HOMOHOME
Deltoit
Deltoit
'Uzak yıldızlardaki
Füzyonların içinde;
Ufuklardan ışık saçıp
Kavuşulan ne?..'
Füzyonların içinde;
Ufuklardan ışık saçıp
Kavuşulan ne?..'
bütün rüzgarlar serinletir.
anlaşılır bir yaklaşım ve dil felsefe olmaz, tanrıyı anlayan var mı ki, onu yeryüzüne indirebilelim!!!
digitalizm çağındayız.
Narkissus bende suretini ararken, ben onun gözlerinde kendi duru, tatlı akışımı izlerdim.
Pars çiçeğim
Pars çiçeğim
Doğu toplumları duygularıyla düşünür ya da düşünmeye çalışır. Batı düşünceleriyle duygulanır, doğu duygularıyla düşünür.
Hep birlikte Yunan sokağına döndük, az ilerde Hazar'dan su içen keçiyi gördük.
Osmanlı din fasaryası olmasa batmazdı diyor, yanlış! 600 yıl süren kaç imparatorluk var batacak tabi!!! Tanrı bile yüzyılların içinde bire indi, yarın tedavülden kalkmayacağı ne malüm!! ben geçmişimizi aşırı yeren ya da öven ezberciliğe karşıyım, bir tek kadın sultanımız yok, doğu despotluğu gerçek belki de buna üzülürüm, ama Evliya çelebi inan ki dünyada eşi yok, kanuni baya adı üstünde değerli biri, ne bileyim var yani, bu anlayışa şiddetle karşıyım ben!!!
KEHANETLER
Batı uygarlığı vebadan çıktı, ortaçağda farelerle yayılan hastalık, kadınların cadı diye kitleler halinde öldürülmesine yol açtı, batı hayvandan nefret edebilir, sömürmeden duramayabilir ve gericidi olabilir! Kudüs'e Meryem'i aramaya giderken kendi havvasına bekaret kemeri takmayı unutmayabilir dedi 2023 de süper ülke olacaklar, uzak doğuda dünyanın yeni efendisi! Goethe den medet ummayı bırakın! Batı batıyor blind manler! Einstein kuantum formülünü karısından çalan aile içi bir terörist çıktı, Dali'nin deli raporu olduğu anlaşıldı, Picasso'nun resim hırsızı, Althusser'in katil, Baudelaire'in ahlaksız, Sarter'ın kalpazan olduğu ortaya çıktı, siz hala annem benim genelevde çalıştığımı zannediyor diyebilirsiniz
Norveç'te kadınlar 12 ay zorunlu askerlik yapıyor. Şark gazeteleri demokrat ülke sıralamasında Norveç'i 1. ilan eder! Şark işte, semerini çıkar, gene de eşeğim ben der!!! 2023 de bu meczup, mazlum ve köle toplum kurtulacak!.. Batı taklitçisi ne kadar parfümsever, rojenuar, altı kaval üstü şişhane, hardsex meraklısı, jüponlu kavalye cansız manken varsa toplanıp, eski eserler müzesinde sergilenecek! Aşk romanı yazarak cinsiyet ticareti yapanlar tutuklanacak, biz katiliz evet diyen jurnalciler beyin ameliyatına alınacak, bizde özgürlük yok siz iyi...............diyen ne kadar maymun nesli ezberci varsa, kutup kışı geçiren Avrupa ülkelerine -beyin konservesi- olarak ihraç edilecek!
ok doğru ama hadi uluerer ve zsa zsa gabor'un üvey evladı (!) meret bilge! gibi çanak yalayıcı bitler, bu tür yaklaşımlara şark kompleksidir diyor, köleliğin birinci kuralı, öncelikle, efendisinin sözcülüğüne soyunacak köpekler üretmektir, bunu bilmeden uluyan, cümle tasmalı köpeklere bir söyleseniz!!! bunu batı zaten söylüyor, üzüntüm havlayarak saldıran dobermana, bizim fifi, firavun faresi gibi art ayakları üzerine doğrulup, şeyciğini göstermeye çalışarak, neden alkış tutar! Öbürü şark kompleksiyse, buna da şark mazohizmi denir, bir köpek hastalığıdır! İki ayağı üzerinde dikilip şeyciğini göstermeye çalışarak, kediye nanik yapan, lağım farelerinde de görülebilir bu eğilim!!! Yeri gelmişken belirtelim tiyatroya bismillah! deyip şekspirle başlayan, şiire giriş yapıp mihrabım rilke, genelev nöbetçisi Baudelaire'dir diyen köpeklerde aynı soydandır! Aynı şarlatan, aynı tasmalı bezirgandır, kimler onlar bilirsiniz, adı geçenlerin yüzde doksanı!!!! Devamı gelecek sayıda!!! Bu zihniyet deliğine süpürülmelidir ki, tasmalı köpekler yerini, Anadolu parslarına bıraksın!!!! Kıravatla köylü dövüp, redingotla eğilen köpek cinsi bunlar!!!
Üstelik şark o öyledir ki, sadece iktidar yalakası olan çıkar sağlar sanır, iddia ediyorum, sade suya tirit muhalefetle, st tropezden villa alan komedyen biliyorum ben!!! ey ahali, şarkta muhalefet yardakçılığı, iktidar yalakalığından daha fazla getirisi olan bir şey, bir düşünün anlarsınız, ne köpekler var, halk simsarlığı yapan, kaç ceset taciriniz var, marlboro yakıp, batıya hava atan, kaç itiniz var bir düşünün!!!
ADAMIN VEYA KADININ!!!
tipine bak, başında Arizona şapkası, makyaj sanki Kleopatra, pantolon parlıyor, cıgarası parfümlü, revolver, ayakkabı mücevher, sanki iki Voliwood!
Ya şiiri; 'Ben kahroldum bu gece senin ihanetinden
Bir gözüm kördür şimdi şarabın nimetinden!..'
Allah bu tür mucizeyi, sadece şarka vermiştir!!!
tipine bak, başında Arizona şapkası, makyaj sanki Kleopatra, pantolon parlıyor, cıgarası parfümlü, revolver, ayakkabı mücevher, sanki iki Voliwood!
Ya şiiri; 'Ben kahroldum bu gece senin ihanetinden
Bir gözüm kördür şimdi şarabın nimetinden!..'
Allah bu tür mucizeyi, sadece şarka vermiştir!!!
biraz çoban gibiydi ama hiç bir şey ahla vahla açıklanamaz, birbirimizin hatta kendimizin kölesiyiz dedi. her kız çocuğu bir cennet kuşudur o
sahibinin sesi - tasmalı köpek olmaktansa Anadolu parsı olmak yeğdir. sömürge perileridir!!!
Şeytan oldukları anlaşılmasın diye tanrılar zalim oldukları anlaşılmasın diye tiranlar sorgulanmaz.
ama aydınları dilenciye para verirken, arkadaşına emeksiz sermayeyi eleştirerek, yokuşu tırmanmayı sürdüren köpeksi filozoflardır.
ama aydınları dilenciye para verirken, arkadaşına emeksiz sermayeyi eleştirerek, yokuşu tırmanmayı sürdüren köpeksi filozoflardır.
''Öğütler ancak öğüt verene yararlıdır.'' kim söylemiş ki Johann Wolfgang von ....!!!
gereksiz işler, ne büyük icatların anasıdır.
İmruü'l-Kays, asıl adı Adi, Muleyka ya da Hunduç olan (497-545), Arap şair. Muhammed, dördüncü halife Ali ve eski Basra okulu eleştirmenleri tarafından, İslam öncesinin en seçkin şairi olarak nitelenmiştir. Muallakatü's-Seba (Yedi Askı, 1943, 1985) adlı yapıttaki ünlü yedi şiirden biri onundur. Tanrı'nın kölesi anlamına gelen İmruü'l-Kays dışında Zülküruh (delik deşik yüzlü), el-Meliküddildil (serseri kral) lakaplarıyla da anıldı.
Geçmişi konusunda tam bir görüş birliğine varılamamışsa da, son Kinde kabilesinin kralı Hucr'un en küçük oğlu olduğu varsayımı ağır basmaktadır. Çocukluğunu babasının sarayında geçirdi. Sürdüğü başıboş yaşam, şiir yazmaya duyduğu aşırı istek, yazdığı erotik şiirler ve bu arada Beni Uzra kabilesinden Fatime adlı kıza yazdığı aşk şiiri yüzünden babası tarafından saraydan kovuldu.
Söylentiye göre, babası, kölesi Rebia'ya onu öldürüp gözlerini kendisine getirmesini emretti. Ancak, Rebia, onun yerine bir karacayı kesip gözlerini Hucr'a götürdü. Bir süre sonra Hucr durumu anlayarak pişman oldu ve oğlunu yeniden saraya aldıysa da İmruü'l-Kays çok geçmeden yeniden çöllere kaçtı ve bir serseri grubunun başına geçerek günlerini içki, müzik, avlanmak ve şiir yazmakla geçirdi. Bu arada Esed kabilesi ayaklanıp babasını öldürünce, öç almaya karar verdi. Beni Bekr ve Beni Taglib kabilelerinin de yardımlarıyla onları ağır bir yenilgiye uğrattı.
o denli acılar çekmiş ki , tanrı olsaydı bunlar olmazdı... gibi bir şey söylemiş
Hüzün görünmez ama paylaşılabilir... güneş kızı
kitap demek, kesilen orman, ağlayan ağaç, inleyen çiçek demek çağımızda
düşünce varlığı çok geride bıraktığında da sorun yaşıyor insan, varlık düşünceyi çok geride bıraktığında da
savaşanları bağrımıza basar, kutsar, destanlar yazarız ve ölülerimize de yas tutup, ağıtlar yakan bir dünyada yaşarız...
gerçek kültür insanı katı bir ışık gibidir eğilmez, toprak gibi engebeli yüzler
mobilya tahta içimnde kurt var kırt kırtı kırt tanrı ne havasız oraya nasıl giriyor nasıl çoğalıyor yoksa evren omu evren bir koza ve kurt onu yiyerek hayata açıyor açılıyor evren Tanrının karanlığıyla Acaba arkasından Tanrıya yaklaşmaya çalışmıyor muyuz arkana dönüp bakma ben varım
kurt onu açıyor ve evren başlıyordu kurtçuk tanrıydı. beden ve ruh çatışır - uyum içinde değildirler.
mobilya tahta içimnde kurt var kırt kırtı kırt tanrı ne havasız oraya nasıl giriyor nasıl çoğalıyor yoksa evren omu evren bir koza ve kurt onu yiyerek hayata açıyor açılıyor evren Tanrının karanlığıyla Acaba arkasından Tanrıya yaklaşmaya çalışmıyor muyuz arkana dönüp bakma ben varım
kurt onu açıyor ve evren başlıyordu kurtçuk tanrıydı. beden ve ruh çatışır - uyum içinde değildirler.
doğru kendisiyle kesişmeyen eğridir Einstein mi demiş. başında Arizona şapkası
Zizek şu Adriyatik timsahı. hiperoksi şişesi patladı ve eli protez oldu Hıristiyanın
Tanrı bazen üçüncü şahıs olur, bazen doğrudan konuşur . Tanrının evi. Neresi.
Dünya cinlerle (şeytanla) perilerin savaşı! Şeytan kazanarak, kaybediyor ve minicik adımlarla ilerliyoruz! Belki doğrusu bu, kayalık, dağ, taş ve toprakla dolu, azgın suların tanrının kıyametini istese gerçekleştirebileceği, tanımlanması güç bir cisimden fazlasını beklemek hayalperestlik olur!
İsa ortadoğulu bir el kaide konumunda idi, protest ve lanetli direnişçi ve batı ona nal çakmayı yeğledi, tarih ezeli bir tekerrürdür ve İsa tıpkı bugünün suçu üstüne ihale edilen mazlumları gibi bir mazlumdu! Hadi onuda söyleyelim İsa, Araptı!!! ve yahudilerin düzenini köhnemiş adaletsiz buluyordu! sömürülen bir Arap olarak! İsa ve Muhammet adalet arayan iki ırkdaş ve kardeşti evvelemirde! Aynen bugün olduğu gibi ta Roma'dan gelen general Paulus İsa'yı bir Filist direnişçisi gibi çiviledi ve akbabalara yem etti! Günümüze ne kadar benziyor değil mi! İllüzyon ve tekerrür çağları bitmeyecek mi!!! İsa'nın sonsözünü de hatırlayın; Neredesin Baba!.. Tıpkı Filistinli çocukların haykırışını duymayıp, hunharca ve sadece, Paris'in lüks semtlerindeki araba yarışlarına kulak vermek gibi!!! on yılda 12= her gün 12. Denklemin bu olduğunu sananlar İsa'yı taşlayanlardır!!! Taşlayanlar kazanırsa, insanlar kaybedecek!
Puta taparlık, tanrıyı puta çevirme değil, put, totem, şeyler, simge aracılığıyla bir tanrıya ulaşma, iletişim yöntemidir ilkel çağlarda... Bu gün haç, vaftiz törenleri, göz yaşı şişesi, muska, Mushaf takıları, türbe bezleri, puta taparlığın izleridir. Melek, şeytan, kitap nasıl ona ulaşma aracıysa, put, totem, heykelcik ve takılarda önceki çağların ona ulaşma aracıydı.
Demek ki puta taparlık, tanrıya ulaşma amacıyla bugünde vardır.
Dağ ve yıldız bireydirler, bireyler yok olur...
Demek ki puta taparlık, tanrıya ulaşma amacıyla bugünde vardır.
Dağ ve yıldız bireydirler, bireyler yok olur...
''Savaşa gidenleri marşlarla uğurlarken, ölenlerin ardından ağıt yakan bir dünyadır bu''
Oysa sanata kitleler yön verir gerçeklikte! Sanatçı kitlelerin arasından çıkan sözcüdür! Yarı sömürgelerde ise tam tersidir, zurnikler kitleleri yönlendirir, buyruk verir, manipüle eder, yoğurur, çobanlık yapar (o artık bir yarı tanrıdır, diliyle ayetler indirir, eliyle şifa dağıtır). Ne utanç verici bir şey. Özgür ülkelerde sanatçı temsil ettiği yığınsal düşüncenin sözcüsüdür, en ufak bir sapmada beyin lincine uğrar. Ama burada, sanatçı ağzına geleni çiğner, yığınlar marşlar...la geviş getirir! Ne sorgu vardır, ne Molla Kasım!!! Özgür ülkelerde kitleler sanatçıyı kontrol eder, denetler, sömürgelerde sanatçılar kitleleri, bakınız eşeğistan dizilerine, bakınız hababam sınıfının utançdan öte rezilliğine, aşağılık, pespaye görüntülerine, ama kitleler onun heykelini dikmek için can atarlar, laf atan olsa birbirine girerler! Kitleler sanatçı için vardır sömürgelerde, özgür ülkelerde ise sanatçı kitlenin matruşkasıdır!.. Ve İşte bu nedenle az gelişmişliğin, kölecil zihniyetin birinci kuralı!!!! Celladına ve soytarıya ölümüne bağımlılıktır!!!
Hep ileri giderek geriye dönülebilir mi, konuşmayı bilmeyen ilkel kavim yaıyı hiç biemezdi, polijen - çok cinsiyetliler, sanatçı gerçeği kendi adına değil evren adına ters yüz edebilir, peki çiçek özü yutan birinin midesinde çiçek açabilir mi...
zaman arzu doğurur, toprağında güller açsın,
Dil gökten inmez, yerde biter!!!
Kültür bugün güçlü olanın az gelişmişlere dayattığı oyuncaktır!!! Her tür egemenliğin vesilesidir!
zaman arzu doğurur, toprağında güller açsın,
Dil gökten inmez, yerde biter!!!
Kültür bugün güçlü olanın az gelişmişlere dayattığı oyuncaktır!!! Her tür egemenliğin vesilesidir!
DÜNYANIN YUVARLAK OLDUĞUNU MÜSLÜMANLAR KEŞFETMİŞ!..
Dünyanın yuvarlak olduğunu anlamayan aptallık şubesinin primatıdır. Diyelim ki düz zannettik, bu doğrudur ne yazık ki, Einstein'e sorun göreceli olarak düz olduğunu ileri sürebilirsiniz diyecektir, eliptik diyen de haklı, çünkü tam yuvarlak değil. Aslında engebeli, çok uzaktan yuvar biçimde görünüyor, yaklaştıkça yuvarlaklığı çıkıntılarla dolu. Denizleri boşaltın, yuvarlaklığı, amorf ya da asteroidimsi olur. Sonsuzda her şey... noktalaşır, yani yuvarlaktır.
Sonuç dünya yuvarlaktır, kısaca...
Dünyanın yuvarlak olduğunu anlamayan aptallık şubesinin primatıdır. Diyelim ki düz zannettik, bu doğrudur ne yazık ki, Einstein'e sorun göreceli olarak düz olduğunu ileri sürebilirsiniz diyecektir, eliptik diyen de haklı, çünkü tam yuvarlak değil. Aslında engebeli, çok uzaktan yuvar biçimde görünüyor, yaklaştıkça yuvarlaklığı çıkıntılarla dolu. Denizleri boşaltın, yuvarlaklığı, amorf ya da asteroidimsi olur. Sonsuzda her şey... noktalaşır, yani yuvarlaktır.
Sonuç dünya yuvarlaktır, kısaca...
Kim buldu, bu aptal sorusu işte, bunu kim buldu değil, kültürel anlamda bağlı bulunduğunuz otoriter kaynak kim derseniz soru doğru sorulmuş olur!
Magellan dünyanın yuvarlak olduğunu kanıtladı, Epiktetos veya Eratosthenes mi söyledi ilkönce, Galile mi... Eğer dünyanın yuvarlak olduğunu Galile bulmuşsa bu batının aptallığının kanıtı olur, çok geç kalmışlar çünkü!!!!
Egemen görüş ne o önemli, Müslümanlar uzun süre bu görüşe itibar etmemiş olabilirler, buda güzel neden, dünya yuvarlak değil çünkü, uzaktan yuvarlak görünüyor, yuvarlak çıkıntılı olur mu, öyleyse yuvarlağımsı bir topuz gibi!!!
Filan feşmekan, bunlar önemli değil, önemli olan size dünyanın yuvarlak olduğunu biz bulduk diyenlere ilanihaye biat eden öküzlerde, eğer farklı bir şey yapmaya yelteniyorsanız, size belletilen şeyleri inkar etmekle başlar her şey!..
Bunu yapabilir mi peki, ne bileyim ben, ama şu kesin, kendine öğretileni belleyerek, bir görüşe, bir kültüre, yani Batı'ya boyun eğerek ilerleyeceğini zanneden öküz, onların besin ambarı ve kültür şaklabanı olur sonuçta!!!
Sömürge olur daha doğrusu, hem İngiltere'de, hem ülkesinde İngilizin karşısında dingilizce öten öküzün medeni ya da modern veya bilimden yana tavır aldığını zannetmek, karganın, kekliğin yürümesini taklit etmeye benzer!!!
Karga taklit edeyim derken, kendi yürüyüşünü de unuturmuş!!!! Bizim öküzler işte bunu anlamıyor, anlayacağı da yok!
Çünkü dünya maalesef öküzün boynuzlarında durur ve bunu en iyi öküz bilir!!!
Bunlar zannediyor ki, batı elektriği bulmuş, bizde onların kuyruğuna takılırsak çarpmayan elektriği buluruz, öküz ne bilsin, 'el şeyine' iman edersen, hep elektrik çarpar,
Magellan dünyanın yuvarlak olduğunu kanıtladı, Epiktetos veya Eratosthenes mi söyledi ilkönce, Galile mi... Eğer dünyanın yuvarlak olduğunu Galile bulmuşsa bu batının aptallığının kanıtı olur, çok geç kalmışlar çünkü!!!!
Egemen görüş ne o önemli, Müslümanlar uzun süre bu görüşe itibar etmemiş olabilirler, buda güzel neden, dünya yuvarlak değil çünkü, uzaktan yuvarlak görünüyor, yuvarlak çıkıntılı olur mu, öyleyse yuvarlağımsı bir topuz gibi!!!
Filan feşmekan, bunlar önemli değil, önemli olan size dünyanın yuvarlak olduğunu biz bulduk diyenlere ilanihaye biat eden öküzlerde, eğer farklı bir şey yapmaya yelteniyorsanız, size belletilen şeyleri inkar etmekle başlar her şey!..
Bunu yapabilir mi peki, ne bileyim ben, ama şu kesin, kendine öğretileni belleyerek, bir görüşe, bir kültüre, yani Batı'ya boyun eğerek ilerleyeceğini zanneden öküz, onların besin ambarı ve kültür şaklabanı olur sonuçta!!!
Sömürge olur daha doğrusu, hem İngiltere'de, hem ülkesinde İngilizin karşısında dingilizce öten öküzün medeni ya da modern veya bilimden yana tavır aldığını zannetmek, karganın, kekliğin yürümesini taklit etmeye benzer!!!
Karga taklit edeyim derken, kendi yürüyüşünü de unuturmuş!!!! Bizim öküzler işte bunu anlamıyor, anlayacağı da yok!
Çünkü dünya maalesef öküzün boynuzlarında durur ve bunu en iyi öküz bilir!!!
Bunlar zannediyor ki, batı elektriği bulmuş, bizde onların kuyruğuna takılırsak çarpmayan elektriği buluruz, öküz ne bilsin, 'el şeyine' iman edersen, hep elektrik çarpar,
1789 namlı kelle kesme homofobisine yakalanmış toplumunu, devrimci diye sunan, birbirini keserek kadın erkek kuduz olup kuduran, kan içmenin şarap addedildiği, ekmek diye insan eti yenildiği, peygamberlerini çivileyen tek ırkın ahfadı olan, giyotinin mucidi, kerhane dolandırıcısını şair diye ortaya atan millet, Sartre diye nobelin parasını alıp ödülünü reddeden bir kalpazanı filozof diye yutturdular! François Villon diye bir katile şair dediler!!! Tarih boyunca, Haçlı barbarlığının Kudüs'e insan kesmeye giden; demir zırhlı şövalyelerinin ana vatanı, daha dün leğenle saraydan posasını sidiğini sokağa fırlatırken, bin yıllık hamamların diyarını, bon pour l'orient!!! diye şark diplomasına layık gören hayasız millet!!! Napolyon adında boyum uzun görünsün diye ayaklarını uzatarak oturan, emir erini De gaulle'den uzun sırıklardan seçen aşağılık duygusuyla insan eti yemeyi adet edinmiş postmodern ülke!!! Sen nehrinde intihardan başka çare bulamayan bahtsız sanatçıların frengi-stanı!!! ortaçağ kanibalizmini bugüne taşıyan, vebalı genç kızların, veremli delikanlıların sokaklarda köpeklerin yediği, göğsündeki kanserin gonca gül diye şiirlerde yer ettiği, ölülerini yakan, kimsesiz kadavraları Paris banliyölerinde aç köpeklere atan, foliberjerlerde, kırmızı fenerlerde Jan d'Ark'ı(!) çalıştıran, postundan kurtulan pençeleri Sri Lanka'ya, Moritanya'ya kadar uzanan, imansız toplum!!! Uygarlık seviyesini nükleer bomba sayısıyla, top tüfek namlusuyla, roje, parfüm adıyla, kıravat iğnesi, ayakkabı cilası, saç sakal boyasıyla ölçen, tanrının lanetine uğramış, mağara devrinden bugüne bir adım mesafe alamamış insanlığın, Kısa Pepenlerle dolu cerahatlı ülkesi!!! ÖZGÜR FRANSA!!!
Dilin kısırlığı aslında sanatçının kısırlığıdır, onun kısırlığı aslında toplumun kısırlığıdır, onun kısırlığı, yönetenlerin yönetilenlerin, seçkinlerin geçkinlerin bilumum cemaatı müslimin kısırlığıdır, giderek onu diyenlerin kısırlığıdır!!! Ressamın ağzıyla kuş tutsa, boyası ithal, bilgisi ısmarlamaysa, şairin kökünden değil, Eiffel'de güneşlenen zevattan güç alıyorsa, bindiğin arabanın şoförü şanzıman ve kardan milinin işlevini kavrayamıyorsa, sismologun deprem şampiyonluğunu kimseye bırakmıyorsa dilin kısır olmaya mecburdur. Kısacası dil kısır olmaz, dilini kısırlaştıran toplumlar vardır, bu toplumlar felsefenin alasını yapsalar kimse iplemez, her şeyini, sanatını bile dışardan alan bir toplumun hünerine kimse saygı duymaz! Hiç bir yerde nitelik atfeden olmaz, al gülüm ver gülüm biribirini alkışlayan fason, başkalarının icadı, keşfi ve becerilerinin tüketicisi, ayakçısı ve taklitçisidir onlar!!!Elalemin hünerini sergilediği ahırdır orası, yediğini içtiğini giydiğini becerilerinin geçerliliğini denediği kobayistandır, eski dillerdeki sömürgedir, manipülasyonla kapitülasyona bağlanmış yarı köle insan topluluklarıdır. Dilin zenginliği, ürettiğin şeydir, dünya uygarlığında senin payın olan, adın olan ne var!!! Çaldığın sanat, taklit ettiğin teknoloji, iç ettiğin liralar!!! Senin dilin kısır, çünkü sen hayatın hırsızısın, emekçisi, üreticisi ve yön vericisi değil! Dilin kısır olmasını istemiyorsan, tek şartı var, insan olacaksın, başkalarının ürettiğini tükettiğini, yiyen içen, taklitçi maymun değil! Dil gökten inmez, yerde biter!!! Sende başlar sende biter!!! Sen kısırsan dilin, dinin, milletin, memleketin, soyun sopun ve geleceğinde kısır olur! Her şeyin aslı budur!!! Dil sözle zenginleşmez, sözle körelir!!! Araban, uçağın, sabanın, tüfeğin, helikopterin senin değilse, sanatın, edebiyatın, resmin, müziğin sinemanda bütün bunları nereden alıyorsan ona benzer! Onu taklit eder. Hello der yazarın! Doktorun steteskop der, Mühendisin kotanjant der, Ressamın Picasso der, Müzisyenin düm teka der, Sineman tarihi filmde kol saatli artiz oynatır, Tiyatron komedyen soytarılarıyla küfür aşılayan piç sürülerinden ibarettir! Dil böyle kısırlaşır, böyle kirlenir!!!! Dışardan bir şey öğrenilmez, karşılıklı kültür alışverişi mi var bu ülkede, şair denen soytarın piçin, itin dünyada güçlü dilini Rembonun rumbada rumbasına çevirerek şiyir üstadı kesilmiş, bu şayir değil, misyoner bir köpektir, kültür hizmetkarıdır, eğer senin şiirin Fransa'da kabul görmüyor ama sen onun dandisinin ruh üşümesini şiir diye buraya ithal ediyorsan, bu bmv ve mersedesle cami avlusuna park etmeye benzer, din, dil, vatan millet memleket işte böyle kısırlaşır!!! Camiye mersedesle girenle, Fransa nın şiirinin, sanatının köpekliğine soyunarak burda monşerlik taslayan -az gelişmişliğin alınyazısı olarak- birbirinin düşmanıdır ama ALLAH KATINDA aynı kişidir!!!
İNGİLİZCEYLE FELSEFE YAPILAMAZ! Çünkü özgür dille felsefe yapılır, Afrika'da İngilizce konuşan bir sürü, sömürge, yarı sömürge statüsündeki hiç bir ülkede bir tane dünyada kabul görmüş felsefeci yetişmemiştir, Hindistan'ın hala yarı resmi dili İngilizcedir, bir tane çağdaş felsefecisi yoktur!!!
Felsefe bugün, Alman, Fransız, İngiliz dilinin ve bu üç ülkenin egemenliğinde bir uğraştır! Açın tarih kitabını felsefeci diye öğretilen, Bacon, Luther ve Voltaire'dir.
Özgür Yunan ve Roma filozoflarıdır.
Oysa yollarımızda 20 milyon gavur malı araba dolaşmasaydı, onların felsefeyi, İbni Rüşt'ten, Ali Kuşçu'dan, Yesevi'den, Hayyam'dan, Yunus'tan, Kaşgarlı Mahmut'tan, Yükneki'den, Yusuf has Hacip'den, sıkı durun Hasan Sabbah'tan ve Hitit, Sümer tabletlerinden öğrendiğini anlatan kitaplarımız olacaktı! Ayrıca ege uygarlıkları rehberde olabilecekti!
Bugün bu toprakların hiçbirinde felsefeci yokmuş gibi sanıyoruz, bu kadar aşağılık bir düşünce olabilir mi, felsefe tropikal bir kuş değil ki, bölgesi olsun, Gogol'un paltosundan çıktık diyenler, batı edebiyatının binbir gece masallarından çıktığını bilmiyor, hayır olamaz!
Peki felsefe neden sadece batıda oluyor! Bu olur mu, olur diyen ağzındaki afyonu çıkarsın!
Kültür bugün güçlü olanın az gelişmişlere dayattığı oyuncaktır!!! Her tür egemenliğin vesilesidir!
Osmanlıcayı bilmemiz şart, neden, o dilin kültürünü bilmiyoruz, bu ihanettir, ama Latince gibi ehil çevirmenler olması için şart bu dil, ana dilimiz Osmanlıca olsun diye değil, bir ülkenin yüz yıl önceki geniş tebaasının üst dili, birleştirici ve sembolik bir dil olsa da, bunu 3 kişi biliyorsa bu ihanettir!
Bu kültürü bugünkü dile aktaran aydınların olabilmesi için bu dil öğrenilmelidir, bu dili öğrenirsek Araplaşırız korkusu kişiliksiz ve onursuz toplumlara özgüdür, bugün herkes İngilizce biliyor gene kişiliğin yok, dilin Arapça olsa gene yok!
Neden Türkçe'de bir felsefe yapamadığından değil, dünya uygarlığına sana özgü katkın olmadan, fason, yani başkasının malının, kültürünün, teknolojisinin gönüllü kullanıcısı ve özgür köleleri sıfatıyla yaşayan vatandaş topluluğu olduğun için!
Felsefe dille yapılmaz, çağdaşlık ve gelişmişlikte payı, katkısı olmayan ülkeler felsefe yapamaz, kabul görmez, Ferrarisini Satan Bilge'ye ancak kulak verirler, neden; başkasının eşeği ıslıkla aranır, oda senin böyle yaptığını bilir! Sen 'yiyin gari' diye reklam yapan bir toplumsun, düşünce sana göre değil, yediğinde gavur maması!!!
Senin olmayan eşekle, ayada çıksan, senin olmayan ferrariyle ayeti kerimelerde uydursan dinleyen olmaz, felsefe senin olmayan zeminin üzerinde yükselemez, sadece egemen olanındır felsefe yapma hakkı! Sen neyin felsefesini yapacaksın, hazır yiyin, giyin ve hindi gibi düşünün! felsefesi olur bu! Gülünç bile olamaz!
Senin felsefen, başkasının forduyla, trafik kazası şampiyonu olmana yarar, bu mantaliteden felsefe çıkması, dünyamız için anomalidir, utançtır, Leibniz, 'olabilecek en iyi dünyada yaşıyoruz' demiş, kıyameti çağırma yani!!!
Uzun lafın kısası şudur ki, ithalatı, ihracatını katlayan hiç bir ülkenin felsefesi olamaz, bugün Araplarda da, Hindularda da, Latin Amerikalılarda da felsefeci yok, olamaz da, sattığından fazlasını alan ülke artık gizli sömürge çağımızda, bu durumda sömürülen, egemene AKIL öğretebilir mi!!!
Dili kutsal kitaplardaki, Allah'ın dili olsa bile!!!
Bugün literatürde kayda geçen kaç sanatçın var, bir elin parmaklarını geçmez, ama batının tavuk üreticisi ressam geçiniyor kaynaklarda, neden, 'İngilizim, doğruyum, çalışkanım' ondan! Altı kaval, üstü şişhane, maval değil yani!!!
Yeterince anlatamadım! Olacağı bu!..
İNGİLİZCEYLE FELSEFE YAPILAMAZ! Çünkü özgür dille felsefe yapılır, Afrika'da İngilizce konuşan bir sürü, sömürge, yarı sömürge statüsündeki hiç bir ülkede bir tane dünyada kabul görmüş felsefeci yetişmemiştir, Hindistan'ın hala yarı resmi dili İngilizcedir, bir tane çağdaş felsefecisi yoktur!!!
Felsefe bugün, Alman, Fransız, İngiliz dilinin ve bu üç ülkenin egemenliğinde bir uğraştır! Açın tarih kitabını felsefeci diye öğretilen, Bacon, Luther ve Voltaire'dir.
Özgür Yunan ve Roma filozoflarıdır.
Oysa yollarımızda 20 milyon gavur malı araba dolaşmasaydı, onların felsefeyi, İbni Rüşt'ten, Ali Kuşçu'dan, Yesevi'den, Hayyam'dan, Yunus'tan, Kaşgarlı Mahmut'tan, Yükneki'den, Yusuf has Hacip'den, sıkı durun Hasan Sabbah'tan ve Hitit, Sümer tabletlerinden öğrendiğini anlatan kitaplarımız olacaktı! Ayrıca ege uygarlıkları rehberde olabilecekti!
Bugün bu toprakların hiçbirinde felsefeci yokmuş gibi sanıyoruz, bu kadar aşağılık bir düşünce olabilir mi, felsefe tropikal bir kuş değil ki, bölgesi olsun, Gogol'un paltosundan çıktık diyenler, batı edebiyatının binbir gece masallarından çıktığını bilmiyor, hayır olamaz!
Peki felsefe neden sadece batıda oluyor! Bu olur mu, olur diyen ağzındaki afyonu çıkarsın!
Kültür bugün güçlü olanın az gelişmişlere dayattığı oyuncaktır!!! Her tür egemenliğin vesilesidir!
Osmanlıcayı bilmemiz şart, neden, o dilin kültürünü bilmiyoruz, bu ihanettir, ama Latince gibi ehil çevirmenler olması için şart bu dil, ana dilimiz Osmanlıca olsun diye değil, bir ülkenin yüz yıl önceki geniş tebaasının üst dili, birleştirici ve sembolik bir dil olsa da, bunu 3 kişi biliyorsa bu ihanettir!
Bu kültürü bugünkü dile aktaran aydınların olabilmesi için bu dil öğrenilmelidir, bu dili öğrenirsek Araplaşırız korkusu kişiliksiz ve onursuz toplumlara özgüdür, bugün herkes İngilizce biliyor gene kişiliğin yok, dilin Arapça olsa gene yok!
Neden Türkçe'de bir felsefe yapamadığından değil, dünya uygarlığına sana özgü katkın olmadan, fason, yani başkasının malının, kültürünün, teknolojisinin gönüllü kullanıcısı ve özgür köleleri sıfatıyla yaşayan vatandaş topluluğu olduğun için!
Felsefe dille yapılmaz, çağdaşlık ve gelişmişlikte payı, katkısı olmayan ülkeler felsefe yapamaz, kabul görmez, Ferrarisini Satan Bilge'ye ancak kulak verirler, neden; başkasının eşeği ıslıkla aranır, oda senin böyle yaptığını bilir! Sen 'yiyin gari' diye reklam yapan bir toplumsun, düşünce sana göre değil, yediğinde gavur maması!!!
Senin olmayan eşekle, ayada çıksan, senin olmayan ferrariyle ayeti kerimelerde uydursan dinleyen olmaz, felsefe senin olmayan zeminin üzerinde yükselemez, sadece egemen olanındır felsefe yapma hakkı! Sen neyin felsefesini yapacaksın, hazır yiyin, giyin ve hindi gibi düşünün! felsefesi olur bu! Gülünç bile olamaz!
Senin felsefen, başkasının forduyla, trafik kazası şampiyonu olmana yarar, bu mantaliteden felsefe çıkması, dünyamız için anomalidir, utançtır, Leibniz, 'olabilecek en iyi dünyada yaşıyoruz' demiş, kıyameti çağırma yani!!!
Uzun lafın kısası şudur ki, ithalatı, ihracatını katlayan hiç bir ülkenin felsefesi olamaz, bugün Araplarda da, Hindularda da, Latin Amerikalılarda da felsefeci yok, olamaz da, sattığından fazlasını alan ülke artık gizli sömürge çağımızda, bu durumda sömürülen, egemene AKIL öğretebilir mi!!!
Dili kutsal kitaplardaki, Allah'ın dili olsa bile!!!
Bugün literatürde kayda geçen kaç sanatçın var, bir elin parmaklarını geçmez, ama batının tavuk üreticisi ressam geçiniyor kaynaklarda, neden, 'İngilizim, doğruyum, çalışkanım' ondan! Altı kaval, üstü şişhane, maval değil yani!!!
Yeterince anlatamadım! Olacağı bu!..
hıristiyan müslüman çatışması algısı var, yer değiştirin! abbasi ve emevi zamanında durum tersiydi, dünya çatışmadan kurtulamıyor sorun bu, abd birgün mezarlığa dönüşebilir, çatışma sürecekse ne değişir, mağaradan çıkmışız, kimin çorabı güzel, kimin tabancası çok, kim botoks yaptırmış, kim paralı, kimin sarayı var, 'insan' olma noktasında nitelemeler ve geçerli referanslar hala bunlar, Tanrı'ya soruyorum, yarattığın Adem, mağaradan çıkmış ama hala bir adım daha atabilmiş değil, postuna, kürküne, yüzüğüne, parasına, kıravatına ve nükleer silahına bakarak uygarlık katsayısını hesaplıyor, ya Tanrı'da bir kusur var, ya oğlunda imal hatası!!!
yeşil bir kuyruklu yıldız Lovejoy gibi
Nobelin parasını alıp madalyasını denize atan Sartre, saray paparazzisi Sekspir, genelev türkücüsü Bodler, intihar edelim deyip önce karısını katledip işi garantiye alan, ödlek Stephan Zweig (bu adam hakkaten hayasız biridir) ve Sylvie Plath'ın manevi katili, şairliğini tek başına sürdürürse, süper şiyirci manda olacağını zanneden, saray soytarısı Ted Hughes'da kalıbı beş para etmez kalpazalardandır! İnsanlık, sanatçı deyip, gözünü kapamayı, şair deyip yılışmayı bırakmalıdır. Stephan Zweig önce karısını öldürüp, bir katil olarak bu dünyadan gitmeyi yeğleyen KÖPEKTİR!!! Batı aile ve eş ilişkilerinde doğudan çok daha korkunç bir otoriterlik taslar ve Dali, Picasso gibi maskülen pezevenkler eşlerinin gözü önünde sevgilileriyle yaşamışlar, parayla kadınların ruhunu satın almakta bir beis görmemişlerdir. Bizde bu konularda cıyaklayıp duran ve batıyı kutsayan sanatçı şerefsiz ve batının gerçeklerini aktarmakatan ödü kopan bir satılmış piç bizi de alabildiğine abartıp, tıpkı Picasso'nun yaptığı gibi diğerlerinin gözü önünde aşağılayan hayasız bir köpektir. Teşhir edin o tasmalı köpekleri!!!
öyleki batının seri katili Karın deşen Jack öyle azılı bir kadın düşmanıydı ki kurbanlarının diri diri iç organlarını çıkartıyor, kadın ancak böyle masum (bakire) sayılabilir diyor ve ölen kurbanına ondan sonra tecavüz ediyordu. Tüm doğu henüz böyle bir sapkın ve böyle bir cani yetiştiremedi henüz. Ne var ki batı doğunun tasmalı köpeklerine bunları şirin birer roman kahramanı gibi sunabilmekte son derece mahirdir. Çünkü karşısında onlara sevdalı eşşek sürüleri olduğunu bilir. Batıda kedi eti yiyen milletler vardır, evcil hayvan kemirgenidirler, annesini kesip yiyen, buzdolabında sevgilisinin etini aylarca antrikot niyetine bekleterek yiyen sayısız cani vardır. Batı kendini bilir bizim batı sevdalısı, sanatçı edebiyatçı ahlaksızlardır batının imajını değiştiren, o köpekleri de teşhir edin!!! Onlar batının maskarası olunca şöhret olacağını zanneder, içlerinde 1 tane it yoktur ki batı kendi elleriyle bizim piçi yükseltsin, ikincı sınıf çığırtkan, beşinci sınıf romancı, hikayatçı! olarak sürünür hepsi, birbirine bonjur diyen................olarak!!! Celladına bağımlı köpek ancak bu kadar ve ancak şarkta olur!!!
Charlie Hebdo olayında komplo teorisi ve olasılıklar , olay yeri Fransa, ölenler Fransız, vuranlar Fransız, silahlar Fransız, kaçarken bindiği araba Fransız, değiştirdiği araba Fransız, saklandığı ev Fransız, yaşadığı ev Fransız, konuştuğu dil Fransız, düşündüğü dil Fransız, haberi veren basın Fransız, iddialar Fransız, iddialara Fransız kalanlar ya da Fransız kalmayanların ortak iddiasıysa bu Fransız değil bir Muhammed olayıdır!!! Bilimsel verilere göre bu bir manipülasyon, ...göz bağcılık, hegemonik format, beyin kirlenmesi, zihinde 'kurt deliği' açmak, hipnotizma, kültür cinciliği, halüsinasyon, medyatik abluka (gerçek sana dayatılandır), kitlesel ensest (suçluyu sürekli kendi içinde arama fobisi), korteks tecavüzü (pavlov deneyi gibi, koşullandırma) ve gerçeği hurafeyle değiştirme zenaatıdır!.. Hangisi uyuyorsa beğenin!!! Bir ihtimal daha var, Mossad sendromu! Fransa, bir ay önce Filistin devletini tanıdı!!!
dış mihrak mı sadece, iç savaş sendromu yok mu, köy basma, kitap yakma, nüfus cüzdanında yazan kağızman ın harflerine göre tavır alma, külliyen diyorum olaya bakış, matem tutma ve tavır alma, buda abartılı bence, işid kelle kesiyor, lanet okuyoruz, hayır kimin kellesi bu, adı ne, annesi kim, ağlayalım ya da tavır alalım, o kelleyi kesenin cellatlığıyla ilgilendik, kimin kellesi merak eden olmadı, önemi yoktu, çünkü cellada yönelik amaç taşıyordu haber, sen haksızsın demiyorum, toplayalım yazılanları düşünceler sergilensin, sadece tek yanlı bakılmasın, o dergi dikkat ettim İsa'yıda aşağılamış, gazel o kadar çok ki dünyada, nereye bakacağız, enbiyalar tarihi ibretlik meselle dolu, peygambere tükürüp dişini kıranları öldürecek oluyor Hamza, dur diyor o, nefsine hakim olamadı elini kana buladı peygamberiniz derler diyor, buna göre hepimiz cennetliğiz, ama sonuç şu, yas tutarak, kararlar vererek hiç bir yere varamıyoruz, Mossad yaptı demek komik, sadece masalların içinde vicdan operetiyle, sunulan varyeteyi hangi kumpanya düzenliyor, huylandırıyor insanı yani, gerçek her yerde!!! Sonuç 1 adet!!! islamcılar yaptı, İsa'yı batılı general paulus, 33 yerinden çivileyerek akbabalara yem etti!! ömrünün her yılına bir çivi!! kendi peygamberlerini öldüren tek toplum!!! düşünüyorum sadece. est yani!
Benim gözlemim şu, siyaset kesinlikle insanları ayrıştıran bir şey, düşmanlaşıyorlar, sanat biraz daha birleştirici, ama sanatın iktidarı olsa belki oda aynı sona doğru koşan bir nene dönüşecek, çözüm yok!.. En iyi birleştirici toprak! Doğun! yok olmak için savaşın! bir şekilde ölün! Doğun! yok olmak için savaşın! bir şekilde ölün! Formül bu, öldüğümde formülü baştan sona uygulayabilen ötekilerden biri olarak kendimi alkışlamaya vaktim olmayacak! Üzgünüm. Gene de siyasetle ilgili düşüncelerimin hepsini inkar ediyorum ve insanın bu dünyada mezarının olması bile onu en büyük günahkar yapmaya yeter diyorum ve şu yazılanların bile bir egoya dönüşmesinden dolayı kendimden utanıyorum.
ruhum gölgen olsun ve hiçliğin yokluğundaki düşüm ol...
Benim gözlemim şu, siyaset kesinlikle insanları ayrıştıran bir şey, düşmanlaşıyorlar, sanat biraz daha birleştirici, ama sanatın iktidarı olsa belki oda aynı sona doğru koşan bir nene dönüşecek, çözüm yok!.. En iyi birleştirici toprak! Doğun! yok olmak için savaşın! bir şekilde ölün! Doğun! yok olmak için savaşın! bir şekilde ölün! Formül bu, öldüğümde formülü baştan sona uygulayabilen ötekilerden biri olarak kendimi alkışlamaya vaktim olmayacak! Üzgünüm. Gene de siyasetle ilgili düşüncelerimin hepsini inkar ediyorum ve insanın bu dünyada mezarının olması bile onu en büyük günahkar yapmaya yeter diyorum ve şu yazılanların bile bir egoya dönüşmesinden dolayı kendimden utanıyorum.
ruhum gölgen olsun ve hiçliğin yokluğundaki düşüm ol...
kitlesel ensest (suçluyu içinde arama psikozu), toplumsal ötenazi (toplu güdülenim), korteks tecavüzü (medyatik abluka) ve Kanada'nın ata sporu Lakros
hangi milyonlarca yıl önceki zamanda, oksijen okyanuslarda, etkin bir yoğunluğa ulaştı da, canlılarca kullanılmaya başladı ve ufukta insanlığın trajedisi de görünür oldu..
kedi sahibini yiyerek çevre temizliği yapan tek hayvandır! sadece 32. kattan düşerse ölürler, kedileri tanrı ilan eden firavunun öldüğü yaş! edgar allan poe evinin duvarına kedi gömmüş ve vicdan azabını bir öyküde dile getirerek günah çıkartmıştır, kedi tavanda pençeleriyle durabilir (şahidim), kır kedileri yalnız yaşar ve zorda kalınca yavrularını yiyerek beslenir. kedi seven insanlar kedilerin tam aksi karaktere sahiptir ve kendilerinde olmayan hassaları kıskançlıkla gözlerler ve kedide olmaya sadakatleri onları kederli yaratıklar yapar!..
Ulus Fatih BU TÜR KEDİNİN BENEKLERİNDE TANRININ SIRRINI ARAYAN BİR ADAM ONU BULUR VE BİR KEDİ KADAR KETUMLAŞARAK BU SIR BANA BAŞKASINA FISILDIYAYIM DİYE VERİLMİŞ OLAMAZ DER VE HAİNCE ÖLÜR. KEDİNİN LANETİDİR BU, KEDİ GETİRİSİ OLMAYAN HAYIRSIZ TEK HAYVANDIR!!!! hırsıza sırnaşarak onunla gittiğini gören var ked, eski zamanların vampir şeklinde çizilen hayvanı, Adem'i bile cennetten kovan yılanı bile çaresiz bırakan dünyanın dilsiz şeytanıdır.
EFSUN
(Muallâka)
I
Gece gel. Gabit ovasının dört tarafında çamura batan, bataklık hayvanları gibi, ada soğanları gibi, içime gir. Kök sal orada. Yemenlinin satmak için yükünü yere indirdiği deve gibi köpür. Çoban aldatan kuşu gibi çınla tan atımında. Haykır. Ih sonra. El-Müceymir'in güneşte parlayan doruğu gibi parlasın kının kılıcı. Serapta kar düşleri gibi olsun. Tir tir titresin tenim. Bir kirman gibi dönesin. Bir kabile reisi, sağanak bir yağmur gibi üstüme gel. Sebir dağı gibi çalkan rüzgârda. Sonunda Teyma'da yüklü, bir hurma dalı gibi silkineyim. Sakinleşip öleyim.
II
Yağmurunun serpintileri, El- Kannan dağına düşer gibi, dağ keçilerini ürkütüp kaçırdı. İri meşeleri kökünden söktü. Kuteyfe'yi yerle bir etti. Bir bulut gibi, Katan'ı, El- Sitar'ı, Yezbul dağını neredeyse örttü. Daric ile El- Uzeyb o bulutu ne kadar beklediler bilsen. Işık kaman, bükülü fitilleri bile aydınlatıyor, rahip lambası gibi aydınlık saçıyor. El çırpan bir şimşek gibi patlıyor. Eyeri üzerinde, gemi azıya almış süvarim. Gözüm üstüne takılırken, diğer gözüm aşağıya bakmaktan kendini alamıyor. Onun gizine ermekte, etim yetersiz kalıyor.
III
Vücudun nasılda terli, bu kayışkanlık sürünün erkekleri ve dişileri için yeterli. Gerdanlığım, amcalarım dayılarım değerinde boyunduruğun olsun. Devar putu gibi, uzun etekli kızlar, yaban sığırı sürülerin olsun. Dişlerin incilerin. Av hayvanlarının kanı, göğsünün kınasıdır. İki art ayaklarının arasını, yere değen yahşi tüylerin, gür kuyruğun örtüyor. Sen ceylan böğrü gibisin; deve kuşundan bacakların. Kurt gibi birden bire koşar, tilki yavrusu gibi dönenirsin. Tay gibi sekişlisin, çift atarsın. Göğsünün hırıltısı, kişnemelere eş. Gürbüz uyluğun sırtının keçesi, pürüzsüz sert kayada yağmurun neşesidir. Gelgitin aslanın kükremeleridir.
IV
Kısacık tüylü kuş yavrularısın. Ektiğim ama biçemediğim sen. Bir kurt gibi ulursun oracığımda. El Ayr vadisinin, yeşil çayırlarının kumarı gibisin. Cennetlik kuma. Omuzların su tulumları. Gecem benim. Yıldızların, keten çiçeklerine bağlanmış düşler gibidir. Karanlıklar ışığını bekler, sabahım geceni. Onun kasveti, boynunu uzatır, göğsünü şişirir. Beni sınamak için üzünç ve kederlerin üstüme gelir. Yurdunun kirpikleri ateş oku gibidir. Denizin dalgalarısın. Beni kınayan ve vazgeçmemi öğütleyenlerden ne olur uzak dur.
V
Aşktan gözleri kör olanlar vazgeçti de, benim gönlüm deli divane. Entarin beni tanır. Yüzünün parlaklığı rahiplerin çırasıdır. Zaby tepesinin ak çiçekleri ve İshir otlarının dalları eşimiz. Güneş yükselene dek uyuyanımsın. Ay çıkanda delirenim, uluyanım, kuduranım. Miskler içinde önlük takıp, kuşak bağlayanım. Örük saçın sularda yüzer. Bacakları hurma dalı gibi çevik, sımsıkı. Zülüfleri ta yukarılarda, kurdeleli olanım. Hurma salkımı gibi, cennet kömürü gibidir, o simsiyah saçların.
VI
Boynu beyaz ahu. Evrenin ötesi. Örtünü, geceliğini çıkar, mahremin ay ışığıdır. Ziynetlerin aşığı. Çıldıranım. Vecre'nin güzel yüzünü bir saklayıp, bir gösteren, ürkek bakışlı, yavru ceylanım. Sedeflerin içindeki incilerden sarımsın. İnce belli, gerdanı aynalımsın. Oymağın sınırlarındaki dalgalı kumsal, ıssız tepeler bizi kucağına alsın. Nakışlı harmanin eteklerini sürüyüp, izimizi sürsün. Azgınlığım, aşırılığım seni vazgeçilmez kılsın.
VII
Ülker yıldızı, parıldayan taşlarla süslü kuşağını görünce, gök kubbede, nice muhafızları pusuya düşürebilseydi, seni öldürmeye azmetmiş oymakları aşardı ve yine çadırına girmesi umulmayan, gün yüzü görmemiş, nice zümrüt ahuyla gönlümü eyledim ben. Gözlerim, aşkımla param parça olmuş kalbime, oklarını saplamak için yaş dökmekte . Nöbetçiler bizi beklemekte. Kalbini kalbimden çıkaramazsın. Senin aşkın uğruna ölmem ve ne emredersen onu yerine getirmem, seni böyle şımarttı. Ey irem bağı, Fatıma!.. Bırak artık nazlanmayı…
VIII
Bir gün, o sevgili kum tepesinin üzerinde, yüz vermeyip ayrılacağım diye yemin ettin. Aşkın müziğinin tınlamalarına yemin ettin. Ecele ve kadere yemin ettin. Ki o emzikli kadın, bir yarısıyla çocuğunu emzirirken, diğer yarısını coşkuyla bana sunuyordu. Dağlardan küheylan iniyordu. Senin gibi nice gebe ve emzikli kadınların kapısını çalmış, henüz bir yaşına basmış, nazarlıklı yavruları alıkoyup, efsunlamıştı o...
IX
Yürü ve devenin yularını kendi haline bırak; beni de meyvelerini devşirme zevkinden alıkoyma... Mahfe kayıp da, ikimizi birden yan yana yatırınca bana; “Devemi yaraladın çarkı felek, in aşağı!” demişti ve mahfeye, Uneyze’nin mahfesine girdiğim o gün: “Yazıklar olsun sana, beni yaya bırakacaksın pars çiçeği!'' demişti.
X
Genç kızlar, Mor Afrem zambağını, kızaran gülleri birbirlerine sunup durdular. Sapları iyi bükülmüş, beyaz ipeği andırıyordu. Kutsal ruhun benderi gibiydiler. Onlara adaklar adadığım bolluk günleri… Geri de kalan miskleri develere yüklemem ne hoştu! Hey gönül kuşu, sen o sevgililerle nice günler geçirdin. Özellikle de Daretu Culcul’da geçirdiğin günler. O ikisine duyduğum aşktan dolayı göz yaşım, göğsüme doğru sel gibi akmış, kılıcımın askısını bile ıslatmıştı!.. Aşkım göl incileridir.
XI
Benim şifam durmasız gözyaşı dökmektir ama silinip giden izlerin yanında inleyişler neye yarar? Kalktıklarında her ikisinden de obaya, karanfil kokuları getiren, sabâ rüzgarlarının esişi gibi kokular yayılmıştı. Senin bu sevgiline göz yaşların, tıpkı bundan önce Me’sel Dağındaki Ummu’ul Huveyris ve komşusu Ummu’r Rebab’ı sevdiğinde uğradığın akıbet gibidir. Benim şifam bol bol gözyaşı dökmektir ama secdederken sevilmektir.
XII
Arkadaşlarımsa, orada bineklerinin üzerinde çevremi sararak: “Kendini üzüntüyle helak etme, metin ol” diyorlar. Göçlerini yükledikleri günkü ayrılık sabahında, yörenin deve dikeni ağaçlarının yanında, melekler gibi inciler döküyorduk. Sevgilinin yurdunun geniş alanlarında ve oradaki su birikintilerinde yürek yakan ceylanların, bulut cevheri gibi elemli gölgeleri görünürdü ki, dünya ahreti adeta budur.
XIII
Tudih ve El-Mikrat’a kadar uzanan, güney ve kuzey rüzgârlarının dokuması sayesinde, henüz izleri silinmemiş olan ''Emel Denizleri''ne ağlıyorum şimdi. Durun, bekleyin, sevgilinin ve onun El-Dahul ile Havmel arasındaki Sıktu’l Liva’da bulunan yurdunun anısına hıçkırıyorum artık. Ruhların Göçlerini, Elem Denizlerini ve Keder Gökleri'nde olan biteni kimse bilemez ki...
LİSYANTUS
Ulus Fatih BU TÜR KEDİNİN BENEKLERİNDE TANRININ SIRRINI ARAYAN BİR ADAM ONU BULUR VE BİR KEDİ KADAR KETUMLAŞARAK BU SIR BANA BAŞKASINA FISILDIYAYIM DİYE VERİLMİŞ OLAMAZ DER VE HAİNCE ÖLÜR. KEDİNİN LANETİDİR BU, KEDİ GETİRİSİ OLMAYAN HAYIRSIZ TEK HAYVANDIR!!!! hırsıza sırnaşarak onunla gittiğini gören var ked, eski zamanların vampir şeklinde çizilen hayvanı, Adem'i bile cennetten kovan yılanı bile çaresiz bırakan dünyanın dilsiz şeytanıdır.
(Muallâka)
I
Gece gel. Gabit ovasının dört tarafında çamura batan, bataklık hayvanları gibi, ada soğanları gibi, içime gir. Kök sal orada. Yemenlinin satmak için yükünü yere indirdiği deve gibi köpür. Çoban aldatan kuşu gibi çınla tan atımında. Haykır. Ih sonra. El-Müceymir'in güneşte parlayan doruğu gibi parlasın kının kılıcı. Serapta kar düşleri gibi olsun. Tir tir titresin tenim. Bir kirman gibi dönesin. Bir kabile reisi, sağanak bir yağmur gibi üstüme gel. Sebir dağı gibi çalkan rüzgârda. Sonunda Teyma'da yüklü, bir hurma dalı gibi silkineyim. Sakinleşip öleyim.
II
Yağmurunun serpintileri, El- Kannan dağına düşer gibi, dağ keçilerini ürkütüp kaçırdı. İri meşeleri kökünden söktü. Kuteyfe'yi yerle bir etti. Bir bulut gibi, Katan'ı, El- Sitar'ı, Yezbul dağını neredeyse örttü. Daric ile El- Uzeyb o bulutu ne kadar beklediler bilsen. Işık kaman, bükülü fitilleri bile aydınlatıyor, rahip lambası gibi aydınlık saçıyor. El çırpan bir şimşek gibi patlıyor. Eyeri üzerinde, gemi azıya almış süvarim. Gözüm üstüne takılırken, diğer gözüm aşağıya bakmaktan kendini alamıyor. Onun gizine ermekte, etim yetersiz kalıyor.
III
Vücudun nasılda terli, bu kayışkanlık sürünün erkekleri ve dişileri için yeterli. Gerdanlığım, amcalarım dayılarım değerinde boyunduruğun olsun. Devar putu gibi, uzun etekli kızlar, yaban sığırı sürülerin olsun. Dişlerin incilerin. Av hayvanlarının kanı, göğsünün kınasıdır. İki art ayaklarının arasını, yere değen yahşi tüylerin, gür kuyruğun örtüyor. Sen ceylan böğrü gibisin; deve kuşundan bacakların. Kurt gibi birden bire koşar, tilki yavrusu gibi dönenirsin. Tay gibi sekişlisin, çift atarsın. Göğsünün hırıltısı, kişnemelere eş. Gürbüz uyluğun sırtının keçesi, pürüzsüz sert kayada yağmurun neşesidir. Gelgitin aslanın kükremeleridir.
IV
Kısacık tüylü kuş yavrularısın. Ektiğim ama biçemediğim sen. Bir kurt gibi ulursun oracığımda. El Ayr vadisinin, yeşil çayırlarının kumarı gibisin. Cennetlik kuma. Omuzların su tulumları. Gecem benim. Yıldızların, keten çiçeklerine bağlanmış düşler gibidir. Karanlıklar ışığını bekler, sabahım geceni. Onun kasveti, boynunu uzatır, göğsünü şişirir. Beni sınamak için üzünç ve kederlerin üstüme gelir. Yurdunun kirpikleri ateş oku gibidir. Denizin dalgalarısın. Beni kınayan ve vazgeçmemi öğütleyenlerden ne olur uzak dur.
V
Aşktan gözleri kör olanlar vazgeçti de, benim gönlüm deli divane. Entarin beni tanır. Yüzünün parlaklığı rahiplerin çırasıdır. Zaby tepesinin ak çiçekleri ve İshir otlarının dalları eşimiz. Güneş yükselene dek uyuyanımsın. Ay çıkanda delirenim, uluyanım, kuduranım. Miskler içinde önlük takıp, kuşak bağlayanım. Örük saçın sularda yüzer. Bacakları hurma dalı gibi çevik, sımsıkı. Zülüfleri ta yukarılarda, kurdeleli olanım. Hurma salkımı gibi, cennet kömürü gibidir, o simsiyah saçların.
VI
Boynu beyaz ahu. Evrenin ötesi. Örtünü, geceliğini çıkar, mahremin ay ışığıdır. Ziynetlerin aşığı. Çıldıranım. Vecre'nin güzel yüzünü bir saklayıp, bir gösteren, ürkek bakışlı, yavru ceylanım. Sedeflerin içindeki incilerden sarımsın. İnce belli, gerdanı aynalımsın. Oymağın sınırlarındaki dalgalı kumsal, ıssız tepeler bizi kucağına alsın. Nakışlı harmanin eteklerini sürüyüp, izimizi sürsün. Azgınlığım, aşırılığım seni vazgeçilmez kılsın.
VII
Ülker yıldızı, parıldayan taşlarla süslü kuşağını görünce, gök kubbede, nice muhafızları pusuya düşürebilseydi, seni öldürmeye azmetmiş oymakları aşardı ve yine çadırına girmesi umulmayan, gün yüzü görmemiş, nice zümrüt ahuyla gönlümü eyledim ben. Gözlerim, aşkımla param parça olmuş kalbime, oklarını saplamak için yaş dökmekte . Nöbetçiler bizi beklemekte. Kalbini kalbimden çıkaramazsın. Senin aşkın uğruna ölmem ve ne emredersen onu yerine getirmem, seni böyle şımarttı. Ey irem bağı, Fatıma!.. Bırak artık nazlanmayı…
VIII
Bir gün, o sevgili kum tepesinin üzerinde, yüz vermeyip ayrılacağım diye yemin ettin. Aşkın müziğinin tınlamalarına yemin ettin. Ecele ve kadere yemin ettin. Ki o emzikli kadın, bir yarısıyla çocuğunu emzirirken, diğer yarısını coşkuyla bana sunuyordu. Dağlardan küheylan iniyordu. Senin gibi nice gebe ve emzikli kadınların kapısını çalmış, henüz bir yaşına basmış, nazarlıklı yavruları alıkoyup, efsunlamıştı o...
IX
Yürü ve devenin yularını kendi haline bırak; beni de meyvelerini devşirme zevkinden alıkoyma... Mahfe kayıp da, ikimizi birden yan yana yatırınca bana; “Devemi yaraladın çarkı felek, in aşağı!” demişti ve mahfeye, Uneyze’nin mahfesine girdiğim o gün: “Yazıklar olsun sana, beni yaya bırakacaksın pars çiçeği!'' demişti.
X
Genç kızlar, Mor Afrem zambağını, kızaran gülleri birbirlerine sunup durdular. Sapları iyi bükülmüş, beyaz ipeği andırıyordu. Kutsal ruhun benderi gibiydiler. Onlara adaklar adadığım bolluk günleri… Geri de kalan miskleri develere yüklemem ne hoştu! Hey gönül kuşu, sen o sevgililerle nice günler geçirdin. Özellikle de Daretu Culcul’da geçirdiğin günler. O ikisine duyduğum aşktan dolayı göz yaşım, göğsüme doğru sel gibi akmış, kılıcımın askısını bile ıslatmıştı!.. Aşkım göl incileridir.
XI
Benim şifam durmasız gözyaşı dökmektir ama silinip giden izlerin yanında inleyişler neye yarar? Kalktıklarında her ikisinden de obaya, karanfil kokuları getiren, sabâ rüzgarlarının esişi gibi kokular yayılmıştı. Senin bu sevgiline göz yaşların, tıpkı bundan önce Me’sel Dağındaki Ummu’ul Huveyris ve komşusu Ummu’r Rebab’ı sevdiğinde uğradığın akıbet gibidir. Benim şifam bol bol gözyaşı dökmektir ama secdederken sevilmektir.
XII
Arkadaşlarımsa, orada bineklerinin üzerinde çevremi sararak: “Kendini üzüntüyle helak etme, metin ol” diyorlar. Göçlerini yükledikleri günkü ayrılık sabahında, yörenin deve dikeni ağaçlarının yanında, melekler gibi inciler döküyorduk. Sevgilinin yurdunun geniş alanlarında ve oradaki su birikintilerinde yürek yakan ceylanların, bulut cevheri gibi elemli gölgeleri görünürdü ki, dünya ahreti adeta budur.
XIII
Tudih ve El-Mikrat’a kadar uzanan, güney ve kuzey rüzgârlarının dokuması sayesinde, henüz izleri silinmemiş olan ''Emel Denizleri''ne ağlıyorum şimdi. Durun, bekleyin, sevgilinin ve onun El-Dahul ile Havmel arasındaki Sıktu’l Liva’da bulunan yurdunun anısına hıçkırıyorum artık. Ruhların Göçlerini, Elem Denizlerini ve Keder Gökleri'nde olan biteni kimse bilemez ki...