko(r)kusuz Lisyantus'un Istırapları,  Dekabrist ve Kartezyen Dünyada Goşist Yansımalar Yeni Tanrılar, Maya ve Zapoteklerde Fitne, Sultanların Kara Kaplı Kitabı, Sümer Defterleri, Urartik Yazılar, Asuryen Fasiküllerin Açımı, Doha'nın Altın Sözleri, Akad Tabletleri, Islık ve Uğultuda Konuşan Sabbah, Birmanyalının Gizemi, Yehova Yeryüzünde, Antakya Kanonikleri, Musa ile Tevrat,  Bağımsız Tanrılar ve Cennetizm, Ayetlerin Tanrısıyla Vaatlerin Şeytanı...
Ne ki, sezgilerinde bu metinlerin, sonsuzca çatışan ve birbirine zıt belletilerle  dolup taştığını görüyordu, bir metinde tanrının buyruğunu yerine getirenin cennetlik olduğu söyleniyorsa, diğerinde aynı vargının ademoğlunu günaha boğacağı ve bir münkir olacağı ileri sürülüyordu. Birinin emirlerine tam tamına uyulsa, diğer buyrultuda kulların yoldan çıkmakla ve tanrıya şirk koşmakla eşdeğer tutulacağı belirtiliyordu. Azgın bir müşrik veya yadsımacı ya da günahkâr olacağı öngörülüyordu... 
Sonunda tanrının sonsuz sayıda bir yüzü olduğunu, zamanın  akışında, yaratılmış ve yaratılacak olanların kozmik toplamının, yüceltilmiş bir verisi, bir yansıması  olduğunu anladı, tüm öğretiler insan çığlığıyla, hiçliğin türevleri arasında dolanan  algoritmalar, geçmiş ve geleceğin bireşiminde harmanlanmış, umarsızca düzenlenmiş, gelenekselin törpülediği ve kanıksanmış volkanizmin süslediği, herhangi  bir çıkışı olmayan dışavurumlardı. 
Ölümcül bedeni ayağa kalktı ve paslı aynaya son bir kez baktı, orada ışık oyunlarının yalımında, biri giderek tanrılaşıyordu ve artık kadim hiç bir metnin, yazık ki kendisini  cennete götürmekliğin  bir güvencesi olamayacağını bildi... Ve zamanın umursuzluğunda, af ve bağışlayanın, ceza ve yargılayanın,  saltıklıkla kendisi, diğer bir deyişle yalnızca insan kaynaklı olabileceğini gördü!..
Çıldırarak öldü.















 BÜYÜK TİGRAN
Büyük Tigran'ım ben. Doğu Roma'nın hükümdarı. Kapadokya'dan İran'a kadar büyük Armenian'ın kralı. M.Ö. 95 - 55. Tigranocerta'yı yaratan. Mezopotamyanın şanı. 
Rönesans çağında sayısız operalar, sayısız librettolar yazıldı bana!.. 
Ben, oğul Tigran. 
Scarlatti, Vivaldi, Guglielmi, Righini ve Tozzi benim için göz yaşı döktüler. 
Utkular ve yenilgiler yazgımdır benim. 
Dört mevsim konçertosunun suflörü, Barok dönem bestecisi Vivaldi büyük kompozitördü. 
Yıldırım'la bir tuttu beni!.. 
Il Tigrane, Papa'nın yeğeni Faustina Mattei Conti Guadagnolo'ya adanmıştı. 
Zaman içinde unutuldu. 
Tahranlı Marits Sanosian'dır beni yeniden canlandıran.
Yerevan Opera ve Bale orkestrası Il Tigrane'yi ilk kez sahneledi.
Aryalar tiz ve can verici. 
Pontus Kralı VI Mithradates ve kızı Kleopatra'da eşlik eder bana, kraliçemdir!..
Onun recitatifi, klavsen eşlikli konuşmayla başlar opera!..
Ve şöyle sürüp gider!..
'Büyük kalpazan, şimdi Abovyan'dan ayrılıyorsun ya,
İcevan üzerine bir kitap yazma planlarınla
Yapıtında Tigran'dan söz etsen ya
Şanlı Tigran, elbette Doğu Roma'nın
en hoş, en çok âşık olunan delikanlısı
yaşantısı başkalarına benzemez
ona bir bedel ödenecekse, başkalarına ödenmez
yalnızca birkaç gün onunla olabilmek için
yüzlerce sikke verirler. Abovyan'da,
İcevan'da hatta Kayrevan'da bile
Onun kadar güzel bir genç bulunamaz.
''Yalnız insanlar, bizim görmediğimiz şeyleri görürler: dünyaya son derece duyarlı gözlerle bakarlar. Yalnızlık, derin düşünce ve dünyadan elini eteğini çekme, ruhu inceltir, keskinleştirir. Bizse insanlarla görüşerek, düşünmekten kaçarak ve yeryüzü zevkleriyle köreltiriz onu. Bu nedenle bizim görmediklerimizi görürler. Bir odada yalnız başına kalan insan, saatin vuruşlarını açık seçik duyar. Ama içeri biri girer ve bir konuşma başlarsa onu artık duymaz olur. Vuruşlar duyulmaz hale gelmemiştir oysa.''

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder