18 Mayıs 2019 Cumartesi







YIR
Dengeli insan delidir diye söze başlasam, sayfanın kalanı okunur mu, okunması ne kazandırır, terazi ile mi yaşadın kardeşim boş ver, zaten o söz çalıntı, yahu bütün sözler çalıntı, tamam anladık bırak şimdi, Orleans bakiresinin suçu neydi, bilmem valla, tarihi bir konu yani, kolçak, güneyde bir bulut, aniden yer değiştirdi, yok öyle deme, ya ne, güneyde bir bulut birden alev aldı, şimdi oldu, kıyamet yani, devam et, sol yap gel, birden bire bir güneş parlıyormuş gibi kucağıma bir ışın demeti düştüğünü gördüm, ha ha ha, ütopyacı, ilk kadın ütopyacı filozof ne peki, ne demek yani, Karmelit rahibeler tarikatı, düşündüğümde sesin düşünceden önce olduğunu anlıyorum ben, ruhunuzu sevebiliyorsam sizi görmem gerekmiyor diyebilirim, sevgi bulaşıcıdır, laf kardeşim, sen budalasın, yazar filan mısın, yok şu laf nasıl ama, gezegen, çiyi saran çevrede bir çöküntü oluşturur, kalderanın yaratıkları tinin açmazlarını sarsar, kristal uzay zaman ansıması boyunca kayar ve sure kendini yerde gezinirken bulur, akıntı dirençle çisentiye kapanırken elem bahçelerinde, gök kükreyerek kendini savunur ve ürkünç gece uzaklarda ışıklara boğulur, ölümün sesini duyar ansızın, yumuşak altını ve arpa bulamacını yer ve sonsuzluk varsa eğer der, tanrının ötesinde ne var, ben bunu bir yerde görmüştüm, sen Apis öküzüsün, valla kızılacak bir şey söylemiş değilsin, bizim aramızda anlaşamayarak başlayan şey, dostluğumuz ve sevgimize dönüşüyordur belki, aramızda birlik oluşturuyor duyduğumuz sevinç, çal kardeşim çal, siz düşünüyorsunuz, bu sevmek için birinci kural bence, siz çok güzelsiniz bu yüzden, kadınları, anlaksal gereksinimi olmayan varlıklar (Philister, illahi bir kargış olacak) olarak tanımlayan Schopenhauer’a göre doğa erkeklere fiziki güç ve ussal meleke biçiminde sunduğu yetenekleri, kadınlara ikiyüzlülük biçiminde sunmuştur, sorun bu kişinin bilge olarak görülmesi değil, doğunun bunlara tapınması ve Gazali ya da Tusi'yi bir sapık gibi görmesidir, sonuç şu, bu ve Nietzsche bir delidir, okuyan ise bu neni anladığı halde tapınmayı sürdürüyorsa nedir bilemem, bu doğulular acaba batının tutsağı olmaktan ne zaman kurtulacak bir bilen var mı, Japonya, Shakespeare'in gereksiz bir yaratık olduğunu müjdeledi, doğuyu var olma noktasında, kişisel hassasiyetleri ölümüne yerine getirmesi kurtarır, konsomatrizm, günahlarını yadsıyanlar, rabbini gizleme arzusuyla yanıp tutuşanlar, sanat renk demek ama bu resim simsiyah, gözlerim acılarımı sayıyor, ben yarını unuttum, şimdi gelsen diyorum, gözyaşlarım çocuğunu arıyor, çiçek doğuyor o evlerde, tepelerde uçurtmalar, aşkı soruyorum Lisyantus'a, hep bir ağızdan, öldü diyorlar, sorun bunların şiir olup olmamasında değil, sorun bunların ayaküstü yazılabilen şeyler olmasında, bu gece şiir yazdım diyen hiç bir avadanlığa inanmayın, çünkü şiir yazılan bir şey değildir, duyumsamaktır, ey Alaattin Keykubat, resmini de Japon sulu boyacılar gibi yapıp, sözcük oyunu ustası gibi, aferin ada baykuşu, guguk de valla, Meryem sana bir giz vereyim, seninle canlanan bir sözcük var bende, özlemek, sana sarılsam dünyanın kokusunu içime çekmiş gibi olacağım, dünya, dokunsam eline, yüzüne, tenine, insana dokunur gibi olmam sanırım, bir varlık, yaratılmış bir madde ve nesnelerle örülmüş, bir taç gibi, bir biçim verilmiş, parmakları var, neden insana benzemez peki, çünkü insan ilk bakışta bizim için bir anlam ifade etmez, bir nesne, hareketli ve alışılmış bir şey gibi algılarız onu, ama sen öyle değilsin benim için, seni görsem bir anlam, bir tinsel varlığı görmüş gibi olacağım, onun için sana sarılmam birine sarılmam gibi olmayacak, olamaz, onun için şu an sana sarılmış gibi olsam da, bunun gerçekliği her şeylerden çok önemli, çünkü sana sarılmak başka bir şey, gene de bildiğimiz gibi sana sarılıyor olmam garip belki, öyleyse insan anlamdır, her şey bildiğimiz gibi olup bitse de, onun günahı yok bence fakat Nietzsche az gelişmiş, yarı sömürge, fason ve din evi, misyonercilik oynamaya uygun, gardırop devinimcisi, montaj ve distribütör yurtlakların da cirit atan, pişirildikçe vazoya benzeyen, maço görünümlü, pederşahi demokratörlüklerde kasıtlı olarak servis edilebilen cinsevi bir avatardır, führerin sol koludur, bu zaniye düşmanı, ama sevdiği nisanın adı Yahya'nın Salomesi olan ve bir taşla iki panda vurmaya alışmış emperyal Drakula'yı paylaşmayın, bu herif bizim şark kuşu olarak kalmamızın sorumlusu bir Truva Atı filozof diye pazarlanmış Tophane kabadayısı kılıklı biridir, tarihten ve usi insanların bellek kütüphanesinden silinmedikçe kan çanağından su içen barbar çağı bitip tükenmeyecektir, bu Kabil'i aşağılayarak, burun altı tüyleri tımar edilmedikçe insan soyuna huzur yoktur, her düşün eti yenmez, bu dürzinin düşleriyle büyüyen çocukların hepsi Karın Deşen Jack oldu, dünyayı su götürdü, Nietzsche Nick'dir kardeşlerim, sahte profilden, azılı bir düşünce öldürmeni olup Deccal'in bizatihi kendisidir, tanrı öldü dedi, ama kendisi öldü, ah bu ise yavan Türkçeyi yazın viyadüklerine aktaran sıradan bir kalemşor, Türkçeyi dünyaya tanıtmak ve yazınımıza katkı sağlamak diye bir hüneri yok, ha Dürdane doping yapmış olimpiyat ilkini olmuş, ha İsa roman yazmış yer gök inlemiş, bunun gibi bir şey, romancıdan ziyade Zuhuratbabalı bir muhasebeciyi andıran pozlar vermesi, onun derdinin fasarya olduğunu belli ediyor, ama burada yanlızı bilerek yazmış, çünkü eski çinici ressamları da çinli ressamları diye yazıp, bilerek sözcük oyunu yapıyor, yani müfteri velinimetimizdir diye yazan Mahmutpaşalı mekkareler gibi, varoş mütegallibesi insanları sarakaya alıyor, bu yazarınız İncili Çavuş, dünyada dil becerisi olmayıp da yalap çalap yazan hiç bir yazar bu oyuna yeltenmez, senin kitapların Türkçeyi sıradan bir dile dönüştürmek için yazılmış kitabeler, ondan sonra muhallebimize hoş geldiniz diyenleri alaya almaya kalk, Alaattin Keykubat efendi, resmini de Japon sulu boyacılar gibi yapıp ne kadar zeki ve sözcük oyunu yapabilen bir gafil olduğunu belli etmeye çalışıyor, aferin ada baykuşu guguk de hakayık, asabiyeye görün sen yukarda da çiziktirmişsin bunları, veronalım nerede benim, yahu başım ilbaydan kurtulmuyor şu yaşamda, ortopedi bile kas ve eklem meseliymiş neyse, yinelemelerden sıkıcı olmaya başlarsan, aralara atraksiyon karıştır, başkası kurnazlığını görse de, buda bir şeydir, evet, üç göğüslü kadın ikizlerini sütlüyorken yakalandı desem, saçma, katmerli sıkıcılık, tamam, tanrı bizim için var ama, bizde tanrı için var mıyız, pek düşündürücü olma, sayfanın üçte birini ancak okurlar, çünkü sen öyle yapıyorsun değil mi, peki yukarıda sözü edilen sözün, somut soyuttan geldiğini ileri sürebilir ama soyut somuttan el aldığını bilmez demek olduğunu söylesek, çok anlaşılmaz, şunu mu demek istiyorsun, varlık yokluktan geldim derken, yokluk ancak varlıktan boyutlanabileceğini bilemez filan, feşmekanda deki, zizeklik yapıyor aldırma desinler, zevzeklik mi, çok şakacısın sen, ama becerikli değilsin, sana sırıtan belki olur, yeni bir şey denemelisin, hiç söylenmedik de olabilir, dur bakayım şurada olacaktı, hah işte, gelecekte meyvesi insan olan ağaçlar olacak ve kıvrımlarında tanrı birdir yazan güller koklayacağız, simsar olacağım ben desene, para ortadan kalkmış olursa görürsün ebemkuşağını, ritmi düşük oldu bunun, henüz erken üstelik bu palavralar için, dünyevilikten bir türlü kurtulamayan bir beceriksizsin kıro magnon, scapinin dolapları mısın sen, tek silahın tam olan şeyden, hiç bir haz alamazdık, çünkü zaten babasız büyüdük, yeteneksizliğin kabiliyetindir, şimdi sürdürebilirsin, eh konuyla pek ilgisi yoksa da, format ve manipülasyon çağındayız, felsefenin çağımızda ussal olabileceğini düşünmek yanıltıcı artık, insanlık ne kadar ileri giderse o derece deyim yerindeyse primitifleşebiliyor, buna örnek şu tümce, aya giderken önce kıble nerede diye sorarım, bugün a diyebileceğimiz bir tümce, ama şunu bilin ki yarın bu soru son derece doğal ve gerçeksi olacak, şunu demek istiyorum, insanoğlu gerçellikle, soyutlama arasında tüm benliğiyle yer değiştirebiliyor, anlatamadım belki, sonuç olarak felsefe günümüzde sağlıklı veya doğru ya da gerçeğin bir tür yolu olacak nen değil, çağımız olgulara, kılıf veya inançsal görüşler üretme çağı ve insanoğlu sanılanın aksine çok daha fazla biçim verilebilen bir varlık, bu yüzden songüne inanıyorum, son bir şey söylemek isterim, bin kilometre geldim bugün, radyosu açık otonun, salt ölüm, ağlama ve ölenleri kutsamanın, ağıtsal şarkılar eşliğinde süren ve olan bitenin yüzeysel denizinde boğulması istenen elli kişi olarak yolu bitirdik, bunun sorunu algılamak ve insani olmakla hiç bir ilgisi yok, sizden istenen sürüp giden ahvale uyum göstermeniz, sorunun ne başı, ne sonu, ne felsefi yanı, ne beşeri gerçekliği ne de protesto edilmesi gereken dokuncaları söz konusu, yaratılmak istenen, sürünün sürenlerle birlikte devinimi ve bunun bir tür işbirliğine dönüşmesinin tatlı mutlanı amaçlanıyor ve üzülmeyin tüm dünya böyle, öyleyse yalnızca şunu söyleyebiliyorum ben, insan olduğumdan kuşku duymuyorum, ama insanın sıradan ve hiç bir zaman, hiç bir farklı yanı olmayacak bir akışın öylesine nesnesi olduğuna eminim, konunun esprisi şu olabilir, öyleyse ne yapmak gerekir, olabilecek dünyaların en iyisinde yaşıyoruz veya olabilecek dünyaların en kötüsünde yaşıyoruz, birini seçerek oyalanabilirsiniz, şu bilgi işe yarayabilir, yüzyıllık çağımızda iradesi dışında ölüme gidenlerin sayısı tarih boyunca ölenlerin sayısından çok ama, en bayağı soru şu:
 Zamanda geriye giden kendini öldürürse ne olacaktır?..
Peki, neden gözyaşını sever doğu, derin bir konu, bugün acz gibi gözüküyor, ama gerçek bir düşselliğin ya da düşüncenin maliki gözyaşını kutsayabilir, şöyle ki, evren o kadar derin ki düşüncenin çıkmazlarına, sonsuzlarına,  violent ve varyantlarına duygulanımlar eşlik edebilir, sonuçta kendimizle barışık olma gereksinimi her şeyden önce gelir, eğer insan kendisiyle barışık olamasaydı, kozmos olamazdı, yaşamla sürekli bir paradoks, yaşam ve karşıt öğeleri, birlikte varoluşun çeşitlemlerini sonunda ortadan kaldırır, bir gün kıyamet kopacaksa eğer, bu evrenle yaşanan bir çelişme, çatışmadan doğacaktır, kıyamet gerçektir ve olacaktır, sorun kıyamet sonrasıdır, anlaşılmazlık ve afazi en iyi zırhtır ama, işte beni gözyaşlarına boğan düşünce veya herhangi  bir şiir şudur; 
''Karanlığa ışığın saldırısıdır yazılar, daha olağanüstü göktaşlarından. Bilinmezlikle dolu kentlerden taşranın hoyratlıkları devraldı onu. Benim yaşamım ve ölümün güvenceleridir onlar, Ben hırsla gözlemlemek ve onları kavramak istiyorum. Onların günüdür havada bir kement gibi açgözlü olduklarında.  Onların gecelerinde ani ablukalar adına, çelikten gelen bir öfke vardır.  Onlar insanlığı konuşuyorlar.  Benim insanlığımın duygularıdırlar biz aynı seslerin aynı yoksulluklarıyızdır.  Onlar toprakları konuşuyorlar.  Benim toprağım, bir gitarın acıları, bir kaç portre, paslı bir kılıç, akşam söğütlerin gölgesinde gezinen aydınlık bir duadır.  Zamanım beni yaşıyordur.  Sessizdir benim gölgem, geçip giderim, kibirli, açgözlü kalabalıklar arasından.  Onlar kaçınılmazdır, eşsizdir, yarınlar için korunması gereken bir değerdir.  Benim adım hiç kimse ve herkestir.  Yürüyüşüm yavaştır benim, uzaklardakinin gelişini bekleyenler gibi değildir yaklaşanlar gibidir.''
Endişelerini öpüyorum, itinçte sevgi gibi bulaşıcı olabilir.  Son söz de şudur ki, kendim için yazıyor olsam bile bu kötü bir şey değildir, o biri için konuşuyordur sonuçta, iki kişi konuşurken nasıl altı kişi konuşuyorsa, biri konuşurken, gerçekte tüm insanlık konuşuyordur.





















HÜMANİST MANİFESTO
 (21. YÜZYIL)
Bugünden sonra dünyamızda, yurtta ve meydanda, mecliste ve pazarda ortaya koyduğumuz ve övünmekte olduğumuz uygarlıktan söz edilmeyecektir.
Uygarlığımız, yeraltında sakladığı nükleer silahların, hidrojen ve atom bombalarının gölgesinde, ağırlaştırılmış uranyum silolarında, konvansiyonel silah depolarında istiflediği, ölüme ve öldürmeye dayalı mekanik canavarlarıyla, yeryüzü cennetini yok etmeye, ortadan kaldırmaya, toz duman içinde bırakmaya, bizi doğu ve batı diye ayırmaya ve bu yok edici manivelayı, devingen mancınık ve levyeyi, bu cehennemi terminatörü, herkese verilebilirmiş gibi, öylesine uygarlığımızın motorize gücü, bilisiz devi ve büyük beyinli ejderhası, batının kollarına teslim etmiş ve insanlığı cehenneme yollama noktasında yemin etmiş ve orada vücut bulup çelik putreller gibi yayılarak, sarıp sarmalayan monopolleri, kartel ve tröstleri, irili ufaklı sayılmasız materyalleriyle, bunun birinci dereceden sorumlusu bir sapkın insanlık kuşağı olduğunu defalarca göstermiş ve halen göstermektedir.
Mazlumlar, ateşe ve görünmeyen hayaletlere dayalı, evreni yadsıyan ve güneşin battığı yerden dağılan, bu ölüm bezirganlarına ve dejavu uygarlığına dur deyiniz.
Tanrıyı, melekleri, kitapları ve onun peygamberlerinin yadsıyıcısı, Meryem anaları katleden, onun çocuklarını öksüz, yetim bırakan bu sapkın ve gemi azıya almış, insan soyuna yönelik bu kan içici topluluğa hep birlikte ve elele karşı geliniz.
Onun insan onurunu, düşüncesini, düşlerini, geçmiş ve geleceğini, soy ve cinsiyetini sömürmeye dayalı kültürüne, karşı koymak bile bir çeşit işbirliği sayılabilir mottosuyla harfler, heceler, anlaşılmaz ve us karıştırıcı aforizmalar, mottolar ve vecizeler üreten felsefesine, teknolojisine, doktrinlerine, anarko kapitalist söylemlerine, genlerine, insancıl şarkılarla dolu soykırımcı, katliamcı, holacaustlarla süslü depremlerine, örümcek ağı gibi saran medyasına, internet ağlarına, metalar, gıdalar, arabalar, namlularla dolu mallarına, esrarına, eroinine, uyuşturucu ve morfinine, özgürlük ve sahte cennetlerle süslü ütopyalarına, ahtapot kolları gibi saran mc donaldslarına, starbuckslarına, lüks tüketim mallarıyla gözlerine perde çekilmiş kuklalarına, acz ve umarsızlık içinde sürünen pop yıldızlarına, tinini, dinini, dilini, cinsiyetini ve kimliğini kaybetmiş, yarı silikon, hormon ve botoks bataklığına dönmüş yaratıklarına, cürufu, çamuru parfümle, kanı Banksy'yle, Cola'yı Warhol'la gözden kaçıran kurbanlarına, çığlıklar içinde, elektronik müzikle beyinleri darmadağın edilmiş, amigdaları harabeye çevrilmiş, bellek yuvalarının molekülleri çözülmüş, atomları erimiş, çürümüş milyonlara, süsün ve absürtlüğün yeraltı dünyasında, makyajın, boyanın ve tropik çılgınlığın semtlerinde, benliği boşaltılmış, ürkütücü, dehşet dolu rengarenk birer korkuluğa dönüşmüş robot, siborg ve punka dönüştürülmüş mahallelerinde, varoş ve mezralarında kendinden geçmiş, sürüleştirilmiş, format, formasyon, manipülasyonlarla, hayali operasyonlarla beyinlerine girilmiş, tutsak olup, prangalar vurulmuş, yüreği yerinden sökülerek demir baş Şarl'a çevrilmiş, bu mekatronik, bu cansız, bu yarı hayvansı kuşaklara, insan öbeklerine, gözleri boşluklara bakan 'yeni' Ademlere, neler oluyor sorusunu sormaktan aciz bırakılmış Havvalara, Habil ve Kabilliği kanıksamış dünyalara elbirliğiyle dur deyiniz. 
Bugünden yarına, insan olmak noktasında sorular üretmez, silaha, her türlü patlayıcı ve kemirici, yok edici dünyalara, cehennemi şiddete, masum insan ırkına yönelik oluşumlara karşı gelmez, kıtalardan kıtalara milyonlarla sel olup, nasalara, hidrojen ve uranyum yuvalarına, ölüm şualarına, nükleer koku yayan her tür oluşuma el koymaz, sonsuza dek cehenneme göndermez ve dünyamızı ormanlarla, çağlayanlarla, tanrının elçisi karıncalar ve en sevgili kulu insanlarla yeniden inşa etmez ve güneşin gölgesinde, dağların yücesinde, denizlerin mavisi ve kırların bahçesinde, yeniden düşünmeye, her şeyi yeni baştan ele almaya ve yeryüzünü yeniden kurmaya yemin vermezseniz, kıyamet kapınızda ve tanrınızla birlikte hepinizin yok olacağı günler bir yürek gibi sol elinizin altındadır.
Evet, düş ve düşüncelerimizi kullanmak, ama nasıl?..
Gökteki uydular ve çiçekteki kokular aynı şeydir.
Gün bugündür, sokaklara, alanlara dolun, gökdelenleri delin, yeryüzünün tüm nükleer silolarına girin, küçük çocuklara, tatlı halalara aldanmadan onları imha edin ve derin bir soluk alarak, dünyayı yeniden kurun, dünyaya yeniden gelin.
Her şeye yeniden başlayın ve geç kalmadan ben insanım diye haykırın.
Tanrı sizinledir ve o sizin yanınızdaki kimsedir...

















 CİTİZEN
Yaşamak güzelse de, yenilmek ve kendi ölüsünü ayaklarından sürüyerek getirmekte var şu yaşamda, geçen yıl on sekiz ton ayçiçeği sevk ettim ben, silolarda yer kalmadı, kayısı aldım üreticiden, Bornova'ya gönderdim ama fosile karşı toksinli çıktı, Narlıdere'den denize döktüler, bazen batma ve dibi görme tehlikesiyle yüz yüze gelebiliyorsunuz, Ferhunde Çal Lisesi'nde müdür, benim sözünde durmayan bir insan olma olasılığım yok artık, bono verebilirim size, ama seni inan ki dolandırmışlar o fiyata vermemen gerekirdi, insanlar aç ruhlarını doyursun önce, ilençli yaratıklar, hepsi cingöz ve tamahkar, noter görevlisi şikayetimin karşılığını görecek, bugünüm boşa gitti, zamanım yok ki benim, sandıklarından çok dindarımdır ben, aya gitsem ilk iş kıble nerede diye sorarım, köye dönmem gerek, çeltikçiler beni bekliyor, marabalara güven olmaz, her gün başlarında durmak gerek, o evraka gerek yok dedi o değil mi, ben bu görevlinin hadi neyse, onu şikayet edeceğim yeri biliyorum, belediye başkanını arayacağım, tapu müdürünü de tanıyorum, büyük çocuk ziraat mühendisi olacak, işime çok yarayacak, Baklan ovası onun, işi hazır, Çökilyas'ın eteklerinden denize bakabilir, yapılacak çok şey var şu dünyada, kız dört bin kişinin arasında burs kazanan tek kişi, ha tarla o fiyat ediyorsa, onu verene vereceksin, ama dairede dolandırılmışsın, bak o fiyata kesinlikle olmaz, o fiyata vermeyecektin, yahu ben dün ayakta duramadım, titreme geldi, ama onlara bir şey olmuyor, vallahi kanala giriyorlar, buz gibi suya girip çıkıyorlar, kadınları ıslak elbiseyle gün boyu dolanıyor, bana mısın demiyor bu Kürtler, yahu bunlar gönden mi, ufacık bir şey beni yatağa düşürüyor, bak Huriye duymasın o dediğimi, bende çok sırlar var, dünyanın sırrını saklıyorum ben, ağzım çok sıkıdır inan, evet kuru her gün takip edeceksin ama, yükseldi mi satacaksın, indimi alacaksın, çok vurgun yapan, voli vuran, dalyan bulan var, boyuna bağlı makineyi çalıştıracaksın, arabayı getirmedim bugün, otobüsle dönerim, arabamla gelsem elli liraya mal olur, böyle on liraya gidip geliyorum, al sana kâr, kazanmanın bin bir yolu var, geçen gün çocuğa dedim ki, bak sen işverensin, bunu yapamazsan ezilirsin, kaybedersin, buyruk vermeyi, adam gibi çalıştırmayı, terli olsalar da zorlanmayı öğrettim, şimdi kırbaç gibi kıvılcım çıkarıyor, adam olacak gibi, Sindel'den, Batal'a, Serenlikuyu'dan, Gölköy'e ufuk gezdirebilmeli... Ali, nereye gitti bu adam, İsabey'e mi, bu montaj tabi asansörleri getirtiyoruz Almanya'dan, burada birleştirme ve döşeme işlemlerini yapıyoruz, yok fabrika sayılmaz canım, ben ona ne kadar verdim, benimki makine mühendisi olacak, iş hazır burada, gelsin çalışsın ama, Gelsenkirchen'e götürdüm, dünyayı gördü, işinin başına oturabilir hemen, iki kardeşi daha var, canım onları da adam etmek lazım, neden uğraşıyoruz, onlar için varız, bugünde otelde kalacaksanız telefon edeyim, konuklarımı orada ağırlarım, siz bize emanetsiniz canım, o kadar olsun gayri, şuradaki lokantaya girelim, ben buraya çok gelirim, benim yerim burası, çekinmeyin yiyin, elle yenir et burada, pidenin üstüne koyun, atıştırıverin canım, ortaya koydular diye yemeyecek misiniz, demek Anadolu adaleti bu diyorsunuz ha, patron bir çatal servis et bakayım, ayranda içer misin, çay ikram ne demek, bugün yetişmezse avukat yarında geliverir, boşuna mı para alıyor, bugün işe yaramayacakta ne zaman yarayacak, ben onun önüne bir binlik atıverdim mi, ortalık güllük gülistan olur burada, koşturur durur merak etme, yahu adama arama şu sıra diyorum arıyor, tam tapu dairesinde, işimiz başımızdan aşkın, kim arıyor, gene o, vallahi bu adam okunmuş, yüzü suyu hürmetine, başıma bela bu havalide, zorla güzellik olmaz, sen olsan yapar mısın, laftan anlamıyor, anladığı dilden mi konuşmak lazım, bende bilemiyorum açıkçası, sen onu nerden tanıyorsun, arıcı mı, yok çok iyi adamdır, bizim işleri o yapıyor, on parmağında on marifet vardır, kanaatkardır, kimseyi de kırmaz, iki ekime kadar kimse duysun istemiyorum, kirasında değilim ben, her ikimizin de gönlü şen, önemli olan, yüreğinin bir köşesinde, en ufak bir pürüz kalmayacak, yüreğin aklını yenecek bu işte, biz memnunuz doğal olarak, sende öylesin tabi, akşama buyur gel diyeceğim ama, otelde rahat etmeye alışmışsınız siz, allah hayırlısını versin ne diyelim, ben on dört ekime kadar, ödemeyi yaparım, sizde aktarırsınız, olur biter, suya yazılan yazılar, söylenecek çok şey var tabi, hayırlısı olsun, bugünlere geldiğimize de şükür edelim, ahirette de gün görelim, haydi hayırlı yolculuk, oraya vardığınızda bizi anarsınız gayri, vallahi işte harala gürele, kızım o ekmeği öyle yeme, haydi hayırlı yolculuk ikinize de...
(Adamın konuşmaları saçma sapan geldi bana ama bir ara şunları da dedi; 'Ada'nın şövalyesi, gün gelir at bakıcısı olur. Felsefenin yaşama hiç bir yararı yoktur, o yaşamdan sonrasıdır.  K harfi, kelebeğin kendisidir.' Şok geçirdim.)



















 TAMLAMALAR

> Yüzünü güneşe verdiğinde Neptün pınarıydık biz.
> Karlardaki çalılar su tereleriyle ıslanıyordu.
> Tepeler delirmişti giderek yaklaşıyordu güz yeli.
> Yığınlarla kum varsağıların üzerinde tepiniyordu.


> Eleştiri usun sınırlarını zorlayan bir eğridir demiştik.
> Cummings'in şiirini sondan başa yazarak birinci olmuştun.
> Gündüz sefası nasıl bir gece meleği olabilirdi ki.
> Geçmiş ve gelecekte sözün olamayacağına ant veriyorduk işte.


> Gerçek yanılsamaysa bir olum doğruysa yadsıdığımız şeydi belki de.
> İlenç dolu ağaçlar ve dünyanın gelini Rey şarkılar söylüyor.
> Borodino'da umudun kavgasını veriyorduk ötekilerle.
> Enuş, Kiban ve Lemk nedir hiç bir zaman bilemeyecektik.


> Bir gemi bir şiirden sonsuza dek yeğdir demiştin 'Endless' geçerken.
> Kendine tapan insanlar paratorluğu muydu facebook.
> Ben sizin tanrınızdan beriyim diyordun tam da Meryem gibi.
> John Quixote bir unutuş bir beyin öyküsüdür demiştik adisyona bakarken.


> (Gezegen, çiyi saran çevrede bir çöküntü oluşturur, kalderanın yaratıkları tinin açmazlarını sarsar, kristal uzay zaman ansıması boyunca kayar ve sure kendini yerde gezinirken bulur, akıntı dirençle çisentiye kapanırken elem bahçelerinde, gök kükreyerek kendini savunur ve ürkünç gece uzaklarda ışıklara boğulur... Ölümün sesini duyar ansızın, yumuşak altını ve arpa aşını yer ve sonsuzluk varsa eğer der, tanrının ötesinde ne var...)            










CHRONOS
>>>
>>> Antropolojiksin. Hümanist köktencilik. Ah tanrım ölümlü biriyim ben evet. 'Seni unutursam Yerusalem sağ elim hünerini unutsun'. Yusuf gibi güzel Züleyha gibi göz alıcıydım. Toz oldum. Un ufak oldum. Bir zamanlar yaşamıştım ben tanrım. Orada, Kedrai'de...
>>>
>>> Ayağı buzağı ayağı gibiydi. Döndü ve baktı ve tuz gibi ak oldu. Sodom, Sodom, oğlum neredesin... Gomore ve gonore. Frengi ve Frengistan. Sefilizm ve sifiliz'm. Bize yeni bir Golgotha gerek. Bize yeni bir haç gerek. Bize yeni bir salip, bize yeni bir sahip gerek.
>>>
>>> Bize, 'Seni aradım, neredesin baba dedim, uçsuz bucaksız boşluklar ve uçurumlara yağan yağmurlardan başka bir şey göremedim' diyen umarsızlara, bir yardım gerek, bir el uzatan gerek. Bize el uzatan değil, bizi bırakmayan gerek, bize yeni bir tanrı gerek yarabbim.
>>>
>>> ''Acayipleşti havalar, bir güneş, bir yağmur, bir kar. Atom bombası denemelerinden diyorlar. Stronsium 90 yağıyormuş, ota, süte, ete, umuda, özgürlüğe, kapısını çaldığımız büyük hasrete. Kendi kendimizle yarışmadayız, gülüm. Ya ölü yıldızlara hayatı götüreceğiz, ya dünyamıza inecek ölüm.''
>>>
>>> İnanıyorum, çünkü inanmak saçma, neden yaşıyorum, çünkü ölmek saçma, bu yapıtın ruhu yok, işte bu soruyu sormamıza yol açtığı için o büyük bir yapıt. Neden sanat, çünkü sanat saçma... Neden insan, çünkü insan bir gün dünyayı yutabilir. Ruhumu sana teslim edersem ruhsuz olurum. Karamsar iyi bilen çekimserdir diyorum. Sanatsa bir aşkınlık.
>>>
>>> Gerçek doğudan gelecek, hayır batıdan, yukardan gelecek gerçek, aşağıdan belki; ''Gerçek nereden ve nasıl gelirse gelsin, dizelerimiz kulaktan kulağa yayılacak ve düşüncelerimiz elden ele geçecekse ve başkaları aşkın sesleriyle, barış ve sevgi nidalarıyla insanoğullarına şarkılar söyleyecekse gerçek hoş geldi, safa geldi...''
>>>
>>> Kozmik romanın içlerinden geçerken, sonsuz karanlığın Iapetus’u karşımda duruyor, Pythagoras megawatt hesapları yapıyor, homoheidelbengensis plazmada yüzüyordu!..
>>>
>>> Preeklampski zehirlenmesiyle kıvranıyor Hypatia, gangliyon duraklarını sorgulayarak, kan içici Sekhmet’i anlamak istiyorlar. Ekvatoral çizgiler silindi, kurbağa prens gelmiyor, random mutasyon ağları ve cinbönler güneşte ısınırken, Hekate’yi onarıyor, sevişme makinesi.
>>>
>>> Escher, Escherler'in kardeşi!.. Haiyan tayfunu sırtında, mavi türbülans gerinirken, kapsülde savruluyordu. Leiden şişeleri düşük sayıda, partenogenez –eşeysiz doğum- erteleniyor, integraller doğuşurken, paumari dili yamaçta, Quadrantidler’in evinden çıkarak, Ison yıldızı, Hurri ve Luvileri uğurluyordu. Waldeyer halkası soluk borularından geçip, agoranın ortasına kadar geldi... Uzaklarda Doppler kaymasını gözlüyor, genom dizimleri ve Denisovan’ın sevgisine sarılıyordu Aldairliler!..
>>>
>>> Feldspat çağları ve sima insanları konuk gelecek, lenfoma ve Fantoma anıtlarını süsleyin, Isfahanlı ve Derrida’yı çağırın. Druidleri salın Utarit’e, blokajlar ve Fordlandia plantasyonuna göz atsınlar. Gösterin, kim payanda oluyor bu yaşlı gezegene, kim?..
>>>
>>> Amuriler ve osilatörler anılarımız bizim!.. Heptakometler ve hiperbolik ağlar ulu kanatlarımız. Biliyor musunuz, Ebers papirüsü denizlerde yuvalandı, tarpon balığını geride bırakmış geçen gün, Lovejoy kuyruklusundan iyi koşuyor. Berenice’le kol kola Nahl suresi!..
>>>
>>> Ruh ikizim diye beni yanından ayırmıyor. Peteğin geometrisi, yüreğin aritmetiğini geçmek üzere ve Tetis denizi tümüyle sanal. Kapaisin ve jüpon, fermiyon ve bozon gölgelere dönüştü...
>>>
>>> Tripofobiden kaçan mizantroplar, Rinjani-İshak kuşuna yakalandılar. Atalarımız siyah arılar, hınçla kutluyor yer insanlarını!.. Balıkçıllar kuyruklarını sallayarak darmaduman olmuşlar. Ufuklar ötüşerek, ateş sarısıyla tutuşuyor ve karanlık yavaşça bastırıyor. Yamaçlardan sessizce yitiyor yaşlı gezegenimiz, yükselen ayetlerle Gunnes doğuyor ve işte birden beliriyor Olbrzymyz!..
>>>
>>> İşte biz!..
>>> Sürmeli dağ bülbülü gene ötüşüyor!
>>> Ölmeyeceğiz tanrım, biz ölmeyeceğiz!..                                    

















İYİLİKLER

Geçen gün evimizin arka bahçesinde bulduğumuz iki kirpiyi evlendirdik, mahallenin muhtarı onlara Begüm Ağa Han parkında güzel bir düğün töreni düzenledi, kaplumbağalar sırtlarında yanan mumlarla dans edip çifte eşlik ettiler. 

Aradan bir süre geçti, çarşamba sabahı, ağına saplanıp kalmış bir örümceği ihbar ettiler, hep beraber koştuk, minik bir vinçle örümceğin ağlarını ördüğü çalılıklara tırmandık, ağları söküp dağıttık, örümceğin narin bedenini incitmeden çekip kurtardık, derin bir soluk almıştık. 

Çok geçmedi bir balonun patladığını duyduk, bir türlü göz yaşlarının kesilmediğini söylediler, düştüğü melankoliden bir türlü kurtulamıyormuş, o gece ara sokaklarda bir apartmana konuk olduk, olay mahalline gelmiştik, büyük bir salona aldılar bizi, çehreleri gergin, mutsuz olduklarını sandığım bir iki çocuk vardı, balonu gösterdiler, paramparça olmuş, kulakların güçlükle duyabildiği bir çığlık evi sarıyor, parçaları tek tek birleştirdik, balonu neredeyse yeniden imal etmiştik, çocuklarda şişirdiler, balon mutlulukla ötüyor, ev halkı eski neşesine kavuşmuş şarkılar söylüyordu. 

Uyumakta zorluk çektiğim o gece, bir bardak soğuk su içmiştim, bir akşam tanrısının hatırına, suyun midemde dağılışını duyumsuyordum ama bir ağrı sanki boğazımda düğümleniyor ve su sanırım midemdeki bataklıktan şiddetle yakınarak kurtarmamı istiyordu, kendisini özgür bırakmam konusunda kesin uyarılarda bulunuyordu. Dayanamayıp kalktım ve lavaboya kadar zahmet edip suyu özgür bıraktım, hızla kaçtı desem yalan söylemiş olamam inanın. 

Ertesi gün Şikago'dan bir telefon geldi, a demediğim kaldı, Rabia diye bir kız ki tanımam bilmem, konuşmak istediğini söyledi, iki saat konuştuk, teşekkür ederek gece yarısına doğru ayrıldı.

O gün öğleye doğru aydan bir zürafa indiğini söylediler, bütün mahalle toplandık, hayvanat bahçesine teslim etme konusunda anlaşamadık, aramızda konsensus sağlayarak, onu Büyük Sahra'ya bırakma konusunda bir kargo şirketiyle anlaştık, şimdi zürafanın sağ ve sıhhatte olduğuna dair sürekli duyumlar alıyoruz. 

Başka bir gün gökte tek başına ağlayan bir bulutun varlığından söz ettiler, uzun süredir ağlıyormuş, göğe bakma durağından hareket ettik ve Yakup'un merdiveniyle yukarı tırmandığımızda gördük ki, bulut gerçekten hüngür hüngür ağlıyor. Bir mendile sardık ve aydınlık, güneşli bir yer aradık göğün derinliklerinde, Venüs cephesinde, Güney Haçı doğrultusuna yakın, boş bir bölgede yanıp sönen güneşi görünce, bir kuş gibi bulutu havaya bıraktık, sevinci yerine gelmiş, gözyaşları durmuştu. Mutluyduk... 

İlerleyen günlerden birinde, halamın kızı Aleyna'nın kar tipi protezinin ağrılara yol açtığını duydum, yerine tropik dişler yaptırdık, tanrının hummasıyla geçen günlerini de sigortaya saydırdık, şimdi yüzü gülüyor, yaşamla barışık. 

Dün müydü diye düşünüyorum, kırsalın birinde mürver ağacına dadanan bir keçiden söz ettiler, küstürmeden uzaklaştırabilir misiniz dediler, kısa bir araştırmadan sonra çözümü bulduk, burada söyleyemem, keçi gündüzleri görünmüyor, geceleri meliyordu.

Babil'den Sodom'u kovup, kükürtsü makileri ilaçladığımızı, keman kalıntılarından müze açtığımızı, dileyen dostlarımıza ipeksi kumaşlardan flüt yaptığımızı, sandal yürek ve Lidya sikkeleriyle ilgili yararlı çalışmalarımız ve yakınma konusu tüm sorunları çözüp, tarafları uzlaştırdığımızı da belirtebilirim 

Bunları neden söyleyip, yazıyorum, tüm yaşamım işte böyle geçmişti; bu iyiliklerin, dileklerin, çabaların bin bir türlüsünü binlerce kez yerine getirdim, uyguladım, aracı oldum, gerçekleşmesini sağladım. Ne ki, bakın bir telefon geldi, karşıdaki ses diyor ki; Salıpazarı'ndan bir eşek aldım, binip sana geleceğim!.. 

 Binlerce kez iyilik yaptım, hep peşinde koştum onun ama binlerce kez de, böylesi şeyler geldi başıma, belki ne demek istediğimi anlatamıyorumdur.

Diyesim; İyilik olanaksızdır, daha doğrusu; İyilik diye bir şey yoktur!..                      






















               

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder