18 Mayıs 2019 Cumartesi




AEON
Columbus yolunda geçen yıllarımız
Gri kürelerde çip 
Pathfinder'le ağlayıp gülen
Modül çocuklarıyız.
Şu kanatlı uzay kenti 
Ve uçarak evreni dolaşan
Yerötesi novalardayız.
Ah anneciğim
Özlemin hiç dinmedi
Orionidleriz biz
Yeni kuşaklar.
Hero yıldızı yukarılarda
Balinanın kuyruğundayız.
Batı uzanımında yıldız kümeleri
Sönük ateşsilerin kardeşleri
Paralaks ve Zenit noktasında.
Atmosferik günlerimiz
Çapraz bağlayıcılar bios fenoller
Fetal ve perinatal dönemlerimiz
Yaşadığımız badireler.
Carina gökadası geçiyor işte
'Yaratılış sütunları' tanrımız bizim
Sarmal bulutsunun içlerinde
Göksel cennetler kundağımız.
Vulva yurtluklarında yaşıyoruz biz
Kozmosun  girdabı Adem çamuru
Bitimsiz zoopyalar ve Sagittarius
Ultra derin uçurumlarda 
Yitip gitmişiz.
Ah anneciğim söylemesi güç olanaksız
Neyi aramaktayız biz ve neden ağlıyoruz.








TANRI ALAYCI KUŞ

Üç şeyden söz edebilirim, ama uvertür gerek, sanat düş gücü biliyorsunuz, us değil de, yürek doyurucu bir şeydir belki de... 
Mutsuz insan uyuyabilir mi diye bir şey gördüm, olur mu, mutsuz insan uyur, yaşamdan umudunu kestiği için örneğin, bağları kopmuştur, ilgisizdir, Steinbeck'si bir Lennie'dir. 
Uyuyamaz da üstelik, zaman kendini hırçınlaştırır, kindarsıdır, düşlerinde bıçaklar saplanıyordur, uyanır. 
Mutsuzluğun ölçütü dalıp gitmek değildir, ne apne, ne sarhoşluktur yani, duyarsızlıktır o, bakan ama görmeyen, dinleyen ama anlamayan,  kalabalıklarda yalnızlığı seçen ve kendine sözcükler sufle eden kimesneler  mutsuzdur ama doğaldır ki, insan yavrularının çoğu mutsuzdur ve çok büyük bir ekimoz da değildir şu mutsuzluk. 
Örnekçesi şu, kindarlık, yaşama düşmanlık ve insanlardan öylesine nefret etmek mutsuzluğun çok üstünde kriptolar yaratır. Bir klişe ama diktatörler ve egosantrik, nevraljik, nörotik insanlar bunların arasından çıkar. Evrensel bir sapkınlıktır bu ve tanrı bile tanrısal bir çözüm üretememiştir henüz...
İçimizdeki şiddet ve yıkıcı, vandalist ruh, sürgit  bu tip açmazlar ve portföyler üretir. 
Ahh birde sekülerizm var, okyanuslara sığmaz bir kanonik, konik, kapalı ve açık toplum kavgası, çarşaf kapalı toplumun fantoması, endüstriyel giyimin madonnalarıda açık toplumun matruş'kaları nasıl mı, çarşafın altı boş, beş mecidiyelik bez, çarşafsızlar, külot üstü pantolon, sutyen, jüpon, detoks, botoks, silikon, korse, tünik, tişört, kemer, kolye, mücevherat, manto, kürk, şifoniyer, şimendifer, şemsiye, gözlük, fötr, makyaj, fondöten, lens, küpe, toka, bileklik, halhal, hızma, piercing, dövme, ruj, rimel, mabel, kameriye, bilezik, saat, gerdanlık, eldiven, çorap, topuklu, düz, bez, rugan, süet, pabuç, marpuç, çizme, kedi, köpek, fifi, afi, vatka, votka, cüzdan, çanta, fiesta ve menfur emellere göre değişen aksesuar ve takım taklavatıyla, kapalı gişe oynayan, beyin tasını lüks tüketim ürünlerinin hareme çevirdiği tuvaller, şövalelerdir. Açık olan kim şimdi ve açıklığın tanımı nedir ki, Eski Yunan, İyon ya da Finike'den kalıt kumaşların mı, şarküteri ya da züccaciye, outlet ya da avm'lerin aftosu olmuş,  iki ayaklı butik mağazaları mı... Şeri laisizm diye bir şey var mı...
Ne ki, sözünü edeceğim, üç şeyin birincisi şu, bir toplu cinayet vakıası; İnegöl'ün Tahtaköprü beldesinde işçiler, çalıştıkları konstrüksiyondan çıkarak, akşam üzeri asfalt yolda evlerine yürümeye başlamışlar. Şantiyenin iş makinesini (loder) kullanan operatör yanlarından geçerken, işçilere acımış ve kepçeye binerseniz, sizi kentin ağzına kadar taşırım demiş, yedi işçi yedi kilometrelik yolu yürümektense, empatiyi gülerek kabul etmişler. 
Kepçeye doluşmuşlar, ne yazık ki Azrail onları bekliyormuş da bilmiyorlarmış, şamakon ordusu gün batımına yaklaşırken, belediyenin hız kesmeleri için, araçlara gözdağı verdiği tümseği (kasisi) operatör görememiş, işçilerin ayakta durmaları yüzünden ve loder tümsekte, hiç kimsenin anlayamayacağı biçimde, bir at gibi ve görgü tanıklarının dediklerine göre kişneyerek, tam üç metre şahlanıp, salıncak gibi havalanarak gerinmiş...
Tanrının öngörüleri, yargıları ve yaptırımları, yaratılarına uygun gördüğü atraksiyonlar her şeyden orijinaldir dedim ya, ameleler, proleter rabbitler asimetrik bir hızla uzaya dağılmışlar, biri ağaçkakan yuvasının olduğu bir ağaca saplanmış, kırık bir dala mı, yoksa yarık gövdeye mi veya kalınca bir fışkına mı bilmem, bir diğeri asfalta çakılmış, dediklerine göre beyni pastörize bir süt gibi dağılmış, ötekisi kepçenin pençeleri arasına takılmış, bayrak gibiydi diyorlar, sonuncusu operatörün gözlem evinin tam önünde karar kılmış, fantastik... Ötekileri tarihin sayfaları unutmuş.
Ben bu tür olaylarda olanlara değil, tanrının kozmik şakalarına şaşırıyorum, başlığı anıştırırcasına, tanrım sen ölüm konusunda neden bu denli fantezi düşkünüsün, espri mi yapıyorsun, alay mı ediyorsun, yoksa et ve kan rütüelinin çeşnileri arasından vodvil mi seçiyorsun!.. Bu barbariyen ve vahşiyane dünyanın vazgeçilmezliği adına bir potburidir dostlarım.
İkincisi ise şu, bir sevecenlik ve insanoğlunun birbirine bağlılığı adına olağanüstü bir gösteri; İstanbul'un Zuhuratbaba kesiminde bir sayrıevi varmış, bir adam kan sayımı için girmiş içeri ve talasemi  tanısı konduğu ve başkacada hiç kimsesi olmadığı için tam kırk sekiz yıl boyunca sağaltım görmüş ve geçenlerde ölmüş. 
Dudak uçuklatan bir şey bu, insanlar ne denli sevecen, ne denli birbirine bağlı, ne denli güvercin kuşları yarabbim. Bizim sevecenliğimiz, vicdani algılarımız, her cinslerimizi koruyup kollama duygularımız inan yalnız sende değil, hiç bir nende, hiç bir şeyde yok, tümünü biz kullarına vermişsin, gözlerim yaşardı bil ki... 
Evet bizler sevecenlik, dostluk, kardeşlik, hak tanırlıkla dolu Kerubiyan melekleriyiz. Tanrım çok iyisin, çok iyiyiz.
Üçüncü meselde şu dostlarım; Bir ailenin tarafları tam kırk yıl süren bir beraberlikten sonra boşanmaya karar vermişler... Garip bir zamanda yaşamak, gelenekler ve yazgılar, ayrı ayrı ülkelere bölünmüş toprak, her birine bağımlılık duyulan, her biri tatlı acılar, şanlı geçmiş, eski-yeni anılar, haklar, haksızlıklar, efsaneler, tunçtan atalar... Yıl dönümleri, halk avcıları, simgeler; bu ayrılıkları besler. 
Diyesim belayı arayan gözler, bakır elektrolitler kısa zamanda  birbirine düşmüş, silaha yatkınlığı ve yok ediciliği diğerinden her zaman daha baskın olan taraf ötekini yiyip bitirmiş, acımasız mermiler, roket gibi kurşunlar bir zamanlar partneri olan, yeni düşmanını delik deşik etmiş, yok etmiş.
Varlıklarının öteki parçası çocukları da acımadan, hak tanırlığa ve vicdana zerre kadar yer bırakmadan ve zırnık kadar bir paye, bir karşılık ödemeden yerle yeksan etmiş, eritmiş. Etini yemiş. Bitmedi kendisini de beğendiği kandelenlerden bir ordövr tabağıyla ödüllendirmesini bilmiş ve öbür tarafa giden Theseus'un gemisine  yol vermiş. 
Yorum yok... Yaratanı anlamıyorum ben, ibret ve iştihanın bir arada olduğu, kılı kılına bir denkleştirme sisteminin övüncüyle neyi amaçlıyor, vahşeti ve barbarlığı sürekli unutturan, sürekli anıştıran, eşdeğer hamlelerle yürüttüğü ve Nabukadnesor'u olduğu bu evreni, bu tip rölevelerle nasıl yaratmış böyle diyebiliyorum ancak. Ölüm ve kalım nasılda dengeli, nasılda adil ve nasılda eğlenceli yürüyüp gidiyor dostlarım, anımsayıp, unutarak, acıkıp, arayarak...
Sen yücesin, sen erişilmezsin zişanım.
Sen her şeysin, sen herkessin gülistanım...
Yemeklerin en güzeli...
Sofradan doymadan kalkmaktır.
Bitti.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder