30 Mayıs 2019 Perşembe


NOAH
Platinyum tabanlı bir levhada gizlenmiş safir diskin, sakladığı bilgiler gibi ulaştığımız, mitolojik çağlarda, kanla sulanmış, iğrenç, mermer bir sunağa, boylu boyunca uzanmış bir kurbanın düşünü görüyormuş gibi, yarı karanlıkta, uyku tutmadığı için, bilmediğim bir dilde sayıklıyor, yatağımda dönüp duruyordum. Tan atımına yakın dalıp gittim sanırım, düş içinde düş görüyor gibiydim, evrendeki yıldız tozlarının içinde, uçsuz bucaksız bir foton denizine uzanmıştım sanki, geçmiş çağların içinden gelmiş gibi biri, mazurkalı, dev gibi bir adam, başımda dikilmiş, ha bire yaşamını anlatıyordu. Bir ölü gibi kalpağı yana yatmış, ama kendisi dimdikti, ağzı açılıyor ama sesi çıkmıyor, oda da dolaşır gibi kıpırdanıyorsa da, yer değiştirmiyor, hiç hareket etmiyordu, gerçekte ölü olan yoksa ben miydim diyordum, bütün bu sanrılara kapıldığım, cehennemin kapısında olduğumu sandığım için, yaşıyor olamam diye düşünüyordum, başımda dikilen adam, yaşamındaki yengi ve yenilgilerini, kavga ve mutluluklarını, başardıklarını, geride kalan idealler ve düş kırıklıklarını anlattı durdu.
Söyledikleri şuydu…
Bilimin Tarkovski’si Nikolay Tesla arkadaşımdı, bir gün, birinin tanrı dediğine, diğeri fiziğin adları der diyerek hıçkırdı, üzülüyordu yaşamına, enerji, frekans, katalizör, rezonans meselleriyle doludur yaşamım diyordu. Hak bilir olalım ama, Tarkovski’de güzel sanatların Tesla’sıydı... Biliyor musun, tanrı bir ışıksa, atomda bir yaratıktır, nefretimizin elektriği evreni aydınlatabilirdi. Yaşam her yerdedir, tüm evrende, değilse eğer tanrı bir Moliereciliğin ya da büyük bir müsrifliğin adı olurdu; sonsuzlukta bütün kuvvetler uyum içindedir, tanrı, şeytan, dalga, parçacıklar, Vulgata. Bundandır tek bir düşünce bile evrenin gizini verebilir bize, onun adı metafiziktir. Kusur ve erdem aynı şeydir kozmogonik dünyada, kediye aşkla sarılmak sevapsa, onu kalbimizde hapsetmek günahtır, ama bunun ayrımında değiliz, çünkü evrenin gizi özden beyine doğru geliyordur ve var oluş bir elektrikse; madde var da olabilir, yokta olabilir. İnsangiller enerjiyi enerjiden elde eden canlılardı, bu başlangıçtan beri bir vahşi olduğumuzun göstergesidir. Matematik dedikleriyse dünyevi bir şey, manyetik birer alanız hepimiz ve içgüdülerimiz de bilginin üzerindedir, onlar ilk günden beri yuvalandılar ruhumuza, bilgilerse dün devşirdiklerimiz, bu yüzden, yazmayı bırakmalıyız biz, okumaya çalışmalıyız bütün bir dünyayı ve başkalarını değil, saltıklıkla kendimizi aramalıyız.
Enerji boşluğa verdiğimiz ad, tanrıda elektriğin. Varlığın varlığı, boşluk dışındakilerin iznine bağlı, insanlık henüz puzzle aşamasında, bir yapboz ve yıkım ritüelidir. Bebek evrenlerdeki bir deneyin materyali olabiliriz biz. Örneğin ahlak (moral), ide (düşünce), kavranılır ölçekte birer elektriktir ve diğer her şey. Dış dünya ve iç dünya birbirinin aynasıdır, bir kopya, bir döngüyüz ve evrenin kendisiyiz biz. Ama doğruyu sahiplenenler, Kuzey-Güney savaşının albayları gibi artıyordur.
Elektrik belki bir bilinmezlik, tanrının yeli o, ilahi rüzgâr. Duyularımız sınırlıdır bizim, ötesiyse uçsuz bucaksız kozmoloji ve aşkın varlıksılık. Tarık bin Ziyad’ın bir kulede bulduğu aynayız belki de ve kaderimiz dekretlerde yazılıdır. Bir soru, kırlangıç, saçlarında yuvalandığı Heloise’in, son soluğunda da barınabilir mi... Bilgisizlik heterojen, tanrısallıksa homojen, birer Havva ve havayız biz. İnorganik canlı türleriyle kuşatılmışız. Ölümsüzlüğe dirençliyiz ama, o hep yanımızda, düşünce dediğimizde derinlikte değil, delilikte yer bulabilir. Einstein bir matematikti, dünyevi bir varlık o ve yanlışlarla dolu, mora bürünmüş bir dilencinin kral sanılması gibi, ne yazık ki teorisi ölü.
II
Doğrular, mantıklı gelen yanlışlarımızdır, sürüyle doluşurlar düş evimize ve matematik var olanın belirlenmesi adına hep pozitiftir, hep yanımızdadır, ama sonsuzlukta hiç bir şeydir o. Düşüncenin hızı yaşamın hızını sürgit geride bırakıyor. değişmeyen vahşet ve ilkelliğimiz bundan bizim, her düşüncede bir gerçeklik payı vardır ve evinden çıktığında ölebileceğini düşünen insan haklıdır, çünkü kişisel durağanlıktan, kitlesel devinime, bir bilinmezliğe sürükleniyor ve savunmasızdır. Nicelik ve nitelik de bir gerçeklik. Sanatın dişil, biliminse eril olması gibi, tanrı biz olduğumuz için, insangiller kozmik bir canlı türüdür, bulutu ve ormanları, ateşi ve yanardağı, galaksi ve yıldızları var. Var oluşumuz bir görüngüdür, yazgı dediğimiz bu işte ve tüm sorularımız yanıtsızdır. Giz dediğimiz burada yatıyor.
Posta bir ağsa, bulut güneşin önüne geçen balistiktir ve mikrop aleladeliktir. Varlık salt düşüncedir, düşünceyse varlık, bir döngü, anlaşılır bir yanılgıdan yoksunuz biz. Bireycilik yaralarımızdır, nisan karları gibi eriyebilir o, erimeyen biricik şey umutlarımız ve tanrı umudun adıdır, bir kurgu ve bir niteleme. Uydurmadır her şeyimiz, bir adlandırma ve bir eylem türüdür. Biz bedenimizi ödünç alırız ve düşüncelerimiz uçsuz bucaksızdır, bedenden açılan birer yelkenlidir onlar.
Evren bir müziktir, ışık parçacıkları birer nota. Gök gürültüsü, yıldırımlar, belki bir beste ve de konserdir.
Düşünmekse altıncı duyumuz olabilir. Hepimiz birer dişliyiz, kalabalık Asya ve hiper donanımlı Avrupa orduları gibi. Yıldızlı gökyüzünün gezginleriyle, takım yıldızların yazgısı birbirine eştir. Bilin ki Hertz dalgaları ve polifaz sistemi Himalayalar’dan büyük. İnsan beynindeki alfa dalgalar ve vücut boşluğunun frekansları da. Öyleyse başarabiliriz demeliyiz. Uzun yaşam ve öze inanmak için Ikigai felsefesinin gerekliliği gibi. Utku, pagan çağların yıkılmakta olan son kalesi. Sürdürülebilir ölüm çağları bitti, bitiyor. Gücünü topraktan alan Antheus gibi, güçlenebiliriz. Bir enerjiyiz biz.
III
Düşünceyi değil, düşüncenin ne olduğunu öğrenmeliyiz. Asmodeus gibi, bazen bir fısıltı duyarım, Hydra’nın kafaları gibi çoğalan. Bir gün laboratuvarın dağları, kutuplar ve çöller üzerindeki bulutlar öyle yoğunlaştı ki, bir dirsek ötesindeki, elimi göremedim. Gezegenimiz karmaşık bir birlik ve manyetik bir olgu. Bu yüzden sanatçı dünyevi olanın ötesine bakabilmeli, kendine tansıklar yaratabilmelidir. Soğuk bir kış günü, kedim Macak’ı okşar okşamaz, birden sırtı parladı. O elektrikti ve annem bırak, yoksa alev alacak dedi. Bir soyutlama belki ama; doğa da bir kedi. Onun sırtını kim sıvazlıyor, tanrı mı. Elektriği bulmak hepsinden zordu, ama türevlerini öncesinden bulmuştuk. Çok şaşırtıcı.
Kadınların yetenekleri yüzyıllarca uykuda kaldı, bir gün patlamaları evreni değiştirecektir. İçgüdünün tutsağı olan hayvanın ve kaba dalaşmaların yerini, homo sapiens ve savaş aldı ne yazık ki. Düş gören varlık ve çatışan doğa diye düşünebiliriz. Yer çekimi hepimizi ilkelliğe zorluyor, kuş en gelişmiş varlık belki de, uzayda omurgamız uzuyor ve yer çekimine bağlılık, gericil, kovuğundan çıkmazlık eden primatlar yaratıyor, evrenin sefilliği bu diyorum, dikey denge sorunuyla yüzyıllarını geçiren. Yer çekimsiz bir varlık, aşkın bir yaratık. Taykonot, astronot, kozmonot, spacenot. Boynumuzu yukarda tutmaya çalışmak, bir direniş değil, bir boyun eğiştir. Yeryüzünün tutsağıyız biz. Bir bilgisayarız sonuçta ve soru şu artık, bilgisayar da insan olabilir mi...
IV
Şu Turing elbirliğiyle öldürüldü dünyada ve komplonun içindeydi kendisi. İnsan denen varlık işte bu.
Kriptogam, eğrelti otu ya da yosun benzeri bitkilere verilen, tohumsuz bitkilere karşılık gelen, bir biyoloji terimi. Kriptogram ise şifreli metin demek, yani -bariz bir anarşinin eşiğinde olan dostane bir gayri resmilik-. Bizim bir tümceyi doğrulayacak, hiçbir duyu verimiz yoksa, o tümce salt yanlış değil aynı zamanda anlamsızdır. ‘Geçen gece evrendeki her şey katlanarak çoğaldı’ dediğimizde bu tanıtlamanın hiçbir anlamı olamaz ve hiçbir biçimde doğrulama olanağı da yoktur, bu yüzden pozitivistler, dini ve ahlaki değerleri çöp kutusuna fırlatıyorlar.
Bu yaklaşımların ışığında, tanrı yoktur diyebilir miyiz, karşılığı; görmesek de Jüpiter vardır olan. Belirsizlik her olanağa gerçeklik veren bir varsayımlar bütününe dönüşebilir. Öyleyse tanrı vardır, ama tanrı yokturdan farkı var mı bu tanıtlamanın… Her şey Schrödinger’in kedisidir. Sofistike havarilik nedir. Şemsiyem yağmur yarasası. Şamanizm’de vardır bu dünyada, bilisizliğin çapraz bağları da, Parviz Dar’da. Sanat geçmişe, teknoloji geleceğe dönükse, tanrı insanın yedeği olmaklığın yazgısını taşır, insan da tanrının, evren bir varsayımlar bütünü çünkü...
Roma’da lonca demokrasisi, ruhlarda dünya nöbetçisi ve davranış ve kararları yönetme bilişimidir uygarlığımızın adı. Değişkesi, olmuşları engellemenin donanımsal yollarını aramaktı; Jezero krateri. Kızıl denizin adı gerçekte şap denizidir. Akdenizli hacıları götüren gemiler, orada kızıl kayalara oturunca, denilesi şapa oturunca, gemileri yolda kalır, hac hayalleri de suya düşerdi. Şapa oturdu deyimi de oradan gelir.
Dünyadaki Sevde'sine seslenir gibi, konuşmasına ara verdi burada adam, sure-i celilen olaydım Nuran dedi!..
Mırıldanır gibi gene başladı, ayrışık ve bileşik, Mişna ve Talmud, güneşin içinde donuyor, buzulların içinde yanıyordur, Samiriyeliydim ben, terör ki boğanın kulağına girerek vızıldayan bir sinekti, boş kavanozda, çınlayıp duran, akustik sesler yayan bir para gibi, gücünden büyük bir etkilenim yayardı o, gizil karmaşa, süpürgeci bir süper güç. Doğduğum yerde, Mers-el-Kebir Muharebesi’nde kaç kişi öldü, sığ Azov Denizi geçişe kapalıydı, insanlık savaş ve soykırımlarla kitleleri büyüleyen mitler ve şarkılara bel bağlayan bir kıyam ordusuydu, insanın genlerinde yazılıdır bu, kıyametin bekçileri ve bir son iç çekiş uygarlığıyız biz, nükleer kışların çocuğuyuz, cro magnon değil, nuclear winter çağlarının. Ameleklerin çocukları, Asoka fermanlarının da kurtaramadığı ve laisizm dedikleri, dini bir kavram bütünseliydi, kutsal kitaplar, inançlara saygı duymalıyız der, çünkü tanrı birdir ve hepimizindir, öyleyse inancımız içimizde yaşamalıdır, yaşam akmalıdır diye düşünebiliriz, Hakka dili ve Hitaylardan çekinmemeliyiz, Zircon gezegeni yeni yuvamız olabilirdi, Meşhed’de tadılmış bir atom çorbasıyızdır biz belki de, silisyumsuz Silikon vadisi gibi, şu düşünsel obezite kurbanları Mormon kitabının, çok hücreli varlıklarda görülen cinsiyetimiz, uyumsuz ve tersinir evrim geçirecekti sonuçta ve birer zoosapiens olacağız biz, bir sapma, her şeye yeniden başlamadıkça...
Bambaşka bir uygarlığa…
Bitti dedi adam eğilerek ve bir butona basılırcasına, silinip gitti.
Noah diyebildim ona, Noah, çünkü ilerde bir fülk bekliyordu onu gördüm.
Bir yel hışırtısı gibi, biri fısıltıyla, hepiniz düşsel birer varlıksınız, kimsecikler yok orada dedi...
Ve beyinleriniz hacklendi!..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder