18 Mayıs 2019 Cumartesi

çoklu metin




MARTI

Yaşamın sessizliğinde, alacakaranlıkta, sabaha yakın martıların ötüşmelerini dinliyorum. Nedense bize pek hoş gelmeyen, pes seste, gürültücü haykırışlar, uzaktan uzağa anlaşılmayan melodiler.

Ama ikisi var ki, o sınırsız, pek çok ötüş arasında, sanki konuşuyorlar, yatağımda kulak veriyorum onlara... Tartışır, dedikodu yapar, sitem eder, öykünür hatta zaman zaman kızar gibiler. Ne konuştuklarını bilmiyoruz, belki dillerinin sırlarını çözebildiğimizde, acaba evrenin sırlarını da ele geçirebilecek miyiz?..

Kimiz, neyiz, nereden geldik, nereye gidiyoruz ve ''Ne olacağız'' konusunda, küçükte olsa bir düşünceye, bir aydınlığa ulaşabilecek miyiz?.. O seslerde ve daha bilinmeyen nice şeyde, ötüşte, bakışta, uçuşta bu sırrın gizlendiğine inanıyorum. Ne var ki, kendi dilimizi bile henüz çözemediğimizi biliyorum. Ne yazık ki...

Denizin gürüldeyişi, eşsiz çağlayanlar, tanrının düşüncesi rüzgâr, öğle sıcağındaki inilti, doğadaki ''Hişt, hişt'' sesi, ormanın çıtırtısı, göklerin gürültüsü, yağmurun pencerelerdeki izi, bizlere hep bir şey söylüyor, bir şey anlatmak istiyor. Bu sonsuza dek sürecek haykırışlar, iniltiler, ağlayışlar, gülücük ve kahkahalar bizlere ne söylüyorlar, hiç bir zaman bilemeyeceğiz, bilemiyoruz...

Buda bizim ne denli ileri gitsek de, molekülü keşfetsek, atomu parçalasak, nükleer güce erişsek, yıldızlara ulaşsak da, dünyanın hep yerli yerinde durduğuna, bir adım bile yerinden oynamadığına işaret ediyor. Biz henüz kumrunun yalvarışlarını bile göremiyor, doğanın dilini çözemiyoruz. 

Nereye gitsek, nereye koşsak-kaçsak, evrenler evreninin sırrına, galaksilerin, kozmolojinin ötesine bile kavuşsak, hiç bir zaman bilemeyeceğimiz, dilini çözemeyeceğimiz, sırrına eremeyeceğimiz bir şey var... Bizler kimiz, nereden geldik ve nereye gidiyoruz?.. Hiç bir zaman bilemeyeceğimiz ve hiç bir zaman öğrenemeyeceğimiz bir şey belki de... 

Biz ileri doğru gitmiyoruz, derinliğine de inmiyoruz, iniyor da değiliz, yalnızca enine doğru, anlaşılması güç de olsa, bulunduğumuz noktaya paraleller çiziyor, keşişleme ve kesişmelerle yan yana,  belki sonsuz bir hızla, belki de yavaşça ilerliyor, ezgilerle, naralarla, alaylarla genişliyor, çoğalıyoruz.

Bu bizi ölümcül kılıyor, parçalayan ve yok edici, cılız ve korkak, saldırgan ve ürkek kılıyor ne yazık ki... Belki bir adım ötesini bile göremiyoruz biz ve daha korkunç, yıldırıcı, yıldıran bir şey daha var. 

Sanki bütün çabalarımız boşuna...

Doğuyor, yaşıyor ve ölüp gidiyoruz biz!..                                     









SEMİRAMİS

Benim küçük günahkârım.
 Afrika menekşem.
 Narım.

Kanatlı melek diyarım.
 Firdevsi'nin gözdesi.
 Gülizarım.

Senin güzelliğin dağ başlarındaki dumana benzer.

Demavend kadısı senin için yaşadı.
Bağdat'ın Sultan'ı görümlüğe geldi.
 Kahireli düzenbaz canını verdi.

Tanrının rüzgârı senin için inlerdi.
Şehname'nin yaprakları bir bir açılır.

Zayıf ışıkta bir pars pençesi.
 Ruhumun halifesi.

Ey ay kapılarında bekler ceylanım,
 Bak altın anahtarım içinde şıkırdıyor.

Frenk krallarının 'Gözde' pazarı,
Basra sularının yakut kartalı,
Tanık olsun ki

Çöl gecelerinde deli gibi sevdiğim, 
 Atımın üzerinde gidip geldiğim;
 Serabım sendin.

Göğüs uçların Umre dutları gibidir.

Ey Ferhat'ın elması,
Başak tarlasında sıçrayan çekirgemdin.

O çıldırtan buseden
 Sülünlerin Suzan'ı
Perilerin sazanı

İrem bağlarından yayılan koku
 Melek bahçelerinin kedicik ceylanı sen miydin.

Akad dayılarının elinden aldım onu.

Onun bakışları ayet-i kerimedir.

Bir bülbülün şarkısı.

Birimiz Huş'ta birimiz Fizan'dayız.
Ama kalbimiz tek arzularımız birdir.                                  









ARA

'Ol' diyecek ilk sözcüğü bulamadım güzelim.
 Beni büyüledin.

Mehdi'nin yataklısı.
Amir'in gözdesi.

At hırsızlarının,
 Hasır döşeklerdeki sevgilisi.

Sende cehennemi düşlüyorum ben
 Açan çiçekleri değil.
 Çağlayanları,
Şırıldayan suları değil.

Sen öyle tatlısın ki
 Ve öyle baş döndürücü
Şu karanlık olmasa 
 Işığına kapılmazdım.

Gecede pervane devi gibi
 Deli olup çırpınmazdım.

Işık gözesi gibi parıldayışın,
 Dolunayın, ak tepelerin,
 Geçitlerin olmasaydı;

Icaza'da şehir bağışlayan
Kör dilencin olmazdım.

Seni Kazvin sultanının kucağından aldım.
 Bedir'de resulu koruyan melekler
 Seni kıskanırlar.

Madras'taki madrabazlar
Nazına pey sürdüler.

Hazar'daki kalpazanlar
 Altın ordular, şu cihandaki uğrular
 At üstünde seni arıyorlar.

Mısrayimli güzelim,
 Yalnız senin için, senden geçerim.

Ey suların huzur veren sesi
 Ey tepelerde çalan birlik borusu
 Zındıkların sır olduğu kovuklar
 Ey Sara için vurulan gonglar

Onu benden alamazlar.
O karanlığın çığlığı
Ölümün ölümüdür.

Işığın tanrısal güzelliği
Kutsanmışlığıdır.

Yavaşça sönümüdür güneşin
Can'ın canlanışında. 

Sara'm.

 Hay'y olanım.

'Ol' diyenim.                                 






ŞAKA 
Sabah işe giderken sol ayağımla geçtim eşiği, bütün gün işim ters gitti, akşam eve gene sol ayağımla girmişim, azgın refikam  gene mi unuttun ekmeği behey bakar kör diyerek üzerime saldırdı, sol ayağımla adımladım gene, tuvalete kaçtım, bu kez sifon taştı, aceleyle çıkmak isterken, sol ayağım paspasa sürttü, holün girişine çarptım kafamı, sol ayağımla döndüm, ne oldu diye aynaya bakarken, ne olduysa oldu, yüzüm aynaya gömüldü,  ayna  düşüp kırıldı, burnum birden fıskiye gibi horladı,  sol ayağımla çıktım evden inatla, Acil'e de sol ayağımla girdim gururla, böbreğinde taş var deyip ameliyata aldılar!..

Her şeyde bir hayır vardır.   

                                  


ÜFTADE

Ey aşkın krallığı, edebi lakırdım, bentleri yıkan Şahrud ırmağım, damarlardan akan kanım, senin aşkına dayanamadım, yaktın, kül ettin, gözlerimi kör ettin, avunamadım, senin dayanılmaz kederlerinden, sorgularından kurtulabilmek için, tanrıyı icat ettim, O'nu var ettim, O'na tapındım, O'nu sevdim, O'na kapılandım, O cismani değil, ruhaniydi, görünmezliğin zırhıyla büyülüydü, varlığıyla eza vermiyor, gitmiyor, gelmiyor ve acılar vermiyordu,  ey Nişabur saraylarında çaldığım santurun teli, ey arp inlemeleri, ey Basra sularının deniz perileri, özlem dolu ezgiler, coşku veren halaylar, keder veren şarkılarımın gönül evleri, ey dünya gailesinin içinde, baş döndüren sırlar, o kutsal, yumuşak dokunuşlar, kösnül tanrıçalar, kral tanrılar, ey can bahsine girdiğim satranç vezirleri, şahlar şahından Nobran, yazgımın işkenceleri, Halife Mustansır'ın orduları, Allahabad'ın surları, zamanın ve uzamın oburları,  ey Deccal'in fendi, Cundişapur, efendiler efendisi, dünya sularında dolandığım Frenk yelkenlisi, ruhların Giuliettası, ey Luristan,  Suriye'm, Kapadokya sümbülleri, ey Üftade'm, ey sonsuza dek bakirem, kirpiklerinin gölgesi yanaklarına düşen, gamzelerin arz kuyusu, ey gönül cadısı, kaşla göz arasında gidip geldiğim, altın bilezik, ey ölüp gittiğimi  bilen, ey kervanlar, hanlar, hamamlar, şadırvanlar, ey  yol ağızlarından cehenneme varanlar, akasyalar, laleler, yasemenlerin biricik eşi, ey yıldızların kuşu, volkanların, yangınların, yıldırımların neşesi, ey rabbin kullarının gece iaşesi, sapkınlığın bizi münkir etti, küffar etti, hâlk etti, ey Cebrail'in üzerine titrediği, ey hızmalı cariye,  ey cehennemde, cennetler bağışlayan, ey yüreklerin aşkıyla dolu Üftade'm, Çin imparatorlarının gözdesi, kargışlı Hülagü'nün sevgilisi, ey İremler enstrümanı, santurların, kopuzların rüyası, bulutların üzerinde uçan kara şahinim, gölgen topraklarıma vurur, uyumlu sülün, gönül tahtımda tavuslar oturur, Zümrüt-ü Anka  seni bekliyor, Simurg sana yol veriyor, ben yüreğimi oynattıkça, süzülen onun gölgesidir, ey Kevser şarabım, ey gözünden yaşlar akarken gülümseyen, ey ehil, ey evcil, ey dişil kaplan, ey dağ yeşili gözlerinden karanlıklar akan, deniz kuşlarından düşler dokuyan, ey bakışları ruhumuza işlemiş, ormanların ecesi, bozkırların kurdu, ey dorukların kar kuyusu, ey evcil tavşan, şeytanın iğvası,  yüreklerin aylası, can evinden öpülen, ey kutsal kâse, ey Kahire'm, kahreden, gecenin baykuşu seni anıyor, orman leoparı böğürüyor, yüreğimin haşhaşisi, ruhumun daisi, afyon savaşlarımın elçisi, ey benim etten kemikten makinem, doku kaynamalarım,  ey sultanların fedaisi, iman kapılarım, el Araf duvarları, hayaletim, tanrıçam, peygamberim, ey gönül çelenim, ey Azrail'im, ey Üftade'm, ey can veren meleğim, işte  'Yaratan'ım gidiyor,  şükürler olsun, ant verdiler ki, 'Kûn' diyenin tahtına gene 'Sen' geleceksin!..                                    





RUHSAR

Sultanın öncü birlikleri şehri esir aldı.
Huriyeler hurisi, Ruhsar'ım neredesin.

Rudbar kalesinin gül bahçesi
İran şahının, atabeyin, Gazneli'nin sevgilisi.

Ah, posta güvercinim haberler getirdi...

Şah damarım, senin ak  gerdanına süstür.
Sen yeşil bir güldün, imanımız oldun.
Melekler dünya lanetlerinden korusun.

Alkeyni olsun, Kızıl Sarık olsun, Tac El Mülk olsun
Senin için can verdiler.

Huzistan senin için kuruldu biliyorsun.

Girdkuhlu hemşehrim, gönüldeşim, 
Karacihanda, akyürekli candaşım benim.

Berkyaruk cehennem prensesim demiş sana 
Halfa adını sanını değiştirdi senin için
Kalmuk, şehri haraca kesmiş uğruna...

Ruhun can dostluğu adına
Uyluklarımızın kardeşliği adına,
Tüyler ürperterek şakıyan zincirin
Ve seni korumakta olan Pers kedilerin düş oldular.

Çilen bitti. 
Elem diyarındaki acıların bitti.
Tanrın belki ejderha, belki iblis, belki de korkak ya da aciz biriydi.

Güzelliğin acılarını reva gördü sana.

Ey bize yaşam od'unu bağışlayan
Ey sönmüş yıldızlardaki evimiz.

Biri ağlıyorsa biz gülmeliyiz
Biri kızgınsa biz sevmeliyiz
Biri uyuyorsa, uyanmalıyız biz.

Şahinin saldırdığı güvercin sürüleri gibiyiz
Tüylerin uçuştuğu.

Ey önce Kayrevan, sonra Hamedan, sonra Horasan beyinin koynuna giren,
Uyuşuk Basra denizlerini köpürten,
Ölümsüzlere ölüm getiren.

Ey cihanın alçaklığında, göklerin izini süren.

Gülbaharım, İrem bağım, Ruhsar'ım.

Günahsızlar mezarındaki yerini aldın.
Tanrıçası oldun kızların,
İpek getirip ipek götüren rüzgârdın.

Menekşeler, fesleğen, nergis ve çiğdemler yurdundur artık.

Lamasar kalesinde salân okundu.
Masyaf kalesinde kırkını çıkardılar.
Şahdiz kalesinde mevlutun oldu.

Kutsanmış bedeninden bulmacalar ürettik senin.
Bir tanrıça ruhundan, görülmedik bilmeceler.

Ruhun şad olsun. 

Bilgitaylar, gamzelerinin kitabını okutuyor insan soyuna.

Nur içinde yat.
Gönlün hoş olsun.

 Öldün işte, Ruhsar'ım, Huriye'm.
Bir avuç toprak oldun, bir masal oldun...

Hayvanlar korkuyla kişnediler.
Bir leopar ve bakire bir kız, koyun koyuna ölmüş dediler!..                                   



KHARON

Kırmızı budun ahtapot, optogenetik formlara baktı ve sinsice buhur ağacının içinden geçti, cüce incir ağaçlarının arasına girip yerdelenlere doğru uzaklaştı.  Bağlı bulunduğu organik cihaz terliyordu, sivil maskeli mastodontların arasında balerin gibi eskivler yaparak sola döndü ve aldatıcı ışıklar yayarak karanlığın canlanıp, göz aldığı kampüsün ortalarına kadar geldi ve az sonra, gecenin içinde yitip gitti. 

Minecraft bitki kardeşliğinin, otlarından biri o tarafa doğru yaklaşırken, denizin alevler içinde tutuştuğunu gördüler, deniz feneri işaretler çakıyor ama olağanüstü durumlardan sorumlu mavil melaike istifini bozmuyordu. DigiLit, PoetiX ve AlgoRthyms o tarafa doğru yöneldiler, ne ki aniden tanrılardan biri önlerine geçti ve üfürür üfürmez göklere doğru yükseldiler,  az ilerde yüzlerce kilometrelik alanda yayılan ak buzağılar dehşetle onlara bakıyordu.

Ürkütücü uzunlukta bir koç boynuzu hızla, gökten doğru süzülerek geldi ve tanrının göğsüne tüm hızıyla saplandı, tanrı inledi ve toprağı eşeler gibi arka ayakları kıvranmaya başladı, lunaparkın girişinde bilet alan yolcular vardı, holografik tren kapılarını kapattı ve bulutlara  doğru hızla uzaklaştı, ışık dolu raylar çocukluğun ağlamaları gibi ses çıkarıyor, acayip tıslamalarla, baygın kendinden geçiyordu, neşeli bir grup bu tuhaf ritmin esrikliğine kapılarak bir ayin eşliğindeymiş gibi el ele tutuştu ve uzun süre oynayıp zıpladılar.

Kondüktör pencereden baktı ve çekilin dercesine işaretler yaptı, tren yolcularını Eris planetine indirmiş, geri dönüyordu. ''Düşüncelerimle Denetleyebildiğim Ruhlar'' örgütü birden çevresini sardı onların, ilerde tanrı yerde hala kıvranarak, inliyordu, örgüt stratosferin kirlendiğinden, mavinin griye dönüştüğünden, yarı ölümün baş tacı olup, gerçekliğin yitip gittiğinden, yolcu eşitsizliğinden ve doğaya dönmenin zorunluluğundan söz ederek, önlem alınması yolunda isteklerini sıralıyor, kararlılıkla resmi görevlilerin üzerine yürüyordu, içlerinden biri herkesin gözü önünde kendisini yok etti, görevlilerden biri hafif yollu burnu kanadığı için bir kişiyi daha recm etti.  

Kondüktör, sarı bir dolunay eşliğinde, puşetler arasında sevişenlerin listesini gar müdürlüğüne götürüyordu, kesinlikle bir sonraki yolculuğa bilet alamayacaklar ve gezegenin ruhu ve sükunu adlı yüksek mahkemelerde yargılanacaklardı. Genelde para cezasıyla kurtuldukları için sırıtıyorlardı. Matild Aznavur pasajından genç bir kadın olay yerine doğru geldi ve birden çırılçıplak soyunarak tüm galaksiyi protesto ettiğini söyledi, herkes alkışladı, sarılıp öpenler arasında biri ileri gitti ve karga tulumba götürdüler.

Jel, saydam kıkırdaklar, losyon ve hormonla yüklü bulutlardan oluşan gezegende akşam oluyordu. Bunuel, Hz. Süleyman'ın Masası filmi için gece suare düzenleneceğini duyurdu, megafon eşliğinde afişler yapıştırılıyor, bir kaç delikanlı ara sokaklara duyuru için dağılıyorlardı. Bunuel, bulutların arasına çıktı, hologramda bayağı gösterişli ve dehşetengiz biriydi, kalabalığa, filmini izlemeyenlerin, inancının sarsılacağını ve bu gidişle kıyamet senaryolarına dair gelişmelerin hızlanarak, sonlarının yaklaşmış olabileceğini ileri sürdü. 

Az sonra ara verdi konuşmasına, karper peynirlerinin tanıtımı gökyüzünü kaplıyor, kalabalığa ücretsiz hamburger dağıtılıyordu. Programın sonunda sponsorun Kentucky firması olduğu açıklanıyor ve Bunuel sponsora derin şükranlarını sunarak, nimbüs bulutlarındaki tenipleksine doğru çekiliyordu. 

Gezegen sakinleri bir süre bekledi, dönüşümlü sahnede biri belirdi, geçmiş çağların şarkı sözlerini andırır bir şey okunuyordu.

 'Mavi uyluk arası kurtarılmış yangınlardan,  hayız çiçeklerin açıyor  sevgilim, deve gülleri ve goncalardır dökülen incilerin, inan ki çok özledim, bırakıp gittiğin kelebeği besliyorum, baykuşun her gün ağlıyor, yarasan ben kelebek değil miyim diye geçen gün hıçkırıklar içinde kaldı, nankörsün dedim, Melissa seni kaç kere öptü, ben kaç kere sevdim, bir aylandız koşuyor buğday tarlalarına doğru, uçurum doğruluyor, bilgitaylar önerisinden Greenwich yortusuna katıldık, çalılar tellerde yüzüyor mudur, caniler düş görüyor mudur resitalini de kaçırmadık.

Owen, çitleri kar örterken diye haykırarak gülüyordu, gülüyorduk. Penelope kunduz postunu örüyor, Meandros, İthaka'nın içlerine doğru ilerliyor, bir poyraz Kolkhis'ten doğru esiyordu. Yıldızlar arasından bir gelin geldi, basübadelmevtte sular ötüyor mudur dedi, karanfil içiyordu. Süit çalıyor konkistador Hernandez, ağlama Evita'm annen sana incik boncuk alacak, komşun Mendelson sana aşkını açıklayacak diye haykırıyordu gramofonumuz.
 
Dervişler düğününe gelip, semazenler oynayacak, Anka'nın kuyruğuyla evinize döneceksiniz, Zıpır Yokuşu'nda inip serinletici içmeyi unutmayın, köyünüze doluşan Karahanlılar, çardak üzerinde ikinizin resmini yapar, çökersiniz sonra uykuya, çeyrek tuval içinde Midas gelecek, Miken parası verecek size, Homer şiir söyleyecek, nice kokular ortalığa saçılacak, üçgen gibi bir yarıktan inleyen tanrınız, eşsiz ve tek olan diye haykıracak, Niagara gibi mutlu olacak, okyanuslar gibi çoğalacaksınız.''

Ne saçma, ne aşağılık bir şey bu, önlem alınmalı, son gün gelecekse, böylede gelmemeli, neyin işareti bu ve benzeri densizlikler yaşamdan uzaklaştırılmalı diyorum ben.

Kötü gidişe son vermek için, bir kaç gökmen ve Tusi'yle, Maragâ gözlemevinden bir kurul geldi, kadim Hintli bilginler çevremizi sardı. Yunan düşünürler, gerçeği eğip büken şeyler, dört çekimi birleştiren sentezlerden söz ettiler, hidromobil ve mutantomiller kıyılara park ettiler, kuvars bahçelerinden, bin bir renkte parıldayan çiçek demetleri geldi, mutur ve afalinalar gösteriler yaptılar.

Şölene hazırlanan alaylar bir bir, kortejler halinde alana girdiler, sarı kantaron kokusu ortalığa yayıldı, dur duraksız püskürtüyorlardı, pankreatik beta hücreleri ışık protonlarıyla kol kola havayı aydınlatıyor, gök kubbe, bir renk denizinin içinde salınıyordu, dağlar yürüdü geldi, deniz kurumla içeri girdi, tanrı bir iki protokol tartışmasıyla yerine geçti, lipit kuşağı her zamanki gibi geç kaldı, sudan başka sıvılarda yaşayan canlılar, kantonlar, varoşlar, Seylanlı gettolar sıraya girdiler, gıda birlikleri federasyonu tebaayı selamladı, propanitril, priperamin, biyo uzuvlar gelenleri çılgınca alkışladılar, barış tüm hızıyla sürüyordu. 

Işıklar yandı.                                














Hiç yorum yok:

Yorum Gönder