18 Mayıs 2019 Cumartesi

PARATORLAR
Kedar Raporu'mu, Kader Çadırı'mı demeli, toner ya da paratoner, vallahi ne diyeceğimi bilemiyorum ki, eve biri geldi, sizin salonun ortasına buğday ekelim dedi, satamayız olmaz dedim, böyle yeni tür girişimciler türemiş, evleri ziyaret ediyorlar, sizin balkonda kenevir yetişir saksılarınız yeterli, tuvalette küçük bamyalar olabilir, biberde mümkün, aaa bakın antreyi biraz küçültün arpa serası yapalım, bira üretiriz ihraç ederiz filan veya odaların sayısı fazla şurada kadın budu köfte dükkanı açalım, merdivenle iner çıkar müşteriler, evde karışıklık olmaz merak etmeyin, üretime katkınız olur, kendinize saygınız artar diyorlar gözümüzün içine bakarak, adamlar sinirimi bozdu şurada Adem Elması açalım sen çalışırsın dedim, tembellik hakkım yok mu benim, defolun şuradan defolu herifler. 
*
Sosyal dünyaya katılım payımı soruyorlar, sinekli bakkal gibi durmak yasaklandı dediler, yahu dedim ben şu lafları yazıyorum orda burda, merdiven altında, bu iş değil mi dedim, buna sen karar veremezsin diyorlar, gözüm karardı, ben buğday ekmekten anlamam dedim, sen karışma dediler, salonun bir kısmını dikenli telle ayıracağız, çok büyük bu, bir kısmına bostan ekebiliriz, sen korkuluk gibi bekle, kargalar tebelleş olmasın yeter, buğdayı da bize bırak, değirmeni de şu koltuğun arkasına kurarız, nişasta ve protein üreticisi olarak kısa zamanda marka olacağız inanın, ünlü olacaksın dediler, Gülliver misiniz gaciler siz dedim, çok ciddi baktılar, korktum her zaman ki gibi ve boynumu büktüm, acıklı bir durum peyda oldu, korkmak her zamanki gibi işe yaradı ve adamlar aradıkları Arslan Yürekli Rişar'ın ben olmadığıma kanaat edip çekip gittiler. Kapıdan çıkarken Fahrenheit 451 kaynama noktam benim dedim, içlerinde Büyük Brother gibi görüneni hafifçe gülümsedi ve başımı sıvazladı, küçümsedi bence, yahu şu dünyayı otoriter mekanizma ve yönetimlerden kurtaramadık, on yıldır kendi halime yaşıyorum, sonunda gelip buldular, vergi borcun var, evin büyük, yetmiş yıl önce ödenmemiş bir faturan var, su çalmışsın pazardan, kardeşim yarattığınız uygarlığında, sizin gibi iyilikseverinde ta tramvay bahçesine sıçayım diyemedim, içimde kaldı...
*
Sonra başka bir grup geldi öğleye doğru, dünya değişmiş evden çıkmayalı, oysa sokaklarda bir olağanüstülük yoktu, gelenlere girer girmez, yüksek çözünürlü lediniz var mı dedim, vallahi ne demek olduğunu bende bilmiyorum, içlerinden biri süvari atından indi ve kartellerin manivelası, fason kuklacılık gibi bir projedir, yer elması ayrı mı yazılır, Diyojen'in isli kandili neyse, şeytan örümceği de o, İsa kızıl saçlı ve mor gözlüdür, bir gözü diğerine nazaran hafif görür, der demez atıldım, kör müymüş dedim, adam sinirinden güldü, ikisi de kör ama tanrı yardım ediyor, hiç bir aksaklık olmadan yürüyor dedi, cesurumdur bazen, biz kör olsak kuyuya düşeriz be, adalet mi bu, ayrıcalık, sınıf farkı, cinsi kollamacılık, sakalist avantajizm, tefekküre dalanı mükafatlandırma almış yürümüş, muskacılıkta dahil mi buna, vesaire, vesaire, vesaire deyince vesaire sözcüğünün ritmine kanıp, benim değerli biri, mürekkep yalamış bir sülüne zannettiler ve saygılı ifadeler kullanmaya başladılar, allah allah vesairede ne var yahu, ıvır zıvır demek değil mi bu, parola gibi, ciddi şeyler yazıp, söylemene gerek yok bu dünyada Aziz Franciscus, hiç yoktan abidik gubidik de mesela ya da vecelleccelalühühüvallahüllezilailaheellahu de çok ciddiye alıyorlar seni, bir çok şey söyleyip tuğla gibi şeyler yığarak kafa karıştırmanıza gerek yok, noli me tangere, eppir su muove veya dairelerime dokunma gibi tekerleği ima eden laflar gevelemek yeterli, istersen şeyimin götürdüğü yere git gibi absürt ama derin bir mottoda ileri sürebilirsiniz tabi, neyse gitmişler, lafımı bile dinlemeden gitmişler, deliliğin edimleri dedilerse arkamdan küfrü basayım bari ama küfürde klişe be, hep aynı laflar, kız kardeşin beni sevsin hakem davacı değilim diye bağırsam farklı bir şey olur mu acaba, sapkın ideolojistler farklı versiyonlar üretebilir tabi, oldu gibi bence..
*
İsa beni aramış geçen gün, analığı haber verdi, saat penç gibi buluşacağız bugün, kır tavuklarıyla yolunu gözlüyoruz, tavuklara hala yumurtluyor musunuz dedim, yok dediler otomatiğe geçtiler, bizler serseri takımıyız, İsa'nın hatırına gıdaklayacağız, belki bir kaç şekel verir dürzü ama bunu yazma hakaret etmiş sanıp hapse atmasınlar bizi, dürzü bizde sevimli, şamakon yani, kurnaz zampara gibi tatlı şeyler çağrıştırır dediler, vay lonca kuşları, benim köyümün adı İsabey, bir sorun olursa kimliğimi gösteririz, küçük dillerini yutarlar, gırtlaklarına basar, şehadet parmağımızla dillerini midesinden çıkarırız gariplerin dedim. 
*
Sümbül Efendi'den doğru İsa geliyor bakın, adam yaşlanmış, peygamberlik yormuş bunu be, sonuçtan mutlu görünmüyor gibi, bakın yanından bir tomafil geçince zıpladı, kadının biri önüne geçip sadaka istedi, durun parası geçmez onun, kadın şilteyle şimdi kafasına vuracak, koskoca peygamberin düştüğü hallere bak, Betlehem yıldızı sözde, koşun şunun karşıdan karşıya geçmesine yardım edin, ezilecek, kırmızıda geçiyor, nereden bilsin pilgrim dayınız, elinde Beyrut karanfiliyle, çok güzel bir şekerpare kutusu tutuyor, bize mi getiriyor acaba, tepsinin üzerinde benek benek sincap yumurtaları var, romantik yahu bu, pirelerin ve ateş böceklerinin yaydığı ışık daracık caddeyi o biçim aydınlatıyor ama, insanda, ayıda hepçil dedi İsa gelir gelmez, ikisinden başka sömürgen yok, aksi kanıtlanana kadar geçerli bu avradını sevdiğimin fikirdeği, ne vaaz ama, bizim bir türlü doymayan yaratıklar olup, aç gözlü olduğumuzu söylüyor, eline dokunun, belki bir şifa verir, manyetik giysiyi yaratsak artık İsa, insanlık giyime harcadığı paralarla bedenini örttü ama ruhu açıkta kaldı, hologram gibi renkli olsun ama ve mahrem yerlerim görünmesin, düşünmek benden pratik senden hadi başla lacivert, adım lacivert değil dedi İsa, ya ne, Tarık Bin Ziyat, dalga geçiyor be, Meryem anası değil mi, denizden gelme demek, Darwincidir İsa ha, ama tilmizleri Adem'e dayandırıyor işi, amaçları estetik gibi, kuyruklu olduğumuzu bir türlü kabullenemiyorlar, geceleri düşünürken hak veriyorum onlara, kuyruklu değilim vandallar ben sizin gibi, aynanın içinden çıkmayımdır, çamurdan doğma değil, olmadı ya, denizden çıkma diyecektim, yahu bu çamur, balçık olmasın, sazlık gibi bir bataklık, deniz canım işte, yosunlu, zart zurt, püsürüklü yani, kanıtım yoksa da... Yahu kuyruklu oluşuma da kanıt yok, gökten indik biz, yerden çıktık, ormandan türedik, filden çoğaldık deyin ama, kuyrukluyuz demeyin, filinde mi kuyruğu var, yok canım, fil gösterişli hayvan, yarı tanrı gibi bir şey, Howard Hughes biz benden türedik diyor imansız, halam imansız köpek diye ekliyor, bu görüş ilginç, ben benden türedim, valla huzur verici, uzattın mı hır gür çıkıyor.
*
İsa göğe yükseldi, yok, gitti yanımızdan, vallahi değmez, iyi yaptı, kimsenin zorla müslüman olduğu yok yani, Roma imparatorluğu çarmıha gerdiği bu marangozun dinini zorla mı kabul etti, yanaklarını okşadı, oda öbür yanağını uzattı, Yusuf gibi kuyuya inince de unuttular, bu kültür sarhoşluğudur, hükmetmeye yarar, batı kadabrasına biat eden jonglörleriniz varsa, o günde Kurani bülbüllere iman eden kavimler vardı, kültür varyeteliği, kılıç kalkan zeybeklerinden daha iyi sonuç verir, batıyı dize getirdik müsavat savaşında ama onların kançılaryası olmaktan kurtulamadık ki, İsa dik dik bakıyor, konuyu değiştireyim ben, gene gelmiş ne hikmetse, parmağım yerinden çıktı karşıma geçti, onsuz yaşayabilir misin dedi, anladım dedim, onlar dört yüz sene Mekke'nin efendisi oldular, Hülagü Han yüzünden Abbasi dayılarının şaşaasına son verdiler (Hülagü, Alamut kalesini kimsenin düşüremediğini biliyordu, dağın doruğuna tüneller kazdı ve petrol kuyuları açarak ateşe verdi, Alamut kalesi havaya uçmuştu, ispirto suyu da dökmüş, askerler hep birlikte işemişler rivayete göre, sidik yaralara iyi gelir, çok yönlü bir ifrazattır yani, işte barbar tuareglerin yetenekli rüyası, İskender Makedon'du, onların bir dünyası var, Haşhaşilerin sonunu getirende onlar, Avrupa'nın içlerine giren onlar, Borges iyi bilir, Endülüs'ü İberik'ten yukarı çıkarmadılar evet, Pireneler sınır oldu, onlar kem gözlerin üzüntüsü ve onulmaz kederidir ve büyük bir cemaattir, gerekirse Alamut'ta olduğu gibi Namık Kemal'in deyimiyle kendilerini de havaya uçurur, barbar İskandinav kavimlerinin adıdır, kara ormanlar ve kara dağların Avrupası ortaçağa kadar vahşi bir yaşam sürdü, tek ayrıcalığı bugünün İtalya'sı, Timurlenk'de Osmanlı-İslam mozaiğine darbe vurmuştu ve İslam'ın yayılmasını durdurmuş adamdır gerçekte, ciddi laflar etmekte ne zor yahu, makara yürümüyor, kayış esmiyor vallahi!..

Ve celleccelalühühüvallahüllezilailaheellahu, dedim ya, yahu toplumu kandırıp, kendileri için çalışmalarını sağlamak adına şaman rahipler-askeri güçlü şefler-çalışmadan hırsızlık yapan, kurnaz yöneticiler birleşip insanların sırtından geçinip yaşamayı adet edindiler, bunun için kendilerini tanrılarla konuşan “Yarı tanrı kral” ilan ettiler, en üst katın panteonları Kral Tanrılardır, altta bakanlar, yöneticiler, ideologlar, araştırmacılar, planlamacılar, daha aşağıda işletmeciler, en alttaysa köylüler, köleler çalışmaktadır, onun altında da dört bir yana uluyan sesler vardır, kimsenin gördüğü de yok onları, ruh gibiler vallahi, ama batı çoğulluğunun da son durağı Anadolu'dur, Asya'ya geçmesi boğazın oltasına takılmıştır, Asya primitif inançların yurdu, onlara danışmadan ne sırat ne Fırat geçilmez, Hamlet dememiş ki şu aforizmayı, düşmanlarımı sen seçebilirsin ama dostlarımı ben seçerim, bir bakış için yaşarız bizler, bu resim bir çocuk resmi ama imge İspanya iç savaşıyla bütünleşince anlam değişiyor, o anlamdan yoksunlukla bu resme bakan, bunu bende yaparım diyebilir ve haklıdır, sanat görecelidir, ''Delik çok derin tarama, karın korkunç yem dolu, bitmemiş bir senet yükselen, et taklit et yanıp söner. Bir kez ölü sonra bir flip aldı, ısı çürüyen bir ceset şimdi, korku filmi, iyi bir koltuk almak, bir gişe, burada tekrar vurdu.''
*
Sonraları insanların Tanrı olamayacağı anlaşıldıkça, ahkam kesmeyi çok severim, ses etmeyin, dalga deniz, rüzgâr güneş filan geçin, bu tanrı krallara da karşı çıkmaya başladılar, Babil, Sümerlerden almış bu kule kültünü, hiyerarşiyi simgeliyor ve Tanrı krallara hesap sorulamaz düşünceleri gelişiyor ama ilk karşı çıkışı Abraham efendimiz, Babil krallarına, diğer adıyla Nemrut'a karşı yapıyor, Babil Kulesi hiyerarşisi bugünde geçerlidir, Newyork gökdelenlerinden, Malezya Tower'larına, Japon pagodalarından, Nepal tapınaklarına kadar dünyayı paratorlar yönetmektedir. Yeşil ördek ve horozdan 'Hordek' elde ettik, suda yüzemiyor ve uçamıyor ama İsa'nın Golgotha da aç kalmamak için kirpi yediği söyleniyor, dinliyor İsa yanıbaşımızda, gitmedi bizi dinliyor vallahi, hiç kızmadan ne büyük adam, ben bunun öğretisine kurban olurum yahu, küçük baş hayvan sayılırmış o sıralar kirpi, sende insanları giyinmekten kurtaracak manyetik giysiyi bul, hologram gibi renkli olsun ve avret yerim görünmesin, düşüncesi benden pratik senden hadi başla, şeytan örümceği, bende erken bunama var galiba, bir söylediğimi mutlaka bir daha söylüyorum, Borges'in bir öyküsünde, asil bir İngiliz çocuğunu Kızılderililer kaçırıyor, aile yıllar sonra buluyor çocuğu, ağlaşarak, haykırarak sevinip sarılıyorlar ama kızcağız Kızılderililerin yaşamına o kadar alışmış ki, günden güne soluyor ve kimliğini kaybediyor. Ne yazık ki aile kızı tekrar Kızılderililere -kendi elleriyle- geri veriyor. Çünkü kız dağlarda rüzgârı aradı, kaynaklardan su içti, ceylanlarla sevişti, törenlerde bekleşen, kapı arkalarında çiftleşen ve yıllarca birbirini görmeyip inatlaşan 'türün öbür bireyleri' bu buffalo türüne alışamazdı. İsa'nın sesi serçe cıvıltısı gibiydi bu ara konuşurken müzik gibi doğaya yayılıyor sesi, Helen pabuçlarını giydi ve Paris'le Kaz dağlarını arşınlamaya gitti, İsa nereye gitti bir bakın, yok ortada!..
*
Diyorum ki, dinleyen yokta, şöyle bir oyun olsa, salona izleyiciler doluşsa, karanlıkta tam beş dakika boyunca bekleseler, yalnızca, ürpertici ama çok hafif, duyulmaz bir müzik gelse, sonra kör bir ışık belirse, görünürlüğü bir beş dakika daha sürse, nokta gibi ama, giderek büyüyen ve aşırı parlak olmaya doğru giden bir ışık... Sonra, yükselen ürkütücü müziğin eşliğinde, ürküsül ışığın görkeminde, kimse kimseyi göremese, kar körlüğü gibi tüm tiyatroyu kaplasa ışık ve bir sessizlik olsa, tam bu sırada, nükleer bomba gibi bir şey patlasa, görkünç bir bomba sesi!.. Sonra bildiğimiz ışıklar yansa ve toplam on dakikada on papellerini alsak izleyicinin!.. Bataille'ın bir Katolik rahibi olmayı bırakarak edebiyatla uğraşmaya başlamasının ardından yazdığı ilk romanı, alıntı bu, hepimiz hırsızızdır doğuştan, Gözün Hikâyesi bu (1928). Takma adla yazıyor: Lord Auch, yani Lord Bok-Çukuru. Bu romanın son sahnelerinden birinde, Simone, arenada yeni öldürülmüş olan bir boğanın hayalarını bacak arasına sokuyor. Bir sonraki sahnede de, arkadaşına öldürttüğü bir rahibin o anda sökülen kan içindeki bir gözünü içine alıyor. Aynı zamanda rahibin penisinin üzerine oturuyor ve idrarını yapıyor. Bir başka Bataille romanı olan Göğün Mavisi'nde (1935-36) Tropmann, annesinin cesedi karşısında şehvete kapılır. (Bu hadisenin bizzat Bataille'ın da başından geçtiğini biliyoruz.) Mezar çukurlarında sevişir, topraklara bulana bulana."Kasabın, bir domuzun boğazına açtığı delikten fışkıran kan kabarcıklarını" hayal eder. Romanın diğer kahramanı Dirty, adının da ima ettiği gibi kirli ve hastalıklıdır; sürekli ifrazat içindedir. "Aynalar" genelevinde çalışan Madame Edwarda (1941) Tanrı olduğunu sanır ve hep ölüm derecesinde cinsel haz atakları yaşar. Bataille'ın ölümünden sonra yayınlanan (1966) Annem romanının finalinde ise Pierre, tam ensest ânında ölen annesiyle bir tür nekrofili (ya da tanotafili) yaşar. Ölü Adam da (1967) nekrofili üzerine kuruludur; cinsel organlardan taşan kokular ve sıvılar, idrar ve kusmuk tiksindirir mi, kışkırtır mı bilinmez. Rahip C'deki (1950) kasapta, ayaklarından asılı olan yeni kesilmiş iki kuzudan kan damlamaktadır ve satırın yanı başındaki beyinler saldırgan bir çıplaklık hissi verir. İşte Bataille edebiyatını kuşatan bütün bu ifrat, ifrazat, pislik, iğrençlik, sapıklık vs. yazar nezdinde kutsallığı, hatta tanrısallığı çağrıştırır, tarih-öncesi ayinleri çağrıştırır. Bir özgürlük felsefesi oluşturur. Sanatın çıplak gerçekliğini tanımlar filan feşmekan. Senin göz kapaklarını elimle açar içini dudaklarımla öperim. Hırsımı alamam saçlarını bir ot gibi yerim. Dudaklarını kemiririm. Boğazının damarlarını ırmak suyu gibi içerim. Ellerin bir pençedir onlarla sevişirim. Gövden evimdir, güneş açtıkça çıkar, yağmur yağdıkça girerim, bacakların dünya tapınağının heykelleridir, her pazar günü tapınağa gelir sarılırım, severim, dilim çözülür, durmasız bir şeyler söylerim Ruhsar!..
*
Havva ademin kemiğinden yaratıldı çünkü, israf etmek günah, bu yöntem daha insani ve rantabldı, Kabil, Habil i öldürdü evet, çünkü ulaşılır otlaklar yetersizdi ve ikisi de ölecekti yoksa, Kabil insani olanı yaptı soyun devamını sağladı, Kleopatra yılanların zehirli olup olmadığını kölelerin üzerinde deniyordu, yılan çorbası çok lezizdi, firavunlar ülkesinin kraliçesi riske atılamazdı ve ehven bir yol bulmak gerekirdi, İskender doğuya uygarlık götürdü, insan soyuna kıran girdi, salgın hastalıkların yayılmasına yol açtı ama uygarlığın yayılması için göze almak gerekirdi, İsa öğretisini yaymak için barışçıydı, -hala yanımızda duruyor bizi dinliyor, bizim yarı-çeyrek deli olduğumuzu sanıyordur vallahi- ama onu çarmıha gerdiler, iyide oldu, öğretisi bu dehşetle kulaktan kulağa yayıldı, çarmıha gerilmese Hristiyanlık bugün olmayacaktı, Muhammet İslamiyeti yaymak için ben can alırken gülümserim dedi, başka umarı da yoktu, Fransız devriminde su gibi kan aktı, ama insanlık bugünü o devrime borçludur, Hiroşima ve Nagazaki'ye nükleer bomba attık evet, savaş daha fazla sürecek, orada ölenlerden daha çok ölecekti insanlar, nükleer bomba tanrının bir lütfuydu inanın... İsa gülüyor ama, öğretisine sıkı sıkıya ilgi duymamıza mı gülüyordur bilmem!..
*
Şaşkınlığın şaşkınlığını yaşıyorum kısacası, davul tozu ve minare gölgesi, hayz gören tavşanın eti yenmez, fuhuş tüccarı aşağı yoldan evine doğru geliyor, yukarı yoldan desem, bilinçaltınızda fuhşu yücelten bir imgenin yer etmesine yol açardım yani, sözcükler masum değildir ve gizli olan açıktan etkilidir. İsa yanımıza gelmişti evet ama ayağında pabucu yoktu, çok belli etmedikse de yan yana görünmemeye özen gösterdik, kazıklı voyvoda atının nallarını ters çaktırıp kaçmıştı, çok söylerim bunu, gülünç ve harika, acıklı ve kahramanca, her şey var bu davranışta, aynanın içinden bana doğru bakıyorsun ama ben ürküyorum, daha ne kadar bakacaksın, Rabia'nın, bir anda Rabia'da, şeytanın, şeytanda belirişi gibi ürkütüyorsun yani beni!.. Sonuçta türevlendirilen örneği, gözler önüne serilen canlımız, izlediğiniz videodaki kadar acınacak bir yaratık değildir, halen bize doğru bakabilmekte, midesinde elinizi dolaştırdığınızda impulsa benzer hiç bir tepki vermemekte, hatta en ufak bir acı belirtisi dahi göstermemektedir. İnsansıların bu konularda görüş ayrılıklarına düşmesi videoda Lvnt Tncr barkoduyla görselini sunduğumuz canlının, gerçekte milyonlarca yıl önce insansılarla aynı kökten gelen bir primat olmasında yatmaktadır, insansılar bu benzerliğin acılarını henüz üzerinden atamamışlardır!.. Vesaire, vesaire, vesaire, en güzeli belki de bu!.. Aaa İsa gitmiş, bazen söyleneni değil, ortalıkta dikileni merak eder alabalıklar, karmakarışık işler!.. İsa bir tek laf etmeden gitti ama aya kadar laf üretti deryadiller ardından. İsa'nın kendine ait bir gram lafı yoktur şu dünyada!..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder