18 Mayıs 2019 Cumartesi

FELSEFE

Felsefe, yazınsal alanda varlığını gösteren, yer eden bir şey değil, ağır bir sanayinin dilidir. Yazınla doğrudan bir ilgisi yoktur. Ağır bir sanayinin, endüstriyel bir sirkülasyonun, çalışma tekniği, mekaniğiyle, bundan doğan, vücut bulan kültürel, sosyal, ekonomik bir yapılanmanın, yoğunlaşmış, pekişmiş, makine-insan, insan-toplum, toplum-makine ilişkisinin, güneşin potasında eriyecek denli katılaşmış dilidir. 
Var oluşumuzu, doğmuş olmaklığımız belirlemez, sınıfsal kökenli çalışma-çatışma alanlarımız, koşturmalarımız, tanrı-kul, kral-tebaa, hükümdar-köle, monark-kitle; ler arası ilişki ve erk ezginliğinin demokratikleşebilen dışavurumundaki, iskelet yapımız, organik bütünlüğümüz, organizmamızın çalışma biçiminin içsel ve görsel verilerinden yapılanan parça ve bütünselliğimizin görüleri, sosyal varlığımızın hacmini, değerini, önemini ve hep ve hiçlikteki adını, var oluştaki payını, oranını belirler. 
Melih Cevdet Anday, tan atımının bir sabahında, sisler arasındaki bir kahvede, buğulu camların ardında, başını sallayarak oyun oynayan, bir gölge gibi eğilip doğrulan insanlar için, 'Aslında bunlar yaşamıyor' demiştir. Ne yazık ki doğru...
Yazını, olası iyi olan toplumun, felsefeyle bir bağı olmayabilir. Yazı olanaklar alanının içinde bir insani edimdir. Birey için bir sunum, kolaylıktır. Felsefe ise, koşulların ürünüdür, belli koşullara sahip olmayan toplum hiç bir zaman felsefe üretemez. Onun içindir ki felsefe dille yapılabilen bir şey değildir. Felsefe bir düşünceyi yorumlayıp, kendi özgün çemberinin içinde eriterek, yeniden canlandırma, beden bulma, vücuda getirme işlemidir biçimsellikte, organik çalışmadır, ama o düşünce nerede, kim, ne, bir düşünceden söz edebilmek için onun tüm ayaklarının var olması ve canlılığının su götürmemesi gerekir.
Felsefi düşünce, bir şiir ya da roman değildir, o toplumun içsel çatışmalarından, çelişkilerinden, yöneten-yönetilen, işçi-işveren, çalışan kesim-burjuvatik katman, mavi yaka-beyaz yaka iç içeliklerinden doğan bir oluşum, ceninin tüm iyelerinin, tümlenmesi, beden bulmasıyla varlığını kanıtlayabilen bir çıkıştır. Onun sözle ilgisi yoktur. Sözle dile getirilmekten başka!.. (Çünkü, başlangıçta söz vardı!..).
Çünkü o toplumun organlarını, elini, ayağını, beynini, sindirim sistemini, (motorunu-devinim mekaniğini), yani yüreğini anlatan bir çalıştırma belgesidir. Onun için felsefenin, söz sanatlarıyla uzaktan yakından ilgisi olmayabilir. Onlar salt mühendis, doktor, aylak veya işveren, patron, ehil sahibi, yeraltı gezgini ya da herkes olabilir. Yazınsal bir genişliğin, enginliğin değil, felsefi bir darlığın, bir kastın, özün ürünüdürler. Felsefecilerin, yazınsal yapıt vereni görülmemiştir belki de!.. Çünkü felsefenin şaşırtıcı gelebilir ama yetenekle de pek ilgisi yoktur, anlamak, sezmek ve tüm ayrıntılarıyla bir toplumsal öbeği, yaşam kanallarını ve kılcal damarlarını analiz ederek, ortaya koyabilmek ve bir sonuçlanımla, belki yeni bir bakış, yapılanmanın çığırını açmaktır o... 
Sürdürürsek felsefe, var olan ya da güncelde var sayılabilen bir tamlığın eleştirisidir. Yeknesak bir tam sayılanın veya örneklemi eksik sayılabilecek bir olgudan, yapıdan bir felsefe çıkarmak, onun felsefi yapılanmasını hem yararsız kılacak, hem de emsal sayılmasını önleyecektir. Felsefe piramidin en üst noktasından eteklere yayılan bir gelişmişliğin, ekonomik, toplumsal ilişkiler ağının, girift yapılanmasının çıkarsamaya elveren bir eleştirel dinamizmi, ütopik bir atılımıdır. 
Bizde felsefecinin olmayışı dille ilgili değildir, fason, yüzeysel varoluşçu, üretmeyen, aracılıkla yetinmiş, montaj bir sanayi, benzeri her tür yaşam biçimi felsefe üretemez, doğrumu olmaz.
Çünkü derinliği olamaz, toplumun analitik, kanalizasyonik, yeraltı işbirliğinin ayrıntıları a,b,c denli saydam, iç görümcü olabileceği için, felsefi yapılanma gösterebilme ve ciddi bir platforma taşınma olasılığı artık kalmaz. Yüzeysel bir girdi-çıktı mekaniğinin, felsefi bir derinliği olamayacağı gibi, öylesi bir toplumda; gerçeklikte -felsefe üretebilecek- bir toplum değil, yığın sayılır atriumda... 
Öbek, öngörünün tümeli, basit bir kumpanya ve kabilevi bir görünüm taşıyacağından çözünürlüğü de o denli basittir ve felsefi bir yapının görüş alanına hiç bir zaman giremeyecek kadar bir paradigma, yolları çatallanan bir bahçedir ama; bir kargaşa, kaos arz edecek denli bir tanrısal görünüme yazık ki haiz olamaz. Açınlamasıda güdük ve felsefi yapılanmayla bağdaşacak bir göksellik barındırmaz, bu göksellik, ruhani değil, güç ve dünyevi görkemin öznesi olabilecek bir görüntünün arayışıdır hak tanırlıkta...
Derme çatma, birbirinden kopuk, dayanaksız bağlarla birbirine yaftalanıp, iliştirilmiş, fason bir toplumdur o... Karakalabalık. Bu yüzden felsefe yapan, felsefi bir yapılandırmayı başarabilen toplum, bunu dille gerçekleştirmez, bunu sahip olduğu toplumsal derinlik, çağımızda uzaysıl sanayi, sınıflar arasındaki bellek bozan varyantlar, iniş çıkış ve varyasyonlarla, şaşırtıcı, çok boyutlu gelgitlerin, çalkalanmaların mayalanması ve bunun sanki bir dalgakırana çarpan dışavurumuyla gerçekleştirebilir ancak. 
Felsefede yetke ehlindedir. Her isteyen alıp onu kullanamaz, gerçekliği olamaz, aksettirici ayna, sanal bir görüntünün yansılaması olur, oysa felsefe temelini kesinkes gerçeklikten alan bir şeydir. Yazınla bu nedenle doğrudan bağı yoktur. Felsefe yazınsal dili benimseyebilir, yazınsal olan felsefi dili kullanabilir, ama ikisi de bir diğerinin ön koşulu değildir. Ayrıdırlar. Felsefenin, esinin, sanatın, estetiğin ve diğerlerinin tek aracı dilde değildir, sinemayla da felsefe yapılabilir, ama dille Tanrı'yı yeryüzüne indirebilirsiniz, dil can alır. 
Geçmişte, Budist, panteist, firavuni toplumlardan yükselen yeni inan ve toplumsal devinimler, Musevilik (Yehova), İsevilik, Hindu ve Arabi inançlarda bu anlamda çağının gelişmiş, öncül uygarlıklarının çarpıklaşan belki ama sonuçta güçlü biçimde bir yeniden doğuşa evrilen toplumları olmasından kaynaklanır. Günümüzün çağcıllığında bu tür veriler, geçmişin antik Helen, ege ve benzeri güçlenimlerle birlikte süre gelen yapıları, artık salt ideolojiye dönüşen, siyasi, ekonomik bir tözle seyreden bir levhaya, kutsevi bir metne dönüşmüşlerdir. Bugün felsefe bir 'Dekameron', iki elin parmaklarını geçmeyen, sayıları bir kaçı bulamayacak ülkelerin tekelindedir. Geleceğin, geçmişinde gerisine, yol alabilecek bir serüvenin, özneleriyiz belki de!.. 
Örnekçesi, dışalımı, dışsatımdan çok olan hiç bir ülke felsefi bir yapılanma gösteremez, bu olanaksızdır. Çünkü dünyanın çağdaşlık noktasında vardığı nokta, modernitenin yapılandırdığı, toplumun, sanat, ilim, cinsiyet, günlük yaşam, alış veriş gibi tüm alanlarda boy gösterdiği ve sonulu, onun bileşkesinden doğabilecek bir çözümlemedir felsefe, bir üst yapı göstergesidir, bütün bunların kısıtlı, kısır, ortalama eleştirisine yüz vermesi olanaksızdır. 
Çünkü o zaman ortaya çıkabilecek şey yazık ki dünyevi doruğun ürünü bir felsefi altar olarak nitelenemez ve bu doğaldır. Bu nedenle gelişmemiş toplumların çözümlemesini, üst yapının patronajları üstlenir. Felsefe doruk göllerin analizinden, olası ya da var olan bataklıkların açınlanması, derinine inilebilmesidir. Güneşi içenlerin ve güçlülerin içinden çıkan bir görü, bakış olması zorunludur, sıradanlık onu aydınlatamaz. Dolayımla günümüzde felsefeyi ak / kara bilimin, elektroniğin ve telekomünikasyonun tanrıları yaratabilecektir.
Sonuçta, felsefe dil ürünü olmadığı için, yapılacak iş, çağdaş, modernizmin tüm gereklerini, makas ve açımlarını yerine getirebilen bir toplum olmakta yatar. Osmanlıca değil, dünyanın tüm dillerinin ırmaklarında yüzüyor da olsanız, felsefe yapamazsınız, ama sayısızca şiir, roman, özdeyiş üretebilirsiniz. Felsefe, somut gerçekliğin soyutlanması (temellenmesi), yazın ise, soyut gerçekliğin somutlanmasıdır gerçellikte!.. Bunun ayrımı kolaydır, 'yazı' adı üstünde bir imgedir, soyuttur, yazın soyutlamanın soyutlamasıdır, ama felsefe bir soyutlamadan hareket ettiğinde, bir doğma ve skolastik (sabit, değişkenlikten uzak, değişmesiz) bir düşüncenin alaysanan fantezisine dönüşür bir anda... Yazın bu tehlikeden uzaktır, deliliğin edimine izin verebilir. 
Felsefe, organizması, dirimsel yapısı, yüzyılın tüm varyantlarına, gerçeklerine ayak uydurabilen birey ve toplumlara özgü bir üretim alanıdır dedik. Nasıl lunaparkta son hızla atraksiyon yapan arabayı, bir taşıt sayamıyorsak, öykünmeyle yetinen, varlığıyla yalnızca benzeşen ama fasonizmin, derinlikten yoksun üretim ve yapılanmasının pençesindeki toplumlar, bir toplum dahi sayılamayacaklardır gerçeklikte... Bunu onların bir felsefi yapılanma içinde olamayacağından, olmadığından, daha doğrusu olabilmeye gücü yetmediğinden, yetemeyeceğinden anlarız. Bir felsefe üretmeleri de beklenmemelidir. Gerçek; şaşırtıcı değildir... 
Yinelersek felsefe, sanayinin, endüstrinin, üretimin dilidir. Bu bağlamda ortaya çıkan insan-makine, insan-toplum, toplum-makine vb. ilişkilerinin ve bunun sosyal, kültürel, ekonomik, endüstriyel çatışmasında, çarpışmasında ortaya çıkan söylemin, ütopyanın, idenin, dille ortaya konulabilen panoramik manzarası, öğretisi, tözü ve formülatif bilimsel-ilimsel, çözümsel, eleştirel skalası, derinliğine boyutlanabilen hacimsel görüntüsüdür. 
Şarkıların, türkülerin, şiirlerin onunla hiç bir bağı yoktur!.. Bir toplumun felsefi yapılanması olamıyorsa, bunu başaramıyorsa, toplum olma noktasında; sayılmasında, global arenada, arazlar gösterecektir artık, bunu ötekilerin gölgesinde seziyor olabilirsiniz. 
Felsefe dille de kendini ortaya koyabilen, açımlayan, aydınlığa kavuşan bir dev yapılanmanın, bir dünyanın, galaktik kozmos ve sonsuz evrenin, mekanik-yapısal eleştirisine yönelebilen veya dönüşebilen bir üst yapının (sıradanlık ona göre değildir), Tanrı'nın özü, özetidir gerçekte... Diğer her şey ondan sonra gelir.
Zor bir şey!..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder