18 Mayıs 2019 Cumartesi

LARVA 
 

Sözcük ve görüntüler virüs olabilir. İkinci Savaş'ta, bir Alman saldırısında, Unıted States gemilerinde stoklu hardal gazının İtalya'nın Bari kasabası halkını zehirlemesiyle, hardal gazının lenf hücrelerini öldürdüğü görülmüştür, bu gözlem sonrasında, ilk lenfoma ilacı nitrojen mustard geliştirilmiştir, ne sofistike karmaşıklık, 16. yüzyılda Katolik İspanya'ya baş kaldıran Hollandalı Protestanlar için kendi cumhuriyetleri yeni Siyon'du, Katoliklerle mücadele halindeki İskoç presbiteryenler ve İrlandalı protestonlar tanrıyla aralarında bir ahit olduğuna inanıyorlardı, 17. yüzyılda Alman pietistler ile 18. yüzyılda İngiliz metodistler, Shakerler ve aynı görüşü paylaşanlar her insanın tanrıyla arasında bir bağlantı olduğunu ve kurtuluşun yerleşik kiliselere üyelikten geçmediği gibi resmi papazların aracılığını da gerektirmediğini salık veriyordu... Dijital karanlık çağlara giriyordu demek ki insanlık!..
Lautreamont doğmuş olmaktan daha büyük bir sunum tanımıyorum diyor, son iç çekişi nasıl tanımlıyor acaba, çünkü  kurbana övgü düzenlerin hiç biri kurban olmadı, gelecekte uygarlığımız yeryüzünün altında olacak, karalar ve denizler gene en ilkel en şaşırtıcı canlılarla dolacak, dünya zoobotanik bir müze olacak, biz yağmurun altında bir yinelemeyiz, kırmızı ötesinde dönen bir döngü,  Borges der ki, Japonya'yı fethetmek için savaşmayız, Japonya'yı fethetmiş desinler diye savaşırız, bunu anlayan çıkar çıkmaz ama doğru bir söz, insanın kişisel düşüncesi oyuncağı gibidir, oyuncağının elinden alınmasına katlanamaz insan, barış olmuş, sorun çözülmüş, temel sorun şuymuş ilgilendirmez, bir örnek, bir şövalye öldü diyelim göz yaşı dökeriz,  bin göçmen Malta açıklarında boğulsa toprağı bol olsun deriz, insan insanlaşacak deriz değil mi, hayır; Zaman içinde insan sayvanlaşıyor inanın. 
''Bir başlangıç daima çifte hareket yönüne sahiptir, geçmişe doğru ve yeniye doğru, bir yandan yeniye başlarken, öbür yandan da eski yönünde zorlar.'' İnsanoğlu düşünceyle gelişiyor diyoruz, bu sanıldığı kadar doğru değil, düşünce bizim varoluşumuzun bir gereği, ayrılmaz parçasına  dönüşmüş, kurban kutlaması için çağımızda artık ilkelliğimizin dönüşümü diyoruz ama kurban yanlısı, ayrıksı ve güçlü düşünceleri olan biriyle, olgunluk savaşı ve karşılıklı alış verişe dönüşüyor bu düşünceler, o zaman düşünce bizim soyut varlığımızın olağan bir parçası oluyor, diyesim düşünce ileri ve geri gidebilen bir şey, tahterevallimsi işlevi olan bir şey, durağanlığı sağlamaya yarayan veya gerileten düşünce geridir demekte saçma, düşüncenin ilerisi gerisi de göreceli, salt düşünce bu ayrıma tabi tutulamaz, çünkü düşünce fışkırmakta olan bir şey, sonucu eylem ve işlemin neliğine bağlıysa, tözün ne suçu var bunda, düşüncenin sonuçta neye yol açtığını belirliyor ilk töz, kök düşünce, Marksizm'de kolaylıkla ortaçağ karanlığına götürebilir bizi diyebiliriz, başarısız bir girişim olmadı mı, öyleyse fascism -çekinceyle dile getirmek gerek- son derece dengeli uygulandığında acaba bir yarara dönüşebilir mi, o, kan demek, Marksizm ceylan mı, o kan dökmedi mi, bir düşünce, sanat özü açısından ilericidir yaklaşımı safsata,  bir düşüncenin uygulanabilirliği onu ileri geri olma noktasında belirleyici oluyor, sanatı geleceğe dönük yüzü olan bir şey gibi algılıyoruz, yenim dar, düşünüldüğünde bence bu city legend, şu, sanat görüngünün tersinir ve arka yüze bir  bakış açısıysa, ya da en azından bir yanı oysa, bunun kesenkes ilerici işlevi var demek saçma, sanat versiyon ve varyant aralığı sayılabilir, iyi düşünseme filan demelidir, tıpkı kurbanın geçmişten gelen, gelenek ve sunak (altar) hümanizminin, tanrıya yakarışın bir ritüeli, gelecekte en azından can alıcı olma noktasında rehabilite edilmeli diyerek, masumca size gülümseyenler gibi, böyle ve çok alçak gönüllüce sizin elinizi iki eli arasında okşayan insana, evet haklısın diye gözlerine bakarak, kanı unutacağımıza inanıyorum, düşünce insanın içgüdüsel, kimyevi bir çatışkısı, hayvanda da var, boyutu farklı, düşünce olağan şüpheli yani, birde kesinleme, yedi  milyar yıllık dünya yaşamında, günümüzde yedi milyar olabilmişsek, insan düşünebilen bir yaratık değil, düşüncesi olabilen bir yaratık, karıncalar bu bakış açısına göre, gerçekten düşünebilen canlılar; Ben atalarımın karıncalar olmasını istiyorum.
Elektro devrim, sözcük ve görüntü virüs ve bilinçte yer eden hormonlaşmalar, sonra at kestanesine şeker tadı verilebilmesi için teknobiyolojik çalışmaları sürdürüyoruz, meleğim, kelebeğim, çizmeli kedim, karanlıkta ay bulutların arasından bir göz gibi açılıp kapanıyor, Nazım, gerçekçi bir şairdir dedim, düş dünyası soyutlamalardan kaçabilir, tümüyle anlaşılır olmak güzeldir belki, ama zaman neyi değiştiriyor yeryüzünde, neyi değiştirdi, yaşamımız sürgit kısıtlı, dili Kuranidir ama, evet diskur görkemli, romanları öylesidir belki, geçin tünelleri ama bizim lejyoner sanatçılarımızı, eleştirmek yalınkılıç gelebilir, bizim Parislerde dandy görüp, görgü edinmiş sanatçılar, diyesim ikinci yeniciler, ürevleri nostalghia eğitimli ve 'Homeless', manipülatif  yaratıklar sonuçta, Vatan yahut Silistre derken, Frenklerin yöntemini benimsemeliyiz diye, şaşırtıcı bir tornistan içine girebiliyorlar. Çoğu batı sanatına gözü kapalı iman eden nebatatlar, bu olur mu, nerede var. Biri çıksa Arap şiirinin yolundan gitmeliyiz dese, gülümseyemez insan, giderek onun boyun bağlı bir cengaver, tuhaf bir yaratık olduğunu düşünürsünüz, kendi kimliğini oluşturamayan sanat halkalı köleliktir, tasmalı cevahir olup, efendisine sedayı sevaptan bilir. Bu konu uzun herkes bildiği koşumları kuşansın, incileri kolye yapsın. Nazım, Mayakovski'den almış biçemini, diyelim ki öyle, ama Nazım Mayakovski'yi anımsatan tek bir dize yazmamıştır. O kadar ulusaldır yani, ama bu adamlar, dediklerim o kadar Satürnik ki, kuşaklı ve pusatlı ki, bir Fransız şiirini kopyalayıp altına adını yazabilen sayısız turnaşenk vardır bizde, kimse Patagonya kalmasın öyle, böyle biri, bu tür sanatçı yalnız bizim gibi biçimsizleştirilmiş, kimliksizleştirilmiş toplumlarda var, havar, havar, hala sayısızca var, bağımlı begonvillik, hatta yalnızca onlar veli, bunun sonu Fellini, bu zaman içinde bir elin parmakları kadar sanatçı Pasolini aralarından, matruş kuşlar zannediyor ki, ben gündüz güzeliyim, ya sanat diyarlarından, dehlizli yollarından bir duyumu yok bunların ya da Bunuel'in yalan dünya acı hayat atasözleri, gözlerinin şehlasına bakın, hangisi olduğu anlaşılır belki bu Pollyannalar, bilmezler ki bu sürmeli ceylan, yalnızca Edirne-Ardahan arasında otluyor. Hiç yararı yoktur başka türdeşinin, sanat işbirliği değildir; Tanrısal sanat içerlektir ve saltık yalnızlıktır.
''Gözlerim acılarımı sayıyor, ben yarını unuttum, zaman bir özlem diyorum, gözyaşlarım çocuğunu arıyor, o evlerde çiçek doğuyor, tepelerde uçurtmalar, aşkı soruyorum Ayla'ya, öldü o diyor.'' Konuyla pek ilgisi yoksa da, format ve manipülasyon çağındayız, felsefenin çağımızda ussal olabileceğini düşünmek yanıltıcı artık, insanlık ne denli ileri giderse gitsin, deyim yerindeyse o derece primitifleşebiliyor. Buna örnek şu, aya gidiyorsam, önce kıble nerede diye sorarım, bugün a diyebileceğimiz bir tümce, ama şunu bilin ki yarın bu soru son derece doğal ve esemeye uygundur, şunu demek istiyorum, insanoğlu gerçeklikle, soyutlama arasında tüm benliğiyle yer değiştirebiliyor, anlatamadım belki, sonuç olarak felsefe günümüzde sağlıklı veya doğru ya da gerçekliğin bir tür yolu olacak nen değil, çağımız olgulara, uyum dolu veya kabullenilir görüşler üretme çağı ve insanoğlu sanılanın aksine çok daha fazla biçim verilebilen bir varlık, bu yüzden 'Songün'e yüz de yüz inanıyorum. Son bir şey söylemek isterim, otobüsle bin kilometre geldim bugün, radyosu açık taşıtın, salt ölüm, gözyaşı ve ölenleri kutsamanın, Arabi şarkılar eşliğinde süren ve olan bitenin yüzeysel denizinde boğulması istenen bir topluluk olarak yolu tamamladık. Bunun sorunu algılamak ve insani olmakla hiç bir ilgisi yok, sizden istenen -yalnızca- sürüp giden johnkişota uyum göstermeniz, sorunun ne başı, ne sonu, ne felsefi yanı, ne insani gerçekliği ne de protesto edilmesi gereken dokuncaları söz konusu,  yaratılmak istenen, sürünün sürenlerle birlikte devinimi ve bunun bir tür işbirliğine dönüşmesinin bühtanı amaçlanıyor ve üzülmeyin tüm dünyamız böyle, öyleyse yalnızca şunu söyleyebiliyorum artık, insan olduğumdan kuşkulandığım yok, ama insanın sıradan ve hiç bir zaman, hiç bir ayrıksılığı olmayacak bir akışın sıradan nesnesi olduğuna inancım kesin artık. Konunun esprisi şu olabilir, öyleyse ne yapmak gerekir, olabilecek dünyaların en iyisinde yaşıyoruz veya olabilecek dünyaların en kötüsünde yaşıyoruz. Birini seçerek oyalanabilirsiniz. Bilisizlik ve görmemişlik, sonradan görme ya da  modernite gibi bir yanılsama ve bize dayatılan formatif bir algıdır. Uygarlığın iyiye gittiğini söylemeye benzer bu, oysa yüzyılımızda iradesi dışında ölenlerin sayısı, tüm çağlar boyunca ölenlerin sayısını aşmıştır. Görkül olan bu... Kokoş, (Oscar Kokoscha'nın çok renkliliğinden türemeymiş, kokana, nobran, hep bir nitelemedir ve hayra alamet değildir, köylü, çoban, kıro -kırdan türeme- gibi nitelemelerde öyle, başlangıçta söz vardı, 'Yaşama ilişkin her şey kabulüm' . Düşünce bir novalgin değildir!..  
  
Ve mademki sonsuzluktan söz ediyoruz, bundan Tanrı'nın son olamayacağı kavramı çıkıyor demektir, o zaman sormak gerekir, Tanrı'nın ötesinde ne var?.. Eleştiri, usun sınırlarını zorlayan tepkime değil mi, yaşam yineleme değil mi, zevkte iştahla ilgili değildir, estetiğin bir parçasıdır, ona ahlaksızlık diyemeyiz. Kültürse süreğendir, geçmişten geleceğe uzanır, bir periyottur, zaman içinde gelişir, değişir ve olgunlaşarak sürüp gitmelidir, bir gecede yalnızca Alaattin lambayı bulgulayabilir, oda meseldir, dünyaya hayranım, solucanın gözü yok ama gökyüzünü görüyor, eşek arısı efendim, balinanın sırtında gezebiliyorum, ayı oynuyor, geceleri aya uluyorum, inciri, üzümü yiyorum, bağdan, bostandan geçiniyor, refikam canı çekince hırpalıyor, yer sarsılıyor, cennetlik oluyorum, tavşan kanı acıma iyi geliyor ve tütünle ciğer birleşebiliyor, ne enteresan kutlarım tanrım, bin yıl düşünsem bu boyutta düşünemez, algılayamazdım, Facebook kendine tapan insan imparatorluğuysa, derebeyi kim ki, Şarkikaraağaç aydınları kimliğini sürgit kandan gözyaşından edinenler belki, türünün tuhaf  örneği, doğaçlama şeyler yazan biri işte, ülke güllük gülistanlık olsa bu tip aydın, canımı al artık diye Azrail'e başvurur, bir gecede Deli Dumrul olur, çünkü varlık nedeni ortadan kalkmıştır. Bizim gibi yarı sömürgelerde aydınların belki de tümü, dolayımla bile olsa, kandan gözyaşından kalebent olan bir Robin Hood çocuğudur, bunlar barış olacak diye başkasının evine tüneyecek kadar guguk kuşu, ötüşken bir taka sürüsüdür, alayı böyle kabilenin, halka karşı, halkı kurtaracak, 'halk' çocukları, gerçek böyle değilse, bu deja vu, bu sürüp giden ağıt niye, ölüler neredeyse diriliyor günümüzde, mezomorto kavimleri dirilmiyor bir türlü, ne hikmetse, onun gönül pederi koalisyon tutkalıydı, mason filan demek şaka sayılır, bu adamın usulü ajan olsa iyi, gönüllü halk katili, halkının pazarlanmasına aracılık edecek kadar gözü dönmüş biri, piyasaya sürülmesi mekruh değil, bir toplumun ne kadar belleksiz ve beyin yoklağanlığına konuk olabileceğinin kanıtıdır, bu şu demek, Natzinin tilmizi yurdunu kurtarabilir, niçin olmasın deneyin, bir kere, bir kereden bir şey olmaz dedi ketenpere teyze ve ama kurtarmakta ne demek, hazin bir kalemakelame!..
Ayrışmak birleşmektir.
Osmanlı o kadar geriydi ki diyor, Hollanda Kasabası'yla karşılaştırarak, Erasmus'u yok, Spinoza yok, Bruegel, Rembrandt yok, Van Gogh'u yok  diyor, sömürgeci bilinç sapağının ürünü bir Şarlo'tan bu, Şeyh Bedrettin, Marks'ın atası değil mi, yüz yıllar önce de la Serna vardı bu topraklarda, hem de efsanesiyle, risalesiyle, adını andın mı hiç, hiç söz ettin mi ondan ahir ömründe, o bir düşünür, o yalvaç, o tanrının kılıcı ve en masum kulu ve meleğiydi, yeter mi, onun görüşleri üzerine kitabeler üretmiyorsunuz, yok öyle bir evladınız, Baudelaire dünyanın en büyük ozanı  demekteler, şeyhiniz batıda olsaydı, senin gibi olmayan, olmamış batıda şimdi ne İsa vardı, ne Marat, ne Jeanne D'arc ne de sen yazık ki, ermişiniz vardı yalnızca!.. Hollanda'nın değil dünyanın Yunus'u var mı peki, Yunus, Osmanlı mı, anlamaz ki, Osmanlı tabi, süreğendir toplumsal gelişim, Osmani, Selçuki düşüncenin ürünü, Yunus ne sonuçta ve çağdaşı İbrahim, o kim, ardılı Ak Şemsettin, Molla Güraniler, görüşlerini kaleme alan bir Topkapı sarayı enderuni  yok, Osmanlı'da binlerce ozan var, Felemenkli şair kim peki, şiir sözlüymüş, anladık, dünya şiirle döner, tüm felsefe ana filizini şiirden alır bil ki, Avrupa karadüşden uzakken Mehmet Siyahkalem resmin sınırlarını paramparça eden bir deccal, bir şeytandı, Levni vardı, adını saymaktan kaçındığın soyutlama dünyasının, düşünce ötesinin ebrucuları var, Şeker Ahmet Paşa var, Hoca Ali Rıza var, onca minyatürü, binlerce saray ahvalini kim resmetti, çininin us dışı labirentik anaforlarında, geometrik runikleri, Escher ve Mobiusları, Osmanlı çini boyutlarında çoktan düşüncenin ötesine taşımıştı ama senin yüreğini Ebu Kir bürümüş. Sözün gücü eylemi bastırıyor. 
 Eleştirme amaçlı değil ama anakronik söz bunlar, bizim alfabede uyu uyu yat yazıp, başka alfabelerde john protona kon yazmasına benziyor, bu söz sakla samanı gelir zamanı diye büyütülen çocuğun telefonla konuşurken dilinin tutulmasına benziyor, bir telkinde bulunacaksanız attan inin demek -ne yazık ki- yenilin, ezilin demek. İşte Banksy diye biri çıkıyor ölen Arap çocuklarına, mazlum ulusların çocuklarına, Heidi 'dağların kızı gibi bakıyor ve ağıt yakıyor, sizde, Banksy'nin yalnızca ne büyük bir hümanist olduğunu söylüyorken, ülkesi ateş topları göndermeyi sürdürüyor oralara, iki cihanda onu paylaşamıyorsunuz, bunun adı anakronizm olsa iyi, sizi öldürenlerde sizin yasınızı tutacak kadar yalvaç ruhludurlar, merak etmeyin ve attan değil, merkebinizden inmeyin lütfen, zahmet etmeyin demek bu, manipülasyon çağı bu, başkasının eşeğini ıslıkla arayanların çağı, doğu o kadar tevekkül içindeki, şeytanına öldürürken, tanrım seni ıslah etsin diyebiliyor, çok ilahi, çok uhrevi ama onun ruhunu Banksy ondan daha iyi bildiği için, bir işe yaramıyor. Ariyette, vediada köleliktir. 
Ama paradokslar peşimizi bırakmıyor, bir roman yazsak bu konuda sakinleşemeyiz, ne var ki doğunun temeli bu, ülkede olanları aorttan ayıranlar zombidir,  öleceksen insan gibi yaşa, yaşayacaksan insan gibi öl, çağa uymak, çağın gerekleriyle kol kola olmaktır,  kurt aya ulur binlerce yıldır, ama insansanız kurttan bir farkınızın olduğunu size gösterenlere, mahkum olmanız kaçınılmaz, partizanlık adına, robot heykelini lanetleyip, yerine dinozor heykeli koysunlar diye çığlık atan bezirganların yazgısı, onların geleceğe bırakacağı, merkeple aya gitme meselidir. Piyanoyu, operayı yücelttin ama Bremen mızıkacısı oldun diyor halan. Sömürge felsefesi ressamlar yarattı diye modernitenin sahibini simsarlar belirleyecekse, dünyanın ne tanrısı var ne de şeytanı!.. Ah dinsel figüranlar sömürür, çigan hastalık yayar, Simone canı sıkıldıkça erkek değiştirir gibi klişelere sığınırlar, bu kuyruk değil parmak sallayan akbabaya, biri şunu demeli batıdan bilge çıkmaz, roket uygarlığında, nükleer cennetlerde sanat manipülasyondur, temel sorun, onların kendilerini daha güçlü sunabilmeleridir, gerçektir de ama, medyatik güç onların elindedir, bu silikonlu bir mankenin organik bir canlıdan güzel sayılmasına benzer, oysa silikonlu sahte ve kukladır ve kısmen de olsa, insani değildir, tüm duygularınızla öptüğünüz şeyin bir sünger, tüm düşüncelerinizle bağlandığınız şeyin ödülün parasını alarak, ödülüyse almayarak, Şarkikaraağaçlılar 'ın gözünde bir kahraman olan- gerçekteyse bir kalp azan olan, filozof gibi... Binlerce yıl iyilik yapsak da, gene de Salıpazarı'ndan eşekle geliyor insanlar, yani bir varlığa eziyet etmekten kurtulamıyor insanoğlu, o zaman iyilik bir yinelemeye dönüşüyor diyor, sıradanlığa, iyilik neden yapılır, çözüm niçin vardır, o yanlışlık, ilkellik ortadan kalksın diye,  atomu parçaladık enerji açığa çıksın diye, ama en büyük kıyamı yarattı o, öyleyse daha geniş açında düşünürsek gerçekten; İyilik olanaksızdır.
Sodyum yüklü lazer bıçağı, hangi gökdeleni deliyorsa da bak mehteran coşturuyor, sınır tanımaz Newyorklu, gelişmiş ülkelerden neden sanatçı çıkmaz, Homeros bir varsıl değil, çulsuz ve kör bir Smyrnalı, Yaşar Kemal bir aşiret çocuğu, ineğin döşünden süt içen dağlı, Marquez Kolombiyalı, Borges Arjantinli. İkisi de çit ve çalıların ülkesi. Marks bile, Şeyh Bedrettin'in çömezidir incelendiğinde, yarı yarıya inlerinden çıkmış boa yılanları gibi dev kökleri vardı çınarın, yalnızlık tüm bedenini sardığında bir sabah öldü dediler, küçük hayaller, büyük mutluluklar üretirdi oysa, özgürlük, şarkı söylemek değildir, şarkılar söylenecek yer yaratabilmektir. Efendisine öykünen kölenin öyküsü; Çiftlik sahibi adamın yanına bir gün sırım gibi bir genç gelir. İş istemektedir. Sığır çobanlığıyla görevlendirilir. O kadar başarılı olur ki, sığırlar hem beslenir, semirir, hem de sayısı gün geçtikçe artar. Genç daha iyi bir göreve getirilir... Daha başarılı olur. Yeni bir görev onu beklemektedir, çiftlik sahibinin korumalarından biri olur. Çok daha başarılı olur ve çiftlik sahibinin en yakın yardımcılığına getirilir. Öyle güveniliyordur ki kendisine, eğlencelerde baş köşe onun olur, efendisinin karısıyla dans eder, karısı onu öper, sofralarda yer içer ve sanki efendisinin temsilcisi gibi hareket eder artık. Ama kısa zamanda iş değişir, genç adam, çiftliğin sahibi olabileceği hayallerini kurmaya başlar ya da bu çiftlik gibi kendisinin de bir çiftliği neden yoktur ki!.. Hizmetlerinin karşılığını görmediğini, enayi yerine konduğunu düşünmeye başlar!..  Çiftlik sahibi onun bu hezeyanlarının baştan beri farkındadır, deneyimleriyle kontrolü elinden kaçırmamayı öğrenmiş her olasılığı kestirebilir hale gelmiştir.  Ve bir gün hayat devam ederken, olması gereken olur ve patronunun karısıyla ateşli bir dansa tutuşmuşken, genç adamın yanına yaklaşan bir koruma, onun alnının tam ortasına ateş eder!.. Düş sona ermiş ama her şeyin zaten önceden tasarlanmış bir düş olduğunu, genç adam anlayamamıştır!.. Dengeli insan delidir. Müstemleke insanlarında Stockholm Sendromu vardır, celladına bağımlılık, onların Lawrence şapkasını giyen İngiliz'in dilini dinini, davranışını taklit eden davranışlarında, yarım kalan bağımlılık duygusunu tamamlamak isteyen bir duyunç varmış iç dünyalarında, örtü Arabi mi dedin, yok be abla, harman yerinde amcamın kardeşi bile takardı, samanın yakısından korur, güneşten korur, hanendesinin saldırısından da korur, çünkü kadın sanırdı. Tanrının peçesi yok mu, nerede bu... Zamanda geriye giderek büyükbabasını öldüren kişi doğmamış olacaktır bu paradoks, peki zamanda geriye giden, çocukluğundaki kişiyle aynı kişi mi olacaktır, kendi çocukluğuyla karşılaşmayacak mıdır, kendini öldürürse ne olacaktır, zamanda geriye giden gözlemci olabilir, ama olayı yönlendirme gücü var mıdır... Kabataş'tan Beşiktaş'a geldim dedim ki zamanda geriye dönelim, Kabataş'ta olsak şu an nasıl bir şey acaba dedim, arkadaşım birden Kabataş'a dönelim dedi!.. Ben bir sözcüğü bir yazının içine nasıl sokar, kaynaştırırım diye yazarım, 'edebiyatında (yazın) resmi tarihi vardır, edebiyatta süslü, yapay dil, okuru edebiyattan uzaklaştırır, o edebiyatı zehirler'. Dil zaten yapaydır, yapaylığın yapaylığı olmaz, tıpkı maskenin maskesi olamayacağı gibi!.. Süslü dil diye bir şey yoktur Orhan Veli süslü dile dönüşebilir örneğin, eylemi emir kipine çevir, Süleyman'ı Salomon yap, al sana mitik ve senfonik bir dille yazan Orhan Veli, dil bu kadar devingendir yani, al bir şiirini, dene, ayrıca süslü dil edebiyatı zehirler ne demek, hamaset de şuna, yani içeriksiz gümbürtü, hah oldu, peki o süslü dil midir, yok, kendisidir. Dil organizmadır, gelişir; Dil değişkeleriyle dildir.
Hektor sürgit karayağız, Aşil ise sarışın ve meleksidir tüm Truva filmlerinde, oysa Aşil barbar ve kan dökücü, Hektor ise topraklarını savunan bir yurtseverdir tarihte... İşte bu garipliğin nedeni, ekinsel hegemonik yapının gizemli organizatörü batının illüzyonudur. Çünkü el altından sarışın batı uygar, kara doğu ise yabandır illüzyonunu yayar!.. Anlayan, şunu düşünsün, Hektor'un hesabını sormuştuk... Bir sarışınlık çakrası!.. İşte usun durakladığı yer!.. Gönüllü gericidir doğu aydını, neden geri kalmışız, aydınlanma dönemini yaşamamışız, sanayi devrimi olmamış, en fazla tepeden inmeciliğe layık görülmüşüz filan!.. İyi de, Japonya bugün çok güçlü, dünün afyoncu ülkesi Çin, bugün Abd yi geçiyor, Koreler güçlü, birde Avustralyalar, Güney Afrikalar, Latin bükolikleri  gibi sakin ülkeler var!.. Varsa yoksa Müslimilik başa bela olmuş, Latin Amerika baştanbaşa Hıristiyan, bizden daha geriler, İran Müslüman ama bayağı ileri ülke olduğu kesin... Bir de şu var, Müslümanlık geri bıraktıysa bizi, bu dünyanın kriketidir, küresel değil mi dünya, hala neden parçalanmışlık statüsünde yaşayan ülkeler var!.. Sonuç şu, geri ülkenin aydını ülkesinin sözcüsüdür ama, bayındır olsa ülke, bilgiç hekim sıfatını kaybedeceği için, hepsi prangacı bir cumhuriyetenektir, konuşur ama, toplum ileri gider diye kuşkulanabilir de, aydın bir konumun temsilcisidir, az gelişmişlikte, doğası ölçütünde düşünce üretir o, geri kalmışlığın aydını da kaçınılmazlıkla, geri kalmışlıktan payını alır ne yazık ki; Aydın konumunun ürünüdür.  
Kalkınmanın çağımızda, aydınlanma, sanayi devrimi gibi safsatalarla zerre kadar ilgisi yok, o bir hamle ve kararlılıkla, iletişim çağında nasıl aslan olunurun Türki versiyonudur. Beş dakikalık işi var ama aydınlarınız, takanın çığırtkanı, feribota doluşalım gelin desen, Estonya'daki feribot kazasını örnek verip taka daha güvenilir diyenler. Kalkınma demek, aydınında kalkınması, aydınlanması gereken bir kavram, su değirmeninin bilgesiyle, yel değirmeninden enerji sağlanabilir mi, bugünün aydınları kadüktür, süpürüldüğünde kokunun kesildiğini ve modernleşme ve kalkınmanın iki sıfırdan başladığını göreceksiniz, ah biliyorum, bir daha ki söyleşimiz üç ay sonra, Şehzadebaşı'ndaki öğrenci yurdunun önünden yürü, Süleymaniye'deki Medikososyal binasının solundan aşağı kıvrıl, Mahmutpaşa'daki Mercan Vergi Dairesi'nin karşısındaki büfeyi görür görmez, ara sokağa gir, Cağaloğlu ayrımına gelince, büyük postaneye doğru ilerle, Sirkeci tren istasyonuna kavuşmadan, denize doğru in, orada bir üst geçit vardır, boğaza doğru bakarak hareketsiz duran birini göreceksin. Hişt de, o benim!.. Eşyaların ruhu vardır, kentin içinde kullanılabilecek küçük bir motosikletle deniz aşırı yola çıkarsanız, bir kaç kilometre sonra motor stop eder ve bir daha da çalışmaz, makine ölür. Sandinistler; Her aşkınlık görecelidir. 
Adam olmak için ot yemek gerekir, içinde tüm vitaminler vardır, sığırlar kendi kategorisinin en gelişmiş hayvanlarıdır. Eti yenir, sütü içilir, derisinden ayakkabı yapılır, gaitası yakılır, kışı bahar ederler. Eba Seyit el Kemalettin el Bahaduri İbn'ül Emin el Telkari. İsa var mıydı, Meryem'in çocuğu kimdendi, partiküller ve dalga boyları, öte gezegenler, Gogol'un gocuğu, gönül avcıları, piştov ve Çehov!.. Bazen sıcak tüm geri kalmışlığımızı unutturuyor, kendine bile katlanamayan serçe kuşu gibiydi göğüsleri, ey kasçıl belleğim,  canım seni arıyor,  ne bileyim ben, öylece annesini kaybetmiş ceylan gibi bakıyorsun. Yazının, şiirin, öykünün, romanın, biyolojik deneyler sonucu elde edilen verilere göre yazıldığını sanmayın, yazın  yalan değil belki ama yanılsamalar üretir. Doğruluk, gerçeklik ya da yalanlar değildir onun amacı!.. Onun amacı, kendi masalları için, gerçeklik sanısı veren yalanlar veya doğrular üretmek değil, kendi sanılarına karşı inanılır kuleler yükseltme çabasıdır. Yazının işi aydınlatma, yol gösterme de değil, o yalnızca ufkun genişlemesinden yanadır. Postmodern primitiflik. Yazı günahlarımızın sürmesidir!..
 Yazında keskin söylemlerden kaçınmak gerekir, biri fısıldıyormuş gibi yazın, Bergerac gibi, sesin içindeki tınıları, sesin insanla buluştuğu anaforları oluşturmak, yangında serin sulara dalmak, kelebeklerden kanatlar ödünç almak, magmadan yükselen lavları kalıba dökmek ve rüzgarın uğultusunda duygularla sevişmek… Faslı Kazvini. Sarıkanatlar içgüdüsel çekicilik, atlasın sakallarından oluşmuş ormanlar, geceyle gündüzün birbirini göremeyişi, üstten doğan ak zambaklar. Çünkü onlar kuyruğu açıkta dolaşmanın keçiye özenme, örtünmenin insani aşama, nükleer güçlenimin buzul çağları özlemi, silahsızlanmanınsa Havva anamızı arama, gdo lu ürünlerin leş yiyicilik, doğadan beslenmenin cenneti arayış, silikonlu göğüslerin kafirliğe özenme, doğallığın inanç temizliği, hormonlu nesnelerin ucubeye dönüş, gerçekliğinse bir masumiyet, cinsiyetsizliğin insan soyuna yönelik kıyım, aşkla çoğalmanınsa ırkımızı kutsama olduğunu biliyor, bugün yaşadıklarımızın bir uygarlık değil, sürüp giden vahşet çağlarından bir cilalı metal devri, konstrüksiyon, imaj ve illüzyon tümörünün çağı olduğunu anlıyorlar. Dolayısıyla tüm sanat ürünleri, tüm ekonomik göstergeler, tüm mekanik gelişmeler ve bilimsel, kültürel aydınlanma ve bilgi çağı adını verdiğimiz yüzyılımız bir vahşet ve moronizmin uçsuz bucaksız bir ışık denizinin, kar körlüğünden başka bir şey değildir; Görkemli bir estetiktir gece...
Aydın gerçek bilisizdir ve en tehlikeli yaratıktır çağımızda, bilisiz saf ve tanrıya en yakın insandır, bilge ise bir deccal ve Homongolos kıvamında insan soyuna yönelik bir cellat, bir Elephantman'dir!.. Bütün peygamberleriniz öldürmeyiniz dedi ama öldürdü, bütün krallarınız insan eti yedi -Herodot söylüyor- bütün bilim adamlarınız yadsıyıcı, yadsıma sırasının kendisine geleceğini bilerek, tümü kralın himayesinde çalışan birer soytarıydı, Fransız devir'imi, ertesi gün kralları, demokratörleri geri getirdi, Bolşevik devrimi ilk iş kendine iman etti, sonra vagondakileri ezdi, ölüp ve öldürmeden başka hiç bir şey bulmuş değil bilim, aydınlık, karanlıkta öldürmenin utancından sıyrıldı ve güneşli meydanlarda yoksulları asarak kurbanlar çağını sürdürdü, bu bilim ve sanatsa, şu pipolu adam aydın ve bilginse, apsentle kendinden geçen yeşil periler çağının sonu ne zaman gelecek diye sorsun Zolalaşan ve hayvanlaşan insan ki, kösnüyle darağacında can versinler, kırlangıçların yaşamıyla ilgiliydi zaman, senin ölünle sevişirim Cihangir sultanı, Firuz kafede, sırtımda sportif bir forma, kapitalizmin kumarhanesi ve kârhanesi işlevi gören ayak topu curcunasını izlemeye bayılırım, sol diye bağırırım ve penguensi cinle paylaşırım sevincimi, saman torbamı sallarım dehşetle, godot, toto, cotugno, zamazingo, banyan, kalıtsal, at barışı oynayanlarla, jüpon yapanlarla cilveleşirim, aç gözlerle bakarım onlara, uyarım allem kallem, kışkırtırım, kader ve kederlerini paylaşırım, nede olsa bir kârhanede yaşıyoruz ameleler, iki şeyi severim, transferi ve transseksüeli; Uygarlık dediğimiz ortaklaşa bir alış veriş. 
Dağlarda çark ve yılan. Her şey sizin gerçekliğinize bağlıdır. Nasıl mı? Karınca için en yırtıcı hayvan, tavuktur!..'' şaka, sabah işe giderken sol ayağımla geçtim eşiği, bütün gün işim ters gitti, akşam eve gene sol ayağımla girmişim, azgın refikam gene mi unuttun ekmeği bakar kör diyerek üzerime saldırdı, sol ayağımla adımlamışım gene, tuvalete kaçtım, bu kez sifon taştı, aceleyle çıkmak isterken, sol ayağım paspasa sürttü, holün girişine çarptım kafamı, sol ayağımla dönüp, ne oldu diye aynaya bakarken, ne olduysa oldu, yüzüm aynaya gömüldü, ayna düşüp kırıldı, burnum birden fıskiye gibi horladı, sol ayağımla çıktım evden inatla, acile de  sol ayağımla girdim gururla, böbreğinde taş var deyip ameliyata aldılar, şimdi diyorum ki, her şeyde bir hayır vardır. Nietzsche  bir koç başıdır, çünkü, cinsiyet ayrımcılığını içgüdüsel olarak iliklerine kadar duyumsayanlar gerçekte hümanist duygular besleyemez insanlığa, konu çok basit, dudak ve burun arasındaki tüyleri bu denli yahşiyane ve yaşam boyu bir logo gibi taşıyanlara hiç bir zaman inanmamışımdır. Bunlar kıyama vah vah diyebilirler, tacizi pek iç açıcı yazıyla lanetleyebilirler, ama ben inanmam onlara; Tanrı primitif, evrense ilkel.
İnsan her hareketi ve her davranışıyla bir kitaptır. Okudukça anlarsınız. Nietzsche, yaşamı boyunca şu görüntüyü verdi, ağzıyla kuş tutsa benim için bir maço ve tatlı su balığıdır, koyun değil koçtur o her daim, kadınlar varsa yanınızda bir kırbaç bulundurun diyen zani o!..  Ama aşırı makyaj, aşırı topuk (Amerikalı biri eşini çok kıskandığı için icat etmiş topuklu ayakkabıyı, nedeni bilinmiyor!..) son derece dışavurumcu bir nesne gibi hareket eden de  kuşkulandırıyor insanı, düşünsel düzeyde düşünebilmeli insan!.. Aynı şekilde onların tepkileri de sahte ve çürük gelir bana. Bugün Cihangir'de bir avukat geçti yanımdan, mazlumların ve azınlıkların avukatı kendisi, ama otuz yıldır tanışır, bakışırız, hala apartman topuk, hala renk cenneti ve hala saçları cadı süpürgesi, bu femme fatale sonsuza dek mazlumların avukatlığını yapsa gene inanmam, çünkü apartman topuk, joker dudaklar (Batman filmindeki şarlo'tan) ve leylek yuvasına övgü düzen saçlar, ayrımcılığın (negatif ayrımcılık da var, sorunsuzdan sorun çıkarma ustalığı)  ve üstbenciliğin şahikası gibi gelir bana, Titanic'in burnunda iki elini açan aşıklar gibi poz veren bir şair, devrimci şiirler, şarkılar yazıyorsa o gerçekte bir düz yazıdır. Görüntü, özün sessiz  fısıltısıdır!..  Ne erkekler, ne kadınlar var, hepsi insanlık için çalıştılar ama bana şu sözü anımsatıyorlar, bu topluma gerekirse sosyalizmi de biz getiririz, bu soysuzyalizmdir. Biçim içeriği belirler, içerik biçimi; Bilmek anlamayı gerektirmez!.. 
Çünkü doğu saflıktan ölecek, iki bin yıl önce yaşayan Romalının çocukken altına neden kaçırdığını batılı kaynaklarda okuyabiliriz. İş doğuya gelince, ne doğum tarihi vardır ne ölüm tarihi!.. Batı bu konuda hilebazdır, gerçeğe uyacak verilere ulaşamamışsa yalana başvurur. Ve Mary Stuart'ın neden lezbiyen olduğuna dair sağlıklı bilgilere ulaşabilirsiniz artık....  Batı Shakespeare'den Danimarka Krallığının başına gelenleri öğrenir. Bu olur mu, yazın ne zamandan beri tarihin yerine geçmiş, bir yazarın hayal dünyası neden bir krallığın efsanelerine eşlik etsin, ediyorsa yazar krallığın soyunma odasına mı girmiş!.. Tevatürdür bunlar. Sonuç, Mehmet Siyahkalem'i bile batıdan öğrenir doğu, Hasan Sabbah'ı Vladimir Bartol öyle bir yazar ki, o artık son peygamberdir. Doğunun  öğrenmesi gereken bir şey var, tarih gerçekliğe değil varsayıma dayanır, eğer bunu kabul etmiyorsanız batıdan, doğmamış çocuğunuzun neden sünnet edildiğini öğrenmeyi sürdürürsünüz. Salt yalana başvurmak değildir işin aslı, eldeki tevatüre dayanarak, varsa eksik de olsa belgelerin rehberliğinde eksik puzzle parçalarını tamamlamaktır insanlık tarihi!.. Son bir şey, Amerika'yı Türkler keşfetti, Bering boğazından hem de binlerce yıl önce geçen Sibir Türkleri, bugünkü kızıl derililerin atasıdır, buna gülüp geçiyor hatta aşağılık buluyorsanız, İzlanda'da Amerika'yı keşfeden Erikson'un heykelini görmeden ölüp gideceksiniz demektir. Neden, Kolomb Amerika'yı keşfetmedi, kesinlikle biliyordu Amerika'nın varlığını, keşfettiği tek şey, yağma, talan ve yerlilerin sarı teneke zannettikleri altını bir değere dönüştürmek için Kastilya'ya dönmekti. Kolomb, merkantilizmin doğmasına, banknot kuru ve borsasına ön ayak olmuş, azılı bir korsan, bir seri katildir!.. Shakespeare, Şekerparedir, neden, dünyada oyun yazarlığı daima ikinci sınıf işlevi görmüştür. Bu işten anlayan birine deyin ki, bir oyun yazarı söyle, düşünür... Ve belki  birini söyleyebilir.  Bunun nedeni salt oyun yazarlığının bir estetiğin uzantısı  sayılmasıdır. Çünkü iyi bir yazardan zaten oyun çıkarılabilir.  Yaşar Kemal, Yusuf Atılgan (Anayurt Oteli ne zaman bir oyun olarak sergilenecek) Sait Faik'in Hişt adlı öyküsü sahnelenmiyorsa yeteneksizlik baş tacımızdır bizim; Yaşamın ne olduğunu kavradığımızda, yaşam gereksizleşirdi!..  
 Öyleyse oyun yazarlığının abartılması bir hiledir. Shakespeare  bu anlamda kültür davlumbazlığının bir yutturmacasıdır. Çünkü, dilerseniz her yazardan olağanüstü oyunlar yaratılabilir. Stalker, oyun olarak sergilenemez mi, daha nice şeyler,  Hasan Sabbah, hepsi görkemle sahnelenecek şeyler. Olmaması gergedanizmdir. Sonuç, kimilerinin yere göğe sığdırılamaması bir dolandırıcılıktır. Don Kişot ilk çağdaş roman denir, Don Kişot bir tür fabldir ve değeri bilinmezliktir, daha doğrusu abartılıdır. Fabldir o... Siz siz olun batının bu azılı  oyunlarına gelmeyin, yapacağınız iş kendi dünyanızı kurmak ya da onu bulgulamaktır. Solaris  bilim kurgu şaheseridir, Lucretius'un Evrenin Sırları dudak uçuklatır, Binbir Gece Masalları sizi dünyaya yeniden getirir ve en kötüsü bilinmeyen nice şaheserler her gün sizi bekler, onlarda batı yapıtı, bu yüzden doğru şu sözler, anlaması zor değil mi!..  Böyle bir dünyada, Globe'nin lionunu ilah, Sartre'ı filosofinin çağdaş takası, Picasso'yu da bulunmaz Bursa kumaşı sanmak, bilisizliğin  gün görmüşlüğünde kulaç atmaktır!..  Kim ki klişelere sığınarak sanattan, yazından, bilimden konuşuyor o altın boyunduruklu köledir, dünya her dakika Shakespeare, her saniye Picasso ve her gün bir Sartre üretiyor artık, bunların sınırladığı dünyadan çıkmadan, sanat kaşıklayan insan, resmi tarihin kuvözde manipüle edip, ortalığa saldığı bir  hibrit, bir binbir surat, bir Füssli cinidir. Sanat artık yaratıcılarının değil izleyicilerinin buyruğunda bir uğraştır. Kobaylardan uzak durunuz ve onların ambalajda sunulmuş çığırtkanlarının altın tasmalı birer köle olduğunu düşününüz.  Devrim kavramı da günümüzde bireysel bir gerçeklik, bir mastürbasyondur, önce kendinize ve size sunulan verilere isyan ederek kendi Pluton'unuzu  kurunuz.  Platon yani!.. Devlet olamazsınız belki ama özerk bir bölge olarak benliğinizin saygısını kazanabilirsiniz, başkasının saygısını kazanmak çağımızda, kullanıldıktan sonra, çöpe atılacak bir kümes penguenliğidir ne yazık ki!..  Oysa insanız!..  Renk gücü, yaşam bir gölde yüzeriz,  balıklar renk gücü, hayal,  yalnız insanların kendi güneşi altında birbirimizi görmek,  gölge yüzler kayaların üzerine bırakırlar,  gece meydanda güvercinler yazıyorlar,  zaman cennet onların cennette saat keneler,  bellek eski Arnavut kaldırımlı bir sokak üstünde sis gibi asılı kalır, şafak sonsuz yaz yaşatıyor,  sihirli kelimeler çeşitli yerlerinden,  su cam lavabo bin parçalanmak, paslanmaz kalemi hakim uzak zamanlar, kılıç, mürekkep pul cümleleri tekrar tekrar bulmak; Gerçeği örtmeye yarar bilgiyi aşmadıkça, bilinmezlik varoluş nedenimizdir.
Çünkü evrim teorisi yalandır.  Çünkü dört ayaklıyken arkamıza doğru hacet gideriyor ve hiç bir sorun çıkmıyordu. İki bacaklı at olduk, durum kötüye gitti, oturmak zorunda kaldık ve dışkıyla içli dışlı olduk!.. Milyonlarca yıldır ehven bir çözüm geliştiremedik. Bu evrim teorisinin geriye doğru işlediği ve bizim ''kıro-magnon insan''a doğru yaklaştığımızın  kanıtıdır. Örneğin, silahlanan insanoğlu ilk çağlardan çok daha vahşi bir yaratıktır ve düşüncesi silaha dönüşebilen azılı bir canavardır. Geçmişe göre bu hayvan çok daha geriye gitmiştir ne yazık ki. Evrim teorisi bu açıdan fiyaskodur ve onu ileri sürenlerin postu yazık ki kutup ayısından daha kalındır!.. Alıntı; Ebu Abdullah el Muhakemat-ı Muntazır bin Hayrullah. Ölümsüzlük acılı yaşamımıza bir umar olabilecek midir?..
Faslı Kazvini. 2. Sarıkanatlar içgüdüsel çekicilik, atlasın sakallarından olan ormanlar, geceyle gündüzün birbirini göremeyişi, üstten doğan ak zambaklar
 hissedenler gerçekte hümanist duygular besleyemez insanlığa, çünkü orada küçük bir nokta gibi duran şey sizsiniz!.. İçine uzanan bir gelecekten aşılanmış sonsuzluk,  parlak yıldızlar ve taşların ışıltısı, o trubadurlar ve Gaskonya lehçesi, Yunus, Nazım'dan neden büyüktür, büyük küçük derdinden kurtulduğumuzda elbet kurtulacağız, Yunus ipeksidir. Nazım balta gibidir, Yunus düşüncedir, Nazım söylev, Yunus derindir, Nazım engin (geniştir) , Yunus hümanisttir, Nazım isyankâr, Yunus öze indirger, Nazım yayılır, Yunus sessizce akar, Nazım gürülder, Yunus yakınır, Nazım haykırır, Yunus dolayımlar, Nazım doğrudan söyler (şiirsel olan ilkidir), Yunus benim gibi ol demez, Nazım benden değilsen uzak dur der, Yunus duadır, Nazım vaaz, Yunus öyküdür, Nazım roman, Yunus sakinleştirir, Nazım darmadağın eder, Yunus felsefidir, Nazım epiktir, Yunus tanrıyı anlatan insandır, Nazım insanı anlatan tanrı, Yunus sonunda tanrıya varır, Nazım sonunda insanda durur, sayılanların ilki şiirde, ikincisinden sürekli öndelik alır; Bir tür estetiktir evren, onun yazılımını şiirleştirebilecek varlıkta tanrıdır!..
Her zaman düşünü kurdum,  batı doğuyu yazar, Borges, Gazali'yi yazar ama bizimkiler neden Giyom Tell'i veya 16. Lui'yi yazmaz, yok mu Mary Stuart'ın bahtı kara maderini yazacak.  Shakespeare'in deha olduğunu ileri süren mekanizmaya tercih silsilesi, bu herif saray soytarısı mıdır, Globe Kumpanyanın süpürgecisi mi, başkalarının yazdığı oyunları derleyen bir hırsız mı, bu adam yaşamadı mı, oyunları aristokrat kesimin entrika ve erotizm dalkavuklarının nişanesi mi, misyonerlerin sömürgelerinde deha zannedilen bir yetim mi, bakır rengi Everest'in doruğuna çıkan ilk dünyalı Edmund Hillary paraşütle oraya konmuş olabilir mi!.. Bilginin en büyük düşmanı onu kullanım biçimidir, öyle duyumsayabiliyorum ki, Macarca sanki, şu anda özgürleştiren ve canlandıran bir dünyanın eşiğinde duruyoruz; bu dünyanın içinde insan ırkı gerçekten tek bir aile haline gelebilir ve insan bilinci mekanik toplumun zincirlerinden sıyrılarak kozmosta gezinme olanağı bulacak. İnsan potansiyelinin büyüyebileceğine ve öğrenebileceğine dair derin ve değişmez bir inancım var; kendi varlığının derinlerine inebilecek ve evrenin orkestrasına kendisini uyumlandıracak gizli şarkıları öğrenebilecek bir potansiyel bu... Derin bir acı ve trajik bir kimlik arayışı içindeki bir geçiş çağında yaşıyoruz; ama çağımızın ıstırabı bir yeniden doğum sancısı. Gelecek yılların gezegenimizi bir sanat formuna dönüştürebileceğini sanıyorum; yeni insan zamanı ve mekanı aşan bir kozmik uyuma bağlı olarak duyarlı bir biçimde dünyasal deneyimlerin her bir kesitini adeta bir sanat eseriymiş gibi kucaklayacak ve biçimlendirecek ve insan, tüm bir varlık bir organik sanat formuna dönüşecektir. Evren bir larva, bir krizalit -pupa- bir leş yiyici ve en büyük yırtıcıdır. Dünya tümüyle bir öykünme ve Avernus'dan çalıntıdır; Bilgi kanıdır, herkes her şeyi biliyor ama aynı şeyi yapıyor!..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder