18 Mayıs 2019 Cumartesi















VLADİMİR BURKONY

Vladimir Burkony, Ukrayna'da doğdu. 
O sanata ilişkin düşüncelerini, gece denizi gibi hep iç dünyasında toplardı, 

Yaşamın düşünülemeyecek ölçüde uzak bir geçmişte, düşünemeyeceğimiz bir biçimde, cansız bir varlıktan doğduğu gerçekse, o zaman bizim varsayımımıza göre amacı bir kez daha yaşamı yok ederek nesneleri inorganik duruma dönüştürmek olan bir içgüdünün de bu...lunması gerekir. Bu içgüdüde, varsayımımızdaki kendi kendini yıkmayı da bulursak, o zaman bunu her türlü canlı sürecin içinde bulunan -ölüm dürtüsü-nün belirtisi olarak kabul ederiz.

Hayal gücü, karmaşık, fantastik ya da başkalarının düşünemeyeceği şeyler düşlemek değildir. Düşlediğini, hangi sanat yoluyla aktarmayı seçiyorsan, o sanatın inceliklerini ve estetiğini tümüyle yerine getirebilmek, yansıtabilmektir.
Yani kötü bir dil, iyi bir şiire kaynaklık edemez, tek boyutlu bir müzik, Tarkovski'nin Solaris'ini bayağı bir yapıma dönüştürürdü, Binbir Gece Masalları argoyla dolu, ama Decameron, Canterbury Öyküleri ve Marki de Sad'a yol gösterecek denlide incelikler barındırıyor.

Füssli'nin resminde atın bir an için, burun deliklerinden birinin unutulduğunu ya da bir kulağının kısa olduğunu düşünelim, hemen komik ya da ironik yapıtlar müzesini boylayacaktır!..
 
KÖTÜCÜL İYİMSERLİK

Sanatta nasıl söz sahibi olabiliriz ve sanat nasıl gelişir, değişir?.. Yabancı kuruluşların boğduğu kentler, hoteller, tümü dışalım ürünü milyonlarca oto ve onların uğruna yapılan köprüler, yollar, ekonomik, sosyal ve kültürel anlamda kuşatılmış alanlar ve toprak...
Tek bir felsefecinin olmadığı, felsefe dersinin olmadığı bir öğretim yöntemi... Nasıl olabilir ki, alıntılarla yazısını süsleyen onlar, akımları taklit eden ressamlar ve batıyı izlemekten yorgun şairler, yazarlar.
Rüzgârda titreşen yapraklar için diyorlar ki, Guernicalar böyle doğdu, ama salt Guernica değil ki batı, üretilen Ferrariler, aya, Merih'e gidişler, yüz yıl önce altyapısı bitmiş kentler, uçaktan hızlı giden trenler... 
Sanatta yazık ki söz sahibi olamayız, bunlar bir puzzle'ın parçaları, bir mozaik, felsefeciniz yok, ressamınız var; müzisyeniniz yok, yazarınız var, doğu parçalanmış bir yapı olmaktan kendini kurtaramıyor, ekonomik sorunları çözmeden, sosyal atılım olabilir mi, sosyal atılım olmadan ekonomik göstergeler neye yarar!..
Garip bir bileşen ama bilinmesi gereken bir şey var ki, Kierkegaard'ın yurttaşının dediği gibi; Her şey var ama hiç bir şey tam değil ve tam olabilmesi son derece güç, olanaksız...

Salt direnişin sanatta atılım ya da söz sahibi olmayı getireceğini sanmak, kişiyi yanılgısıyla baş başa bırakabilir. Hiç bir akım, hiç bir yeniliğin öncüsü olamadık biz, sanatın atılım yaptığını düşünün, trafiğiniz cehennem, uzayda yol almaya kalkışsak, milyonlarca kara taşıtı başkalarının!.. 
Bizim sanatımız, Dubai'nin, Arabistan'ın, Suriye'nin belki önünde olabilir, ama kara Avrupası'nın daima kuyruğuna tutunmak zorundadır. Yüzyılımızdaki fason yapılanma, dış satımın, dış alımı geçemediği, sanayisi yerli üretimi benimsemediği, benimseyemediği sürece, kültür ve sanatta da tüketici konumdan, üretici; gerçek deyimiyle yönlendirici, söz sahibi konuma geçemez, arada yıldızın parladığı anlar olur mu, olur belki ama; bütün sorun zaten bununla avunur olmaktan kaynaklanıyor. Mısır'dan çok sonra Nobel almak, sinemada İran'ın gerisinde kalmak, klasik müziği salt yorumlamak, tiyatro diye komedilere boğulmak...
Umarsızlık düşündürüyor ki, acaba bu fason yapının, eklektik kentsoylunun, yapay, sun'durma sanatçının; bütün bunları ya da bu anlayışı ortadan kaldırmaya çalışanlarla, gizli ve kimselerin kavrayamadığı biçimde sürüp giden bir savaşı mı var!.. 
Tüketici tekellerinin, döviz transferlerinin, olan biten her şeyi denetlenmiş, belki de ele geçirilmiş bir toprağın direnenleriyle, direnmeyenlerinin kozmik çorbaya dönüşmüş kaotizmini kim çözecek, bu formülasyon çözülmediği, sorunlar partizanca bir paylaşım kavgasına dönüştüğü sürece, güden değil, güdülen, dahası güdümlü toplum olmanın önüne hiç bir zaman geçemeyeceğiz....
Sokrates'in bir meselinde, insanlıktan umut kesilmez diye düşünen bilge, yine de kargaşaya ve olan biten hırgüre us erdiremediğinden, çevresine kötü davranırmış; insandan umudunu kesen, idealist bilgemizde, bu pesimist tavrından dolayı herkese alabildiğine iyi davranırmış... Sokrates, bu bir paradoks mu bilinmez ama, bu bilgelerden gerçekte hangisi hümanist diye soruyor?..
Çağımız, her şeyin birbirine karıştığı, neyin gerçek, neyin insani olduğunun belirsiz ve ölçülemez olduğu bir çağ ve her tür devinim ve devrim belki de bir illüzyon artık...
Çünkü, sanal ve gerçeği ayırt etmek, illüzyonların hangisinin arkasında, inanılır bir yapı, hangisinde sağlıklı ve gerçek bir ruh var, artık bilmek olanaksız!..

 
Vladimir Burkony, Antalya'da öldü.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder