18 Mayıs 2019 Cumartesi





AÇIK ROMAN
Dev gibi sis bulutu sahili kaplamıştı, güneşin ışıklarını tümüyle kestiğinde hava birden karardı ve kum fırtınası başladı, kuşlar gagalarını birbirine vuruyor, çılgınca ses çıkarıyorlardı, şemsiyeler havada uçuşuyor, herkes kaçışıyordu, dünyanın sonu gelmişti ve yoğun bulutun içinde sanki bir uzay gemisi gizleniyordu...
Orada biri hiç kıpırdamıyordu ve sanki kehaneti gerçekleşmişti, mutluydu ve kafatası sonsuzca sırıtıyor gibi dehşetli bir görüntü yayıyordu, toz duman içinde, yanında olağanüstü güzellikte bir kadın sarılmış o gibi duruyordu ona, gözleri sislerin arasında parlıyor gibi de bir ışın yayıyordu, adamın burun kanatçıkları titreşiyor, bedeni esriyor, tüyleri titremlere yayarak kıpırdıyordu sanki, hayvanları doğasına bırakın, başkasının tanrısı olmaya kalkışmayın lanetlenirsiniz diye bağırdı, kıyamet bu olsa gerek dedim içimden, küçük bir kıyamet belki de... Biri ortaya doğru geldi ve bilim var olanı ortaya çıkarabilir yalnızca, sanat ise var olmayanı, 9. senfoniyi ise yalnızca Beethoven besteleyebilir ve bir daha yinelenemez, bu olası değil, ama görecelilik kuramı bir zamanlamadır yalnızca, insanlığın ulaştığı çağdaş aura bunu zorunlu kılar, Einstein olmasa göreceliliği biri yada birileri yine belirleyebilirdi, sanatın yansıması insan ruhudur, biliminse yargıcı vardır ve onun efendisi evrenin kurallarıdır, uyum içinde akar bir dizi yığın, sanat belki daha eşsiz bir şeymiş gibi görünüyor, ama o kadar da değil belki, sanat sonsuz bir özgürlük alanıdır, biliminse sınırları vardır, bu yüzden sanatın olanakları sonsuz ve sınır tanımazken, bilimin olanakları ve bulgularının bir sınırı vardır. Bu nedenle bilim tutucu, sanatsa özgürlükçü bir yapıntının göstergeleridir diyebiliriz.
Yaşam kaçınılmaz bir sonuçtur. İki Öjeni'yle, bir Oksi jön yan yanaysa, güneş de yürüyorsa, bir mol suyun taşması kaçınılmazdır, ama mutluluktan çabuk sıkılırım, birden unuturum bu tür haberleri, kaynanamla kavgaya tutuşurum, nitelikli kaostur benim sevdam, sosyal porno haberleriyle dolu okunaklar olmadan yapamam, zaten her soluyuşumuzda evrendeki yıldız sayısından daha fazla atom soluyoruz, hayatı ne yapayım, ama gene de bu kargaşada bile, birbirimize dokunamayız biz, dokunduğumuz bir elektron bulutudur, efendimiz tardigratlarsa içimizde gezerler...
Bazen şöyle düşünürüm, evren bir gün başlangıca, ilk güne dönecek olursa eğer, kıyamet diyorlar bunun adına, atomu parçalamanın, Ross yıldızına gitmenin ne önemi var, bunun kısır bir döngüden ibaret olduğunu düşünüyorum, tanrının varlığından da kuşkulanıyorum doğallıkla, her şey bir avuntu mu yoksa, cennet cehennem de cabası, gerçekle anti gerçek, yani gerçek dışı, vulgerize deyimle ilahi yalanın bir kokteyliyiz biz, içimizdeki ikirciğin, dışımızdaki ikilemle sentezi. Mikro evren insanla, makro evren uzayın yoğrumuyuz deyim yerindeyse, ama işte bu noktada duralım, şimdi desem ki, peki; neden birbirimizi öldürüyoruz biz, neden Arap bizi arkadan vurdu deyip, Hellespont'da bizzat öldüren İngiliz'le kol kola olmaya çabalıyoruz, bir paradoks bu ve tanrının metreslerinden birinin çocuğu olma olasılığı çok büyük bu primatın!..
İnsanın olduğu yerde tanrı olamaz kanımca, çünkü tanrı insan gibi kaotik bir yaratığın çobanlığına soyunuyorsa, sıradan biri bence, çünkü insan olabildiğince zavallı bir yaratık.
Ölümsüzlüğü elde ettiğimizde diyorum, zaman kavramımız olmayacağı için tüm insanlık şizofrenik bir yığına dönüşebilir, örneğin Denizli topraklarına doğru yola çıkan biri, umursuzca Sibirya'ya yönelebilir, çünkü onun anlağında ve gerçekte Denizli kavramı, zamanın ve uzamın birlikteliğidir, bu boyutlardan biri ortadan kalktığında, Denizli kavramı ulaşılacak bir 'nen' veya nesnel bir kavram olmaktan anında çıkar ve birey Denizli'ye gitmeyi düşünse de, bile bile Sibirya'ya doğru yönelebilir artık. Denizli bir varsayım olarak, zaman kavramından uzaklaştığı an, limidal -elde edilebilir- bir varlık olma gibi bir düşünsemeyi tümüyle yitirir ve Sibirya'ya doğru giden kişi için, Denizli hayatın ve ölümün baskılarından uzak bir materyale dönüştüğü için, oraya varmak diye bir kavram oluşamaz artık anlağında...
Gitmeyi tasarlaması bir varsayım ve düşünsellik olarak varlığını sürdürebilir ama, çünkü düşünce, dışsal gerçeklikten bağımsız bir edimdir, kişi kendi yüreğine doğru yola çıkmayı düşünebilir örneğin, belki bir gün bu da gerçekleşebilir ya!.. Olasılıksız Evren Kuramı'dır bu, kendi yazgısını kendi belirleyen bir evren diyarı, şunu demek istiyorum, zamanın olmadığı bir yerde devinim yoktur, ya ne vardır, kaos...
Bunun için bazıları tanrıya inanmamak gibi bir melankoliye kapılabilir, her insan gibi kendilerince haklıdırlar, bu yüzden düşüncenin ceza ve armağan gibi kavramlarla taçlandırılması, günahların en büyüğü sayılmalıdır. Çünkü düşünce gerçekte, zaman, uzam ve öznenin fiziki, kimyevi, sosyal bireşiminin -vb. gibi- ortakçıllığında, anlakta oluşan bir tür big bang -aşkınlık- parıltı ya da doğuşumdur. Armağanı bilemem ama, düşüncesinden dolayı bir varlığı cezalandırmak, gerçeğin derinliğinde cezalandıranın, kendisini cezalandırmasıdır...
Ama biz uygarız... Hayır alabildiğine ilkel bir varlığız biz ve üretebildiğimiz tek düşünce şudur bu durumlar karşısında; tanrı yardımcımız olsun!.. Gerçekte bu insansı varlığın sınırlarını aşamadığını ve kendi dolambaçlarında dönüp durmaktan başka bir aşkınlığa henüz ulaşamadığının göstergesidir ve düşüncede bir Sisifos söylenidir artık; doruk sürgit yeni bir başlangıç ve yeni bir bilinmeyen demektir. Çünkü insan düşünmekle cezalandırılmıştır, öyle ki insanlık cezanın cezası olmaz seviyesine bile gelememiştir henüz, nasıl ilkel olmaz bu varlık. Peki önerin ne senin aciz yaratık!.. Hiç, tanrı yardımcımız olsun!.. Edebi postulalar, düşünsel met cezirler işe yarasın!..
Bir atom yığınına yeterince uzun süre ışık tutarsanız, bir bitkinin filizlenmesi sürpriz olmayacaktır diyen, insanında türeyebileceğini bilmelidir.
Paris'ten çalınıp Topkapı'da sergilenen bir heykel var mı, bakın soyu tükenecek diye aya tavuk kaçırmak anlamsızdır, çünkü tavuğun anayurdu dünyadır, içi doldurulmuş tavusu, Metropolitan'da sergilemenin mantıkla bağdaşır bir yanı yok, diyesim Berlin'de Bergama sunağını sergilemek, insanın mağaramsı olduğunun kanıtıdır, uygarlık esintisi gerekçeler arasında olabilse de, yukardan bakınca dünya düz olarak görünür, zig zaklar ve uçurumları algılayamaz tanrı, çitlere de bir anlam veremez ve batı-doğu diye bir şeyi kavrayamaz.
İtalya'da antik tiyatro göremedim ki, Roma hamamı olabilir ama Roma tiyatrosu diye bir deyim oluşmamış, o antik çağ Anadolu uygarlığının sayısız tiyatrolarından biridir olsa olsa, Altınoluk'taki Antandros gibi minik odeonlardan olabilir belki, Roma demokratik değil, hiyerarşik ve bir sınıf uygarlığıdır, illüzyon çağlarında yaşıyoruz, bir önyargıyı aşmak, atomu parçalamaktan daha zor. Roma'da Saturnalia şenlikleri vardır, tüm batı edebiyatı gerçekte bin bir gece masallarından çıkmadır, Dekameron, Centerbury, Marki de Sade ve Shakespeare'in kaynağını görebilirsiniz orada. Der Saadet'teki padişahın kavuğu Allahabat'da çıkamaz onun bir örneğinin İstanbul'da da olması gerekir kısacası...
Üç saniyede şarj olan bir cep telefonu çıksa, yeni bir telefon özelliğinin yaratılması zaman alır ve kâr düşer, hatta cep teknolojisi iflas eder, kapitalizmin gizi yenilikleri sıralamaktır, bu onun kârını katlamasına ve ayakta kalmasına yol açar. Biz siyah beyaz tv ye kavuşurken, siyah beyaz tv'nin dönemi Newyork'ta kapanalı doksan yıl oluyordur. Bunun gibi kapitalizm yeni bir şey yaratmaz gerçekte, yeniliği zamana yayarak pazarlar. Bilim dediğimiz kapitalizmin endüstriyel bir alanıdır, payanda. Bilim kapitalizmin izni olmadan hiç bir şey icat etmeyen-edemeyen bir labirent ve laborant topluluğudur. Bugün sömürmeyen bir ülke uygar olamaz, uygarlık sömürüye dayalı bir gelişme ve doğallıkla da barbar olmak zorundadır ve şiddetten beslenir. Sömürülenler, bu kurala uymak zorundadır, yoksa onları karabasanlar bekler. Halkta katılır bu eğlenceye, aksi halde bir piyango biletiyle, öbür tarafta bir cennet bekliyordur onları!..
Sömürenler garip biçimde, işbirliği içinde oldukları toprakların, Borjiya Bey, Bolu beyinin de efendisidirler. Bir paradokstur bu ama sistemin aritmetiği mekanize bir biçimde işler. Amerika'yı özgür sanarak göç edenler, sözde gelişmiş beyinler, gerçekte angaje ve gelecekte sınıf değiştirmeye aday birer köledirler, öyle ki mutlulukla afra tafra saçabilirler de, oysa neyi yapabilir ki bunlar, izin verilmiş ilaçlar, buyruğun keşifleri, sınırlarla dolu bulgular, kan ve ceset uygarlığının bekasına katkıda bulunan silahlar ve bir sürü versiyonlar. Kime karşı bunlar, hemcinsine, bilim adamı sandığımız beyaz yakalı işçiler, gerçekte Evamir-i Aşere'nin altında ezilen, Dr Moro'nun ecinnisidirler.
Gelecekte göç tersine olacak, gelişmiş ülkelerden, bekaretini yitirmemiş ülkelere kitlesel kaçışlar olacak, kavimler göçü... Çünkü oradakiler özgür olduğunu sanan birer kobaydırlar, banknotun tutsağıdırlar, bilim adı altında kapitalizmin can alıcı uygarlığının paryasıdırlar, ama bu göçün olabilmesi zamanlar alabilir, genlerimizin şiddet duygusundan, barbarca iç güdülerden, ölüm ve öldürmeye bağışıklık sağlamış moronel çağların alışkanlıklarından kurtulması gerekir, tortularından arınması gerekir, bu yüzyıllar alabilir ve alıştığımız düşünsel yazgımızın da evrilmesi gerekir.
Bu nedenle, günümüzde çağdaşlık; barbarlık ve sömürüyle eş anlamlıdır. Uygar olmak için barbar olacaksınız ve kan dökeceksiniz, başka yolu yok, ne tanrısal bir paradoks!.. Kapitalizmin çöküşü, ne devrimle olabilir, ne sistem değişikliğiyle, bugün ezilenlere dünyayı bırakın, bugünden daha acımasız bir sistemi yürürlüğe koyacaklarını bilmelisiniz, yeteneklerimizin sınırı var bizim, çözüm düşünsel yapımızın evrilmesinde, genlerimizdeki şiddet duygusunun, barbarca tutkularımızın yok olup gitmesiyle olasıdır kısacası ve uygarlık şiddetle elde edilen, onunla korunabilen ve onunla gelişebilen bir kavramdır ne yazık ki...
Kapitalizm, ele geçirilmiş kölelerin, sömürülen ülkelerin ne yeni keşifler, bulgular yapmasına izin verir, ne kendilerine benzemek isteyen gönüllülere yol verir, varsa yoksa o -kendini besler-, gerekirse kan içer ve ilahi kavramlarla süslenmiş sözde uygar cehennemler, yardımcı aktörler, figüranlar ve paryalarla süslenmiş topraklarda kurulu mekanize düzen, sürer gider.
Kapitalizm gerekirse sömürünün kurallarını teker teker ezilenlerin bilincine dayatır, medya onundur, makineler onundur, kafeini alınmış Einsteingiller, mekanik, kinetik (robot, yarı robot işçi ve ve hominidler) tüm materyallere dayatır kurallarını, bundan kurtulmak olası değildir, kurtuluş onlar gibi olmaktır ve bu da olsa olsa neandertallerin yer değiştirmesi olabilir!.. Mutluluk bu yüzden o denli ahmakça bir kavramdır ki, insanı mutlu etmek en kolay yöntemdir kapitalizmde, dampingler, yenilikler, bonuslar, ekstra tatiller, illüzyonik düşler, vb, kitlelerin salyalarının akmasını kolaylaştıran şeylerin başında gelir, kısır bir döngüdür bu ve mutluluk ufku olmayan bir kısırlıktır ne yazık ki, atları da vururlar!.. Hayvansı çağlarla olan bağlarımızın, sürrealize edilerek yenilenmesi... Sonsuz bir mutluluğa kapılmak öyle kolay ve olasıdır ki, 'illüzyonal hayvan' bir kahkaha at bakayım diye bağırsanız onlara, hep birlikte çığlık atacaklarından bir kuşkunuz olmasın!.. Bu kolay ve erişilebilir mutluluğun gerçek tanımı, kitlesel nevroz, dinmez bir anksiyete ve sonsuz bir mutsuzluktur. Kapitalizm dünyevi, total ve toplumsal bir çılgınlıktır, bir afazi, dil tutulması. Ondan kurtulmak, düşünsel yapımız evrilmedikçe olası değildir, aslan geyik olana kadar beklemek zorundasınız!..
Evrende bizim aradığımıza benzeyen yaşam formunu niçin arıyoruz, güneşin derinlerinde, kendi formuna göre, sürüp giden bir uygarlık olamaz mı, atom altı dünyalar olamaz mı, konuşan ve düşünen!..
Biz damdan dama atlarken donan kedi diyen, Evliya Çelebi'yi aşağıladık, ama Tesla'nın beş yüz km uzakta, hiç bir araç kullanmadan lambayı yakmasına sesimizi çıkaramadık, Osmanlı bilginleri çürüyen patlıcanda kurt oluştuğunu ileri sürdüler, gene aşağıladık, ama ölen bir kurtçuğun kelebeğe dönüşmesine ses çıkaramadık. ölen bir canlı yeni bir canlıya dönüşüyordur, bu nasıl oluyor ki!..
Bilim mantıkla üretmez düşüncesini, bilim mantık dışını mantıkta denemektir. Başka bir insani uygarlık olmayabilir. Çünkü evren sonsuz çeşitlilik gösterebilir, bugün denizlerin altında düşlere sığmayacak bir canlılar alemi var. Onlara bakarak araçlar yapıyoruz, Evliya Çelebi damdan dama atlarken havada donan kedi derken, bilimsel bir olanaksızlığı -değil- imgeye dönüştürerek ufuk açmak istiyordu, 'olmak ya da olmamak' ya zafer ya ölüm demenin versiyonu, mekatronik varsayımlara doğru yol alan Çelebi daha iyi niyetliydi, diğeri bir aksiyonel söz ve saldırganca bir tutumdu... Hamlet kurtların savaşıydı!..
Önemli olan saçmalamak değil, saçmalığı deneylerle, çalışmalarla, değişkelerle alt üst ederek yeni bir yaratıma yol açmak, sonsuzluğun istasyonuna biraz daha yaklaşmaktır. Edison yumurtaya bastı diye hayranlık duyan toplum, patlıcan çürüse kurtçuk oluşur diyen atalarını aşağılamayı yeğledi. Saçmalık bilelim ki, laboratuvarda tanrı parçacığına dönüşebiliyordur.
Yıldızlardan udu varmış, konuşuyormuş bir masaldır, ama yıldız tozlarından oluşmadık mı, bu doğrudur!..
Bedenimiz havadan kendine yarar mineralleri süzebilseydi ağzımız olamazdı, burnumuzda belki de, içimizde bir gaz boşluğu bulunsaydı, kuşlar gibi havada durabilirdik, bilim de statik ve skolastiktir derken, aradıkları yaşam formunun sürgit kendilerine benziyor ve e.t'nin de bir tür insan olarak düşlenmesinden dolayıdır, başka yaşam formları, bize görünmez olabilir, hiç bilmediğimiz bir geoit biçiminde olabilir, onların solumasını beklemek bile, bilim dünyamızın sınırlarını gösterir. Dünyamız kendini milyarlarca yılda barbarlık ve savaştan bile kurtaramamış, bir primat türünün nöronlarıdır. İnsan antropolojik bir sapma, tanrının kafesinden kaçtığı ve henüz bulunamadığı için tüm evren için bir tehlike ve yalıncak borulardan bileşik, basit bir yaratıktır.
Gelişmişler vahşi ve mağaramsıdır, ilkeller, kabilemsiler hümanist ve tanrıcıldır belki de dünyamızda, her adımımız kıyamete bir özlemdir ve çağdaş dediğiniz genosit sayrısı oluşumlar ve modernler inaksı homongolos yığınlarıdır belki de ve tanrı hatasını, onların kendi elleriyle yok etmelerini özlemle bekliyor olabilir, bu durumda bilim bir deccal ve bir şeytanın hünerleri olabilir, olabilir belki, olabilir...
Bugün bir Maori bir saniyede kravat takabilir ama balistik evrimi yüzyıllar alabilir, homosapiens ise nükleer dehşeti kurdeleye bağlayarak, kibirle kitlelere sergileyen bir primattır, hangisi çağdaş bunların, ikincisi diyen olasılıkla paranoid şizofren olabilir. Modernizm ustan yoksun bir deliliğin ve nekrofilizmin göz alan bir illüzyonu, sapkın bir görselidir belki de...
Bir köpekten ne farkımız var bizim, pençelerimiz daha gösterişli, arka ayaklarımız daha gergin ve zamanı gösterecek bir alet takacak kadar, korkak ve sinsiyizdir belki de, öyleyse köpek, geleceğin insanı olabilir de...
Yunanistan’da batan İngiliz Gemisi Mentor’da yapılan kazılarda, Lord Elgin’in, Parthenon’dan sökerek taşıdığı heykellerin yanı sıra, başka Antik Yunan eserlerini de yanına aldığı ortaya çıktı. Avrupa uygarlığının atası sayıyor Grek döngüsünü, öyle düşünse mermer çalar mıydı, insan kendi kümesinden ne çalabilir ki...
Tarih bir illüzyondur. Grek uygarlığı, Anadolu-Yunanistan arası topraklardır. Anadolu tiyatroların dünyada en çok görüldüğü bir toprak parçasıdır. Anadolu uygarlığın nirengisidir, ne piramitler, ne zigguratlar ne de kolezyumlar yarışabilir onunla, tümüyle sanata, estetiğe ve barışçıl ruha yönelik biricik uygarlıktır o, hala sürüyor bu uygarlık, Yaşar Kemal 'n eşi yok, Yunus dünyaya bir daha gelmeyecek, Nazım senfonik şiirin tanrısı, Aziz Nesin'in değeri ölçülebilseydi, Don Kişot gibi heykeli dikilirdi alanlara...
Ah ki ah, kitapların alın yazısı vardır, şu kitap nasıl yazılmış anlayamadım, iyi bir yazar olmaktansa, görülmemiş bir yapıt yaratabilmeyi yeğlerdim, Ulysses'i sevmedim, ama dilim tutuldu neden, böyle bir kitap nasıl yazılabilir ki dedim. Kitaplar kadınlara benzer, aşıksınızdır ama uzak durursunuz, sıradan biridir ama, ruhunuzun efendisidir, deli olursunuz!.. Ulysses'i bir daha okuyamam, ama Borges'in Alef'ini yüzden fazla okudum. Bu kitap Ulysses'i anımsattı bana, güçlükle okudum, ama herkesin peşine düşeceği bir kitabınız olmaktansa, yazmaktansa, tek bir Ulyssesiniz olsaydı daha ilginç olurdu kanımca... Dünya güzellerle dolu, ama eşi benzeri olmayana kıyamete kadar bağlanıyoruz. O başka bir varlık...
Hangisi olmak isterdiniz!..
O kadına aşıktım, güzeller güzeli bir balina gibiydi, onu beklediğim durağa balina durağı adını vermiştik. İttihati Osmani gibi devasa ve gösterişli bir gövdeydi o, Kırk kilit otu gibi, vegateryan bir ırk varmış önceleri, et yiyen vahşi ırklar onu yok etmiş, kadınlar kurtulmuş, çünkü onlar olmadan çoğalma olanağımız yokmuş, bugün kadın o dönemden kalma esaret altındaki bir cinsin uzantısı, kadın hakları derneğinin sembolü ne gaciler, AYNA! işte batının kadın haklarına verdiği değeri simgeleyen şey, yani orhan veli kafası! bir elinde cımbız, bir elinde ayna, ne atom bombası ne londra konferansı, umurunda mı dünya, orhan veli batı kafasıyla büyümüş bir öküz, geri zekalı bir it, yazdığı şiir bu kadar işte!!!! vahşi batının tasmalı köpeği!!! bugün kadın, ağzıyla kuş tutsa, vahşi gelip kapıyor ve o benim diyor, belgesele bakın, aslan avını yakalıyor, erkek aslan gelip el koyuyor, tanrı vahşi olandan yana bu durumda, adı üstünde vahşi batı mesela, nükleer bombayla sürdürüyor egemenliğini, kuzey kore yuvanı yaparım dese de faydası yok gibi!!! Öyleyse tanrı=erkek egemen dünya=vahşi bir uygarlık anlamına geliyor. Bunu bilenlere de ağlamak düşer azizim!!! Öyle zaten! Çünkü vahşi kadar vahşi olmayı öğrenmedikçe çözüm yok, o da çözüm değil üstelik, çünkü eşeği boyayıp satsan gene eşek!!! veya gelen gideni aratır felan! En iyisi kıyameti beklemek!!! yeni bigbang sonrasında tanrı dahil, kimse hata yapmayacak deyola!!! umut ezilenin ekmeği yapcek bişi yok!!!! en iyisi ölmek, belki bişi vadır orda!!! dün vapurda gidiyodum baktım geminin ismi NEVERLAND (asla karaya ayak basma demenin cincesi!) ulan dedim dünyanın özeti işte bu, hemen bir şiyir döşendim, nebilim belki okuyan gafil felan çıka, aşaya alıyom, bakın işte hiç yazmaya bile gerek yok, şiyir annatıyo annetceni!!!
NEVERLAND
Beni mutluluk kederlendiriyor.
Umursamazlık terörize ediyor beni
Beni baştan çıkaran parasızlıktır
Aşktır ölümüme yol açan başbelası
Suyun akması şaşırtıyor beni öylece
Dağın durması sinirlendiriyor olabildiğince
Bombanın hareketi güldürüyor en çok beni
Sonsuzca dayanıklılığı yaşama insanların
Hayrete de düşürüyor deliler gibi
En çok düş kurmayı sevmiyorum ben
Sonra beklemeyi ve umut etmeyi
Unutmalarına hayranım insanların
Ölümlerin biçimini yıldırımın kesiciliğini
Dünya sözcüğünden de iğreniyorum ben
Dikiş dikip örgü örmekten ve
Kitap okuyup la havle çekmekten
Beni mutluluk kederlendiriyor inanın
Kimse bilmiyor ölecektim geçen pazartesi
Beni kederlendiren şeylerden
evrim kuramına düşmanlık gereksiz, evrim var, Hz. Muhammet doğuyor büyüyor peygamber oluyor ve her insan gibi ölüyor, evrim gelişim periyodu demek, eğer peygamber yaşasaydı bu düşünceye karşı çıkmazdı, geri kalmış toplumun en büyük özelliği birbirine düşmanca tavır almasıdır, bir tek bilim adamımız yok ama akademisyenlerin dediği dedik, siyasetçiler öyle, hepimiz bir şey üretmektense, laf üretiyoruz, evrim kuramına karşı olalım elimize ne geçecek, düşüncelerden yararlanmak doğrusudur, Atatürk biçimsel devrimle yetinmiş, bana göre büyük bir eksiği var, şimdi ben bunu söyleyemeyecek miyim, evrime inanmayan, başka bir düşünceyi savunsun biz de yararlanalım, belki ufuk açıcı bir yanı vardır, aslolan düşünceleri yerden yere vurmak değil düşüncelerden yararlanmaktır. Bu ülkede bir tek felsefeci yok, şu açıdan, kabul görmüş felsefeci yok, dünya standartlarında diyelim. bilemem ama bir şey anlatayım, tanrı öbür dünyada kendisini inkar edeni asla cezalandırmayacaktır! çünkü bu dünyada dindarlar düşünce özgürlüğünden yoksun olabiliyor ve bu uğurda ölebiliyorlar, düşünce özgürlüğüne kavuştuklarında, inkarcıları yok sayarlarsa eğer veya onları cezalandırırlarsa, kendileriyle çelişmiş olurlar, bu noktada tanrı da kendisiyle çelişmiş olur. Tanrı şunu ister, insanlar pozitif olumlu çaba içinde insanlığa, evrene katkıda bulunmalı, hatta tanrıya yardımcı olmalıdırlar, bu nasıl olacak, düşünce özgürlüğüyle, eyleme geçen düşünce, ölüm, şiddet üretiyor ve bir diğerinin yaşamsal varlığına kast ediyorsa, düşünce değil eylemin önlenmesi gerekir. Dünyamızın tek sorunu budur zaten, eylemin ölüm ve şiddettten arınamaması, uygarlığımızın, savaş ve ölüm uygarlığı olması, bundan kurtulamaması, evrime inanmak istiyorum çünkü ölümün ve şiddetin olduğu bir dünyada evrim olamaz değil, tanrı olamaz demek daha mantıklı!!!!! Eğer bunlar olacak ve tanrıda var diyorsak, tanrı ne işe yarar!!!! Ölüm ve şiddetten beslenen adalete! İnkarcı bu noktada isyan ediyorsa anlamak mümkün!!!!!
Çalışmaları Bartın Üniversitesi Arkeoloji Bölümü yanı sıra Amerika Birleşik Devletleri Florida Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Dr. Peter Sinelli ile Dr. Edward Dandrow’un 5 öğrencisiyle yürüttüklerini ifade eden Yıldırım, şöyle konuştu- ***************** İçimden demiştim ki bu çalışmayı gene yabancılar yürütüyordur. Dünyada antik değerlerini yabancıların yürüttüğü kaç ülke varsa o ülkeler inceleyin sömürgedir! Bu ancak Mısır'da, Somali'de, Peru'da, biz de görülebilen şeyler, Sonra neden çalındı bu değerler demeyin! Bu cumhuriyetin yeni bir devlete ihtiyacı var, öyle ya da böyle, bu cumhuriyet kendi değerlerini yok eden, topraklarındaki uygarlıklara sahip çıkamayacak kadar aciz, eli kolu kısa ve miadı dolmuş bir cumhuriyet, görüşüm bu, benim şahsi çıkarlarımla ilgili en ufak bir yanı yok. Ama buna karşı çıkan Hürriyet yazarları, bu ülkeyi geri bırakan ligin oyuncularıdır, Atatürk simsarları!!!! keşke kamuoyu önün de bu tartışma alevlense de ak ve kara belli olsa. Medya tasmalı köpek, sadece onların sesi yükselebiliyor, sandık hariç!!!! Bu devlet yenilenmedikçe biz sömürgeyiz kardeşim. Buyrun medenice tartışalım. Sanat tarihi bölümleri var üniversitelerde, belediye de süpürgeci kadrosunda sürünüyorlar. Böyle devlet olur mu! Sonra tarihini Hammer yazıyor, Kanuni nin romanını Fransız yazıyor. Ama içimizden 16. Lu inin romanını yazacak kalibrede bir tek eşşoğlueşek çıkmıyor! Kemal Sunal hariç!!! AKP li millet vekili yeni devlet kuruyormuş, bilemem ne için ama yeni bir devlet kurulmalıdır! Biçimsel anlamda AKP linin sonuna dek yanındayım. Söylenecek milyonlarca şey var daha, o da cabası!!! İÇİMDE KALMASIN barış manço nun çocuklar programının versiyonu var, bir kanalda, TRT 1 demi bilmem, çocukların ne denli cin olduğunu amaçlayan iyi niyetli program bunlar, sözde ama!!! Ne söylettiler bir ara biliyormusunuz çocuğa! kulağım komşunun tv sinde yani! TAVUKLARI PİŞİRMİŞEM ANAMI DA ÇARŞIYA GÖNDERMİŞEM! hacıyı da anamı yapmış düzenbazlar!!! SİZE SORUYORUM, çocuklarını 80 milyonun önünde tavukları pişirmişem PİÇLİĞİYLE büyüten bir ülke sömürge olmaz da ne olur!!!! Aksini iddia edecek yiğit, akıl hastası değilse, beni bir zahmet kurtarın kardeşim, kesinlikle delirmişim!!!!
Oğuz Sezgin-Türkiye’de iyi bir fizik eğitimi alınabilir mi?
Merve Özcan- Herşey aslında heves ve yeteneğe bağlı. CERN aklıma bile gelmezdi ama kendi çalışmamla ve isteğimle kendi fırsatımı yarattım. 60 kişilik bir sınıfta kendini kanıtlayan bazı arkadaşlarım artık öğretim görevlisi.************ HER şey geçmiş gelişmeleri özümsemek ve büyük bir istekle yeni çalışmalar yapmaktır. ülke destek vermeli tabi, gelir dağılımı bozuk ülkeler yenilik yapamaz, yenilik paradır kimse kusura bakmasın. Dünyanın en iyi eğitimini verin öğrenciye pratikte onun yaratımlarını ve gelişmesini değerlendirecek alan yaratmıyorsanız LAİK VE FASON ve yüz liranın doksanını on kişinin, on lirasını doksan kişinin harcadığı adi bir ülkede bir BOK olmaz! ve boynuzsuz koçlar yerli araba rantabl değil der, deniz gibi parayı kıçına sokacaktır belki, Ancak 200 ülke arasında 150. sıraya demir atarsınız!!! Batı bilimde ileri filan değildir, sizi sömürür, halkına dağıtır parayı, üniversiteler kurar, onlarda sizi ..... (anlamazlıktan gelmeyin aynen öyle!) yeni icatlar bulur. Yoksa onlar daha geri zekalı, çünkü ortaçağda birbirinin etini yiyorlardı! bakınız kendi tarihleri!!! YENİ DEVLET kuralım diyen sapına kadar haklı kardeşim, sapına kadar!!!! ona ismailin kavaklarıyla karşılık verenler, iyisi kilin, iyisi üzümün pezevenkleridir ancak!!!
bakın batılı bilim adamı ne diyor merak edene ispat ederim. diyor ki, bilim diye birşey yoktur, bilim olanı ortaya çıkarma metodudur. var olanı! lafı uzatmayayım anlayın yani! sanatsa diyor, olmayanı yaratmaktır. o diyor!.. örneğin bethoven in dokuzuncu senfonisini ancak bethoven yaratabilirdi ama göreceliliği einstein olmasa başka biri bulacaktı. DEMEK Kİ batı ileri, onlar bilir diyen o ... çocuğu sallıyor, atıyor yani, bu sömürge yanlısı tasmalı piç sürülerinin hurafesidir, bu ülke sömürge olmaktan VAZGEÇTİĞİ GÜNÜN AKŞAMI garanti veriyorum yeni bir icatta bulunacak! ama önce .. vazgeçmesi gerekir!!!!!!
bitki sabit bir canlı, karaya ilk çıkan diye bir deyim olamaz, sular çekildiğinde kara yaşamına uyum sağlayan bitkiler ayakta kaldı ve üredi, köklerinden suyu emebiliyordur. hindistan da meyvesi kuş olan ağaç diye bir efsane varmış, bu doğrudur, bitkilerin bazıları zamanla hareketli varlık hayvansallara dönüştü, karaya ilk çıkan deyimi burada geçerlidir, bellek oluştuğunda insana doğru yolculuk başladı, insanın maymundan gelmesi değil, gelişmiş bir belleğe sahip olması onu insan kılmaktadır, konuşmak, düşünmek gibi. bu nedenle örneğin belleği güçlü bir yunusla akrabalığımız maymuna olan yakınlığımızdan fazla olacaktır, bizim insan olmamız bellek sorunudur, maymunsulukla ilgisi yoktur, insan ortadan kalktığında yeni insan, belleği en çok gelişen canlı olacaktır, bu solucan dahi olabilir, bu açıdan uygarlık, bir korsanın ufuktaki gemileri gözlemesi, kolomb un amerika ya gitmesi filan değildir, uygarlıkta her şey gibi göreceli bir kavramdır, düşünce alışverişinde bulunabilen bir solucan için yıldırımdan elektrik üretmek aptallıktır, şunu demek istiyorum, evrenin gizine ulaşmak, başka gezegenlere taşınmak insansı unsurların düşünce yapısına uygun oluşumlardır, bir kelebek uygarlığında nelerin hedeflenebileceğini hayal bile edemiyorsak, kendi arayışlarımıza iman etmemiz kaçınılmazdır, oysa insan kesinlikle aciz ve kendine, varlığa düşman bir yaratık, tanrı kavramı da onun masalı, iddia ediyorum başka uygarlıklarla karşılaşma olanağımız çok zayıf, düşünün ki evrende, bir kelebek illahi başka bir kelebeği arayarak bir tür E.T arıyor olsun, bu komik değil mi sizce, başka bir uygarlığı algılayabileceğimizi bile düşünemiyorum, evrende başkaca bir çan sesi var mıdır sizce, bu bir sığırın, uzay çölünde başka bir sığırı aramasına benziyor, bir gün sığırla karşılaşacak eminim, çünkü çok aradın primitif Ademcik, al sana sığır diye matruşkasını eline tutuşturacaklardır, çünkü düşünce bile bir gelişmemişlik zincirinin halkası olabilir, kimyasalların beyindeki formülatif yansımasıdır düşünce demiyor muyuz, öyleyse düşünce bizim için belki de bir sanı, evrensel gerçellikten uzak bir illüzyondur. öyleyse; ne tanrı vardır evrende, ne de başka bir uygarlık!!! son bir şey daha söylemek isterim, eğer evrende insansı bir uygarlıkla karşılaşırsak, buna çok üzülürüm, milyarlarca yıllık sabrın karşılığı, bize benzer bir ahmaklık olacaksa, aldatılmışlık hissine kapılacağımdan korkuyorum, sonsuz evren ve insan=insan. bundan büyük düş kırıklığı yaşanabilir mi! bu evrenin ilkel ve kısır bir düzenek olduğu anlamına gelir. öyle olma olasılığıda kuvvetli, boşlukta dolanan ve cehennemi çağrıştıran ateş küreleriyle, cenneti çağrıştırabilen dünyası ve sönen yangın toplarıyla yalancı bir düşler aleminden ibarettir evren, sonuçta düşüncelerimiz var olanın bir yansıması, düşlerimizde yansımalardan ürettiğimiz olasılıklar, olanaksızlıklardır ve insan yeşil bataklıklarla dolu bir gezegenin içinden çıkan kurtçuktur, abartılmaması gerekir, eğer kurtçuktan başka bir kurtçuk yoksa ya da salt kurtçukla doluysa evren, bu şaşılacak bir şey olmaktan ziyade bir ihanettir, o zaman geriye bir tek şey kalıyor, intikam almak! Çünkü insan uygardır, düşünüyordur, ürüyordur filanı bırakın, iyi düşünün, insan intikam için yaşayan ve kendine, devinime, dirimcilliğe düşman ve evrene uyum sağlayamayan, vahşi bir yaratıktır ve intikam nedir hepiniz biliyorsunuz; KIYAMETTİR!!!
..
JORGE LUİS BORGES
*
YARATAN
Bizler ırmağız, Heraklit'in bir şaşırtısı.
Zamanız biz. Onun imgevi yönlendirmesi
Aslanlara varan ve dağlar boyunca,
Tutkunun gözyaşları, arzunun külleri,
Sonsuzca umut fırsat kollayan,
Toz olan imparatorluklar uçsuz bucaksız,
Hekzameter dizeleri Roma ve Yunan,
Ulu şafakların altında yüzen kasvetli okyanus,
Ölüm öncesindeki uyku, önceden tattığımız,
Silahlar ve anıtlar, gemi azıya alan savaş,
Bilisiz Janus'un iki yüzünden her biri,
Fildişi labirentlerle örülmüş
Ahşapta dönüp duran satranç taşları,
Kızıl elleri Machbet'in kini
Kan denizlerine dönüştüren, ürkünç
Gölgelerin, gizemli çalışma saatleri,
Sonsuzluğu çoğaltan aynanın iyimserlikleri
Öteki aynalar ve hiç kimsenin göremedikleri,
Çelik gravürler, gotik harfler,
Barın solundaki vitrin sarı lahana kelebeği,
Uykusuzluğun ağır çanları,
Yıldıran gün batımı ve tan atımı ve alacakaranlıklar,
Yankılar, akıntılar, kum, yosun, düşsel yıkıntılar.
Ben bu canlandırmalardan başka bir şey değilim
Öylesine ayak sürüyen can sıkıntısının adı.
Tüm bu olanlara karşın, körüm ve kırgınlık duyuyorum ben,
Sanat sarsılmaz bir yordam tutturabilmeli
Ve kendim dışında (görevim budur benim) kendimi kurtarabilmeliyim ben.
ÇEVİRİ NEDİR?
Jorge Luis Borges – Satranç
I.
Dingin köşelerinde oyuncular
Oynatır taşlarını satrancın ağır ağır.
Satranç tahtası saklar hepsini oyun başlayana kadar,
İki rengin birbirinden nefret ettiği o zorlu dünyada.
Döküp ortaya varlıklarını sihir yayar keskinlikle:
Homeros’un kalesi, hızlı at,
Silahlanmış vezir, can damarı şah,
Yoldan çıkan çaprazcı fil, saldırgan piyonlar.
Oyuncular kalktığında bile,
Zaman onları yitirdiğinde
Bu ilahi tören sona ermemiştir yine de.
Doğuda alevlenen bu görkemli savaşın
Bugünkü arenası tüm dünyadır
Tıpkı diğerleri gibi, bu oyun sonsuzdur
II.
Cılız şah, sinsi fil, merhametsiz vezir,
Doğru ve dikine kale ile kurnaz piyonlar
Peşine düşüp başlatırlar göğüs göğüse savaşı
Oyun tahtasında, siyah beyaz ve damalı.
Lakin taşlar bilmezler kaderlerinin
Oyuncunun seçimlerine kaldığını
Bilmezler keskin bir iradenin
Kontrol ettiğini arzularını ve yaşamlarını
Oysa oyuncu da bir tutsaktır (Ömer Hayyam’ın dediği gibi)
Bir başka satranç masasının
Siyah beyaz zamanlarında
Çeviri: Futuristika
Çeviri notu: Şiir çevirisine kalkışmak istemiyoruz, ancak internette bu şiirin çevirisi diye dolaşan metin tam bir komedi. “Homeros’un kalesi”, “Beyzbolcu kale” olmuş. Beyzbol ne alakadır? Daha da vahimi, Borges’in şiirinde aktarılanın tersine, “taşlar oyuncuların kaderini kontrol ediyor…” deniyor ki bu da yanlış. Borges, bu röportajında da aktardığı gibi, farkında olunmayan ama keskin bir iradenin her şeyi kontrol ettiğine, sonsuz bir uyum içinde özgür iradeye yer vermediğine gönderme yapıyor. Ayrıca, şiirin orijinalinde son dizelerde Ömer Hayyam’a gönderme varken, Türkçe çeviride nedense bu kısım görmezden gelinmiş. Çeviri, şiir çevirisi gibi değil de düzyazı gibi yapılmış. Üzücü olan ise, edebiyat dergisi diye adlandırılan önemli sitelerin ve yayınların da bu şiirin hatalı çevirisini, orijinalinden kontrol etmeden yayınlamaya devam etmeleridir.
*****************************
Eleştirilen çeviri şu;
JORGE LUİS BORGES
*
SATRANÇ
Taşır oyuncular hiyerarşik parçalarını satrancın
ve kurar onları özenle yoğrulmuş köşelerinde.
Oyun başlayana kadar, saklar onları sıkı hapsinde
satranç tahtası, iki soylu rengiyle birlikte.
Döker ortaya sihirli kurallarını taşlar oyun içersinde;
beyzbolcu kale, saldırgan at, savaşkan vezir,
kararlı şah, çaprazcı fil, erler.
Ve er geç pata kaldığında oyuncular, nihayet
çürüttüğünde kendini zaman, hiç bitmeyecektir
bu ritüel.
Doğuda ateş aldı bu savaş ve bugün bütün
doğu cephesi satrancındır. Sanki bir 'tutku oyunu gibi'
ebediyen sürer bu oyun.
Yüreksiz şah, kurnaz fil, acımasız vezir, babayiğit kale,
düzenbaz piyonlar başlarlar silahlı savaşlarına, damalı
siyah beyaz oyun tahtası üzerinde.
Ama taşlar bilmez kılavuzluk edip domine ettiklerini
kaderini oyuncuların ve bilmezler savaş alanını çizip
biçimsel kaderlerini kontrol ettiklerini onların.
Ayrıca onlar kaprisinin de esiridir satrançta
ve yenilgileri alternatifidir zaferlerinin.
Tanrı başlatıp oyunu seyreder oyuncuları
ama hangi üstün ve bambaşka güç başlatır,
tuhaf geçen zamanın, uykusuz gecelerin
ve imgevi hayallerin sürecini.
Çeviri: Ömer Cem DEMİRCİ
Homeros'un kalesi, beyzbol kalesi diye çevrilmiş diyor, eleştiren... Çeviriyi motamot çevirmeye kalkışan, edebiyattan anlamayan mankafalardır! Çeviriye hiç gerek yok o zaman. Çeviri, dünyayı ayda yaşayanların ruhuna göre anlatabilmektir. Yoksa hiç bir şey anlamazlar. Çevirilere eklenti yaparım ben gerekirse, neden, bir Arjantinli değilim ki ben, bunu Anadolu insanlarına anlatıyorum, olabildiğince sarsmadan onların anlayacağı dili bulabilmeliyim yani. Bu çeviride Homeros'un kalesi demiş, asla olmaz, Homeros'un kalesi bir ciddiyet ve gerçekçilik sanısı verir, oysa şiir ironi, bir parodiyi dile getiriyor satranç aracılığıyla, dünyayı anlatıyor, Homeros'un kalesi dediğin an, Borges'in anlatmak istediği humoura ihanet edersin. Belki İspanyolca'da bu olasıdır, Amerikan esprisi bizim için espri sayılmıyor, onun gibi. Buradaki mantığın, motamot çeviriye bağımlı, edebiyatın ne olduğunu henüz kavrayamamış birinin görüşü olduğu belli, adam taşlar bilmez kaderlerinin oyuncunun seçimine kaldığını diyor, Borges okumamış bu aptal, kardeşim taşın kaderi neye yarar, taşlar oyuncunun kaderini belirliyor, Borges böyle anakronizmlere bayılır -bunu da anlamaz ya bu adam- taş oyuncunun kaderini belirlerse, trajedi olur, oyuncu taşın kaderini belirlerse ahmakça bir satır olur ey şiirci zatı muhterem! Anlaman gereken şiir sanatı değil, Borges senin! Borges'in bütününü okumadan şiir çevirme canım benim. İki çeviriyi de okuyun, motamotçular ve edebiyatçılar!.. Motamotçular, kendilerine çeviremedikleri bir şeyi; okumaya kalkışan hotzotçular galiba! Hiç bir cazibesi olmayan çeviri ot yiyenlerin mezesi olur canım benim, öğrenmen gereken o kadar şey var ki... Diğer çevirinin son dizelerini kavrayacak gücün var mı senin, ne anlatmak istiyor o dizeler, dünyalı kardeşim benim. Örneğin edebiyat, tanrının dilini, insanın anlayabileceği, hatta kabullenebileceği biçimde sunabilmektir. Yoksa İncil motamot çevrilseydi, yerin dibine girerdin ahmak!!!!!!


















Yaşam kaçınılmaz bir sonuçtur. mutsuzluktan çabuk sıkılırım
nitelikli kaos, sosyal porno,
Ölümsüzlüğü elde ettiğimizde, zaman kavramımız olmayacağı için tüm insanlık şizofren olur! örneğin Denizli ye doğru yola çıkan biri rahatlıkla Sibirya ya doğru yönelebilir, çünkü onda, gerçekte Denizli kavramı, zaman ve mekanın (uzam) birlikteliğidir, bu boyutlardan biri eksildiğinde, Denizli kavramı o kişide ulaşılacak bir 'nen' veya nesnel bir kavram olmaktan çıkar ve zihninde Denizli ye gitmeyi düşünse bile, rahatlıkla Sibirya ya doğru yönelebilir. Denizli bir varsayım olarak, zaman kavramından uzaklaştığı an, limidal -elde edilebilir- bir varlık olma düşünselliğini tümüyle yitirir ve Sibirya ya doğru giden kişi için, Denizli hayatın ve ölümün baskılarından uzak bir materyale dönüştüğü için, oraya varmak diye bir kavram oluşamaz artık kafasında! Gitmeyi tasarlaması bir varsayım ve düşünsellik olarak varlığını koruyabilir ama, çünkü düşünce, dışlak gerçeklikten bağımsız bir edimdir, kişi kendi yüreğine doğru yola çıkmayı düşünebilir örneğin, heyhat belki bir gün bu da gerçekleşebilir ya!.. Öhö! bu da benim teorim!!!! adı; Olasılıksız Evren Kuramı! kısacası şunu demek istiyorum, zamanın olmadığı bir yerde hareket yoktur! ya ne vardır, kaos... Bunun için bazıları tanrıya inanmamak gibi bir melankoliye kapılır!!! Her insan gibi kendilerince haklıdırlar, bu yüzden düşüncenin ceza ve mükafat gibi kavramlarla taçlandırılması, günahların en büyüğüdür! Çünkü düşünce gerçekte, zaman, mekan ve özne üçlemesinin, fiziki, kimyevi, beşeri vb. ortakçıllığında, zihninde oluşan bir tür big bang -inkişaf- -parıltı- ya da doğuşumdur, mükafatı bilmem ama, düşüncesinden dolayı bir varlığı cezalandırmak, gerçekte cezalandıranın, kendisini cezalandırmasıdır derinde... Ama biz uygarız, hayır alabildiğine ilkel bir varlığız biz ve üretebildiğimiz tek düşünce şudur bu durum karşısında, Tanrı Yardımcımız Olsun!.. Gerçekte bu onun sınırlarını aşamadığını ve kendi dolambaçlarında dönüp durmaktan başka bir aşkınlığa henüz kavuşamadığının göstergesidir ne yazık ki... Zaten düşüncede Sisifos söylenidir, doruk daima yeni bir başlangıç ve yeni bir bilinmeyendir. Çünkü insan düşünmekle cezalandırılmıştır, ama insanlık cezanın cezası olmaz seviyesine bile gelemedi henüz, nasıl ilkel olmasın!.. Peki önerin ne senin aciz yaratık!.. Hiç.... Tanrı Yardımcımız Olsun!..
edebi bilimseelik postulası
”Bir atom yığınına yeterince uzun süre ışık tutarsanız, bir bitkinin filizlenmesi sürpriz olmayacaktır.”
yıkmak! Berlin ya da Londra yı, hatta metropolitanı süslemek için bahane bence. nedeni şu, bana kimse Parisden çalınıp topkapı da sergilenen bir heykel gösteremez, ama tersi binlerce, hal böyleyken yıkmak demek, onlar iyi koruyor demenin mantığını yaratmak yani suç işlemek!!!, BAKIN nesli tükenecek diye aya tavuk kaçırmak şapşallıktır,çünkü tavuk dünya ürünü bir şey, bu içi doldurulmuş tavusu, metropolitan da sergilemekle aynı şey!!! yani çalarak Berlin de Bergama sunağını sergilemek insanın öküz olduğunun kanıtıdır!! kesin ama!!!! Batı bu açıdan HIRSIZ ve papyonlu öküzdür sadece, uygarlık yukardan bakınca dünya olarak görünür, Tanrı, batı doğu diye bir şey bilmez!!!!!! Sorun uygarlıksa batıyı da yerden yere vurmayı bileceksin, doğu zaten yerinde sayıyor, ama bu böyle diye batıya sevdalanmak da ahlaksızlıktır!!! dünyamız henüz kan ve ceset uygarlığıdır aksini iddia edecek öküzü, öküz olduğunu saklamadığı için tebrik ederim!!!!
BAKIN BURADA BÜYÜK HATA VAR, ROMA TİYATROSU OLAMAZ O, çünkü italya da hiç antik tiyatro görmedim, hemen sallamayın araştırın roma hamamı olur ama roma tiyatrosu diye bir deyim yok, o tiyatro antik çağ anadolu uygarlığının sayısız tiyatrolarından biridir olsa olsa, ama Altınoluk taki antandros gibi güdük odeonlardansa belki olabilir, ama o türden şeyler bile İtalya da yoksa Roma tiyatrosu dememek gerekir, Roma ya bağlı eyaletlerin tiyatrosu diyelim, özerk bölgelerin geleneği olan yapılar vb, Romalılar benimsememiş, belki bir tane varsa bile anadoludan ithal edilmiş bir geleneğe roma demek işgüzarlık, onlar kolezyumcu, yani demokratik değil hiyerarşik ve bir ZÜMRE uygarlığıdır Roma, sanatı yok denecek düzeydedir ve vandalistdir, uydurma bir çağda yaşıyoruz, olmayan şey varmış gibi yaratılabiliyor, batı bu kompleksini bu şekilde gideriyor, Şekspir tiyatronun babası, yahu Şekspir çırak bile olamaz, Anadolu nun görsel oyunları karşısında, Mustafa Erdoğan bunu ispat etti ama tasmalı köpeklik engelini aşmak atomu parçalamaktan daha zor!!! Roma da tiyatro yoktur, Saturnalia diye vahşiyane şenlikler vardır, Sonuçta Roma kolezyumcu! ve bunlar imparatorluğa bağlı eyaletlerin tiyatro binası yani. Her şeyi batıya maletme ahlaksızlığından ve şapşallığından vaz geçin, çünkü tüm batı uygarlığının edebiyatı gerçekte binbir gece masallarından çıkmadır, 3000 sayfa okumayı göze alırsanız, dekameron, kenterburi, marki de sad ve şekspir gibi saray soytarısı mukallitlerin entrikayı, tasviri, o kitaptan öğrendiğini biçimsel olarak anlarsınız!!! elinizden gelse Hindistanda ki taşı, londrada imal edilmiş diye yazacaksınız, bırakın bu tasmalı köpekliği, geçenlerde Binbir gece masalının -batı klasikleri- diye TC de basılmış bir örneğini gördüm, dilim tutuldu, insanoğlu -bizimkiler!!!- nasıl bu kadar ahlaksız ve hayasız olabiliyor şaşıyorum, internette arayın bulursunuz, bulamazsanız bana söyleyin ben bulayım! yahu ahlaksızlık zamanla -alışkanlık -yapar, foyanız bir gün ortaya çıkınca kaçacak delik ararsınız, çünkü medya batıya bağımlı bir tasmalı köpek medyası bunu herkes biliyor, bence dengeli olun, çünkü bu tavır çok şeyin sonunu getirdiği gibi bu anlayışında iflasına yol açabilir yakında, bu sitem kıpırdanış yani, bence dikkatli olun!!!! tarih belgeyle yazılmıyor evet ama, İtalya yı gezmek kafi bu ahlaksızlığınızın anlaşılması için!!!!! İstanbul daki padişahın kavuğu Allahabat'da çıkmaz kardeşim, onun bir örneğinin mutlaka istanbulda da olması gerekir!!!
ŞÖYLE DÜŞÜNÜN, üç saniyede şarj olan bir cep telefonu satılsa yeni bir telefon özelliğinin yaratılması zaman alır ve kâr düşer hatta cep teknolojisi iflas eder, kapitalizmin sırrı yenilikleri sırayla sunmaktır, bu onun kârını katlamasına ve ayakta kalmasına yol açar. Özellikle T.C gibi azılı derecede geri kalmış ülkeler, laisizm, taciz tecavüz, ismailin kavakları ve sokak hayvanlarını yaşatıp, -hayvanat uygarlığının bekası için- savaşıp, birbirine barikatlar kurarak oyalanırken, 80 milyon örneğin bilim dünyasında bir yorum yaparken, bilim ve teknolojiyle alay eder, sonra .... anlar ama alışmıştır bir kere!!! ve tüm bir nüfus teknolojiyi deve kervanı hızıyla takip eder, önce siyah beyaz tv verilir onlara, ... tadına varır, oysa siyah beyaz tv nin devri Newyork ta kapanalı 90 yıl oluyordur! bunun gibi kapitalizm yeni bir şey yaratmaz aslında sadece yeniliği, kedi köpeği alt tabakanın yaşamsal haklarından!!! üstün gören toplumlara, zamana yayarak pazarlar! Bu kapitalizmin sırrıdır! Ahmak toplumlar bunu yeni bir şey icat edilmiş gibi algılar!!! SONUÇ ŞUDUR, bilim dediğimiz şey kapitalizmin payandası bir endüstridir! Bilim kapitalizmin izni olmadan hiç bir şey icat etmeyen-edemeyen bir uşaklar topluluğudur. Biz Amerika yı özgürlüğün cenneti sanırız, oysa kapitalizmin kalesidir ve o bir itibarlı köleler cehennemidir. Bugün sömürmeyen bir ülke uygar olamaz, uygarlık sömürüye dayalı bir gelişmedir ve doğallıkla da barbar olmak zorundadır ve şiddetten beslenir. Sömürülen ülkeler de bu kurala uymak zorundadır yoksa işgal edilirler, onları darbeler bekler ve ilginçtir halkta kapitalizmi savunmak zorundadır, yoksa onları kelepçeler, işkenceler ve sonunda ellerine tutuşturulan bir piyango biletiyle, öbür tarafta bir cennet vaadi bekler onları. İtibarlı köleler ve barbarlar, sömürdükleri ülkeler ve onların zenginleriyle bağlantı halindedirler ve ilginçtir ki sömürünün köleleri, sömürdükleri ülkenin, sömüren sınıfının efendisidirler. Bir paradokstur bu ama sistemin aritmetiği mekanize bir biçimde işler. Amerika yı özgür sanarak göç edenler, sözde gelişmiş beyinler, gerçekte satın alınmış, gelecekte itibar sahibi olmaya aday birer köledirler, öyle ki ülkelerine gelerek, -bizde yapabiliriz- diye afra tafra satarlar, neyi yapabilir bunlar, izin verilmiş ilaçlar, emredilmiş icatlar ve kan ve ceset dünyasının barbarlığına katkıda bulunan silahlar, akla hayale gelmeyen yok edici varyasyonlar, kime karşı, hemcinsine, bilim adamı sandığımız aklın mültecisi ve satın alınmış beyaz yakalı işçiler, gerçekte bir buyruğun altında ezilen, Dr Moro'nun adasının ecinnisidirler ve gelecekte emin olabilirsiniz ki, göç tersine olacak, gelişmiş ülkelerden, bekaretini yitirmemiş ülkelere kitlesel kaçışlar olacaktır, kavimler göçü... Çünkü oradakiler özgür olduğunu sanan bir kobaydırlar, parayla satın alınmış birer tutsaktırlar, bilim adı altında kapitalizmin kan ve cesete dayalı uygarlığının paryasıdırlar, ama bu göçün olabilmesi için zamanlar gerekir ve beynimizin, genlerindeki şiddet duygusundan, barbar alışkanlıklarından, ölüm ve öldürmeye bağışıklık sağlamış hayvani çağların tortusundan kurtulması gerekir, bu yüzyıllar alabilir ve alıştığımız düşünsel yapımızın evrilmesi gerekir. Bu nedenle, günümüzde çağdaşlık, barbarlık ve sömürüyle eş anlamlıdır. Uygar olmak için barbar olacaksınız ve kan dökeceksiniz, başka yolu yok, ne tanrısal bir paradoks!.. Kapitalizmin çöküşü, ne devrimle olabilir ne sistem değişikliğiyle, bugün ezilenlere dünyayı teslim edin, bugünden daha acımasız bir sistemi yürürlüğe koyacaklarından emin olabilirsiniz, çözüm düşünsel yapımızın evrilmesinde, genlerimizdeki şiddet duygusunun, barbarca içgüdülerimizin yok olup gitmesiyle olasıdır... Uygarlık silah ve şidetle elde edilen, onunla korunabilen ve onunla gelişebilen bir kavramdır ne yazık ki... Dikkat edin özellikle ülkemizde profossur denen cahil sürüleri, siyasetle uğraşırlar, alanlarında naylon iplik bile yapamayan bu boynuzsuz koçlar, varsa yoksa iktidarla uğraşırlar ve geri kalmış ülkeler, alanlarının dışında sidik yarıştıran kobaysı sürülerle dolup taşar!!! Çünkü kapitalizm, ele geçirilmiş kölelerin, sömürülen ülkelerin ne yeni icatlar yapmasına izin verir, ne kendilerine benzemek isteyen gönüllülere yol verir, varsa yoksa o -kendini besler-, gerekirse kan içer ve ilahi kavramlarla süslenmiş sözde laik cehennemler, yardımcı aktörler, figüranlar ve paryalarla süslenmiş topraklarda, kurulu-mekanize düzen sürmeye devam eder... Uygarlık sistemimiz değişmedikçe, uygar olan barbar olmak zorundadır ve özgürlük dediğimiz şey, barbar olmak ya da barbarların hizmetine girmek veya işbirliği yapmakla eş anlamlıdır çağımızda... Kapitalizm az gelişmiş ülkeleri sömürmek için kısacası, bütün gelişmeleri denetleyerek ve sömürünün devamına izin verebilecek yeniliklere! göz yumarak, gerekirse eski ayları yıldız yaparak, sömürünün kurallarını teker teker ezilenlerin bilincine dayatır, medya onundur, makine onundur, satın alınmış bilimsel (Einsteingiller), mekanik (robot, yarı robot işçi ve ve hominidler) tüm materyallerin kıçına sokar ve şiddetle dayatır!!!! Bundan kurtulmak olası değildir, kurtuluş onlar gibi olmaktır ve bu da olsa olsa çağdaş kıro magnonların yer değiştirmesidir!.. Tam anlatamadım belki, çünkü ben de kapitalizmin sağır ve dilsizleştirilmiş bir kurbanıyım!!!!! Kapitalizmin az gelişmiş ülkelerde ki parolası şudur! Kapışın! İYİSİ KİLİN, İYİSİ ÜZÜMÜN! bu durumda TC nin türban, laiklik, taciz tecavüz ve kedi köpek cumhuriyeti olmasının ne anlama geldiğini anlayanlar, kıçlarına bakarak sonsuz bir mutluluğa kapılabilirler, 'illüzyonal hayvan' kahkaha at bakim!!!
bizim aradığımız bize benzeyen yaşam formu, şartmidur! güneşin içinde kendi formuna göre sürüp giden atomaltı uygarlık var! biz damdan dama atlarken donan kedi diyen evliya çelebi yi aşağıladık, ama tesla nın 500 km uzakta hiç bir araç kullanmadan lambayı yakmasına sesimizi çıkaramadık, osmanlı alimleri çürüyen patlıcanda kurt oluştuğunu ileri sürdüler, gene aşağıladık, ama ölen bir kurtçuğun kelebeğe dönüşmesine gene ses çıkaramadık. ölen bir canlı yeni bir canlıya dönüşüyor bu nasıl oluyor ki! ben bu ülkenin azılı bir bilim düşmanı olduğuna inanıyorum. Bir tane bilim adamımız yok. nedeni mankafalığa adamış toplum kendini. bilim mantıkla üretmez düşüncesini, bilim mantık dışını mantıkla denemektir. Başka bir insani uygarlık olmayabilir, çünkü evren sonsuz çeşitlilik gösterebilir, bugün denizlerin altında insanın aklının almayacağı bir canlılar alemi var. Onlara bakarak uçak, helikopter yapıyoruz, Evliya çelebi damdan dama atlarken havada donan kedi derken, bilimsel bir olanaksızlığı -değil- imgeye dönüştürerek ufuk açmak istiyordu, ama yüz yıldır onu aşağılayan bir tasmalı köpek zihinselliği bizi esir almış! şimdi soruyorum, olmak ya da olmamak diyen saray soytarısı şekspir in imge gücü mü ilginç, mekatronik varsayımlara doğru yol alan çelebi nin ki mi, şekspir in sözü ya zafer ya ölüm demenin versiyonu ve şekspir in eserlerinin tümüne yakını çalıntıdır, okuyun ben demiyorum, ayrıca hamlet iktidar savaşıdır zaten, öküzlerin hayran olabileceği bir ekşın!!! sonuç şu, evliya çelebiyi aşağılayan, yunus a meczup diyen o... çocuklarıyla dolu bir ülkede ne bilim olur, ne de bağımsız cumhuriyet safsatasına inanılır ne de 4 tl nin köpekler savaşından türeme avrupa karşısında 1 euro yapmasının önüne geçilebilir, bu toplum mankafa toplumu olmuş! yeni bir mantık yapısıyla yeniden yapılandırılmadıkça başkalarının kuyrukçusu maymun sürüsü olmaya devam eder. Önemli olan saçmalamak değil, saçmalığı deneylerle, çalışmalarla değişkelerle deneyerek, yeni bir yaratıma yol açmak! Edison yumurtaya bastı diye ağzından salyalar akan bu toplum, patlıcana kıl sokarsanız kurtçuk oluşur diyen atalarını aşağılıyorsa, bunun sonu edisonun sömürdüğü köpek sürülerine dönüşmektir. saçmalık laboratuvarda tanrı parçacığına dönüşebiliyor çünkü!!!!! ama biz laboratuvarsız alim olmaya kalkan ismailin kavakları ülkesiyiz!!!! Tasmalı köpek üretmenin biricik yolu, bir toplumun kendi kültürüne ve geçmişine düşman olmasını sağlamaktır, can yücel in deyişiyle g.. içi kadar ingiltere sizi ... sa tek sebebi budur. o yetmiyor hellesponta gelip bir de okşuyor!!!! ben utanıyorum, utanmayan tasmasına aşık! biliyorum!!!
onun yıldızlı udu varmış ve konuşurmuş
Bedenimiz havadan kendine yarar mineralleri süzebilseydi ağzımız olmazdı, burnumuzda olmayabilirdi, içimizde bir gaz boşluğu bulunsaydı, kuşlar gibi havada durabilirdik belki de, bilim de statik ve skolastiktir derken, aradıkları yaşam formunun sürgit kendilerine benziyor ve E.T nin de bir tür insan olarak düşlenmesinden dolayıdır, başka yaşam formları, bize görünmez olabilir, hiç bilmediğimiz bir geoit biçiminde olabilir, onların solumasını beklemek bile, bilim dünyamızın kuyruklu maymunlarla dolu olduğunu gösterir!!!! Bilim adamı dedikleriniz, kendini milyarlarca yılda barbarlık ve savaştan bile kurtaramamış -gerçekte külliyen imansız!- bir primat türünün moronlarıdır!!!! ve insan hayvandan daha barbar ve şiddete eğilimli, göksel oyuncaklarla aşkınlık taslayıp, kendini avutan anomalik ve mutlak surette bir kıyametle yok olması gereken antropolojik bir sapma, tanrının kafesinden kaçtığı ve hala bulunamadığı için tüm evren için tehlike arzeden, basit borulardan ibaret aşağılık bir mahluktur!!!!!! Aslında gelişmişler vahşi ve mağaramsı, ilkeller ve kabileler hümanist ve tanrıcıldır dünyamızda, attığımız her adım kıyamete özlemdir ve çağdaş dediğiniz genosit sayrısı kitleler ve modernler homongolos yığınlarıdır ve tanrı hatasını, onların kendi elleriyle yok etmelerini özlemle bekliyordur ve öyle de olacaktır!!!! Bu durumda bilim adamı bir deccal ve azılı bir şeytandır!!!! Bugün bir maori bir saniyede kıravat takabilir ama balistik evrimi yüzyıllar alır, homosapiens ise nükleer bombayı kurdeleyle süsleyip pazarlayan bir hayvansı, hangisi çağdaş bunların, ikincisi diyen ancak paranoid şizofren olabilir!!! ve öyledir de!!! Modernizm ustan yoksun bir deliliğin ve nekrofilizmin göz alan bir illüzyonu, sapkın bir görselidir!!!
bir köpekten ne farkımız var bizim, pençelerimiz daha gösterişli, arka ayaklarımız daha gergin ve zamanı gösterecek bir alet takacak kadar, korkak ve hain sadece!!
İki canlının birbirinden pek farkı yok, çok benziyorlar, aralarında nicelik farkı var bence, biri biraz daha alet kullanma ve yaratma konusunda başarılı, zaman içinde köpeğin öyle olamayacağı söylenemez, öyleyse köpek, niçin geleceğin insanı olmasın!..
''Bilim adamları Avrupa’nın ilk medeniyeti kabul edilen Minos ve Miken Medeniyetleri’nin'' -bir sonraki haberde ise- Yunanistan’da batan İngiliz Gemisi Mentor’da yapılan kazılarda Lord Elgin’in, Parthenon’dan sökerek taşıdığı heykellerin yanı sıra başka Antik Yunan eserlerini de yanına aldığı ortaya çıktı.-yazıyor- Şimdi soruyorum, Avrupa medeniyeti olduğuna kanaat getirse Lorg Elgin denen o... çocuğu Yunanistandan mermer çalar mı!!! Çünkü tarih bir illüzyondur!!! Grek medeniyeti de Anadolu-Yunanistan arası bir medeniyettir. Anadolu bu bakımdan daha güçlüdür, kanıtı ise theteatre lerin dünyada bu kadar çok görüldüğü bir toprak parçası daha yoktur! Sonuç Anadolu kesinlikle uygarlığın beşiğidir, ne piramitler, ne zigguratlar ne de kolezyumlar yarışabilir Anadolu'yla, çünkü tamamen sanata, estetiğe ve barışçıl ruha yönelik tek uygarlıktır Anadolu medeniyeti. Ama gözlemim şudur ki Lord Elgin gibi soysuzların bizim içimizde de var olduğudur. Anadan babadan piç bu soysuzlar Anadolu yu küçümseyerek ömür tüketen T.C nin uzaktan kumanda tasmalı köpekleridir. Yazık Anadolu ya, bugün üzerinde yaşayanlar onun inkarcıları olacak kadar alçalabilen mahluklar!!!!!!! hala sürüyor bu uygarlık, şunu bilin ki meyuslar Yaşar kemal in eşi yok, yunus dünyaya bir daha gelmeyecek bir uçurum, nazım senfonik şiirin tanrısı, nazım da eşsiz, aziz nesin mizahın tanrısı, unuttuk, başka bir ülkede olsa, Don Kişot tan fazla heykeli dikilirdi, bu topraklar kokuşmuş, üzerinde yaşayanlar bunamış, bu ülke dezenfekte edilmezse, yalan rüzgarıyla yıkılacak bir gün, adım gibi eminim!!!!!! basını şerefsiz, dışa bağımlı bir kenef çukuru, köpeksilerle dolu, ayağa kalkması için bu toplumun yeni bir rüzgar yeni bir isyan gerek! Çünkü kokuşmuş ve sömürge ruhuyla dolu bir miskinler topluluğu olmuş!!!! af buyurun, dünyada veteran oyunculara, adını ilk kez duyduğumuz top kafalılara, yıldız diye başlık atıp, toplumun beynini ...N böyle bir basın daha var mıdır, ben bu basının ... !!!! İçini siz doldurun! Bu basına kelepçe değil, zincir vurulmalıdır!!! Tasmasıyla sokak sokak dolaştırılmalıdır!!!!!! bu basın tasmalı köpeklik için özgürlük istiyor, iktidarın yerinde olsam, bu basını lağvederdim. yemin ederim bu basınla bu ülke ancak Kemal Sunal cumhuriyeti olur, olmuş zaten!!!!!! adamın filmleri 24 saat kanalların nöbetçi köpeği!!!! bu basın o... çocuğudur!!!!!! bu filmlerle büyüyen nesilde ancak o... çocuğu olur!!!!! bir kişide cevap versede o.. çocuğunu ayan beyan tanısak!!!
Kitapların kaderi var, bu kitap nasıl yazılmış anlayamadım, iyi bir yazar olmak başka şey, daha önce görülmemiş bir edebi eser yaratmak başka şey, Ulysses i sevmedim, ama hayran oldum, neden, böyle bir kitap nasıl yazılabilir ki dedim, kitaplar kadınlara benzer, hayran olursunuz ama, uzak durursunuz, normal biridir ama, ruhunuzun efendisidir, deli olursunuz!.. Ulysses i bir daha okuyamam, ama Borges in Alef ini yüz kereden fazla okudum ve hala okurum. Tanrının Göksel Çocukları, Ulysses gibi geldi bana, güç bela okudum, ama herkesin peşine düşeceği bir kitap yazmaktansa, tek bir Ulysses iniz olmalı bence! Çünkü dünya güzellerle dolu, ama eşi benzeri olmayanlar kıyamete kadar başınızın belası oluyor... Soru şu, hangisi olmak isterdiniz!..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder