18 Mayıs 2019 Cumartesi

SANALİTE
(Özkıyım)
                                                                 H.D için.
Yıldızların aktığı gece, kıpırtısız dağlarda giderek koyulaşan şey, karaltıya dönüşecek bir düş gibiydi, ay kıvrılmış uyukluyor, egenin mitolojik canavarı bağrımdan su içiyordu, çeşmeden doğru bir dokuz ayaklı geldi, etlerimi kemirdi, göğsümü paramparça etti, ciğerlerimi Prometheus gibi yedi, Sakinthas küreklere asılıp kaçmasaydık, adaların cimcozu gece karanlığında ruhlarımızı yiyip bitirecekti, yelkenin hafif rüzgârlarla dolduğu esatiri gezegende sürüklenen çılgınlık, parıltılı gizemlerle sürüklenerek, dalgaları yara yara gidiyordu. 
Resmi tarihin gözbağcılığına göre, kediler sahibini kendilerinden daha büyük bir kedi sanırmış, algılarmış, kitlesel popülizm saçmalık diye bir şey olabilir mi, anlam yüklemek çağında olduğumuza göre, tüm anlamsızlık ve saçmalıklarla bile baş edebiliriz. Yazının tanrıları her şeye bir anlam kazandırabilir, afyonculuk, yıldız yuvaları, algı kapıları her şeye...
Konuşma dört satır, dört satırda bu kadar önemli şeyler söyleyebiliyorsa, bu adam  parmakların çalgıcısı değil, yazman olabilir, melek hanem, cidden bir şey sorayım, aksi kanıtlanana kadar bir şey doğru kabul edilir, tüzelerimize göre, bu kimesne, Usa, Afganistan'a girdiğinde, ne güzel çocuklar piyano çalabilecek artık demiş, soru şu, bu varsayım, Samsun çıkartmasında, ülkeyi çizmeleriyle çiğneyenler için, ah ne güzel, şükür, çocuklarımız piyano çalabilecek artık anlamına gelmiyor mu...
Kaplanların dudaklarını öptüğüm yerde, halatları kopararak, lombozdan içeri girdim, biri göz ucuyla birini izliyordu, kemikli iri göğüslerini, bir öfke gibi tere bulayarak, merdivenlerin altında bekleyen kirpilere atıyor, kirkitler öfkesini ırmak cinlerinden çıkarmak için, kürekle gölgelerin sarı altınına vuruyordu. Sarası cilalanmış uzun bir timsah, zayıf bedeniyle süpürgeleri çiğniyordu, sekreter kuşunu çağırdım, keten beden severdi, dağları sarsan sağrısının, galaksinin yarığına inen kamçı kıvraklığındaki belkemiği, yukarı doğru süzülüyor, ormanda karşılaştığı kül kedileriyle, kürklerini ısıtarak gözyaşlarını siliyordu. 
Sandalyenin trenlerle dolu kısmına adam oturdu, mor gölgeler diye sürdürürsem ilginç olabilir diye düşündü ornitorenk, dayısına sık sık danışırdı, alaylı bir gülümsemeyle tuttuğu balıkları gösterdi, kolyozlardan biri elini sallıyor, sana göstereceğim diyordu, dalgalarla boğuşan, ruh tepeleriydi bunlar, benliklerini yitirmiş tepegöz ahiretleri, onları çamaşır iplerine serer, pazarlarda pazarlayarak ucuza satar, gözeleri aşka yuva olmuş filelerle değişirdi.  Oyun metnini nerede unuttuğunu sorardı zaman zaman, gece orgazm olmak için sıraya giren Messelina hayranları, tanrıların gölcükler gibi küçük küvetlerinde yıkanarak arınma yollarını seçerlerdi, tan atımında birisinin nikahlı eşi seslenirdi, Nurinur, eve gel herif. Giderek azgın bir kalabalık izlerdi, ağaçlarda kehribarların içinde, reçineler içinde tutsak kalmış Ahuramazda böceğini, fahiş ve fahişelerin incilerini, kalabalıkların dar kalıplar içinde azıtan düşüncelerini, erotoksin dolu ereksiyon odalarına çeviriyor, tutkunun Nisan dehlizlerinde akbabalar, akrabalarıyla yüz görümlüğü bahsine girerek, kayalıklara çarpmadan evime gelip odalarda cima yapıyordu, bir çağ yangınının masallarını anlatıyorduk gelip geçenlere...
Bak laisizmin menfur ellerde, hangi miğferlerde cirit attığını görmelisin,  Hengist adam arıyor, pes diyemem göremediğinde, iş başa düşüyor ve olan olacaktır, sen boşboğazlığı hala sana uymayan fasonist düşünceler sanıyorsun, karşımızdaki her zaman bizden daha ilerde bunu bilmeliyiz, düşüncelere sonsuz saygı duymalıyız, örneğin erke övgü düzmek ilginç geliyor bana, parmak çalgıcısını kutsayacak, ünivertürü lanetleyeceksek bu anarko bezirganizm, katedralizmin boyutlarının arşıalaya çıktığının göstergesi olabilir, ne güzel, bir daha çal Sam, doğruyu tekeline al. 
Bu zat zarfında ne üretiyor, ne ekip, ne biçiyor, saz çok seslidir diyor mu, org çok sesli onlara göre, çok seslilik, bir mantalite, bir anlayıştır kutup tilkileri, sumru kuşlarım, Mentor olsa bize yol gösterebilirdi inanın, Osman gazi ilanihaye bir bayrak gibi ileri sürülse, bu geri kalmışlığın nişanesi olabilir ancak, çağı izleyin diyebilir tüm düşünenler, kimse salt beni izleyin, bana iman edin demez ki, düşünce değişkenliktir, salt birini izlemek, salt birini öngörmek dogmatizmdir ne yazık ki, Homongolizm, çanlar bizim için çalıyor, fasonizmin havarileri, niçin tek kıble olarak nitelensin, niçin doğru sayılsın ki güney haçı, yeryüzünde sömürülen, yoksul, kimsesiz, aldatılmış, oyunlara getirilmiş, kanı süzülerek, hakkı yenmiş, ölümlere buyur edilmiş tanrı çocuklarına bunlar reva mıdır ve Frenk incirleri, evangelist, piyanist, balet, operet ne varsa köksüz birer girişimdir, bunun kültürevi ayağı var olabilir, sosyal, ekonomik ve yaşamsal diğer ayakları nerede, kibrit kutusu kadar yere sıkış tepiş, aziz ulusumuz bir tebaa mıdır, silikonsuzdur göğüslerimi tutabilirsin diyen, cinsiyet metamorfozunu çağdaşlıkla bir tutup, distribütör cumhuriyeti olmamıza ön ayak olan tüm girişimler kadük sayılmalıdır, dışsatım, dışalımın kat be katı olmalıdır diyen çığırtkanlar gerek bize, baksı kuyularından Neptünleri çağırdığım düş bahçelerim...
Leyla, yağmur tanrının göz yaşlarıdır dedi, bulutlara bakan, hercai yüzüne meleklerin ışıltısı düşüyordu, belkemiğinin zincirleri Goldengate gibi bir kıvraklıkla yeryüzünün gerdanını süslüyor, kahkahası Pireneler'i sarsıyor,  gamzeleri, tanrının imansız kullarını bir iblis gibi baştan çıkarıyordu. O düşlerinde lisyantus bahçelerini  dolaşıyor, orgazmın çiçeklerini kucaklayarak, dantelli peçesini kokulara bulayıp, bu çağrıları tanrının ilk çağlarında cennet kasrında işittiğini fısıldıyor, arzularla kıvranıyordu. Sabahın kuş sesleriyle dolu korusunda derin bir soluk alarak, dudaklarını kopardı sevgili celladının, rolünü başarıyla oynadığını söylüyorlar, başka bir sahnenin hazırlıklarına başlayacaklarını söylüyorlar, Globe'nin cinleri.  
Tanrı karar verir her şeye, düşler tanrısı Morhpheus morfin çekmişse gene,  dilenciler, at bakıcıları, körler ve tozlu minik gölgeler çevresinde bekleşiyordu, bir yudum düş yavrusu kapabilmek için, çark-ı felek çiçeği dağıtılıyordu yolsuzlara, belki bahtım döner hedefi dokuzdan vururum diye. Şiir yaya kalmıştı fincancı katırlarının uçurumlarında, küpler kırılmış masallar ortalığa yayılmıştı, donlarınızı toplayın kardeşlerim, keşişleme ve karayel basıyordu efekt makineleri, tulum radon üflüyordu ciğerlerimize,  göz atıyordu sinopsise ve yazgısını okumaya çalışıyordu Fortunata Cinecitta'nin elinden,  uzamda süren yoğun yok oluş, atom'osferde sürüp giden zehir ve kirlenme, nükleidal yozlaşma, çağın ölümcül mountainlerinde acıklı okeanoslar yaratıyordu. Deccalin çürümüş evreni ya da vahşi orman aynı şeydi paylaşılan roller çerçevesinde, gerçeklik derin travmatik kırılmalar, Newton'un rüzgar gülü gibi dağılıyordu, insanın yetmezliği, kırılgan kuyulardaki yansısı, iştahlı trajediler yaratmasındadır Moliere.
Sosyokapitalist kapılardan kurtulma, alkol ve porno, nekropol ve Sodomizm gibi savunma güdüleriyle olasıdır, gündelik akış tutsaklar üretir, mekan modern toplumun patlama projesidir, kavrayıcı ve alt edici hümanizma Janus'un iki yüzünden biridir yalnızca, gökkuşağı beline kadar daldı yakamozların içine,  deniz karardı ve dalgalandı birden, düşündüler, hava ve toprak, ateş ve yağmur diye inlediler, rüzgar iliklerine işliyordu, ışık doğal bir şeymiş gibi gelip vajinasından süzüldü, çürümenin bulaştığı ejderhalar zil çaldılar, bedenlerini satmaya söz verdiklerini anımsadılar, bulantının son manzarasını kaçırmamak için pencereye yığıldılar, roket hangi yıldız yuvasından geliyordu ki, bu oyun bir otel odasında mı sahneleniyordu, küvetin içinde yüzüp duran şey neydi, karanlık gölge, kaldera ve volkan, krater ağzının zelzelesinde geçip giden şeytanların avuç açan aç görüntüleri, bize de ver diye haykırıyordu.
Barbar planet, kara uçurum, doruklar, kurak ve kıtlığın içinde yüzen toprak, kaosun izdüşümü ve uyku çözüm olabilir miydi, yağmur eşlik eder miydi küçük bir kıyamet için bestelenen bir süite, sonra gene dalıp giderdim, sahil boyunca tek başıma ilerleyeceğim, gün batımında denizin içine doğru giderek dolacağım, incecik, ılık bir rüzgarın pençesinde süzülerek solacağım, bulut gibi yok olacağım, azacağım, azalacağım, söneceğim, pembe bir şey gibi eriyip gideceğim inanın, gövdemi bile bulamayacaksınız, ölüm beyaz kollarıyla kucaklayacak beni, sonsuzluğa, sonsuzluğunda ötelerine taşıyacak beni, yutacak tepegöz gibi, yaşamak için bu denli kararlı olmak niye, sizi anlayamıyorum, yaşamak belki sonsuzluğun içinde...
Bir tümce; 'Kantocu Peruz sahiden yaşadı mı patron?'
Bir soru; Nebula  veya nebülöz nedir?..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder