18 Mayıs 2019 Cumartesi

NARKİS

Senin yanında elim titriyor benim, çocukluk çağlarında olurdu bu, birde senin yanında. Gizini bulabilsem... Sen mutlak iyi ama yaşamın  zorluklarına göğüs germiş, güzelim bir perisin... Sana aşık insanlar vardır eminim. Yaşamımız ulaşılmazlıklarla dolu ne yazık ki, birbirini hızla geçen trenlerden el sallayan ölümlüler gibiyiz, bir daha göremiyoruz birbirimizi, bağ kuramıyoruz cennetin yollarında, suni dengeleri kıramıyor, sıratı geçemiyoruz. 

Aşkı arıyor muyuz biz, kimiz, kaç kişiyiz. Aşkın ne olduğunu biliyor muyuz, neden tanımsız zaafların içindeyiz biz. Çocukluğumuzdan kalan bir anının silueti mi aşk, sevecenlikle yüreğimizi ısıtan bir öğretmenin solgun gölgesi... Artık sulara yansıyan yüzü. Belki de yaprakları karıştırırken aniden yüz yüze geldiğimiz bir hanende melek... 

Ruhumdan vuruldum ben!..

Onu çok seviyorum, böylesi de güzel, hep içimde o benim, görmesem de, bilmesem de, ellerini ellerimle tutmasam da. Öyle bir tensel  uyum var ki  aramızda, ruhunu görebiliyorum oradan, gözümü bir an kaçırıyorum bazen, o kadar güçlü ki sevgim, açığa çıkar, ortalarda cirit atar diye korkuyorum. Ben onu çok seviyorum. O da ilginç biri, öylesine görünmeye, özen gösteriyor, tıpkı bir masal gibi, içine yalnız sevenlerin girebildiği...

İçim titriyor benim onu görünce, bir şey söylemek istiyorum ama, zamanın baskısı beni durduruyor, dilim sürçüyor, hiç bir şey anlatamıyorum ona, sözler gökyüzünde uçup gidiyor ve bakışlarım yitiyor. Aniden kalkıyor o, bir daha görebilecek miyim, benim için ne düşündü acaba, yaşam neden bu kadar zor, anın öylesineliği beni perişan ediyor, bu sıradanlığın içinde, neden yaprak bile kımıldamıyor... 

İçimden geçenleri seslendirebilecek bir ayet yok mu tanrım, o uzaklaşırken ruhumun inleyişini fısıldayacak bir esin perisi yok mu, her şey acımasız yaşam gibi, işte içitini yarım bırakıp gitti, öteki tahammülsüzlüğe benzer haller geçirdi, nedenini hiç kimsenin bilemediği, her insan bir rüya, her insan bir umut, her insan bir dünya...

İşte hiç bir şey olmamış gibi sandalyeme oturdum, o ise eteğinin iki ucu birbirine şarkı söyler gibi uzaklaşıp gitti, oysa elim hırsla elini tutmuştu, sessizliğin çığlığında ağlamıştı damarlarım, o şaşırır gibi oldu, ne  kadar güzel bir insan tanrım, güneş açarken şimşek çakmayacağını biliyordum, elim keşke elinin üzerinde ölümünü görebilseydi, yardım et ne olur yarabbi...

Anılar ruhtan ruha, tenden tene geçen sanrılar değil mi, diller neden yetersiz, gözler neden kararıyor sürekli, dünyanın apaçıklığında kendimi anlatacak zamanı neden bulamıyorum tanrım. Bir düşten uyanır gibi kalakaldım. Her şey saniyeler içinde olup bitti. Kimler düşünebiliyor ki bu şeyleri... İnsanlar yürüyorlar, işe gidip geliyorlar, belki uyuyorlarda geceleri, ama kimse bilmiyor içimizden geçenleri, kimse bilmiyor konuştuklarımızın hep sustuklarımız olduğunu, onun için, durmaksızın ağlıyoruz biz.

Neden böyle bu yaşam ve ne kadar gerçek yaşadıklarımız, sanki gerçeğin provası gibiyiz biz. Asıl özlediklerimizin, acımasız bir deneyiyiz. Ulaşılmazlıklarımızın, kavuşulmazlıklarımızın  söylentisi mi acaba yaşam...

Yaşayamadıklarımızın bir toplamıyız sanki...

Derdimi anlatamadan geçip gidecek miyim bu dünyadan. O ise beni öylesine ya da nazikçe hoş karşılayarak, sislerin arasında yitip gidecek mi... Bir düş gibi gülümseyecek ve sonra gerçek miydi düş müydü bilemeden görüntü aniden silinecek mi bir gün. Göz yaşlarımı tutamıyorum ben...

İşte benim korkunç hezeyanlarım, bu duygularımı yaşayabileceğim güzelliğin o olduğunu sanmamdır, onun varlığında bu düşleri görüyorum ben, rüyalarım onun varlığında mırıldanıp duruyordur. Onların bir hecesini bile değiştiremiyorum ben, bir rüya bu... Ve düşlerim bana hükmediyor ama, ben onlara hükmedemiyorum.

Tek üzüntüm budur  işte benim. Elem denizlerinde tek başıma kalışım ve sonsuz bir  hülyanın içinde, yalnızca tanrıya yalvarışım...                                    

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder