18 Mayıs 2019 Cumartesi


MORULA SAFHASI
Gamet cenge hazırlanıyor. Bellatriks uzaklarda gülümserken, Agememnon ordularıyla Truva surlarına yaklaşıyor. Güneş aniden yön değiştirip, eğilip bükülerek sölpükleşiyor ve kaygan gökte bir larva yığıntısı gibi akışarak, Güney Haçı içindeki yuvağına doğru gözden yitiyor. Sion birden beliriyor, planet okyanusundaki yerini alıyor ve beyaz bir karanlık çöküyor Utarit'e, her şeyin som beyaza kesildiği anda, Kırlangıç yıldızıyla kol kola gelen Altar, Akbulut'u çağırarak birliklerinin denetlenmesini istiyor.
Ön dölüt taburu Alanya'dan aşağıya dönerken, Tenerife alayları tepelerden doğru yaklaşarak mavi ay çocuklarına korkunç bir saldırı düzenliyor. Meteorlar geri geliyorlar, güçler eşitleniyor ve maddenin tümülüsleri acımasızca birbirini yok ediyor. Blastula umutsuz. Segmentasyon günleri. Uçsuz bucaksız metalik dut yığınları bir arada topluluk oluşturuyorlar. Embriyolar yılkı atları mı. Jinekolojik günler. Suni tohumlama çözüm olur mu. Mitoz bölünme çağlarının sonuna doğru Songün gelecek miydi. Blastomerler göz yaşları içinde...
Genom ve metilasyon, epigenetik bilgi kuyularına koşarak son bir umar arıyorlar. İç hücre kümeleri paralel zıtlık tuşuna basarak kozmik yapının dışına sürükleniyor. Tanrı karmaşayı görüyor ve ne yapması gerektiği konusunda bir kurulun oluşmasını buyuruyor ve üç parakete içinde bir edimin kesin olarak gerçekleşmesini söylüyor.
Toprak hacmi ve sıvıcıl baskı Fomalhaut'un cidarlarını parçalayarak enfraruj ışını renginde yeni bir kubbenin evrenin üzerine geçerek görüntünün değişmesini sağlıyorlar. Bu kısa süren bir sessizliğe yol açıyor, gastrula safhasını devreye sokan Goliath kesin çözümün bu aşamada ortaya çıkabileceğini söyleyerek, tanrının birliği konusunda güvence veriyor, canlılar alaylar halinde saflaşarak, savaşın sürmesinden yana görüş belirtiyorlar, içlerinden yaşlı biri ağlayarak bu kargaşanın sonlarını getirebileceğini ileri sürüyor ve arı, kuş-kelebek, çiçek bahçelerini kozmik ekrana yansıtarak, dev bir sesin görünür evrende çınlamasını ve bir şarkının dört bir yanı sarmasını sağlıyorlar.
Çocuklar ağlıyor, kadınlar aralarında bölünüyor, yaşlılar, mutluluk arayıcıları ofisine geçerek, sonsuzluğun ve ölümsüzlüğün peşinde koşmanın en doğrusu olacağını yineliyorlar, şarkıya kulak verip pişmanlıkla inliyorlar, bulut yoğunluğunu aratmayan gölgeler silsilesi vahşice dalgalanıyor ve şarkı tüm kozmosa sicim teorisi eşliğinde, ışık kamaları birliğince yayılıyor.
'Eğer, yeniden başlayabilseydim yaşama, / İkincisinde daha çok hata yapar, / Kusursuz olmaya çalışmaz, kuşkulanmadan yatardım. / Sevinçle dolup taşardım / İlkinde olmadığı kadar, / Hiç bir şeyi / Somurtkanlıkla yapmazdım. / İçim dışım bir olurdu. / Sorun olmazdı hiç bir zaman. / Daha çok serüvenlere atılır / Gezerdim dünyayı göz alabildiğine. / Daha çok güneş doğumlarını izler, / Gün batımlarına sevdalanır / Daha çok dağlara tırmanır, / Daha çok yüzerdim göz alıcı ırmaklarda. / Görmediğim her yere giderdim. / Canımın çektiğini yerdim ve taşardım sevgiyle. / Gerçek sorunlarla ilgilenirdim / Düşsel olanların yerine. / Yaşamın her anını gerçek ve verimli kılmak isterdim. / Yeniden başlayabilseydim eğer, / Yalnız mutlu anlarım olurdu. / Biliyor musunuz, yaşam budur zaten. / Anlar ve yalnızca anılar. / Siz de yaşayın. / Hiçbir yere su, gölgelik ve can simidi almadan, / Gitmeyen insanlardandım ben. / Yeniden başlayabilseydim eğer, / Hiçbir şey taşımazdım. / Eğer yeniden başlayabilseydim, / İlkbaharda çırılçıplak olurdum / Ve sonbahar bitene dek / Yürürdüm tanrının izlerinden. / Bilinmeyen yollar teper, / Güneşin ışığıyla yıkanır / Çocuklarla oynardım. / Yeniden başlayabilseydim eğer; / Ama işte alabildiğine yaşlıyım, / Ve biliyorum ki artık ölmekteyim...'
Kıpırtılar oluyor kalabalıklarda ve gölgeler, gerçeklikler, maddeler ve biçimsellikler yan yana geliyor. Kırmızı, sıcak, umut veren yeni bir güneş doğuyor ve cennetin sarıp sarmaladığı cesur yeni dünya, gökadalardaki yerini alırken, başarısını şaşkınlıkla kutluyor tanrı ve alabildiğine buruk, evrenin kıyılarından, sonsuzluğa gülümsüyor.
Ve biri yaklaşıyor O'na ve usulca bir şarkının sözlerini mırıldanıyor
'Ne büyük mutluluk dağın kutsal yalnızlığına tırmanmak / tek başına, o temiz dağ havasında, ağzında bir defne dalı, / kanının topuklarından hızla dizlerine, beline yükseldiğini, / oradan boğazına ulaşıp bir ırmak gibi yayılmasını / 
ve aklının köklerini yıkamasını duymak! / "Sağa gideyim, "Sola gideyim," demeyi düşünmeden / aklının yol kavşağında dört rüzgârı birden estirmek, / 
 ve tırmandıkça heryerde Tanrı'nın soluduğunu, / yanıbaşında güldüğünü, yürüdüğünü, / çalı çırpıyı ve taşları tekmelediğini izlemek; / dönmek ve şafakta orman tavuğu arayan bir avcı gibi / dağın tüm yamaçlarında kuş sesleri yankılansa bile / ne bir canlıya, ne de bir kuş kanadına rastlamak havada. / 
Ne büyük mutluluk toprağın bir bayrak gibi dalgalanması / sabahın sisinde, / ve ruhun bir atın sırtında kılıçtan keskin, başın / ele geçirilmez bir kale, güneşle ay birer muska / altın ve gümüşten, göğsünden sarkan! / Ardına düşmek o yükseklerde uçan kuşun, geride bırakmak / tasalarını, hayatın hırgürünü ve mutluluk denen / o vefasız yosmayı; / veda etmek erdemli yaşamaya ve uyuşturan sevdaya, / geride bırakmak kurtların kemirdiği küflü dünyayı / 
genç kobralar nasıl dökerlerse dikenlere incecik / derilerini. / 
Alıklar meyhanelerde güler, kızların rengi solar, / kadife külahlarını sallar mal sahipleri gözdağı / verircesine / ve senin kanlı ayak izlerini kıskanırlar, ey ruh, / ama uçurumdan korkarlar, / oysa sen bir aşk türküsü tutturur, dimdik yürürsün / 
 yalnızlığa doğru bir güvey gibi / elinde yüzgörümlükleri. / Ey yalnız insan, bilirsin / Tanrı sürülere karışmaz, / ıssız çöl yollarını yeğler, / gölgesi bile düşmez / bastığı yere, / sen ki her türlü ustalığı edindin, / ey insanların en kurnazı, / artık ne Tanrı'nın ne de insanın ayak izleri döndürür  seni yolundan; / sen bilirsin orman cinslerinin yemek yediği orman köşelerini, / bağrındaki hayaletlerin su içtiği kuyuları bilirsin; / bütün silahlar aklındadır senin, avlamak elindedir dilediğini; /  pusu kurup, büyülerle, tazılarla, uçan oklarla. / 
Şafakta tırmanıp gün aydınlanırken yürüdüğün gün, / iki avucun da karıncalanmıştı, kurnaz gözlerin ışımış, / şimşek gibi çakmıştı bakışların çalılıklarda / bu insansız dünyanın tanrısı renk renk tüylü / o vahşi kuşu  ürkütmek için. / Dağlarda serin saatler boyunlarında çanlar / kayalıklarda sıçrayan çevik oğlaklar gibi geçti; / güneş göğün ortasında durdu, gün kurtuldu boyunduruğundan / ve yavaş yavaş mavi serin bir sis içinde alacakaranlık çöktü.'




















 DÜŞ
Sanırım düş gördüm, Kraliçe Elizabeth çırılçıplak amuda kalkmış, iki ayağı alabildiğine açık, ortasında minicik bir ormanlık gibi duruyor Venüs tepesi, oda ne, içinden dumanlar çıkıyor sandım, oysa yukardan artarda bir şeyler düşüyor, hepsi hırpani, yoksul, milyonlarca kimsesiz, aç susuz nesneler, karmakarışık, bulutlu negro, siyahi şeyler, çığlıklar atarak Kraliçe'nin acımasız gökadasına doğru hızla yuvarlanıyorlar, geldikleri yere doğru...
Aaa!.. Kraliçe'nin ağzı alabildiğine açık, yoksullar değirmenden geçmiş, öğütülmüş gibi, Kraliçe'nin ağzından, şangırtılar içinde, Pennyler halinde dökülüyorlar!.. Çok enteresan, bu kan ve et yığınları nasıl paraya dönüşüyorlar, Afrika'dan, Yeni Zelanda'ya, Cebelitarık'tan Falkland'a, Hellespont'dan, Mançurya'ya, Hong Kong'dan, Hindistan'a...
Kraliçe diyor ki, çalıştıracaksın, neyi diyorum, beynini diyor, nasıl diyorum, silahla, savaşla, kırbaçla, taçla, asayla, İncil'le, kanla, gözyaşıyla diyor!..
Dünyada barbarlığın kaynağı, paranın krallığı senin elinde mi diyorum, aramızda kalsın diye bir reverans yapıyor, her şeyini görüyor sakinleşiyorum!..
Sonra Banksy geliyor yanıma, gözbağcı Banksy!..
 Bu düşü sen çizmiş olmalısın diyorum!..
O kadar yürekli olduğumu düşünmüyorum diyor!.. 
 Vicdan demeliydin ama diyorum?..
Sanırım sende şark kurnazlığı var diyor!..
Yüreksiz Banksy'yi, Kraliçe'nin yanına götürüyorum, gene reverans yapıyor ve Kraliçe'nin her yerini film şeridi gibi görüyoruz.
Banksy'e bunu çizmelisin diyorum, talanı, gözyaşını, barbarlığı, Penny'yi, Kraliçe'nin her şeyini!..
Yüreksizim ben diye yineliyor, ama Kraliçe'ninkinin bu kadar büyük olacağını bilemezdim, bir düş olmalı bu diyor!
Yukardan, amuda kalkmış Kraliçe'nin Venüs tepesine, açlar, kimsesizler, mazlum insanlık, negrolar, çığlıklar içinde düşüyor, aşağıdan şangırtılar içinde Pennyler dökülüyor!..
Banksy, Kraliçe'nin şeyi 'Banka' gibi diyor!..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder