18 Mayıs 2019 Cumartesi

SODYUM YARIŞLARI


Kendi müziğini arar bir ağır işçi, bizim bilimde geri kalmamızı liyakatla ilişkilendiriyor, bilim banknot sayısıdır diyemiyor, bizim burjuvazimiz fason, teknolojistlerimiz papatya falı açan mudilerimizdir diyemiyor, korkuyor mu, hayır, onların gizemli sözcülüğüne soyunuyor, bir işbirlikçi, fasonizm sürsün ama eleştiride olsun, kime, devlete, hükümete, fasaryadan, fis kosçu, medya, erk ve sermaye ayağının kapitoldeki seçilmişlerine, yarın gidecekler nasıl olsa, vur abalıya, komikçi dükkanları ve dizi ameliyatlarının hiç birine gıkını çıkarmayan bu herkesçe bilim teknolojinin kahyaları, yinelemelerle, karşı koymak bile işbirliğidir mottosunun gönüllü kurbanları değil, indirekt uygulayıcıları tabi ki, o zaman geriye yapacak tek bir şey kalıyor, batıya bağımlı sözcülüğün canlı kurbanlarını temizleyerek, kadroları değiştirmek ve kan grubunu yükseltmek, kirli kanı boşaltarak, horultunun önüne geçmek. Ne güzel bir düş bu Nilüfer teyze, bir başkasın vallahi, ne desem sana, kahve falıma bakar mısın bir dakika, bir dakikacık, iyi sallıyorsun sen, yahu liyakatla iş görülseydi, Salieri, Mozart olurdu, Mozart'da Salieri kız...
Bunlara göre sanat manat, bilim milim sonsuza dek yetenek, maksimum bubi tuzakçısı Einstein bile yüzde yüz çalışmadır demişti, ama arzunun kışkırtan nesnesinden yüreğiniz olacak, yetenek babunda da var Ademden kardeşim benim!..
Eh işte, suya sabuna dokunmayan klasik şark aydınının bir tansığıdır bu, eleştirir gibi olup, dumanlı havayı dağıtarak, işlerin aynı hızla ve tasmalarla, boyundurukların aynı azgınlıkla hız kazanması ve işlerin hal yoluna girmesi budur bacım, borularımızın gazı boşalınca aniden çalışır....
Ülkesini küçümseyerekten, fincancı katırlarını ürkütmeden, ahalinin gönlünü kazanmak ve soyut ulufelerle yola koyulmak... Bourgeois dışa bağımlı ve işbirlikçi kız, halk düşmanı bir aydın silsilesiyle karşı karşıyayız haco, sen de duydun mu, aydın diye karanlıklarda, boynuzsuz koçlar ürettik biz diyemiyoruz, bunlar Yunus'u meczup, Evliya Çelebi'yi deli, Nazım'ı şeritli fanilaya mahkum edenler, şu sıra yanlarına bir canan buldular, Meryem Mirzakhani, Fields madalyası almışta, orada liyakat varmışta, yok yahu, lejyoner transferi bu, paralı asker diyemiyor, banknotu düşleyen Meryem gitti haklı olarak oralara, matematiğin liyakatı olursa ne olur ki, dörtler yediye bölünmez mi olur, Meryem'in transferi ona nostalji sayrılığını getirdi, çünkü gerçekte bir Kunta Kinte'ydi ve genç yaşta esaret altında öldü, gerçek budur Nilüferler nilüferi...
Bilim paradır günümüzde, oralara gidenler seçiliyor, tıpkı işçiler gibi, dişlerine bakılıyor, bulaşıcı bir anya manyası var mı kontrol ediliyor, sonra silikon vadilerine, nasa koridorlarına yallah, bulduğu formüller ülkesinin üzerine kimyasallar gibi yağabilir, silah satışları, aldığı primleri karşılayabilir ve Meryem kudurarak ölmese de, parayla satın alınmış olmaklığın acısını genç yaşta tadabilir artık...
Kuruşlarınla yağmur gibi yağan, altın ambarların yoksa senin, Rize'de ya kağnı yarıştırırsın güpegündüz, ya da gerçekte elinin bile değmediği tahta şevrolelerle dereye doğru uçarsın bacım anladın mı, Nilüfer teyze çok aç gözlüsün sen, neler söylüyorsun bir tanem, çarşıdan aldım bir tane, eve geldim bin tane, dert yükü sırtlar gibisin bacım, hayz mı oldun sen!..
Bana bak Suziye, ben ona bin yüz on bir sayfalık roman yazacağım dedim, bin bir olsa daha iyiydi dedi, o var dedim, nagant amcan, sayfa sayısıyla roman mı yazılır konusu ne bastıbacak dedi, küfrü yedi, boyu bir seksen, mezarı kutu gibi, ayol dedin mi bunu dedi Hürü, aştım da dağları geldim işte dedi eşikte ki kızı, şökünü bi ve dedi, şoraya da oturivi de annadivi gari dedi, bu dağ dili değil ama dedim, sustu birden filan feşmekan diyerek, valla bu laik düzen nasıl oyalanıyor ki, can sıkıntısından Fahriye Abla oluyorum ben, Şeküre'nin yarın doğum günü varmış kız, sanki her saniye biri doğuyor dünyada, yarın Afer denen iskele babasının partisi var, direktuvar olmuş, direktör yani, ağzın yayılmış senin, aslında ölene de her saniye vermut içirecek bunlar ama daha o aşamaya gelemedi davarolar ne de olsa taklitçi baykuşlar, aaa kız bütün Anadolu antik tiyatroyla dolu ve dövletimiz onları yılkıya bırakıyor, hayret ki ne hayret!..
İtalya'da kolezyum diye bir mezbaha varmış, yılda milyon milyon turist çekiyormuş, yahu bu antik tiyatrolar yaşama neden kazandırılmıyor, adamo gibi restore edilerek, mücevher gibi korunarak, ölmüşlerin yakışıklısı Pavarotti neden konser vermiyor oralarda, Zamfir çalsın kız, neden maksi milyon turist gelmiyor buralara, dünyada eşi benzeri olmayan tarihi eserler yağmalanmaktan ne zaman kurtulacak, Berlin Sunağı, Almanlardan ne zaman geri alınacak, İngilizlerin silindir şapkasıyla afra tafra yapan meczuplardan ne zaman kurtulacak bu bekarlar ülkesi, Nazım'ın sankülotlarıyla dolu Avrupa, bizden ne zaman özür dileyecek, duyuni umumiye diye esarete düşmekten kurtulup, bu karakoncoloslar ne zaman savaş tazminatı ödeyecek bize ve çocuklarımız hiç bir antik geçmişi olmayan, tarihi uydurma, Kutülamare'yi zorla tarih kitaplarımızdan sildiren, dünü olmayan İngiliz seviciliğinden, dört bir yanı antik tiyatroyla dolu bir ülkede, tiyatronun tanrısı Şekerpare'dir diye manipüle kevgirlerle, anlağı yıkılmaktan, opera, bale, salsa, borsa diye avunmaktan ne zaman kurtulacağız, biz uygarlıkların beşiği değil miydik, şapkadan tavşan çıkarmayı beklemek değil, usumuz ve dirliğimizle arenaya dalması gerekir bu Anadolu'nun yavrum.
Bizim bir bilimci deccalımızın evrime değil, tanrıya inandığını okudum geçen gün, obalı boynuna ama, evrime inananların bir softadan farkı yok, çünkü tanrıya inanmak yaratılış konusunu, kısaca bir sözcükle açıklamaktır, gerçek şu teyzem, evrim demek, zaman içinde, aşama aşama var olmak demek, tanrıya inanmak bigbangçılık, Adem'in yaratılışının bilimsel versiyonu o, çamurdan efendimizin birden peyda olduğunu biliyorsun değil mi, üfürükle, eh big bang zaten adı üstünde bang bang değil mi, üfürük işte, anlarsın ya, parabellum sesi bu, din ileri sürmelerine, belagat karıştırır yalnızca, bu açıdan bilimden daha nazik ve insanidir, tanrıcılık -bigbang desenize şu merete- bilimden uzaklaşmak değil, yani yaratılışın, evrenin, birden yayıldığını ya da ortaya çıktığını savunmak, bu da bilimsel görüş yani, zaman içinde canlının geliştiğine, değiştiğine inanmıyor değil bigbangçı ama gılırına göre konuşuyorum teyzem kusuruma bakma, annen ahiretliğimdir benim severim, başlangıcın, yaratılışın tek elden, birden ve hiç yoktan var olduğunu ileri sürüyor onlar, evrimcilerin bu durumda bigbanga inanmıyor olması gerekir, ikisi ayrı görüşler çünkü, biri masallarla süslü, bigbangı savunan evrime inanmıyor, evrim de bigbanga karşı çıkıyor kısacası, geçişler olabilir, ikisini tek bir görüşte toplayan çıkabilir ama bigbang, dinsel yaklaşımlara uygun bir kuram ne yazık ki, evrimde onun zıddı neredeyse, şundan söylüyorum çoçukcağzım, safça, budalaca evrimi savunup, dini skolastik niteleyenlerin, bilimsel sandıkları bigbanga da karşı çıkmaları gerekir bu durumda, çamur metan gazı değil mi kız, çünkü din, aşkınlık der örneğin, gözün parlamasın ama, aşna fişne değil bu, evrimin Macarcası, yani şunu demek istiyorum, dogmalar bilimde de vardır, eskinin dalgıçları dünya düz diyordu, şimdi bigbangı savunuyorlar, tek kollu teyzense, sonsuz bir başlangıç ve sonsuz bir geleceğe inanır, bigbang bana göre lokal bir şey yavrum, bir galaksinin oluşması gibi yani, niye bakıyorsun öyle, kuyulara inmeyi, bana yakıştıramıyor musun yosma, eh başlangıç asla bigbang olamaz, olsa da, bir önceki evrenin çöküşü ve yeni bir patlayışla, bir başka evrenin başlangıcı olması gerekir o, bu da sürekliliği işaret eder yine de, tanrı benim için, bir ayetin kanaviçesi ya da bir -başlangıcın- bekçisidir kızım, sonuç şu, dinle imanla yüreciğini paralama, din bir soyutlama, görüşleri dantel gibi veya katı olabilir, ama din o kadar ayrı gayrısızdır ki, seni zorlamıyordur teyzem, eh ne peki, yahu iki dünya savaşını din mi çıkardı, bilim çekinmedi tövbeler olsun ki, bir kıyamet provası denedi karnavalın orta yerinde, inanın bilimin bilimle savaşıydı o, sonuç şu, insanlık barışa kavuşacaksa bir gün, din ya da bilimin varsayımlarıyla değil, algı sınırlarının gelişmesiyle, evrimleşmesiyle olacak bu, dinle bilimi karşılaştırmak, edebiyatla teknolojiyi birbirinin düşmanı sanmakla aynı şey gök başlım, edebiyatta din gibi, hatta ondan ileri, ayrımında bile değiliz ki, ama algı çılgınlığımıza bilim 'Hominid big bang' der mi bilemem ki yavrum, ne bakıyorsun cin karnına bakar gibi kız, ne de olsa bilim de bir dogmadır ama, en azından geçmişiyle, din dogmadır ya da hıristiyanlık bizden ileri ha, olur mu hıristiyan Latin Amerika kıtası baştanbaşa bizim gibi, yarı süpürge, sömürme be, sakırga diyeceğim nerdeyse, kocadım ben, ağzımda yayvanlaşıyor günden güne, dilim zaten yavan artık, öyle bakma dedim ya kızım, gözünde sanki vapur gidiyor, ha öyleyse din, bilim, zart zurt diye kıtalara ayırma düş evini, Demokrat gibi düşünmeye ayırın, Sokrat diyecektim be, adını öğrenmekten, ne dediğini unutuyoruz bilgiçlerin, düşlerin okyanusunda çamurdan doğanlar, bataklık gülleri, limanlara tutunmadan özgürce dolaşın ve katkıda bulunmaya çalışın evrene. Ah yavrucuğum o da bir insandı bilir misin, yaşadığı çağdan kaygılıydı, bir görüş ortaya attı ve tanrıyı aracı kıldı, bir soyutlamayı somuta çevirdi ve başardı sonunda, cennetlik adam, cennet varsa eğer, gitmesi gereken ilk insandan biri o, neden, çünkü; -düşünmüştü o yaşarken-, düşünmek bu dünyada bir cezadır yavrucuğum, tövbeler olsun ki macini gözlüm, oncağız, benim için saltıklıkla bir bilim adamıdır, düşünmek bir bilim, bir ilimdir başlı başına, ama Einstein inan ki bir dindardır gözümde, hem de aşırı, tanrı zar atmaz diyen bir adam, ne olabilir ki kızım, şehirli yosmam!..
Şöyle düşündüğümde oluyor benim, bir kuş uçabildiği bir gezegende,  aurasına benzer tüm gezegenleri yaşanılır ve kuş uygarlığına elverir bir yuvar zannetse ve onlarla ne zaman karşılaşacağını düşlese, siz ne düşünürsünüz, ben kuşun sınırlı sorumlu  olmaklığıyla, kendini aşamamış, komik derecede ilkel bir varlık olduğunu düşünürüm. Çünkü, henüz kendinden başka bir yaşam formu, algı çevreninin dışında, bambaşka bir geoit düşünüp düşleyemeyecek kadar dogmatik, kendi içine kıvrılıp, derinine çökmüş, astenik ve otomat bir varlık sayarım onu ve işte bilim, henüz gölgesine bile anlam veremeyen, insan niteminin bir halüsinasyonudur. İlginç olan şu ki, toprağın altındaki köstebek, yeryüzüne çıksa da algısı değişmeyecektir!..
İçimde kalmasın şöyle bir ikilemde var, içi dünyalım benim, örnekçesi, Pessoa düşüncede pasifisttir, pesimisttir, ama organize yaşamında varoluşçu ve volontaristdir, hatta gösterişe kaçar, bu sanatın ikiyüzlülüğünü değil, bir belirtke ve durumun ortaya konmasından başka bir şey olmadığını gösterir, bu anlamda yazarlar bir hilebaz ve üçkağıtçı olarak da nitelenebilirler. Bilimde böyledir, salt gerçekçi ve deneysel bir yapıyı savunurken, higgs bozonuna, tanrı parçacığı adını vermekten kaçınmaz, ilkinsil madde, töz ya da tozan demez, aynı anda hem madde, hem de antimadde olanaysa melek parçacığı  der, tanrı parçacığı gibi dinsel bir öğeyi kullanmaktan neden çekinmez bilim -karşıtların işbirliği oysa o bir melek parçacığı değil, olsa olsa sarhoş bir parçacıktır, bu da bir hiledir gerçekte, bilim popülist hilelere başvurmamalı oysa, çünkü bir sarhoş bipolar olabilir ancak, melekse melektir ve bilimde skolastik arazlar gösterebilir dediğimiz zaman ayağa kalkıyorlar, oysa bilimde insan yapısıdır, din gibi ve gücünü kitleleri arkasına alarak varlığını sürdürür. Evrenin ne dine ne bilime gereksinimi yoktur ne yazık ki, insan bazlı edimlerdir bunlar ve evrenin tanrısı, dini, bilimi, doğrudan kendisidir, ama sorun şudur, eşrefi mahlukat, dinle bilimi öylesine ayırır ki, yüzyıllar geçerken, bilimi mahkum edebilir ve gün gelir dini yadsır, oysa tanrının indinde ikisi de birdir, çünkü tanrı insani ayrımları kavrayamaz, daha doğrusu  düşünmeye değer bulmayabilir, o devinimin, emeğin değerine inanır ve insanlar karşısına çıktığında ne Muhammet'i kayırır ne de Einstein'ı, onun affetmeyeceği yalnız biri vardır, o ikisi arasında sıkışıp kalan ve ne yapması gerektiğini bilemeyen amaçsız, üretkesiz, kendisiyle baş başa olan, bir anlamdan yoksun insan, işte böyle kızcağızım.

 
Bak bak, ne diyorlar, bilim evrimin işleyiş mekanizmalarını çözüp canlı tasarlamak yolunda ilerliyor. İnsan dahil bir çok canlının gen dizilimi çözüldü yani dijitale aktarıldı, bakteri seviyesinde canlılarda dijital kopyadan dna yazılıyor, anlayacağın okuma ve yazma bitti, bir canlıdan alakasız başka bir canlıya dna kes kopyala yapıştır zaten yapılıyordu, şimdi tasarlama ve üretim kaldı; önce dijital kopyala yapıştır ile, sonra tek hücreli canlılarda deneme yanılma yoluyla şu dizilimi değiştirsek ne oluyor diye deneyerek, sonrasında da şöyle bir hayvan için için burasını şöyle değiştirmek gerekiyor diyerek ufaktan başlayarak canlı tasarlayacaklar, Ademle Havva'yı tartışırken bilim gelecekte, bak bu bitkiyi, şu hayvanı ben yarattım diyecek. Yüzlerce yıl öncesinde tanrıyı ararken karşımızda bulacağız modern tanrıları.
Dün gece cin mi bilmem yatağımın üzerine kondu ve bana bakarak şöyle konuştu, hiç korkmadım kız, ağlıyor, gülüyor, gözleriyle anlatıyor gibiydi...
Üzülmemeliyiz, bütün uzuvları onmaz birinin, bilim adamı olabildiği bir dünyadan, daha gelişmiş bir uygarlık olamaz, bu proje yüzyılın sansasyonudur, bir simülasyon, puantiye Elizabeth'in 'science fiction' türünden bir manipülasyonu, bin bir gece masallarını istavrozla vaftiz etmenin bilimsel yolu, pek çok yararı da var, her düşün gerçekleşebileceği, olanaksızın öyle olamayacağı, duvarların da yıkılabileceği, sonsuz düşlemler, Vizigotlar bunu hep yapar, antik tiyatroyla dolu Anadolu değil mi, peki hiç bir antik yapının olmadığı Sakson ormanlarında, İskandinav meralarında tiyatronun tanrısı kim; Globe'un tanrısı kimse o, içimizdeki Kerberoslara göre, ama onların tek efsanesi Karın Deşen Jack'tır, tek becerileri iki dünya savaşını, kıyamet provası yapmasıdır, bu düşünce aplikasyonuna karşı çıkmadıkça; silindir şapkayla sizi modernizör yaptıkları için ayağınız yerden kesilir, sömürgeye yatkınlığın bilimsel yolu, geçici İndianlaşma, kolonici düzlemden gelen bir primat oldukları için, her şeyi sunaklarda kurban aramakla karıştırıyorlar, Allahabat'a vali olup tutsak tacirliği sanıyorlar başka uygarlıkların gelişini, kabuslar görüyorlar acaba adalarda buz çağına girer mi filan diye, puantiye Elizabeth'in makus talihli Kassandrası, uzaylılar ataların gibi yeryüzünü parselleyip toprak misyoneri olacak denli baltalar tapınağından fırlamış olmayabilirler, düşsel küreni kılıç suyu masallarından uzak tutmayı başarmalısın, genlerinden söküp atmalısın, düşlerinde iki dünya var, şiddetin sömürü ve bilimi ve de İndianlaşma, tefekkür ve sükunun sefaleti, dünyamızda üçüncü yolu düşünemeyecek denli mebzul ve meczubuz biz.
Adem'den gelenim, bak bu Habil paramparça, ne değişti  bugüne, dünya bazlı düşüncelerinden kurtulabildiğin gün, bilimle barışma olanağımız var, umudunu yitirmemelisin, onların, yaşam anlayışı belki bir gezegene bile bağlı değil, uzay boşluğunda kurdukları bir manyetik ağda yaşıyor da olabilirler, sanmam ama bir karınca yuvasını ya da arıların macerasını izler gibi, bizi izliyordurlar belki, içimizdeki vahşeti susturmayı başaramıyoruz, ölümsüzlüğe çare bulmalıyız, sayrılıklarımızdan kurtulmalıyız, işte o zaman mağazalarımızın barkodlu gezegenlerinde dolaşabiliriz, kendi söküğünü dikemeyen bir barınağın kahinliğine soyunabiliriz,şunu bil ki bir gün dünya sükuna erdiğinde, cromagnon çağının bir bilgini, bir kozmikomiği olarak övüleceksin, mağaramız duvarlarında, bilinçaltı simülasyonlarla şiddeti kanıksayan bir dünyanın serimi olduğun için, geri adım atması gereken ilk hominid sensin, bizleri şaşırtan bir science fiction, bir simyanın adağı olduğun için kutlanabilirsin, bir gün, olasılıkların hangisi esemeye yakın, gözlerimizle görebiliriz, yerinde olsam cennetliklerin düş evini terörize ettiğin, onları kendin gibi bildiğin ve düşünceyi şiddet sarmalıyla bağdaştırarak, bütün insanlığı anomali ve bir nevroza sürüklediğin için üzünçlerimi bildirirdim, tamarind ağacının üzerinden savanı izleyerek, tahta oturan bir prensesin çocuğusun, ortaçağ kanibalizminin dar sokaklarından çıkmayı denemelisin.
 'Onun hikayesi kan dökülmesini, adam kaçırmayı, aşk ve intikamı içeriyor' aşkolsun bu tümcelere, Mary Stuart'ı -güneş görmemiş- sokaklarda gezdiren siz değil misiniz, doğunun düşleri gecelerinde saklıdır, şu marjinaliteye bakın, Cengiz dünya cihangiri, İskender gibi, ama ikiside ölü sevicisi... İskender'de doğuludur gerçekte, Rusya tümüyle doğudur, Macar, Romen, Sırp'ta doğudur, doğu Viyana'dan öncesidir, biz batı gezegeninin druitleri olduğumuz için, İskender doğuya uygarlık götürdü diyenlerin tilmiziyiz, oysa tüm batı edebiyatının binbir gece masallarından çıkma olduğu doğru mudur, işte bu simülakrlar sürdükçe ne Temuçin'ler biter dünyada, ne de Aristo'nun düşünceyle boynunu sola yatırdığı İskender, sonuç; uygarlık doğuda doğdu, batıda yükseldi ve Mars'ta batacaktır!..
Varsayımı varsay dedim geçen gün Rahman dayına!.. Bilim işte bu. Hawking ışıması deniyor, uluyan kral demek mi bu, karadelikten ışık kaçabiliyormuş. Ona mı deniyordu be, unuttum gene, her galaksinin ortasında bir karadelik var, birde akdelik her şeyi püskürten. Düşüncenin sınırları yok, insan korkuyor, tanrıyı iyilik perisi, adil ve yaratıcı olarak düşlüyoruz, öyle bakma teyzem düzel artık, insanın düşlediği genelde, merceğin ecinnisi gibi gerçekleşiyor, medyanın haberleri gibi. Acaba tanrı bir gün bizim kılığımızda dünyaya gelse, gelseydi tavrımız ne olurdu, bana öyle geliyor ki tanrı, düzgün bir şey -kozmos- yaratmak isterken, kaosa yol açtı ve süt taştı, bir tür big bang, bu yüzden saklanıyor, ipin ucunu kaçırdı anlayacağın, sihirbazlar gibi sırrı ortaya çıktığında değerinin kalmayacağını düşünüyordur belki de. Borges in güzel bir öyküsü var, bu herzeyi yiyemeyeceğimi düşünüyorsun değil mi -az kıpırdak değilsin ha!- kızım Homer dökülmüştü, şu yaşlı kurt, eh insan insanın kurdudur. Evrenin sırrını elde eden bir mahpus, bu sırla her şeye kadir olduğu ve kolaylıkla hapisten kurtulabileceği halde, hiç bir şey yapmıyormuş, bu kadar olağanüstü bir olanak, bana hapisten kaçmak gibi basit ve bu sır için aşağılık sayılabilecek bir şey gerçekleşsin diye bağışlanmış olamaz herhalde diyor ve kendini hapishanede zamanın çürüyüşüne ve ölümü bekleyişe adıyor!..
Evrenin sırrını ele geçirsek teyzem, şöyle düşünebiliriz, bu görkemli fırsat böyle her yanı kaygan, her yeri tümbürlek bir dünyadan kurtulmamız için bize bağışlanmış olamaz diyerek, gene hiç bir şey yapmadan, sürünerek yaşamaya devam etmeye ve ölümün gelişine adayabiliriz kendimizi. Toparla kendini. Bak bir türlü yerleşemedik ki biz bu tomruğa, bakma sen, bindiğimiz minibüs de sürücü bile yok kız, çünkü yavrum, sır bu zatturi zutturiden kurtulmak gibi, eften püften bir gam için bağışlanmış olamaz bize. Borges aslında şunu demek istiyormuş, ah benim şehir dönmesi kızım, a valla şehirlerde bir imzacıkla, hepimizden zengin olan deyyuslar varmış teyzem, yani hiç bir sır, dünyayı ve bizi değiştirmeyecektir ki.
Göğün altında yeni bir şey yoktur ve Adem'le Havva'nın çocukları olarak yaşamaya ve elden geldiğince düş kurmaya devam edeceğiz biz. İmansız köpeklere tövbe edeyim ki, yarın tanrı yanı başımıza gelse, kapıyı vurmadan girdi diye horlayıp, yeni model ve bilinmeyen bir tanrıyı yeniden yaratacağımıza adın gibi emin olabilirsin yavrum. Öyleyse insan hiç bir şey öğrenmiş ya da bilmiş değildir. Kendi karabasanlar dünyasında karadelikler, kara yıldızlar ve kara evrenler varsayıyor sürekli o, hidrojen diyor, evrende var olan bir şey, atom diyor, güneşte sürekli patlayan bir şey, karadelik diyor, galaksiler kendi içine çöküyor zamanla... Hepsi kara bunların insanın yetersizliği karşısında, insan yavrusu var olanı yineliyor aslında, olmayan bir şeyi yaratıyor ya da öğreniyor değil hiç bir zaman... Evren onun ders kitabı, çalışıyor sürekli, ama o kitabın dışında ne var, onu düşlemeye gücü yetmiyor. Bilebileceğini bilen bir canlı zavallı değil mi kızım, solucan böyle, gergedan böyle, insan böyle... Bu bakımdan öğretmeni tanrı ve öğrencisi biz olduğumuz bir dershanede, sanki sınava tabi tutuluyoruz sürekli. Kopya çekmeyi bilenler sınıfı da geçiyor, bu ne ya dersen kodese!.. Oysa Platon'un dediği gibi mağaranın dışına çıkamıyoruz biz, göremiyoruz, bakamıyoruz ve düşleyemiyoruz... Öbür dünya işte o!.. Bu yüzden hiç bir şey bilmiyoruz ve hiç bir şeyde öğrenmiyor ve öğreniyor da değiliz, öyleyse baştan beri değişmeyen ova gibi, dünyadan aya, bir çitten atlar gibi, yinelemenin yinelemesine buyurun;


Tanrı yardımcımız olsun!..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder